Ava Darling bir inek olsa da lisenin bitmesi için sabırsızlanıyordu. Bazı günlerde arkadaşları onu görmezden gelirken bazı günlerde alaya alırlardı. Neyse ki lisenin bitmesine yalnızca bir yıl daha kalmıştı. Sonra üniversiteye geçebilir ve yeni bir başlangıç yapabilirdi. Acımasız bir şaka Ava’yı okulun belalısı Hunter Black’in radarına sokunca ona tuhaf bir öneriyle geldi. Birbirlerinden çok farklı olsalar da takım olduklarında gizli bir şekilde düşündüklerinden daha fazla ortak noktaları olduğunu bulabilirler mi?
Yaş Sınırlandırması: 16+
Çalışkanlar Prensesi by Sir Ellious is now available to read on the Galatea app! Read the first two chapters below, or download Galatea for the full experience.

Uygulama, patlayıcı yeni romanlar için en sıcak uygulama olduğu için BBC, Forbes ve The Guardian’dan takdir aldı.

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!
1
Ava Darling bir inek olsa da lisenin bitmesi için sabırsızlanıyordu. Bazı günlerde arkadaşları onu görmezden gelirken bazı günlerde alaya alırlardı. Neyse ki lisenin bitmesine yalnızca bir yıl daha kalmıştı. Sonra üniversiteye geçebilir ve yeni bir başlangıç yapabilirdi. Acımasız bir şaka Ava’yı okulun belalısı Hunter Black’in radarına sokunca ona tuhaf bir öneriyle geldi. Birbirlerinden çok farklı olsalar da takım olduklarında gizli bir şekilde düşündüklerinden daha fazla ortak noktaları olduğunu bulabilirler mi?
Yaş Sınırlandırması: 16+
Orijinal Yazar: Sir Ellious
Not: Bu hikaye yazarın orijinal sürümüdür ve sese sahip değildir.
Hiç yataktan kalkmak istemediğin günler oldu mu?
Evet, bugün o günlerden biri. İtiraz edercesine ses çıkarıp çalar saatime bakmak için yana yuvarlanıyorum.
Alarm zaten iki kez çaldı ama erteledim ki bu da iyi bir şey değil. Yalnızca on dakika geç kaldım. Aceleyle hareket ederek ve kahvaltıyı atlayarak kolayca çözülebilecek bir sorun. Ne şanslıyım.
Yataktan sürünerek koridorun karşısındaki banyoya gidiyorum.
Dişlerimi fırçalayıp çişimi yaptıktan sonra aynadaki yansımama bir göz atıp üstümü değiştirip çıkmaya hazırlanmak üzere odama yöneliyorum.
Dizleri yırtık bir siyah kot pantolon üzerine önünde Hogwarts arması olan büyük boy bir Harry Potter üst giyiyorum.
Büyük boy derken minyon figürüm için iki bedenden büyük olmasını anlamına geliyor ama üstüme bol gelen üstün beni dış dünyadan saklamasını seviyorum.
'Çirkin' siyah çerçeveli gözlüklerimi kapıyorum. Çirkin çünkü okulda benimle alay eden herkes varlığımı fark etmeye tenezzül ettiklerinde gözlüklerime böyle diyor. Kafamdaki saç demeye bin şahit isteyen yığını gevşek bir at kuyruğu yapıp kahverengi saçlarımı arkamda sallanmaya bırakıyorum.
Altı yıllık eğitimin sonuncu senesinin başındayım. Yeni bir yıl başlıyor ve nasıl endişeleniyorum size anlatamam. Benimle dalga geçip, beni kullanıp, tehdit edecekleri bir yıl daha.
Buradan kaçmak ve üniversiteye gitmek için sabırsızlanıyordum.
Bir inek olabilirim ama ben bile öğrenmek ve çalışmak için sabahın köründe kalkma düşüncesinden nefret ediyorum.
Okula gitmek için mutfağa doğru yürürken yatağımın dibinde duran çantamı aldım, neyse ki bir gece önceden düzenlediğim için hazır.
Bütün ışıklar kapalıydı ama panjurlardan süzülen ışık sayesinde buzdolabının üstüne asılmış notu görebildim.
Pencereye gidip panjurları açtım ve gelen ışık selinin parlaklığına gözlerim alışana kadar bir süre beni körleştirmesine izin verdim.
Buzdolabına doğru yürüdüm ve notu çıkardım.
Notu okurken iç çektim.
