Juniper, dönüşemeyen bir kurt adamdır. Sürünün Alfası olan babası, onu kovduğunda, kendini yabancı topraklarda bir kaçak olarak bulur. Fakat Juniper başka bir Alfa ile tanışmak üzeredir. Hayatını sonsuza dek değiştirecek bir Alfa…
Tür: Romantik, Kurt Adam, Fantastik
Yaş sınırlaması: 18+
Mateo Santiago by Katlego Moncho is now available to read on the Galatea app! Read the first two chapters below, or download Galatea for the full experience.

Uygulama, patlayıcı yeni romanlar için en sıcak uygulama olduğu için BBC, Forbes ve The Guardian’dan takdir aldı.

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!
1
Juniper, dönüşemeyen bir kurt adamdır. Sürünün Alfası olan babası, onu sürüsünden kovduğunda, kendini yabancı topraklarda bir kaçak olarak bulur. Fakat Juniper başka bir alfa ile tanışmak üzeredir. Hayatını sonsuza dek değiştirecek bir alfa ile…
Tür: Romantik, Kurt Adam, Fantastik
Yaş sınırlaması: 18+
Öykü: Katlego Moncho
Yazan: Jon Altamirano ve Brittany Schellin
Hayatımın en mutlu günlerinden biri olması gerekiyordu. Heyecanlı olmam gerekiyordu.
Neşeli olmalıydım.
Fakat bugün, on üçüncü yaş günümde, yaşanacakların ağırlığını endişe ve bunalımla beni içine çekip tüketen bir boşluk olarak hissediyordum.
Yerine getirmem gereken beklentiler vardı. Babam ve annemin beni kabul etmeleri için karşılamam gereken beklentiler.
Doğum günü demek test demekti, ya da en azından benim için öyleydi. Ailemin beni kutladığı bir doğum günümü hatırlayamıyordum. Ki yılın geri kalanında da bana çok düşkün oldukları söylenemezdi.
Beni sevmek yerine büyük babam ve büyük anneme kakalamışlardı, büyüdükçe şükretmeye başladığım ufak bir mucizedir. Beni yetiştiren, eğiten ve beni seven onlardı.
Diğer doğum günlerimin çoğu gibi, o sabah da bulutlu ve gri başladı.
Yağmur gökten camlara doğru boşaldı. Yağmur damlalarının eve çarparken çıkardığı sakinleştirici ses, yıpranmış sinirlerim için bir merhemdi.
Doğum günüm için gergin değildim. Bilakis, olması gereken buydu. Herkes -babam, annem, ailem, komşularımız, sürümüz- oraya gidip ilk kez dönüşmemi bekliyordu.
Bugün alfa kurdun varisi olarak hak ettiğim yeri alacaktım.
Tabii eğer kurda dönüşmeyi tamamlayabilirsem.
Tek başıma, yemeseydim de olurdu dedirten hayli sıradan bir kahvaltı ettim.
Evi sallayan gök gürültüsü ve ardından uzaktan gelip gök gürültüsünü bastırmaya çalışan haykırışlar yaklaşan tehlikenin işaretiydi.
Dışarıda yağmur daha şiddetli hissediliyordu, ya da ben ön verandaya çıkana kadar daha şiddetli yağmaya başlamıştı.
Sürünün üyeleri kıpırdanıp mırıldanıyorlardı ama kimsenin ne dediğini çıkaramadım.
Sonra birer birer beni fark ettiler ve sessizleştiler. Sağanak yağmura rağmen herkes oradaydı. Yetişkinler, çocuklar ve büyükbabam.
Babam.
Yanında kibirli ve gururlu Jacob vardı. Jacob sürüde yeniydi, babamın evlat edindiği bir yetimdi. Babam Jacob'a hayrandı ve ona oğlu gibi davranıyordu.
Bu durum beni kıskandırıyordu.
“Juniper. Gel.”
Geri adım atmak, odama dönmek, uyumak istiyordum.
Keşke yapabilseydim.
Ama çaresizdim. Babamın söylediğini yapmak zorundaydım.
Öne doğru, vıcık vıcık çamurun üstüne bir adım attım ve kalabalık geri çekildi.
