logo
GALATEA
(30.7K)
FREE – on the App Store

CEO’nun Külleri

Cece Fells, Londra’nın en yetenekli ve genç fırıncılarından biridir. Ta ki milyarder ev sahibi Brenton Maslow gelip lanet bir otopark kurmak için fırınını buldozerle yıkana kadar! Bu durumdan hoşnut olmayan fırıncı, Maslow Girişimcilik’in dayanılmaz çekicilikteki CEO’sunu yok etme misyonunu edinir. Tabii öncesinde ona aşık olmazsa…

Yaş Sınırlaması: 18+

 

CEO’nun Külleri by Kimi L Davis is now available to read on the Galatea app! Read the first two chapters below, or download Galatea for the full experience.

 


 

Uygulama, patlayıcı yeni romanlar için en sıcak uygulama olduğu için BBC, Forbes ve The Guardian’dan takdir aldı.

Ali Albazaz, Founder and CEO of Inkitt, on BBC The Five-Month-Old Storytelling App Galatea Is Already A Multimillion-Dollar Business Paulo Coelho tells readers: buy my book after you've read it – if you liked it

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!

1

Özet

Cece Fells, Londra'nın en yetenekli ve genç fırıncılarından biridir. Ta ki milyarder ev sahibi Brenton Maslow gelip lanet bir otopark kurmak için fırınını buldozerle yıkana kadar! Bu durumdan hoşnut olmayan fırıncı, Maslow Girişimcilik'in dayanılmaz çekicilikteki CEO'sunu yok etme misyonunu edinir. Tabii öncesinde ona aşık olmazsa…

Yaş Sınırlaması: 18+

Yazar: Kimi L Davis

CECELIA

Fırından gelen çın sesiyle yüzüme bir gülümseme yayıldı. Kap kekler sonunda pişmişti.

Fırın eldivenlerimi elime geçirip tepsiyi fırından çıkardım ve tezgâhın üzerine koydum.

Müşterimin siparişini iki saat içinde teslim etmem gerekiyordu ve siparişin olabildiğince göz alıcı görünmesi için elimden geleni yapmak zorundaydım.

Müşterilerimin yüzündeki gülümseme benim için bir para ödülü gibiydi. Sıkı çalışmamın karşılığını aldığımın kanıtıydı.

“Cece!” Komşumun sesini duyunca gözlerimi devirdim. Gelip de günün geri kalanında beni şaşırtmak tam da Bayan Druid'e göre bir işti.

Kadın kırk yaşındaydı, ama yirmi yaşında gibi davranıyordu.

Kıyafet seçimlerine hiç girmiyorum bile.

“Evet, Bayan Druid?” Kremamı süsleme için hazırlarken üzerindeki korkunç kombine yüzümü ekşitmemek için kendimi zor tutuyordum.

Neon sarısı bir elbiseyle ve silaha benzeyen kırmızı topuklu ayakkabılarıyla -ki bence silahtan farkları yoktu, ayaklarını öldürüyor olmalıydılar- karşımda dikiliyordu.

Botokstan kaskatı kesilmiş yüzü sanki bara gitmeye hazırlanıyormuşçasına makyajla kaplıydı.

Ve kafasındaki özenle yapılmış topuzu da görmezden gelmek mümkün değildi.

“Cece, hayatım! Nasılsın? Canım, hiç şöyle bir dışarı çıkıp hayattan tat almaya fırsatın olmuyor mu? Ne zaman dükkânına gelsem, çalışıyor oluyorsun. Neden birini işe almıyorsun? Böyle her şeyi tek başına yapmaya devam edersen yorgunluktan öleceksin,” dedi.

Kadının garip bir moda anlayışı olabilirdi, ama iyi bir kalbi vardı.

“Bayan Druid, size defalarca söyledim, işleri tek başıma yapmayı seviyorum. Ve insanlara kolay kolay güvenmem. Bu işi yapmaya alışkınım ve bundan son derece keyif alıyorum,” dedim kekimin üzerine mükemmel bir mavi spiral şekli kondururken.

“Biliyorum, tatlım, ama ben sadece senin için endişeleniyorum. Çok gençsin. Dışarı çıkmalı ve benim gibi eğlenmelisin,” dedi, açık gri gözleri endişeyle parlıyordu.

“Çalışmaktan zevk alıyorum ve hayatımın geri kalanında da yapmak istediğim şey bu.” Konuşurken kap keklerin üzerini süslemeye devam ediyor, kremadan yaptığım spirallerin keklerin üzerinde bir taç gibi yükselişini izliyordum.

“Sen biraz garip birisin.” Duraksadı. “Umarım dükkânın yıkılmaz.” Sözleriyle birlikte süslemem yarım kaldı.

“Ne demek istiyorsun?”

“Hiçbir şey. Arkadaşlarımdan birinden duyduğuma göre kodaman bir iş adamı genişçe bir arazi satın almak istiyor. Eğer bu araziyi satın almayı seçerse, o zaman küçük fırınınız yıkılacak ve siz de işsiz kalacaksınız,” dedi.