“Çift vardiya çalışacağım. Buzdolabında yiyecek var, kendin halledersin. Annen x”
Buzdolabını açtım. Sonbaharın başlarında olmamıza rağmen hava hala oldukça sıcaktı, dolaptan gelen serin hava yüzüme çarparken tüylerimi diken diken ediyor.
Canımın çektiği bir şey görmediğim için tekrar iç çekiyorum. İlk günden okula geç kalmak istemediğim için dolabın kapağını kapayıp yandan bir elma kapıyorum.
Doğrusu yemek işini kendi başıma halletmek zorunda kalmam zaten normal bir durum ya da en azından öyleydi. Yaz tatili bittiğine göre rutine ve eski alışkanlıklarıma geri dönüp bu tür şeylerin olmasını engellemem gerekiyor.
Artık sadece ben ve annem olduğumuz için bütçemizi denkleştirmek gerektiğinden fazladan mesai almak zorunda kalıyor. Mortgage taksitlerini ödeyemediğimiz için dünya güzeli evimizden taşınıp küçük bir yere geçmek zorunda kaldık.
Hemşire olarak çalışıyor ve maaşı dolgun değil. Olması da beklenemez zaten ama sağlık sektöründe çalışmak annemi mutlu ediyor. Başkalarına yardım edebilmek onu mutlu ediyor, onu mutlu görmek de beni.
Babam iki yıl önce sarhoşun teki arabanın direksiyonunu kırıp ona çarptığı için olay yerinde öldü. Biz onu kaybederken babama çarpan sarhoş birkaç sıyrık ile sağ kurtuldu.
Gitmiş olmasına rağmen onu hala çok ama çok özlüyorum. Babasının kızıydım; ne zaman ihtiyacım olsa yanımdaydı ama şimdi babam artık yok.
İki yıl oldu ama hala yüreğimdeki acıyı ve kederi hissediyorum.
Gözlerimin yaşardığını hissediyorum ama okuldaki altıncı senemin ilk gününde ağlamak istemediğim için gözyaşlarının akmasına izin vermiyorum. Okula doğru ilerlerken kafamdan bu düşünceleri savuşturuyorum.
Okula ulaştığımda, yaz tatilinden sonra olan biteni anlatmak için toplananları ve arabalarını fark ediyorum.
Burası bir devlet okulu olmasına rağmen lüks arabaları ve daha önce adını dahi duymadığım marka kıyafetleriyle gösteriş yapmaya hazır zengin bir sürü insan var.
Başımı eğip kimseye kendimi fark ettirmeden yürüyorum. Okula girip koridor sonundaki dolabıma gidiyorum.
Hala fark etmediyseniz, görünmez olmayı seven biriyim ben. İnsanların ödevlerini yapacak birine ihtiyaç duyduğunda geldiği veya kötü geçen günlerinin sinirini çıkaracak birini aradıkları zamana kadar görmezden geldikleri biri.
Dünya bana görünmezlik hediyesini veriyorsa bundan faydalanmamak aptallık olur, değil mi?
Dolabım koridorun sonunda ve kimse orada olduğumu fark etmiyor. Bu benim için bir avantaj. Dolaba doğru yürürken bekleyen sarışın kızı görüyorum. Gülümsüyorum, bu benim tek arkadaşım Lily.
Kendisinden bahsedelim, olur mu?
Lily küçüklüğümden beri en iyi arkadaşım, ikimiz de yaptıklarımızı çalan Jessica adında korkunç bir kıza olan ortak nefretimizi keşfedip bir paket şekerlemeyi paylaştığımızda tanıştık.
Sadece beş yaşındaydık ama kimin umurunda? Arkadaşlık günün sonunda arkadaşlıktır. Lily inanılmaz görünüyor.
Sırtının ortasına düşen sarı kıvırcık saçları var, herkesin dikkatini çeken parlak mavi gözleri var.
1.70 boyunda, bütün kızların gıpta ettiği süper uzun bacakları var, hatlarının kıvrımları tam olması gerektikleri yerde ve teninin doğal bir bronzluğu var. Sözün özü çoğu erkeğin istediği gibi bir kız.
Onunlayken fark edilmemem çok komik ama Duff'ı izleseydin ne kadar kolay görmezden gelindiğimi anlardın.
Yine de umurumda değil. Neden benimle arkadaş kaldığını hiç anlamadım ama bunun için ona minnettarım.
“Naber kaltak, tatilin nasıldı?”
Cevap vermeden önce beni selamlama şekline gülümsüyorum. Kendine güveni yerinde ve bu yüzden ona hayranım.
“Beni bilirsin, çok üretkendim. Evdeki tüm dondurmaları yemeyi ve Netflix'ten bir dolu şeyi izlemeyi başardım.”