“Dayton, kız hazır değil,” diye yalvardı büyükbabam. Birbirlerine çok benziyorlardı ama büyükbabamın gözleri içten bir sıcaklıkla doluyken, babamınkilerde keskin bir soğukluk vardı.
“Hazır olması gerek. Olmak zorunda. Benim hiçbir çocuğum kurtsuz olamaz.” Ben yaklaşırken babam beklenti içinde konuştu.
“Neler oluyor?” Neredeyse bir fısıltı kadar güçsüz çıkan sesim büyükbabamla göz göze geldiğimizde titredi. Gözlerinde korku vardı. Çaresizlik.
“Lütfen oğlum. O senin kızın.” Büyükbabamın sözleri üzerine babamın yüzünde zalim bir gülümse belirdi.
“Eğer June Alfalığa layıksa, dönüşecek. Savaşacak. Kendisinden önceki tüm Alfalar gibi.” Jacob zaten kurduna dönüşebiliyordu.
O da benim gibi Alfa kanı taşıyordu ve kısa süre önce kendi on üçüncü doğum gününde kurduna kavuşmuştu.
“Çok erken.”
Büyükannemin o sabah nerede olduğunu bilmiyordum ama annem kenarda duruyordu. Kayıtsız bakışlarıyla sessiz bir izleyiciydi. Fakat konuştuğunda, sözleri en az babamınkiler kadar soğuktu.
“‘Olması gerekiyorsa,’ değil. Her saygın Alfa on üçüncü yaş gününde dönüşür.”
“Anlamıyorsun. İkiniz de hiçbir zaman anlamadınız.” büyükbabam yalvardı, babama yaklaşarak.
“Yeter!” Babamın bağırışına başka bir gök gürültüsü eşlik etti ve büyükbabamı yere itti.
“Dur!” Önlerinde çaresiz ve korkmuş bir halde duruyordum. Jacob'un kurdu tehditkar bir şekilde kenarda duruyordu. Babam bana döndü, ifadesi kötü niyetli ve hevesli bir heyecanla doluydu.
“Zamanı geldi Juniper. Bugün ne yapman gerektiğini biliyorsun. Dönüş ve unvanın için Jacob’la savaş.”
Yapamadım.
Tekrar tekrar denedim, kurdumu çağırdım durdum, herhangi bir değişiklik için en ufak bir işaret aradım, ama sıkışıp kalmıştım, donmuştum.
Tabancanın klik sesi, yağmurdan ve gök gürültüsünden daha sağır ediciydi. Büyükbabamın, başına temas eden namluyu hissettiğinde yüzünü buruşturduğunu gördüm.
Babamın gözleri acımasızca parladı, silahı büyükbabamın şakağına sapladı.
“Dönüş yoksa onu öldürürüm.” Tereddüt etmedi. Eli titremedi. Blöf yapmıyordu ve kalabalık sadece sessizce izliyordu.
Onlara ve babama yalvardım. İçimdeki canavara yalvardım.
“Dönüş!”
“Yapamıyorum!”
Ve sonra silah patladı.
***
Kalbim hızla çarparken terden sırılsıklam olmuş bir halde yataktan fırladım, patlamanın sesi hala kafamda yankılanıyordu.
Bir başka kabus.
Hayatımın en kötü anını bana yeniden yaşatan bir başka rüya.
Artık güvendesin, June. Geçti.
Starlet.Sözleriyle rahatlayarak iç çektim. Kalp atışlarım yavaşladı, artık kalbim dörtnala göğsümden çıkmaya çalışmıyordu. Keşke o anı tekrar tekrar yeniden yaşamak zorunda kalmasaydım.
Keşke sana daha önce gelseydim.
Starlet, beş yıl önceki o korkunç günden sonra bana geldi, gerçi hâlâ dönüşümümüzü tamamlamış sayılmayız. Kurdum şimdiye dek nedenini bana hiç söylemedi, hala da söylemiyor. Ama umursamıyorum. Artık benimle, en çok ihtiyaç duyduğum zamanda bir arkadaşım oldu ve önemli olan tek şey bu.