“Hayır, hayır! Bu mümkün değil. Gelip dükkânımı yıkamaz. Parasını ödedim ve yazılı ve sözlü iznim olmadan kimse tek bir tuğlaya dokunamaz. Kimmiş bu kodaman?”

Bu adam hiçbir şekilde işime zarar veremezdi.

Burası için çok çalışmıştım ve kimsenin gelip yıkmasına izin veremezdim.

“Brenton Maslow.” Tek söylediği buydu. Bu iki kelime kanımı beynime sıçratmaya yetti.

Brenton Maslow, ülkedeki en güçlü ailenin en küçük oğluydu. Yüzünü hiç görmemiştim ama kibirli ve güçlü birisi olduğunu biliyordum.

Ama endişelenmeye gerek yoktu. Eğer işimi mahvetmeye cüret ederse, ben de onu mahvetmeye hazırdım.

Keklerimi süslemeyi bitirdim ve bütün kekleri dikkatlice kutuya koymadan önce üzerlerine yenilebilir inciler serpiştirdim.

Önlüğümü çıkarıp kekleri teslim etmeye hazırlanırken, “Fark etmez. Dükkânıma dokunamaz. Gerekirse peşine düşerim,” dedim.

“Şimdi. Sakıncası yoksa, benim teslim etmem gereken kekler ve sizin de gitmeniz gereken bir parti var.”

“Tamam, mesajı aldım,” dedi ve tam dükkândan çıkmak üzereyken, “Dikkatli ol, Cece. O adamın başını belaya sokmasına izin verme,” diye ekledi.

Gözlerimi devirerek dükkândan çıktım, kapıyı kilitlediğimden iyice emin oldum. Sanki herhangi biri beni yerimden etmeye cüret edebilirmiş gibi.

Koltuğa oturup motoru çalıştırmadan önce, kekleri motosikletimin arkasındaki bölmeye koydum, iyice güvende olacaklarından emin oldum.

Motor çalışınca kaskımı taktım ve bu şehir için normal olan sert kış havasına aldırmadan yola koyuldum.

Brenton Maslow dilediği herhangi bir araziyi alabilirdi; ama benim arazimi almasına gerek yoktu.

Eğer almayı seçiyorsa da etrafımdaki dükkân sahiplerinin hiçbirinin hayatını önemsemiyor demekti.

Nasıl geçindikleri, nasıl hayatta kaldıkları umurunda değil demekti.

Ama ne olursa olsun fırınımı almasına izin veremezdim.

Bu fırına ne kadar emek verdiğimi tahmin bile edemezdi. Kimse bu fırın için birden fazla işte çalışarak para biriktirdiğimi bilmezdi.

Paramı nereye harcadığıma çok dikkat etmem gerekiyordu çünkü her kuruşu önemliydi. Şu an kendi fırınıma sahip olsam bile, çok dikkatli olmak zorundaydım.

İhtiyacım olmayan şeyleri satın alamazdım. Kazancımın çoğunu fırınıma gidiyordu.

Gideceğim yere vardığımda, motorumu kenara park ettim, kaskımı çıkardım ve keklerimi koyduğum bölmeye doğru yürüdüm.

Kutuyu elime alıp kapı eşiğine yürüdüm ve zile bastım.

Müşterimi beklerken, daha iyi görüneyim diye ellerimle hızlıca sarı saçlarımı düzelttim.

Birkaç saniye sonra, mavi gözlerinin içi gülen ve siyah saçlarından mor çizgiler geçen on sekiz yaşlarında bir genç kadın kapıda belirdi.

“Merhaba. Keklerinizi getirdim” dedim, yüzümde bir gülümsemeyle kutuyu ona uzattım.

Kız gülümsedi. “Çok teşekkür ederim. Biraz beklerseniz, gidip parayı getireyim.

“Tabii ki. Sorun değil,” diye cevapladım. Şöyle bir sokağa baktım, bisikletleriyle bütünleşmiş gibi duran birkaç bisikletçinin yayaların etrafından geçip gidişlerini izledim.

Bir elleri sımsıkı ebeveynlerinin elini tutan çocuklar dondurma yalayarak yürüyordu. Göğe baktığımda ise yaklaşmakta olan kara hazırlıklı olmam gerektiğini haber veren bulutları görebiliyordum.

Kışın hayat daha zor oluyordu ama ben dayanmayı ve işime devam edebilmeyi başarıyordum. Kimse mevsim değişikliklerini çalışmamaya bir bahane olarak gösteremezdi.

“Buyurun.” Kız elinde 20 poundla kapıda dikiliyordu.

“Çok teşekkür ederim. İyi akşamlar” dedim motosikletime doğru yürürken. Kızın cevabını duymadım bile; kaskımı takıp sokaktan çıktım.

Döner dönmez, dört saat içinde yetişmesi gereken siparişimi hazırlamaya başlamam gerekiyordu.

Aslında geri dönüş yolu rahatlatıcı olmalıydı, ama Bayan Druid'i ve Brenton Maslow hakkında söylediklerini düşünmeden edemiyordum.

Araziyi satın almak için bir sebebi yoktu; ailesinin zaten birçok arazisi vardı. Ve benim mahallem sıradan bir yerdi, bu yüzden onun gibi bir milyarderin burayla ilgilenmemesi gerekirdi.

