Kiarra her zaman sorunlarından, duygularından ve kendisinden kaçar. Sonra doğrudan gizemli ve seksi Aidan Gold’un kollarına koşar. Kiarra, Aidan’ın kafasını koparmak mı yoksa elbiselerini yırtmasına izin vermek mi istediğinden emin değildir. Her halükarda, Kiarra yakında Aidan’ın çok büyük ve çok kötü bir sırrı olduğunu öğrenecek ve pençeler dışarıya çıkacaktır.
Yaş Sınırlaması: 18+
Kiarra’nın Kaçışı by Tacha is now available to read on the Galatea app! Read the first two chapters below, or download Galatea for the full experience.

Uygulama, patlayıcı yeni romanlar için en sıcak uygulama olduğu için BBC, Forbes ve The Guardian’dan takdir aldı.

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!
1
Kiarra her zaman sorunlarından, duygularından ve kendisinden kaçar. Sonra doğrudan gizemli ve seksi Aidan Gold'un kollarına koşar. Kiarra, Aidan'ın kafasını koparmak mı yoksa elbiselerini yırtmasına izin vermek mi istediğinden emin değildir. Her halükarda, Kiarra yakında Aidan'ın çok büyük ve çok kötü bir sırrı olduğunu öğrenecek ve pençeler dışarıya çıkacaktır.
Yaş Sınırlaması: 18+
Orijinal Yazar: Tacha
“Belle!!!”
Devamlı müşterilerin kahvelerini doldururken, patronumun kükremesi akşam yemeği boyunca yankılandı durdu.
“Ah, birisinin başı belada,” Joe gözlerimi devirirken güldü.
“Kim bilir Joe, belki de patron sonunda adımın küfürlü sözlere karşılık mükemmel bir alternatif olduğunu fark etti.”
Omuzlarımı silktim ve mutfağa dönmeden önce orta yaşlı adama göz kırptım.
“Seni işe aldığından beri biliyor tatlım. Bir aydır siktir dediğini duymadım. Ama soyadın onun en sevdiği kelime gibi görünüyor.” Arkamdan güldüğünü duydum.
Bir hanımefendi gibi, ona arkamı dönmeden orta parmağımı gösterdim ve sinirden neredeyse kulaklarından dumanlar çıkan patronumu bulacağım mutfağa doğru yol aldım..
O kadar da umursamadım, burası zaten geçici bir yerdi.
Günde en fazla 50 müşterisiyle, şehrin kıyısında yer alan Marlin’in Lokantası’nda, asgari ücretle tam zamanlı garsonluk hayallerimi gerçekleştirmeyi planladığım yer değildi.
Tahmin ettiğim gibi şişman, yaşlı patronumu elinde kağıtlarla ayakta, domates gibi kıpkırmızı ve sinirden köpürmüş bir halde buldum. “Ne oldu patron?” Ona masum bir gülücük attım.
En son 12 saatlik vardiyadan sonra çöpü atmayı unuttuğum için böyle gülmüştüm, ondan bir önceki de bir müşterinin önünde laf attığım zamandı.
Pardon ama bir müşteriye “Size ne getirebilirim?” sorusunu sorduğumda cevap olarak ona oral seks yapmamı isterse psikopatlaşabilirim. Beni dava edebilirsin, en azından fiziksel müdahalede bulunmadım.
Demek istediğim patronumun herhangi bir şeye kızmasıydı. Sabah kahvesine 5 şeker küpünün son 1 tanesini koymayı unutabilirdim.
“Bana açıkla Belle, bu da ne böyle?” Kağıt parçalarını ellerime tutuşturdu. Damarlarının alnında zonkladığını görebiliyordum.
İç çektim ve kağıtlara bir göz attım. İlk birkaç satırı okudum. Aşağılık patronuma tekrar baktım ve gözlerimi devirdim.
“Bu belli ki lokantaya açılan bir dava, ne olmuş yani?” Sırada ne olacağını biliyordum.
Eşyalarımı çoktan kafamda toplamaya başlamış, bir sonraki durağımın neresi olacağını düşünüyordum.
Bir dahaki sefere daha dost canlısı bir kasaba bulmam gerekebilir. Bu en kötüsü değildi, ama kesinlikle içinde bulunduğum en iyi şey de değildi.
Sen o lanet olasıca sıcak kahveyi müşterinin üzerine boşattığın için müşteri benim lokantama dava açtı!.” O sırada Marlin burnundan soluyordu.
Bunu, beni tehdit etmesinden daha komik buldum.
Aslında çok komikti.
Yaklaşık 1,5 metre boyunda, yürüyen, sinirli, burnundan soluyan bir domates hayal edin hatta bundan daha yuvarlak bir domates hayal edin, her an duvarların her yerine sıçrayabilecek ketçap olmaya hazır bir domates.
Bu düşünceye çok fazla dalmışım. Eminim pisliği temizlemek benim işim olurdu.
“Evet, eğer doğru hatırlıyorsanız, adam kıçıma şaplak attı ve bana yumuşak kalçalı dedi, ki bu da cinsel tacizdir. Yanılmıyorsam, o şerefsize lokantadan defolup gitmesini ve benim yanlış bir şey yapmadığımı söylediniz. Öyleyse sorun ne?”