“Fark ettim, iki günde tüm gölge avcılarını izledin.”
Ona gülümsüyorum ama dediğinin doğru olduğunu biliyorum. Ölümlü enstrümanları nasıl sevmezsin?
Şimdi Netflix için nasıl ödeme yaptığımı merak ediyorsanız, ödeme yapmıyorum. Lily, canım benim, onun hesabını kullanmama izin verdi. Ailesi oldukça zengin, bir İtalyan restoranları var ve harika bir yer!
Eğer yemeklerini deneyebilseydin o zaman anlardın. Kişisel çeşnici başları gibiyim.
Dolabımdan kitaplarımı çıkarırken ona gülümsüyorum, Lily manyak gibi bir hızda telefonunda mesajlaşıyor ve ekranda tıkırdayan tırnakları etrafımızdaki kaos hissini bir nebze yatıştırıyor.
Ne kadar farklı yerden geldiğimiz hesaba katılırsa bu kadar yakın olma ihtimalimiz zor bir ihtimal.
Lily omzuma şaplaklar attığında düşüncelerim dağılıyor, gözlerimi yuvarlayıp darbelerin etkisiyle tırnağını kırıp kırmadığını merak ediyorum. Arkamı döndüğümde onlar orada, karşımdalar.
Üç Seks Tanrısı. Üç Silahşör.
Tüm koridor sessizliğe büründü. Öğrenciler geçmeleri için Kızıldeniz misali iki yana ayrılıp yürüyüşlerini izlerken fark edilme umudu taşıyan kızlar gözlerini kırpıştırırken, erkekler onların yerinde olmayı istemenin verdiği hınçla baktılar.
Gözlerimi devirdim. Tabii ki çok havalılar yalan yok ama bunlar avare tipler, karı avcıları yani ağzımı bozacak olursam. Kızları becerip bırakıyorlar. Sik ve at. Becer ve bırak.
Bazen eğlence için, bazen bir oyun veya bahis ama her halükarda onlar için manası olmayan bir şey.
Grubun lideri ve bana göre en seksisi Hunter Black. 1.80 boyunda ve sanki tüm vücudu kastan yapılmış. Aşırı şişmiş iğrenç şekilde değil de daha ziyade mankenlerde ve seksi insanlarda gördüğümüz cinsten.
Saçları siyaha çalan koyu kahverengi, gözleri orman renginde. Göz kamaştırıcı bir zümrüt yeşili. En büyük seks tanrısı.
Adeta rüya gibi, salya akıttıran biri ama kötü yanı okuldaki hemen hemen her kızla yatmış olması ve asla aynı kızla iki kez birlikte olmaması denebilir.
O kaltak Jessica hariç. Sürekli ona geri dönüyor ve kız da bundan doğan ilgiye bayılıyor. Okulun en popüler ve seksi adamı onu istediği için diğer erkeklerin ilgisi de onun üstünde oluyor.
Bir de en iyi arkadaşı Liam Thorn var. O da 1.80 boyunda, sarı saçlı ve mavi gözlü ve kendine has bir seksapalitesi var.
Muhteşem bir vücuda sahip bir yüzücü ama Hunter kadar çapkın bir çocuk değil ve onun kadar da seksi değil bana göre. Arada kız arkadaşları oluyor ki bu bana göre bir artı. Diğerleri bu konuda ondan bir şeyler öğrense iyi olur.
Son olarak, siyah saçlı ve 1.80'den biraz daha uzun duran Declan Reed var. Onun da mavi gözleri var.
Declan sadece çapkın bir serseri değil, aynı zamanda şakacı olarak da tanınıyor ama bence garip çünkü tipine baksan espri anlayışı olmadığını düşünürsün. Onu gördüğüm çoğu zamanda suratı asık. Sanki tek bir duygusu varmış ve bu duygu da insanlardan yoğun şekilde hazzetmemekmiş gibi.
Hunter ve Liam'la o kadar uzun süredir birlikte değil. Belki 3,4 yıldır arkadaşlar ama tip olarak onlara uyum sağladığı ve sadık bir dost olduğu şüphe götürmez.
Ah tabii bir de, bu çocukların hepsinin zengin olduğundan bahsetmiş miydim? Öyle böyle değil, isterlerse okulu satın alabilirler ve kimse onları durduramaz.
Herkes onlara saygı duyuyor. Öğretmenler, öğrenciler, eminim bazı veliler bile onlardan korkuyordur ve istedikleri bir şey olursa yaparlar.