Her ne kadar Brenton'ın en büyük kâbusum olmayacağına kendimi inandırmaya çalışsam da kalbime bir ağırlık çökmüştü.

Bu da beni hız yapmaya zorluyordu, ama yine de trafik kurallarını göz ardı etmemeliydim.

Kalbimin daha hızlı sür çağrıları eşliğinde, elimden gelen en hızlı şekilde geri döndüm. Nedenini bilmiyordum, ama içimde olacaklardan memnun olmayacağıma dair kötü bir his vardı.

Ama korkmayı reddediyordum çünkü her ne olursa üstesinden gelebileceğimi biliyordum.

Ama yanılmıştım.

İlk gördüğümde, gördüğüm şeyin ne olduğunu tam anlayamadım.

Uğursuz bulutlar gibi yükselen şey duman mıydı yoksa bir dağ şeklinde yığılmış molozlar mıydı?

Ya da belki de sokağımın köşesini döner dönmez fark ettiğim fırınımın yokluğuydu.

“Ha—Hayır,” dedim etrafında insanlara geri çekilmelerini söyleyen sarı şapkalı adamların olduğu buldozeri gördüğümde.

Fırınımı görmeye çalıştım ama nafile.

En kötü kâbusumun gerçekleştiğini anladım.

Motorumu park yerine fırlatarak, fırınımın olması gereken yere koştum. “Bayan, burada olamazsınız,” dediğini duydum bir adamın belli belirsiz ama aldırış etmedim.

Fırınım gitmişti.

Kazandığım tüm para, kanım ve terim taşa ve toza dönüşmüştü. Harcadığım tüm zaman bir enkaz şeklinde bana bakıyordu.

Gitmişti. Hepsi gitmişti.

“Bayan, size söyledim, burada olamazsınız. Buradan gitmelisiniz.” Bu sefer adamı net bir şekilde duydum ve onunla yüzleşmek için arkamı döndüm.

“Ne cüretle?” diye tısladım.

Boncuk gözleri kocaman açıldı. “Pardon?”

“Buna nasıl cüret edersiniz?! Buna nasıl cüret edersiniz?!” Beni kimin duyduğuna ya da insanların sokağın ortasında bağıran bir kadın hakkında ne düşündüklerine aldırış etmeden ciğerlerim patlayıncaya kadar bağırdım.

“Bayan, sakin olun,” dedi adam.

“Fırınımı yıkmaya nasıl cüret edersiniz?! Buraya gelip bunu yapma hakkını size kim verdi?! Cevap verin!” Bağırmaya devam ettim.

Bunu yapmak için iyi bir bahanesi olsa iyi olur, yoksa yemin ederim onu bıçaklamaktan çekinmem.

“Sakin olursanız, her şeyi açıklayacağım,” dedi adam, gözleri iş birliği yapmam için bana yalvarıyordu, ancak benim kim olduğumu bilmiyordu. İş birliği falan yapmayacaktım.

“Hemen söyle yoksa seni ateşe veririm ve yemin ederim ki boş tehditler savurmuyorum,” dedim kızgınca ve ellerimi küçük tombul boynuna dolamak isteğiyle yanıp tutuşarak.

“Hey, hey! Burada neler oluyor?” Keskin bir ses, zihnimde alev alan ateşin puslu kısmını deldi geçti.

30'lu yaşlarının başında gibi görünen bir adam hızlı adımlarla bize doğru geldi ve önümde durdu.” Neden deli kadın gibi bağırıyorsun?”

“Fırınımı yıktınız ve bu konuda sakin olmamı mı bekliyorsunuz?!” Bu adama tokat atmak istedim ve neden kızgın olduğumu anlamazsa, onu gerçekten de tokatlayabilirdim.

“Biz sadece bize söyleneni yapıyoruz. Herhangi bir sorununuz varsa, patronla görüşün,” diye cevap verdi.

“Kim size gelip fırınımı yıkmanızı söyledi? O fırın benimdi. Gerekli tüm yasal belgelere sahibim. Sizin veya patronunuzun mülkümü yok etmeye hakkı yoktu,” dedim.

Etrafta toplaşan insanları görebiliyordum, ama umurumda değildi. Şu anda tek umursadığım verdiğim emekler ve onların artık hiçbir değer ya da varlık ifade etmemesiydi.

“Dinleyin, bayan…” Adam elime bir kart tutuşturdu.

“Patronumla buradan iletişime geçebilirsiniz. Bağırmayı bırakın, çünkü gerginlik yaratmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz. Biz sadece buradaki dükkânları yıkmak için emir aldık; hepsi bu kadar ve denileni yaptık. Eğer bir sorununuz varsa, tüm bunları organize eden adamla konuşabilirsiniz.”

Adamın uzaklaşmasını izlerken kartı avucumda sıktım. Adamlarına gitmelerini söylüyordu çünkü çalışmaları gereken başka yerler vardı.

Fırınımı geri alana kadar durmayacağımı bilerek her şeyi yok eden bu insanlara baktım.

“Cece? Cece?!” Bayan Druid'in o gülünç topuklularla bana doğru koştuğunu duydum. “Ne oldu? Fırınına ne oldu?”