“Sorun, şu anda lokantaya açılan bu lanet dava, Belle. Öfken bana pahalıya patlayacak! Olacak şey değil. Eğer jürinin önünde oturup onlara o piçin sana tecavüz ettiğini söylemezsen hayatının geri kalanını bana borcunu ödeyerek geçirmeni sağlarım.”
Orada durup geçen ay çeklerimi ödeyen kısa şişman adama baktım ve kesinlikle hiçbir şey hissetmedim.
“Elbette Marlin, ama şimdi müşterilere bakmalıyım. Ve unutma, haftalık maaşımı bugün alıyorum,” dedim.
Mahkeme hakkında tartışmanın faydası yoktu, zaten orada olmayacaktım. Toparlanıp istifamı vermeden önce son maaşıma ihtiyacım vardı.
Bir yerde uzun süre kalmamamın iyi yanı çalıştığım yerlerde deneme sürecini geçemeden orayı terk etmemdi. Bu yüzden son dakika istifalarıyla uğraşmazdım.
Günün geri kalanı her zamanki gibi geçti. Sağda solda birkaç müşteri.
Saat sonunda 20:00 olduğunda Charlotte'un gece vardiyasını devralmak için kapılardan içeri doğru yürüdüğünü görmek beni sevindirdi.
“Marlin'e ne oldu?” diye sordu Charlotte keyifli bir halde ve mutfağa doğru bakarak önlüğünü bağlarken.
“Çok fazla bir şey yok. Geçen günkü sapık dayanağı olmayan bir dava açtı. Marlin bunu ödeme gününden kaçmak için kullanıyor.” Omuzlarımı silktim ve ona gülümsedim.
Marlin'in fazladan para almak için bunu kullandığı doğruydu. Davayı kazanıp bu şekilde çözebileceğini düşünmeseydi beni kovardı.
Ama lokantada sapığın bilmediği gizli kameralar olduğu için Marlin cinsel taciz şikayetiyle karşı koyabilirdi.
Yine de bunun için burada olmayacaktım, bu yüzden Marlin için herhangi bir ödeme veya ödeme günü olmadan olay çözülürdü.
Bundan pek memnun olmazdı ama dürüst olmak gerekirse, aşağılık adam zaten cinsel tacizi para için kullanmamalı.
Kelimenin tam anlamıyla tepetaklak olup gülmeden önce Charlotte bir saniyeliğine kaşlarını çattı. “Bu tam da onun yapacağı bir şey. Ben çalışmaya hazırım, sen de eve dön tatlım. Tatlı rüyalar!”
Ve son kez demliği aldı ve lokantadaki 3 müşterinin yanına giderek kahvelerini tazelemesini isteyip istemediklerini sordu.
Eve gitmeden önce, ruh hali bir öyle bir böyle olan Marlin'den son maaşımı aldığımdan emin oldum, muhtemelen alamayacağı tüm o parayla ne yapacağını düşünüyordu.
Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!
2
Marlin'nin Lokantası’ndan ayrıldım. Usulca, kiraladığım dairenin yolunu buldum ve toplanmaya başladım. Toplanmak kelimesi yaptığım şey için çok büyük bir kelime olabilir. Paketleme işi kutu ve zaman gerektirir.
Ama ihtiyacım olan kıyafetleri spor çantasına koymamın 15 dakikadan az bir süre almasına toplanmak demek abartı olabilir.
Geçen aydır yaşadığım bu küçük alandan ayrılmadan önce, önemli eşyalarımı yanıma aldığımdan emin oldum. Boynumda asılı altın kalpli madalyonum. Muhtemelen en değerli varlığımdı.
Para açısından değil. Açıkçası 20 dolardan fazla ettiğini sanmıyorum. Ama manevi değeri vardı. Ailemden kalan tek şey bu.
İki yaşındayken bir itfaiye istasyonunun merdivenlerine bırakılmam dışında onlarla ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum, ama madalyonun içinde küçük bebek Kiarra'yı tutan ve o küçük bebeğe öylesine sevgi ve hayranlıkla bakan bir kadının küçük bir resmi var ki neredeyse canımı acıtıyor.
Madalyon beni buldukları zaman yanımda olan tek şeydi ve ailem beni terk etse bile, bunun iyi bir nedenden dolayı olduğuna inanmak zorundaydım.
Resimdeki kadın bana o kadar benziyordu ki annem olduğunu düşünüyordum.
Koyu kahverengi gözleri benimkini anımsatıyordu ve koyu kahverengi saçlarımın uçlarını ombre yaptırıp sarıya boyamış olsam da, saçlarımız da korkutucu derecede benzer görünüyordu.
Aşk tanrısının yayı gibi kıvrımlı dolgun dudaklar bana mirastı, ama burunlarımız biraz farklıydı. Çoğu kızın gıpta ettiği sevimli bir düğme burnu vardı ve benimki sadece normal bir burundu işte.
Göz kamaştırıcıydı ve o küçük bebeğe olan sevgisi, beni isteyerek terk etmediğine inandırıyordu.