Nazikçe tıklatıldığını duyduğumuzda kapıya döndük ve kapı açıldı.
Büyükannem beni uyanık görünce gülümseyerek içeri girdi. Yıllar ona iyi davranmıştı, ama beş yıl önce eşini kaybetmenin stresi gözlerinin etrafındaki çizgilerde ve düşük omuzlarında izini bırakmıştı.
O gün olanlar için beni suçlayacağından o kadar emindim ki. Büyükbabamı yerde ölü görünce yüzünde beliren yıkılmışlık beni onu da kaybettiğime ikna etmişti. Çığlığı babamı bile geri çekilmesine yetecek kadar ürkütmüştü.
Bir süre sonra büyükannem yanıma geldi ve beni kollarına aldı. Beni evine götürdü ve son beş yıldır kaldığım yer onun yanı oldu.
Babamın büyükbabama yaptığını bana da yapacağından çok emindim, bu yüzden buradan ayrılmaktan korkuyordum. Büyükannemle, beni gitmek zorunda bırakacak bir şey olana kadar burada güvenli bir şekilde saklanmamın en iyisi olacağına karar verdik.
“Doğum günün kutlu olsun, June.” Gıcırdayan döşemeler üstünde ayaklarını sürüyerek yürüdü. Elinde üstünde titreşen mumlarıyla küçük bir pasta vardı. “Bir dilek tut kızım.”
Gülümsedim ve gözlerimi kapadım, konsantre oldum.
Odanın içinden bir esinti geçti. Perdeler uçuştu ve kapı sertçe kapandı. Gözlerimi tekrar açtığımda mumlar sönmüştü ve Büyükannemin saçları birbirine girmişti, bana sitemkar bir bakış attı.
“June!”
“Güçlerimi kullanma alıştırması yapmam gerektiğini söylemiştin!”
“Büyü bu şekilde kullanılmaz. Özellikle elemental güçler.” Saçlarını düzeltirken beni azarladı.
Bir düşünceyle mumları yeniden yaktım, küçük alevler bir büyü kıvılcımı ile yeniden mumların ucunda belirdi. Dudaklarımı büzdüm ve normal bir şekilde üfledim, Büyükannem gözlerini kısarken masumca gülümsedim.
“Tamam tamam.” Pes ederek güldüm. “Üzgünüm.”
Büyükannemin ifadesi yumuşadı, dudaklarında ufak bir gülümseme belirdi.
Büyülü güçlerim burada yaşadığım yıllar içinde yavaş yavaş kendini göstermişti. Elemental büyünün belirtilerini ilk kez, ateşlenip uyandığım bir gün banyoyu normalin çok üstünde bir hızla buhar altı bıraktığımda görmüştüm.
Büyükannem, benimle ilgili bir başka anormal hadise olmasına rağmen bu durumu doğal karşıladı. “Çünkü sen özelsin, Juniper. Harika şeyler yapacaksın güzel kızım,” demişti ağlayarak yanına gittiğimde.
“Yine yağmur yağıyor mu bugün?” Başını salladı, şaşırmadım.
Doğum günlerimde hep yağmur yağardı.
“Bugün dışarı çıkacağım. Tabatha'ya evinde bir konuda yardım etmem gerek.” Saçlarımı yüzümden çekti, endişeyle sordu,. “Birkaç saatliğine bensiz durabilir misin?”
Hafifçe gülümsedim. “Git de, Tabatha bu sefer de başına ne iş açmışsa düzeltmesine yardım et “
Evde tıkılıp kalmama rağmen ya da evde tıkılıp kalmam yüzünden, günlük bir rutinim vardı. Kahvaltı, ders çalışma, yapabildiğim kadar egzersiz yapma, serbest zaman ve ardından akşam yemeği. Akşamları genellikle Büyükannemle ve o ara hangi diziye takılmışsa onunla geçerdi.
Ama bugün kendimi arka bahçeye bakarken buldum. Bazen dışarı çıkıp güneşin sıcağını, yağmurun serin damlalarını ya da rüzgarın okşayışını hissetmeyi çok özlüyordum. Özlem başta dayanılmazdı ama bastırmayı öğrenmiştim.