“Gitti, Bayan Druid. Hepsi gitti,” diye mırıldandım adamların arkasından bakarken.

Hiçbir şey yapmamış gibi nasıl çekip gidebilirlerdi? Bir kadının hayatını elinden aldıklarının farkında değiller miydi? Şimdi nasıl para kazanacaktım?

Başkaları için çalışmaktan nefret ederdim; ne kadar küçük olursa olsun kendi işimin olmasını tercih ederdim.

“Ah, tatlım.” Daha ben bir şey diyemeden beni kollarına çekti ve ihtiyacım olduğunu yeni fark ettiğim teselliyi bana verdi.

“Çok üzgünüm, Cece. Bunu kimin yaptığını biliyor musun?”

Kafamı sallayarak geri çekildim.

“Hayır, bundan kimin sorumlu olduğunu bilmiyorum ve o burada değil. Bu adamlara gelip buradaki tüm dükkânları yok etme emri verildi ve bundan sadece bir kişi sorumlu, ama kim olduğunu bilmiyorum.”

“Brenton Maslow. Öyle olmak zorunda. Başka kimse yok,” diye cevapladı çantasının içinden bir paket mendil çıkarıp bana verirken.

“İşte al. Gözyaşlarını sil Cece.”

“Ağlamıyorum, Bayan Druid,” dedim şimdi ne yapacağımı düşünürken. “Şimdi ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum.”

“Neden eve gidip bunun hakkında konuşmuyoruz” dedi. “Rahatlamana yardımcı olmak için sana çay yaparım, sonra ne yapacağımıza karar veririz.”

Kafamı salladım. “Hayır, bir planım olana kadar buradan bir santim bile uzaklaşmayacağım. Bu adamın kim olduğunu bulacağım ve hemen gidip konuşacağım.”

Tek sorun, bundan kimin sorumlu olduğunu bulmamın bir yolunun olmamasıydı.

“O adamlara sormadın mı?” diye sordu.

“Öyle bile olsa, burada kalamazsın. Meteoroloji kanalı kar beklendiğini söyledi, burada donmanı istemem çünkü mantığının sesini dinleyemeyecek kadar inatçısın.”

Mırıldanırken elimi sıkıp yumruk yaptığım fark ettim. Parmaklarımı açtığımda adamın bana verdiği kartı gördüm, buruşmuştu.

İşte buydu. Adam bu kartı kullanarak patronuyla irtibata geçmemi söylemişti.

Ancak, kartta süslü bir kaligrafiyle yazılı ismi gördüğümde içimde bir volkan patlamış gibi hissettim.

Brenton Maslow.

Brenton Maslow'du. Hayallerimi yok eden kişi.

Şimdi de ben onu yok edecektim.

 

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!

2

CECE

Maslow Girişimcilik göz korkutucu bir binaydı, ama bu dönüp kaçacağım anlamına gelmiyordu.

Hayır, hayatımı mahveden adam buradaydı ve dükkânımı geri verene kadar da buradan ayrılamazdım.

Bunun için çok çalışmıştım ve binadaki tüm güvenlik görevlisiyle savaşmak pahasına bile olsa bunu yapardım.

Aklımda tek bir amaç, omuzlarım dik bu kurtlar sofrası olduğuna adım gibi emin olduğum yere girdim. Çoğu insan bu binaya girmekten korkardı ama ben değil.

Güçlü ve vahşiydim ve hiçbir kurt beni korkutacak güce sahip değildi.

Cilalı mermer zeminler ve el değmemiş duvarlar ilk dikkatimi çeken şey oldu. Burası zenginler içindi; fakirlere yer yoktu.

Ancak, hiç kimsenin fakir olanlardan bir şeyler kopararak zengin olmaya hakkı da yoktu. Bu adil değildi ve Brenton Maslow'un bunu anlamasını sağlayacaktım.

İkinci el mağazasından aldığım trençkotumu süzerken yüzünü buruşturan resepsiyonist, “Affedersiniz, hanımefendi? Nereye gidiyorsunuz?” diye sordu.

Bu insan tipini çok iyi biliyordum, bu da bana düşmanımın nasıl biri olacağına dair bir ipucu daha verdi.

Yüz farklı ürünle saçlarını şekillendiren bu kibirli resepsiyonist gibiler sadece kendi statü ve konumlarındaki insanların yanında rahat hissederler, bu seviyenin altında biriyseniz de size ezilmesi gereken bir böcekmişsiniz gibi davranırlar.

Zamanımı boşa harcadığı gerçeğinden nefret ederek, “Bay Maslow'la görüşmem gerek” dedim.

Brenton'ın ofisi üçüncü kattaydı, bu da diğer kardeşlerinin geri kalan katlarda ofisleri olduğu anlamına geliyordu.

Sahip olduğu gücü vurgularcasına jilet gibi mavi bir takım giymiş resepsiyonist “Hangisi?” diye sordu.

Gözlerimi devirmemeye çalışarak, “Brenton” diye cevap verdim. Neden onunla konuşarak vaktimi boşa harcıyordum ki?