Çeteler ve uyuşturucu gibi korkunç işlere karıştıklarına dair söylentiler var ama polis bu konuda bir şey yapmaktan korkuyor ve eminim gerekirse paralarıyla onları satın alabilirler.
Kimse bunun doğru olup olmadığını bilmiyor ama kimse sormaya cesaret de edemiyor.
İşte durum bu. Bu üç çocuk okulu yönetiyorlar ve kimse onlara aksini söylemiyor.
Yanlarından geçerken onlardan yüz çeviriyorum ve başımı eğip duruyorum. Görünmez olmayı seviyorum. İlgiyi sevmiyorum ya da belki de ilginin bana getireceği şeyleri sevmiyorum: acı ve korku.
Zil çalarken homurdanıyorum ve Lily ve ben ilk dersimiz olan matematiğe doğru yol alıyoruz.
***
Sınıftan çıkıp diğer öğrencilerin etrafında dikkatlice dolaşırken Lily'e okul hakkında şikayet etmeye başladım.
İnsanlar deli gibi koşuşturarak her yerde yürüyorlar ve ben onlardan kaçınmak için elimden geleni yapıyorum ki bana patlamasınlar.
“Bu bir işkence! Gerçekten pazartesi sabahı matematik yapmamızı mı bekliyorlar?”
Lily kıkır kıkır kıkır gülüyor ve aptal serzenişime karşı başını sallıyor.
“Bu yıl bizden gerçekten nefret ediyorlar.”
Alaycı bir tonu var ve dik dik bakmak için ona döndüğümde birlikte gülme krizine giriyoruz. Matematikte fena değilimdir, sadece konudan nefret ederim.
Neden A seviyesi olarak seçtiğimi bile bilmiyorum. Bir anlam ifade ettiği yok! Kim ne zaman bana cebir veya daire teoremleri üzerine soru soracak? Yanıt: asla sormayacaklar!
Lily ve ben bir sonraki sınıfımıza yürüyoruz. İnsanlardan kaçıyoruz ve öğrenci ve öğretmenlerin bağırışlarını görmezden geliyoruz. Etrafımda olan tüm gürültüler dikkatimi dağıtıyor. Nereye gittiğime dikkat etmediğim için adamın teki uyarı vermeden önüme çıktığında kendimi durduramadığım için çarpışıyoruz.
Çarpışmanın etkisiyle nefesim kesildiği için karnımı tutup bana bu sıkıntıyı çıkaran adamla göz göze geliyorum.
Yaşaran gözlerimin arasında suratını seçer gibi oluyorum. Yolunu açıp beni az daha devirip kitaplarımı dağıtarak ilerlemeye başlamadan önce gözlerimiz kilitli kalıyor.
Nefesimi kestiği yetmemiş gibi ilk çarpışma sırasında korumayı başardığım kitaplarımı da dağıtıyor.
“Afedersin güzellik.”
Diyor öğrenci denizinde kaybolmadan önce göz kırparak. Bir adam, seksi bir adam bana güzellik dedi ve bana göz kırptı! Biri beni fark etti!
Kafamı aşağı eğmeden önce yanaklarıma derin bir kırmızılık hücum ettiğini hissediyorum ve az önce yaşanan çarpışmadan hissettiğim utanç içerisinde arkamdan tüm kitaplarımı benim için toplamış olan Lilly’i sürüklüyorum.
Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!
2
Merak ediyorsanız hayatta kalmayı başardığım o keyifli pazartesi gününden sonra, şimdi okulumuzun kantininde oturuyorum ve etrafta telaş var.
Sonunda Cuma günü geldi. Bu da herkesin hafta sonu için heyecanlı olduğu anlamına geliyor. Gençler bağırarak konuşup gülüşür ve arkadaşları ile bir araya gelirken ben homurdanarak masamda oturuyorum.
Bu benim masam çünkü burada sadece Lily ve ben oturuyoruz.
Üzücü, biliyorum ama hiçbir çocuk benimle sosyalleşmek istemez çünkü bu onların sosyal statülerini düşürür ve sırtlarına bir hedef koyabilir. Tabii bana işleri düşmediyse.
Lily'e bakıyorum. Bakışları popüler masada dolanıyor, daha açık olmak gerekirse Declan Reed'e bakıyor. Fen sınavının cevaplarını istediğinden beri ona abayı yakmış durumda.
Aslında tatlı bir durum ama yine de incindiğini görmek istemiyorum.
Declan'ın nasıl biri olduğunu biliyorum ve en iyi arkadaşımla uğraşmasını istemiyorum. Kötü huylarını değiştirecek dahi olsa arkadaşımı üzerse onun canına okurum.