En azından öğrendim sanıyordum.
O sabah kahvaltının yarısını bitirene kadar beni dışarı çıkmaya itenin Starlet’in ısrarı olduğunu fark etmemiştim.
Bugün dışarı çıkmalıyız.
Dondum, bir kaşık mısır gevreği boğazıma inemeden yarı yolda kalmıştı.
Star, lütfen. Çıkamayız, biliyorsun.
Çıkmalıyız, June.
Çıkamayız! Neyin var senin?
Hissediyorum… tam zamanı. Kilit altında kalmak doğru değil. Bir kurt için değil. Bir insan için değil.Star'ın çaresizliğini hissedebiliyordum, yüzeye fışkıran bir hüsran kuyusu.
Ve dürüst olmak gerekirse ben de çıkmak istiyordum.
Bu çok tehlikeli. Ya biri bizi görürse?diye sordum ama sözlerimin altı boştu.
Bugün çoğunun dışarıda olacağını sanmıyorum.
Starlet elbette ki haklıydı. Gökyüzü griydi ve hava korkunçtu. Sürüdeki çoğu kişi içeride kalmayı tercih ederdi, değil mi?
Ormanda yürüyüşe çıkabiliriz. Orada fark edilmen zor olacaktır, biliyorsun.
Daha fazla ısrara ihtiyacım yoktu.
Dışarıda havada bir sertlik vardı ama yağmur dinmişti. Buna rağmen, arka verandadan ağaçlarla doğru koştum.
Büyükannemin evi izole edilmişti ve sürüyü çevreleyen ormanlara bakıyordu. Buraya pek kimse yaklaşmaya cesaret edemezdi ve bunun nedeninin büyükannemin olduğundan şüpheleniyordum.
Ağaçların arasında yürümek özgürleştiriciydi. Huzur vericiydi, ayaklarımın altında çatırdayan yapraklar ve dallar dışında sessizdi. Kuşlar yükseklerdeki yuvalarından tembel tembel cıvıldıyordu.
Keşke güneşi hissedebilseydik.
Harika bir fikirdi. Zavallı Starlet, o evde benimle birlikte saklanmadan önce dış dünyanın tadına varamamıştı.
Bir şey yapamaz mısın, June?Bana yalvarıyordu.
Yapmak istedim. Starlet benim en iyi arkadaşımdı. Son beş yılda en kötü anlarımda bana arkadaşlık etmişti. Aklımı kaçırmamamı sağlamıştı ve beni gerçekten seven birkaç kişiden biriydi.
Ama ne yapabilirdim ki? Havayı kontrol edecek değildim ya.
Üzgünüm, Star.İç çektim.
Star’ın moralinin bozulduğunu hissettim, onun kalbi kırıldı, benimki de onunla birlikte paramparça oldu.
Gözlerimi kapattım, derin bir nefes vererek ciğerlerimi boşalttım.
Bu nasıl bir hayattı? Görünme korkusuyla kendi arka bahçemizde gizlice dolaşmak zorunda kalıyorduk. Rüzgârın tadı, güneşin tenimizde bıraktığı his için hayatımızı riske atmamız gerekiyordu.
Keşke…
Aniden, rüzgar yükseldi, ağaçları hışırdattı ve kuşları rahatsız etti.
Bulutlar yön değiştirmeye ve berraklaşmaya başladığında gözlerim açıldı ve onların yerini alan güneşle göz göze geldim.
Parlak ve sıcak ve parlak.
Orada öylece durdum, donakaldım, güneşi içime çektim. Star'ın içimde bir çiçek gibi açıldığını, ruhlarının göğe yükseldiğini hissettim.
Gülmeden edemedim. Belki de bu küçük şans kırıntısı, evrenin bana doğum günü hediyesiydi.
“Sen!”
Gerçekliğe bir anda dönerken yüreğim hopladı.
Bir dalın kırılma sesi, yüksek bir gümbürtü, tam zamanında dönmeme ve karşımda beliren bir yabancıyı görmeme neden oldu.
Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!
2
Güzel.
Güçlü.
Saçları altın ipek gibi uçuşuyordu ve buradan bile gözlerinin yeşilini görebiliyordum, ışıltılı ve neşeliydi.