“Korkarım beklemek zorundasınız. Bay Brenton Maslow şu anda toplantıda. Ayrıca, randevusuz kimseyle görüşmüyor. Bu yüzden, şimdi gitmenizi ve kendisinden randevu aldıktan sonra tekrar gelmenizi öneririm,” dedi zoraki bir gülümsemeyle.

Beni kim zannediyordu ki? Sadece biraz zengin diye bana ne yapabileceğimi söyleyeceğini düşünüyordu ama yanılıyordu. Çok yanılıyordu.

Buraya bir amaç için gelmiştim ve bu amacı gerçekleştirene kadar da bir yere gitmeye niyetim yoktu.

Brenton'ın toplantıda olması ise daha az umurumda olamazdı. Benimle konuşmak zorundaydı, kiminle görüşmede olduğu umurumda değildi. Benimle konuşacaktı ve bunu tam da şimdi yapacaktı.

“Bir dermatologdan randevu almaya ne dersin? Yüzün sanki biri defalarca üzerinde tepinmiş gibi görünüyor. Ayın yüzeyinde bile daha az leke vardır, ki bu nedenle yüzünü kat kat makyajla örtmeye ihtiyaç duymaz.”

Ağzı açık kalakaldı, sırıttım ve asansörlere doğru yürüdüm; züppe resepsiyonisti şok etmiştim.

Asansör kapıları açılana kadar düğmeye defalarca bastım.

Resepsiyonist yaşadığı şoku atlatabilirse güvenlik görevlilerini peşime takacaktı; bense Brenton'la görüşmemi hiç kimsenin ya da hiçbir şeyin engellemesine izin vermeyecektim.

İşimi geri vermek zorundaydı. Beni ezip geçmesine izin veremezdim.

Kapılar açılır açılmaz içeri girdim ve belirtilen kat için düğmeye bastım.

Kırmızı halısının ayakkabılarımın sesini susturduğu asansörle yukarı çıkarken züppe resepsiyonistin kattakilere varlığımı duyurmamasını umut ediyordum.

Onunla tanışmak için yumruk atmak zorunda olsaydım, atardım.

Asansör kapıları açılır açılmaz, katta bulunan tek odaya doğru yöneldim. Ancak, masada duran resepsiyonist beni durdurdu.

Onu yumruğumla bayıltmamak için kendimi zor tutuyordum. İnsanlar neden amacıma ulaşmamı engelleyip duruyor?

“Affedersiniz, hanımefendi? Ama oraya giremezsiniz. Bay Maslow bir toplantıda ve hiçbir koşulda kimsenin onu rahatsız etmesine izin verilmiyor,” dedi açık kahve saçlarını düzgün bir at kuyruğuyla toplamış kadın.

“Dinle. Brenton Maslow hayatımı mahvetti. Arazimi ele geçirip işimi mahvetti. Öylece oturup yaptıklarının bir sonucu olmadığını düşünmesine izin veremem. Şu anda onunla konuşmalıyım çünkü bana lanet olası bir iş borcu var,” dedim beni anlayacağını ve görüşmeme izin vereceğini umarak.

Dudaklarını büzerek, “İşiniz için gerçekten üzüldüm, ama Bay Maslow toplantı boyunca onu rahatsız etmemem için bana kesin talimat verdi. Lütfen oturun ve bitirmesini bekleyin, sonra kendisiyle görüşebilirsiniz,” dedi.

“Bakın, zengin ve güçlü olması zamanının benimkinden daha değerli olduğu anlamına gelmez. Buraya şimdi geldim çünkü daha sonra yapacak başka işlerim var. Bu yüzden, lütfen kendisine hemen şimdi onunla konuşmam gerektiğini söyleyin,” dedim.

Bu kadın zamanımı boşa harcıyordu; pişman olacağım bir şey yapmak zorunda kalmaktan korkuyordum.

Kafasını salladı; başka seçeneğim olmadığını biliyordum. “Üzgünüm, hanımefendi, ama bunu yapamam. Yapmanız gereken diğer şeyleri yaptıktan sonra tekrar gelebilirsiniz.”

“Ben de üzgünüm.” Tereddüt bile etmeden onu yumrukladım, eklemlerim burnuyla çarpıştı. Resepsiyonist yere baygın şekilde yığılmadan önce hırıltılar çıkardı.

Nihayet yolumdan çekilmişti, adımlarımı atmadan önce çift kapılara dikkatlice baktım.

Cam kapıyı yana doğru ittim ve içeri girdim, kağıtlar ve dosyalarla kaplı bir masanın etrafında oturan bir grup adam görünce duraksadım.

Ancak beni asıl endişelendiren masanın başında oturan adamdı.

Brenton Maslow.

Bugüne kadar onunla karşılaşma talihsizliği yaşamamış olmama rağmen, resmini Google'da aratmıştım.

Kıvırcık sarı saçları ve deniz yeşili gözleri ile Brenton Maslow, kadınların ona bir kez bakabilmek için önünde diz çökebileceği bir adamdı.

Dikilmiş ona bakarken, resimlerinin hakkını teslim etmediğini fark ettim çünkü resimlerde göründüğünden çok daha güzeldi.