Bu yüzden madalyona değer veriyordum, çünkü bir noktada beni seven bir ailem ya da en azından bir annem olduğuna inanmamı sağlıyordu.
Çocukluğumun ilk yıllarından pek bir şey hatırlamıyorum. Sadece, annemin benim için geri döneceğini umduğumu, öyle bir şey olmayınca da bir ailenin gelip beni evlatlık edinmelerini beklediğimi hatırlıyorum.
Gel gör ki öyle bir şey hiç olmadı.
Öfkeli olduğum biliniyordu ve hiçbir aile bu zorluğun üstesinden gelecek güce sahip değildi, bu yüzden sonunda 18 yaşıma girene ve kendi başıma kalana kadar aileden aileye, yataktan yatağa gezip durdum.
Madalyon ailemden geriye kalan tek şeydi ve hiçbir şey beni bundan vazgeçmeye zorlayamazdı.
Bir keresinde grup evlerindeki birinden bir kız bulmuş ve benden onu istemişti ama diğer kızlardan yediğim sert dayaktan sonra beni ambulansla götürdüklerinde bile peşini bırakmadım.
O kadar geriye dönüp baktığımda kendime biraz güldüm.
Hastaneden döndüğümde kızların uzun sarı saçlarını kestim ve bir tanesini merdivenlerden aşağı itmiş olabilirim, itmemiş de olabilirim, kazayla tabii ki.
Bir daha gözlerimin içine bile bakmadı ama yerini öğrenmişti. Ne diyebilirim ki, aklı başında olduğumu hiç iddia etmedim.
Çantamdaki her şeyi kontrol ettikten sonra daireyi açık bıraktım, tezgaha da anahtarları koydum, böylece pazartesi günü kira ödenmeyince zavallı kapıyı kırmak zorunda kalmayacaklardı.
Ceketimin kapüşonunu kafama geçirdim ve tren istasyonuna doğru yürümeye başladım. Bu sefer nereye gidiyordum?
Sanırım bu saatte hangi trenlerin kalkacağına bakacağız.
İstasyona vardığımda saat 10'u biraz geçmişti. Tren tarifesine baktım ve bilet için sırada beklerken bu sefer nereye gideceğime karar vermeye çalıştım.
Önümdeki kadının hiç duymadığım bir kasabanın adını söylediğini duydum ve karar verdim. Neden olmasın?
Sıra bana geldiğinde satış görevlisine nereye gideceğimi tekrarladım ve kısa süre sonra saat 10:30'da kalkan bir trene bindim.
Programdan tren yolculuğunun yaklaşık 4 saat süreceğini görünce rahat bir koltuk buldum, çantamı yanımdaki koltuğa attım, böylece insanlar benimle konuşmak gibi komik fikirlere kapılmazlardı. Başımı pencereye yasladım, hafif bir uykuya daldım.
“Hanımefendi, burası son durak, uyanmanız gerek.”
Beni rahat bırakmadan önce hafifçe sallayan kondüktör tarafından uyandırıldım. Pencereden dışarıya baktım ama küçük platformu aydınlatan, hemen dışarıdaki sokak ışıkları dışında pek bir şey göremedim.
Bunun dışında dışarısı karanlıktı. Sabah saatin 3'ü olduğu için bu gayet mantıklıydı.
Çantamı aldım ve trenden indim. Çıkarken kondüktöre teşekkür edercesine gülümsedim ve platformdan ayrıldım.
Nerede olduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu, ama kasabanın sokaklarında yürümeye başladım. Büyük bir şehir gibi görünmüyordu, daha çok, dost canlısı küçük bir kasaba gibiydi.
En azından sokakta yürürken beyaz çitli, küçük, rahat evlere bakarak böyle bir enerji alıyorsun.
Sokakta yürürken rüzgar hızlandı ve soğuk sonbahar havası beni titretti. Kendime biraz daha sıkı sarıldım.
Kalacak bir yer bulmam gerekiyordu, çünkü hava bir bankta yatamayacak kadar soğuktu.
Loş ışıklı sokaklarda bir şeyler aramak için yürümeye devam ettim. Bir motel olmasa bile, en azından burada biraz ısınabileceğim ve belki bir içki içebileceğim bir bar olmalıydı.
Cuma gecesiydi, bu yüzden bu kasabanın genç yetişkinlerinin içme alışkanlıklarını sürdürdükleri bir yerleri olmalıydı.
Bunu düşünürken manzaranın değiştiğini fark etmeye başladım.
Küçük, rahat aile evleri yerine, binalar gittikçe büyüyor ve daha çok apartmanlara benziyordu. Kısa süre sonra giyim mağazaları, ayakkabı dükkanları ve tam olarak aradığım şeyin bulunduğu bir sokakta yürüyordum.
Bir bar.
Görünüşe göre etraftaki tek bar oydu. Ön tarafta “Sam'in Barı” yazan büyük bir kırmızı neon tabelası vardı ve açık ön kapıdan gelen müzik sesini duyuyordum.
İç çektim, bu soğukta ısınabileceğim bir yer bulduğum için rahatladım ve bara doğru yürüdüm.
Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!