Alfa'nın kızı Juniper Evigan'ın ortadan kaybolmasının üzerinden beş yıl geçmişti. Bazı insanlar, dönüşmeyi başaramadıktan sonra bir haydut olmak için kaçtığını düşünüyorlardı. Bazılarıysa babası tarafından öldürüldüğünü, cesedinin doğaya ve zamana terk edildiğini söyledi.
Trajik bir olaydı.
O gün açıklığa gittiğimde Dayton ve kardeşim Jacob'ı onu köşeye sıkıştırırken görmek midemi bulandırmıştı. Ben hiçbir şey yapamadan gitmişti ama, ortadan yok edilmişti, bir daha asla görülmemek üzere.
Fakat bu yabancı bana onu haddinden fazla hatırlatmıştı.
Böyle bir şey mümkün müydü?
Juniper, Litmus'ta kalıp saklanmış olabilir miydi?
Aslında mantıklıydı, hele ki Dayton'ın annesinin kustuğu tüm tehditleri, eğer evine Dayton da dahil olmak üzere, herhangi biri yaklaşırsa yapacağını söylediği şeyleri düşününce. Herkes bu tehditlerin sebebinin eşine ve torununa olanlardan dolayı duyduğu öfke ve nefret olduğunu düşünmüştü.
Peki ya yanılmışsak?
Önce ağaçların arasında uçuşan saçlarını gördüm ve ayak seslerini takip ettim. Sonra rüzgar anormal bir şekilde büyüdü, bulutlar dağılana kadar etrafımızdaki her şeyi kamçıladı. Aşağıda duruyordu, kollarını uzatmış aniden üstüne boşalan güneş ışınlarını kucaklıyordu.
O an anladım. Onun özel olduğunu anladım.
Ona ulaşmam gerektiğini biliyordum.
“Sen!”
Yaklaşmak için çabalarken, yolumu kapatan dalları kırdım ve neredeyse bir kütüğe takıldım.
“Bekle!”
Şaşırdı ve bana doğru döndü. Gözleri çok etkileyiciydi, büyüleyiciydi.
Dehşete kapılmış görünüyordu ve gitmek için arkasını dönmek üzereydi, kasları gerilmiş, koşmaya hazırdı. Ama ben daha hızlıydım. O diğer yöne doğru bir adım atana kadar, ben ona yetişip kaçış yolunu kapatmıştım.
“Sen—yani, sen Juniper Evigan'sın, değil mi?”
Kız inkar etmeye hazır görünüyordu ama ben haklı olduğumu biliyordum. Gözleri kocaman, ağzı sıkıca kapalıydı. Kalbinin deli gibi çarpışını duyabiliyordum.
“Biliyorum sensin. Tanıdım seni.” Dostça görünmeyi umarak gülümsedim. Onu korkutmak istemiyordum.
“Ben- değilim. Kimden bahsettiğini bilmiyorum.” Aşağı baktı, öne düşen sarı bukleleri yüzünü kapattı.
“Adım Royce. Korkmana gerek yok.”
Son söylediğime dudak büktü ve ben daha geniş gülümsedim.
“Ailen bazı fotoğrafları saklamıştı, gerçi fotoğrafların onlardan ziyade büyükannen ve büyükbabana ait olduğundan şüpheleniyorum.”
Juniper'ın kaşları çatıldı.
Rüzgar tekrar esmeye başladı, ağaçlar tehlikeli bir şekilde hışırdıyor ve gıcırdıyordu. Ani rüzgar saçlarımı savururken etrafa bakındım. Sanki dünya onun duygularına tepki veriyor gibiydi.
Kalbim göğüs kafesimden fırlayacak gibiydi.
Her şeyi mahvetmiştim.
Dışarıya hiç çıkmamalıydım. Evde, güvenli olduğum yerde kalmalıydım, penceremden dışarıyı seyrederek saatlerimi boşa harcamalıydım. Rüzgar etrafımda dönüyor, neredeyse derimi kesiyordu.
Nefes al June,dedi Star. Yalnız değilsin. Nefes al.