“Bu ne anlama geliyor?!” Brenton beni görünce ayağa kalktı, yeşil gözleri öfkeyle parlıyordu. “Seni kim içeri aldı? Mariam nerede?”

“Merhaba”. Onu kızdırmak için yapmacık bir şekilde güldüm. “Benim adım Cecelia.”

“Adının ne olduğu umurumda bile değil. Ofisimden çık! Mariam! Mariam!” Resepsiyonisti çağırıyordu.

Odada oturan diğer adamlar sessizliklerini koruyordu, gözleri patronlarının öfkeden kudurmasına alışıkmış gibi yere bakıyordu.

“Diğerlerini rahatsız etmenize gerek yok, Bay Maslow. Ancak, resepsiyonistinizin şu anda sizi dinleyemeyecek kadar meşgul olduğunu düşünüyorum,” dedim.

“Ofisimden defol yoksa güvenliği çağıracağım,” diye tehdit etti ellerini cam masanın üstüne yaslayarak.

“Konuşmamı bitirdikten sonra güvenliği arayabilirsiniz. Bitirmeden onları ararsanız, yemin ederim ki çalışanlarınızın önünde itibarınızı beş paralık etmekten çekinmem,” dedim sert bir sesle.

Brenton’ın gözleri öfkeyle kısılmadan önce sanki ona bir tokat çarpmışım gibi kocaman açıldı. “Sen kim olduğunu sanıyorsun? Beni tehdit edebileceğini mi sanıyorsun?”

“Dediğim gibi, benim adım Cecelia. Burada olmamın sebebi de dün arazimi elimden alarak işimi mahvetmeniz. Adamlarınız geldi ve dükkânımı yıktılar. Bunu yapmaya hakkınız yoktu, Bay Maslow, özellikle de mülkün yasal sahibi ben olduğum için. Benim iznim olmadan fırınımı yıkmaya hakkınız yoktu. Yaptığınız şey yasadışı ve bunun karşılığını ödemenizi istiyorum,” dedim.

Beni tokatlamak istermiş gibi bakıyordu. “Belli ki sen kiminle uğraştığının farkında değilsin.”

“Ne kadar güçlü olduğunuz umurumda değil. Siz de benim gibi bir insansınız. Ve yaptıklarınızın sonuçlarına katlanacaksınız, Bay Maslow. Bana bir fırın borçlusunuz ve benden çaldıklarınızı bana geri verene kadar da bir yere gitmiyorum,” dedim.

“Beşe kadar sayıyorum. O zamana kadar gitmezsen güvenliği arayıp seni dışarı attıracağım. Senin gibi insanların parası ya da prestiji yoktur. Sahip olduğunuz tek şey saygınlığınızdır; haklı mıyım? Bu yüzden sana bu saygınlığı kurtarman için bir şans veriyorum, çünkü beşe kadar saydıktan sonra, sadece işini değil, haysiyetini de elinden almış olacağım,” diye uyardı.

Gülümsedim. “Sizin gibi bir hırsızın çalmaktan başka bir şey bilmemesini anlayabiliyorum. Yine de doğru söylediğinize inanmaya hazırım. Bunu sizinle medeni bir şekilde halletmekte de bir sakınca görmüyorum.”

“Hayır, anlamıyorsun.” Bir sonraki öğününde beni yemeye niyetli bir yırtıcı hayvan gibi üzerime doğru geldiğini gördüm.

Birkaç santim uzağıma gelince durdu, o kadar yakınımdaydı ki parfümünün kokusunu alabiliyordum.

“Zamanımı senin gibi insanlarla konuşarak harcayamam. Ve beni seninle konuşmaya zorlamanın benim için suçtan bir farkı yok. Bunun için seni hapsettirmeliydim.”

Sırıttım. “Şimdi de suçlarını bana yansıtıyorsun, değil mi? Tamam, sorun değil. Suçlarını bana yansıtarak kurtulabileceğini sanıyorsun ama bu kadar kolay kaçmana izin vermeyeceğim Brenton…”

“Bay Maslow diyeceksiniz,” dedi öfkeyle.

“Saygı kazanılır, Brenton. İnsanlardan saygı görmek için korkuyu kullanabilirsin ama bu bende işe yaramaz. Bir suç işlediniz ve fırınımı geri vermeyi kabul etmediğiniz sürece, yaptığınız her şeyi gidip polise anlatacağım,” dedim.

Bu güçlü insanlar dünyanın sahibi olduklarını sanıyorlardı ama beni ezip geçmelerine izin veremezdim.

“Gerçekten mi?” Bir adım daha attı, burunlarımız neredeyse birbirine değiyordu. “Devam et, havai fişek, sana kimin yardım edebileceğini düşünüyorsan ona git. Ama bana karşı kazanabileceğini düşünüyorsan yanılıyorsun.”

“Sen bana istediğimi verene kadar hiçbir yere gitmiyorum. Taleplerimi kabul etmek için toplantınızı kısa kesmeniz gerekse bile umurumda değil. Size ne diyorsam yapacaksınız zira itibarınızı iki saniyede yerle bir edebilirim.