Dengemi geri kazanmak için Star'ın sesine tutundum. Rüzgar ardında ürkütücü bir sessizlik bırakarak yavaşlarken biraz sakinleştiğimi hissettim.
Yabancı bana baktı, gözleri hayranlıkla parlıyordu.
Koşmalıydım. Olabildiğince hızlı koşmalı ve kaçmalıyım. Eve koşmalı, bir çanta hazırlamalı ve babam hâlâ onun bölgesinde olduğumu anlamadan en yakın otobüs durağına gitmeliydim.
Ama bana gülümsemesi… Bana bir değerim varmış gibi bakan insanların sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Sanki önemli biriymişim gibi bakıyordu.
Ne yapmalıyız?Starlet'e sordum. Cevabı yavaş ve yararsızdı.
Bilmiyorum.
Starlet?Daha fazlasını istedim ama o inatla sessiz kaldı.
Dikkatimi karşımdaki garip adama çevirdim. Uzun boyluydu ama çok yapılı değildi. Yine de göz korkutan bir havası vardı. Gücü vardı, ama neydi?
“Ne istiyorsun?”
“Dürüst olmak gerekirse seni arıyordum.”
Bir adım geri gittim, yapraklar ayakkabımın altında uçuşuyordu.
“Daha az ürkütücü görünsün diye söyledim bunu.”
“Kimsin?”
“Adım Royce.”
“Onu anladık.”
Büyüleyici bir gülümsemesi bir kez daha göründü, mükemmel beyaz dişleri parıldıyordu.
“Royce Fallon. Yakında Litmus Sürüsü’nün Alfası olacağım.” Son cümleyi tam olarak adını koyamadığım karmaşık bir duyguyla söyledi ve beni çığlık atarak kaçmaktan alıkoyan şey bu oldu. İğrenme, teslimiyet?
“Bundan pek mutlu görünmüyorsun.”
“Babanın yerine geçmekten mutlu olur muydun?”
Yüzümü buruşturdum ve o anlayışlı bir şekilde gülümsedi.
“Beş yıl önce oradaydım. Babanın ne yaptığını gördüm.” Sesindeki tiksinti beni sakinleştirdi. Belli ki babama pek bayılmıyordu.
“Oraya daha erken gelseydim, bir şeyler yapabilirdim. Büyükbabanı kurtarabilirdim.” O kadar özür diler gibi konuşuyordu ki, bir adım daha yaklaşıp teselli etmek istememek elde değildi.
“Müdahale etseydin senin de peşine düşerdi.”
Royce yavaşça öne doğru yürüdü ve iç çekerek düşmüş bir kütüğün üzerine oturdu. Haklı olduğumu biliyordu.
“Anne baban zalim ve yönetimi ellerinde tutmayı hak etmiyorlar. Süründe hiç kimse seni hak etmiyor.”
Yanaklarımın ısındığını hissettim. “Alfalarına karşı gelemezlerdi.”
“Herkesin bir seçeneği var.”
“İşi devralacağın için mutlu değil misin?” Diye sordum. “Babam istifa edip seni Alfa yaptığında, artık kontrol onda olmayacak. Sen sürüyü daha iyi yönetebilirsin.”
“Bana kalırsa, sürünün o gün olanlara ses çıkarmaması onları da aynı derecede suçlu yapıyor. Ben böyle insanlardan sorumlu olmak istemiyorum.”
Dudağımı ısırdım, tereddütle. “Doğru liderle daha iyi olabilirler.”
“Belki.”
Yanına oturmadan önce tereddüt ettim. Tekrar gülümsedi. Gülümsemesinin etkisinin farkında mıydı? Somurtmasını istediğimden değil, ama gülümsemesi büyüdükçe daha da yakışıklı oluyordu. Gelecekteki eşi şanslı bir kadın olacaktı.
Onda beni rahatlatan, kaygılarımı gideren bir şey vardı. Bir süre sessizce oturduk, kütüğün üzerinde otururken bacaklarımı salladım. Tekmelerim, yerde küçük rüzgar patlamaları yaratıp toprak ve yaprakları uçuşturdu.
“Eee, Juniper?”
“Efendim?”
“Bunu sen mi yapıyorsun?”
Büyümle ufak hortumlar yaratıp düşen yapraklarla oynamamı izlerken gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Dondum kaldım, kalbim kulaklarımda atıyordu.
Aptal, aptal, aptal, aptal.
Yapraklar yere düşerken bana beklentiyle baktı.
Kalbim daha sert atmaya başladı. Güçlerimi gerçekten Royce'a açıklayacak mıydım? Onu tanımıyordum ama-
Starlet, ona söyleyelim mi?
Cevap vermesi o kadar uzun sürdü ki bana hala küs olduğunu düşündüm.
Bence söylemelisin.
Güzel.
Haydi bakalım.
“Evet.”
Büyü.
Büyüsü vardı.
Element büyüsü.
Güçlü, güçlü büyü.
Babası nasıl bu kadar aptal olabilirdi? Sürü nasıl yapabilirdi bunu? Böyle bir yeteneği çöpe atmak, boşa harcamak? Onu bugün bulmamış olsaydım, Juniper dünyadan saklı mı kalacaktı?
Juniper faydalıydı. Babası onun ne kadar değerli olduğunu göremeyecek kadar kördü.
Ben değildim ama.
Babasının onu doğum gününde bir kenara attığı gün, ilk hatasını yaptığı gündü. Beni kardeşimin yerine varisi yapmak ise ikinci hatasıydı.
Dayton, kardeşimin bir hayal kırıklığı olduğunu düşündü. Ne de olsa o gün Juniper'ın dönüşmesini sağlayamamıştı. O günden sonra Jacob dışlandı. Dayton, Juniper'ı terk ettiği gibi, Jacob'a da aynısını yaptı..
Hemen hayatına devam edip, onun yerine beni halef ilan etmişti.
Jacob’ın şimdi nerede olduğunu merak ettim.
Belki de vahşi doğada dolaşan bir haydut olmuştu.
“Söz veriyorum. Kimse senin neler yapabileceğini bilmeyecek.”
Rahatlamış bir şekilde gülümsedi.
“Yine de saklamana gerek yok. Bu bir hediye, Juniper. Saklanmaması gereken bir hediye.”
“Büyükannem de öyle diyor.”
“Akıllı kadın. Seni götürdüğünü gördüm. O gün. Senin için doğru olanı yapacağını umuyordum.”
“Beni kurtardı. Bunca yıl beni saklamamış olsaydı, babam beni bulurdu ve muhtemelen beni öldürürdü, tıpkı-” boğazı düğümlendi.
“Büyükbabana yaptığı gibi.”
Vakur bir edayla başını sallayarak onayladı. Bulutlar yerlerine geri döndü, gökyüzü karardı. Bir süre sessizce oturduk. Omuzlarının çöküşü, onu teselli etmek ve ona her şeyin yoluna gireceğini söylemek için kollarımı ona dolamak istememe neden oldu.
Muhtemelen onu korkutup kaçırırdım.
“Neredeyse unutuyordum. Doğum günün kutlu olsun,” dedim.
Yüzünde bir şaşkınlık belirdi.
“Nasıl bildin?”
“Doğum gününü unutmak biraz zor, özellikle babanın yaptıklarından sonra.”
“Ah. Teşekkürler, sanırım.”
“Kutlamak için ne yapıyorsun?” Gülümsedim, şimdilik onu kötü düşüncelerden uzaklaştırdığım için iyi hissettim.
“Pek bir şey yapmıyorum. Aslında, hediyemin ortasına geldin. Yıllardır dışarı çıkmamıştım.” Saçlarının arkasına saklanarak yarım yamalak güldü.
Şok oldum ama aynı zamanda şaşırmadım da. Beş yıldır kimsenin onu görmemiş olması şaşırtıcı değildi. Ne kadar yalnız olduğunu, bu kadar uzun süre kapalı kaldığını, kendi evinde kapana kısıldığını hayal edebiliyordum…
“O zaman bir şeyler yapmalıyız!” Elini tuttum ve onu ayağa kaldırdım. İsteksizce ama gözlerinde meraklı bir parıltıyla izledi.
“Bilmiyorum. Kimse beni görmeden geri dönmeliyim.”