Biraz abartmıştım, ama onun insanların gözündeki imajından başka bir şeyi düşünmeyen bir züppe olmasını umut ediyordum.

Eliyle boynumu tutup beni duvara doğru ittiğinde nefesim kesildi.

“Dediğim gibi, zamanımı seviyemin altındaki insanlarla konuşarak harcayamam. O yüzden ofisimden defol. Kalan bir damla saygına da sahip çık ve kendine bir iş bul. Senin gibi insanlar başkalarına hizmet etmekten başka hiçbir işe yaramazlar. Seni bir iş yürütme derdinden kurtardığım için de minnettar olmalısın.”

Beni bıraktı ve elini sanki bir kir parçasına dokunmuş gibi mendille sildi.

“O fırın için çok çalıştım. İşimi kurmak için bir sürü işte çalıştım. Bunu benden alamazsın Brenton,” dedim hırlayan bir sesle.

Karşılık olarak bileğimi sıkıca tuttu ve beni ofisinden dışarı sürükledi. Şaşırtıcı derecede güçlüydü; topuklarımı halıya sürterek direnmeye çalıştım, ama işe yaramadı.

Ofisinden çıkar çıkmaz beni sertçe yere itip düşürdü.

“Sana söyledim, başkalarına hizmet etmekten başka hiçbir işe yaramazsın. Sizin dünyadaki konumunuz bu, -yerler. O araziyi istedim ve aldım. Kimin ne zarar gördüğü zerre kadar umurumda değil. Bu dünyanın sahibi benim; yani yaptığım her şey, aldığım her arazi yasal. Çünkü günün sonunda ben kazanacağım ve her şey benim olacak. Şimdi defol git buradan, sakın yüzünü bir daha görmeyeyim,” dedi ve bu sefer ofisinin kapısını kilitlediğinden emin oldu.

Brenton'ın sözleri ağırdı ve sıradan bir insanı ağlatabilirdi. Ama ben sıradan biri değildim.

Böyle insanların var olduğunu biliyordum; Fırınımı açmadan önce başka işlerde çalışırken birkaçını tanımışlığım oldu. Yani sözleri daha önce duymadığım şeyler değildi.

Ayrıca söylediği her şeyin yanlış olduğunu da biliyordum. Başkalarına hizmet etmek için yaratılmamışım. Bu dünyada herkesin bir amacı vardı ve ben de benimkinin hizmet etmek olmadığından emindim.

Bir iş kurmamın sebebi yalnızca nazik ve adaletli bir patron olabilmekti ve yaptığım şey de tam olarak buydu.

Benim hakkımda ne dediği umurumda değildi. Bunun için ailesini yok etmek zorunda olsam bile fırınımı geri vermek zorunda kalacaktı.

Derin bir nefes alarak ayağa kalktım ve çift kanatlı kapılara son bir kez baktım.

Geri döneceğim Brenton. Benden bu kadar kolay kurtulamazsın,diye düşündüm asansörle aşağı inmeden önce.

Gidip işlerimi yapardım ve sonra tekrar onu ziyarete gelirdim. Bana en kötü hakaretleri etse bile de istediğimi verene kadar da yanından ayrılmazdım.

Asansör kapıları açılır açılmaz, iki iriyarı güvenlik görevlisi tarafından karşılandım. Güvenlik görevlileri bile bu kadar yavaşken nasıl oluyordu da bir iş yürütüyordu bu adam, hayret.

Ve benim bir iş sahibi olmaya uygun olmadığımı mı söylemişti? Brenton gerçekten de kendi güvensizliklerini bana yansıtıyordu.

Ama sorun değildi, en azından savunma mekânizmasının ne olduğunu biliyordum. Belki de bunu gelecekte kendi lehime çevirebilirdim.

Binadan çıkarken görevlilere, “Beni tutuklamaya zahmet etmeyin, zaten gidiyorum,” dedim.

Ama son anda, bu kadar rezil bir adam için çalıştıkları için üzüntü duydum, bu yüzden onlara bazı tavsiyeler vermeye karar verdim.

“Ha bu arada, sizin gibi adamların çalışabileceği daha iyi şirketler var. İyi ödeme yapan ve size iyi davranan şirketler. Güle güle,” dedim son çıkışımı yapmadan önce.

Bazı insanlar için böyle bir cevap almak bir son olurdu. Ama benim için değil.

Benim için sadece bir başlangıçtı.

 

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!

Eşimin Tutsağıyım

Belle’nin şekil değiştirenlerin varlığından haberi yok. Paris’e giden bir uçakta, kendisine ait olduğunu iddia eden Alfa Grayson ile tanışır. Sahiplenici alfa, Belle’i işaretler ve onu süitine götürür. Burada umutsuzca içindeki tutkuyla savaşmaya çalışır. Belle arzularına yenik düşecek mi, yoksa kendini tutabilecek mi?

Yaş Sınırlaması: 16+

Alfa’nın Cezası

Hayatını, eşini asla bulamayacağı endişesiyle geçiren Alexia sonunda onunla tanışır. Ancak artık daha da endişelidir! Southridge Sürüsü’nün Alfası Rainier Stone acımasızlığıyla nam salmış bir katildir. Her zaman istediğini alan Rainer, şimdi de Alexia’yı istemektedir. Daha da kötüsü, Alexia da onu! Alexia, Rainier’in kalbindeki öfkeyi yatıştırabilecek mi? Onu kendinden kurtarabilecek mi?