“Kimse babana koşmayacak. Söz veriyorum. Alfa varisi olarak, biraz hakimiyetim var. Nedense insanlar benim iyi tarafımda olmak istiyor.” ona göz kırptım.
Güldü, tatlı ve melodik. Yanakları lezzetli bir pembe tonla kızardı ve canavarımın ilkel dürtülerini dizginlemek zorunda kaldım.
Şimdi zamanı değildi.
“Önden buyur o zaman, müstakbel Alfa.” Ormanda el ele yürürken kahkahalar arasında konuştu.
Royce büyüleyiciydi. Dış görünüşünün de etkisi yok değildi. Dalgalı saçları ve en iffetli kadını bile baştan çıkarabilecek şeytani gözleriyle, inkar edilemez derecede çekiciydi.
Bunun onunla gitmeye karar vermemde etkisi olsa da, onun yanında yürümemi sağlayan şey görünüşünden daha fazlasıydı. İyi biriydi, sempatikti ve Starlet'in adamla bir sorunu yok gibiydi.
Şaşırtıcı bir şekilde, bizi ormanın derinliklerine götürdü. Benim tepinmeme kıyasla sessizce hareket etti. Yakınlarda bir derenin şırıltısını duydum, ormanın şarkısı içinde huzur veren bir melodi.
“Nereye gidiyoruz?”
Omzunun üzerinden bana gülümsedi.
“Benim evime.”
Ağaç sırasının sonuna geldik ve bir açıklıkta durduk. Geniş ve sadeydi.
Ortada nefis bahçelerle çevrili küçük bir kulübe vardı. Müthişti.
Çalılar ve yüksek sebze bitkileri arasında bir insan gördüğümü sandım. Bahçeden yiyecek toplayarak bir ileri bir geri gidiyordu. Herhangi bir detayını göremeyeceğim kadar uzaktaydı ve bitkilerin ardında net görünmüyordu, ama ufak yapılı biri olduğu belliydi.
Hareket ettiğinde yapraklar ve dallar arasından bize bakan gözlerini görüp başımı eğdim. Royce güvenilir olabilirdi ama bu herkesin öyle olduğu anlamına gelmiyordu.
“Gel haydi.” Royce beni ön kapıya ve içeriye doğru çekiştirdi.
İçerisi de dışarıdan göründüğü kadar sadeydi. Sıcak bir yuva hissi vardı.
Kıskandım.
Royce beni evin içine doğru götürdü, adımlarımız parke zeminde yankılandı. Aniden elimi tutan elinin, ne kadar büyük ve sıcak olduğunu fark ettim.
Kalbim daha hızlı atmaya başladı ve nabzımın ritmini hissedebileceğinden korktum.
Bana asır gibi gelen birkaç saniyenin ardından bir kapıya geldik. Kapıyı açtı ve o göz kamaştırıcı gülümsemesiyle gülümseyerek benim için açık tuttu. Onu itip geçerken ayaklarıma baktım, yüzümü saçlarımın arkasına saklamaya çalıştım.
Midemdeki kelebeklerin saldırısına uğradım.
Burası onun yatak odasıydı.
Onun gibi kokuyordu.
Kapının hafifçe kapanma sesini duyunca bir ufak sıçradım.
“Otur,” dedi arkamdan. “Kendini evinde gibi hisset.”
Gözlerim yarı panikle odayı taradı. Oldukça boştu. Duvarda Kitaplar ve dergilerle dolu raflar dizilmişti ve köşeye doğru geniş bir yatak itilmişti.
Kendimi yatağının kenarına iliştirdim, sırtım dik, tamamen gergin bir şekilde oturuyordum. Royce çekiciydi; buna hiç şüphe yoktu. Onun bana yaklaşması düşüncesi bile midemin taklalar atmasına neden oluyordu.
Ama daha önce bir erkeği öpmemiştim bile. Böyle bir şeye gerçekten hazır mıydım?
Royce yanıma oturdu, ağırlığı yatağın sallanmasına neden oldu. Gözlerime baktığında kalbim hızlandı.
Bana gülümsedi.
“Sonunda yalnızız.”
Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!