Yaş Sınırlaması: 18+

Mateo Santiago

Juniper, dönüşemeyen bir kurt adamdır. Sürünün Alfası olan babası, onu kovduğunda, kendini yabancı topraklarda bir kaçak olarak bulur. Fakat Juniper başka bir Alfa ile tanışmak üzeredir. Hayatını sonsuza dek değiştirecek bir Alfa…

Tür: Romantik, Kurt Adam, Fantastik

Yaş sınırlaması: 18+

Seksi Üvey Kardeşim Bir Ayıadam

Lisedeki son yılının en büyük partisinin olduğu gece Helen, partiye gitmek yerine annesinin yıldırım nikahına gitmek zorundadır. Annesi, Bear Creek’li bir dağ adamıyla evlenmek üzeredir ve Helen bu durumdan pek de memnun değildir. Ta ki Sam’le tanışana kadar. Sam, dağların en ateşli adamıdır ama şimdi Helen’ın üvey kardeşi olacaktır. Karakterleri birbirlerine zıt olmasına rağmen, iki yeni akraba birbirine çekilir. Ancak yaklaştıkça Helen bir şey keşfeder: Sam’in bir sırrı vardır…

Yaş Sınırı: 18+

Dünyanın Sonunda

Savannah Madis, ailesi bir araba kazasında ölene kadar şen şakrak ve gelecek vaat eden bir şarkıcıydı. Yeni bir kasaya yerleştikten ve yeni bir okula başladıktan sonra, bu yeterince kötü değilmiş gibi, okulun kötü çocuğu Damon Hanley ile yolları kesişti. Damon’ın kafası tamamen karışmıştı. Her fırsatta onu şaşırtan bu ukala kız da kimdi? Onu kafasından atamıyor ve her ne kadar itiraf etmekten nefret etse de Savannah da aynı şekilde hissediyordu! Birbirlerini apaçık heyecanlandırıyorlardı. Ama bu yeterli miydi?

Yaş Sınırlaması: 18+ (Grafik Cinsel İçerik, Şiddet)

Uyarı: Bu kitap üzücü veya rahatsız edici olabilecek materyaller içerir.

Olumsuz örnek oluşturabilecek davranış öğeleri içerebilir.

Eşim Benden Nefret Ediyor

On sekizinci doğum gününden günler sonra Aurora Craton, bir sürü liderlik partisinde hizmetçi olarak çalışırken, eşini bulduğunu hisseder. Kanlı Ay Sürüsünden Alfa Wolfgang çıkar. Eşi Aurora’nın yalnızca bir hizmetçi olduğunu öğrendiğinde, onu reddetmekle kalmaz, aynı zamanda bundan başkalarına söz etmemesini tembihler. Aksi takdirde başı belaya girecektir. Aurora’nın sürüde kalmaktan başka seçeneği yoktu. Artık yalnız kalmaya mahkum olduğunu sanır. Ama Ay Tanrıçasının onlar için iyi bir planı vardır.

Yaş Sınırlaması: 16+

Requiem Şehri

Maddie, Requiem City’nin acımasız ve büyülü sokaklarında koşuşturan bir yankesicidir. Aşırı zengin Dobrzycka ikizlerinden çaldığında, onu bir seçim yapmaya zorlarlar: hâkimiyet veya yıkım.

Yaş Sınırlaması: 18+

Alfa’nın Çağrısı

Lyla, Mississippi’nin kalbindeki sürü Zirvesine eşini bulma umuduyla gider. Bugünlerde eş bulmak çok zordur ve açıkçası Lyla çocukluk aşkıyla birlikte olmayı tercih etmektedir. Dolunayın altında, çiftleşme çağrısı başladığında Lyla, gerçek eşi Kraliyet Alfası Sebastian’a, tüyler ürpertici bir ulumayla eşlik eder. Lyla kraliyet lunası olarak kaderini kabul mü edecek yoksa hala kalbinin bir parçasını tutan sevgilisiyle mi kalacak?

Sana Kandım

Trinity aslında açıkgöz biridir. Ama bu, akıllara kolayca elde edilir biri olduğu fikrini getirmesin. Ofiste geçirdiği yorucu bir günün ardından, gittiği barda Stephen Gotti ile tanışır. Gece kulübünde tam bir beyefendi, yatak odasında ise doyumsuz biri olan Stephen Gotti… Birbirlerine ilk görüşte aşık olurlar ama Stephen’ın büyük bir sırrı vardır. Acaba bu sır Trinity’yi korkutup kaçıracak mıdır?

Yaş Sınırlaması: 18+

Kovboy Çizmeleri ve Savaş Botları

Afganistan gazisi Lincoln, sağlıklı yaşam danışmanı Lexi ile karşılaştığında, doğru kişiyi bulduğunu anlamıştır. Fakat geçmişine dair kötü anılar güzel bir gelecek yaratmasının önünde engel olabilir.

Yaş Sınırlandırması: 18+