Arkama bakıp ben de popüler masayı izlerken iç çekiyorum. Declan ikizler ile konuşuyor, büyük ihtimalle verecekleri bir parti hakkında.
İkizler okulun şakacıları ve daimi parti verenleri denebilir.
Fred ve George Weasley gibiler. O ikisi gibi aynı canlı kızıl saçlara ve ne durumda olurlarsa olsunlar herkesi güldürebilecek yapı ve yeteneğe sahipler.
Onlarla birkaç dersim vardı eskiden. İnsanları nasıl güldürebileceklerini biliyordum, öğretmenleri bile ama ne yazık ki şakalarının nesnesi çoğu zaman bendim. Klasik, kapı üstüne kova yerleştirip kafaya düşürme, kalkamayayım diye sandalyeme yapıştırıcı sürme, saçıma sakız yapıştırma ve tabii favorim olan: beni temizlik odasına kilitleme.
O kadar da kötü değildi çünkü en azından çalışmalarımı huzur ve sükunet içinde halledebiliyordum. Öğretmenler bu şakalarını durdurmak için hiçbir şey yapmadılar. Bu yüzden sonunda insanlara söylemekten vazgeçtim ve bununla başa çıkmayı öğrendim.
İkizler neyse ki diğerleri gibi atletik değil ama onların gücü yetmese de çoğu zaman beni kaldırıp dolaba atan başka biri olur.
Yaklaşık 1.70 boyundalar. Adları James ile Justin. Tahmin edersiniz ki tek yumurta ikizi olmasalar dahi birbirlerine çok benzedikleri için isimleri daha da fazla kafa karıştırıyor.
Bana şaka yapmadıkları zamanlarda çok tatlılar ama kızları diğer erkeklerin umursadığı gibi hiç umursar gibi durmuyorlar.
Declan'la fısıldaşmakla çok meşgul oldukları için en güncel eşek şakalarını veya esprilerini yapacak durumda değiller.
İkisini de hiçbir kızla görmediğim için eşcinsel olmalarından şüpheleniyorum ama bunu asla yüzlerine söyleyemem.
Masadaki Declan'ın yanında olan Liam kendi özgüvenini arttıracak şekilde söylediklerine kızarıp kıkırdayan ve bence gerçekten güzel olan bir kızla konuşuyor.
Bu grup içinde bir kızı etkilemek için çaba harcayan ve sadece yatıp atma amacında olmayan birini görmek rahatlatıcı bir şey aslındaki öğle yemeklerinde yaptıkları genelde bu olur.
Bir de Hunter var. Kucağındaki kız ile birbirlerinin suratını yiyor gibi duruyorlar. İğrenç değil mi ama?
Elleri kimyasalla açılmış sarı saçlarına dolanmış ve sanki yeterince yakın değillermiş gibi kızı iyice kendine çekiyor.
Yemeğime geri dönerken iştahımın beni terk ettiğini hissediyorum ama Hunter'ın rastgele kızın tekini yiyecek gibi öpmesinin zihinsel görüntüsü kafamda kaldı. Hep kabuslarıma girecek bir görüntü gibi geliyor.
Buranın bir striptiz kulübü ya da o türden bir yer değil de insanların yemek yediği bir kantin olduğunu biliyorlar mı?
Hunter'ın kucağındaki kız neredeyse hiç kıyafet giymiyor ancak giydikleri de ona zaten küçük geliyor ve istemesem de neyi var neyi yok görüyorum. İğrenmiş bir ifadeyle dalgın ve hüzünlü bir bakışla telefonunda kaybolmuş olan Lily’e bakıyorum.
Okulun bitmesini beklerken iç çekiyorum ve başımı kollarımın üzerine yaslayıp masaya yaslanıyorum.
Hala iki dersim var ama neyse ki bunlardan biri boş ders olduğu için bu zamanı gelecek haftaki çalışmalarımı erkenden tamamlayabilirim. Şanslıyım ki öğretmenlere haftaya neleri göstereceklerini sormuştum.
Yanımda bir sandalyenin hareket ettirildiğini hissediyorum. Ardından yanıma birinin oturduğunu hissediyorum. İnek çoğu öğrenci gibi ben de çok antisosyalim ve eğer insan temasından kaçınabilirsem, bunu yaparım.
Kafamı kollarımdan kaldırıp yanımda oturan çocuğa bakıyorum. Yüzünde kocaman bir gülümseme var. Sanki yanımda oturarak sosyal statüsünün düşebileceğinin ve bunun için dövülebileceğinin farkında değilmiş gibi.
Bana çarpan ve bana güzellik diyen adamla aynı kişi olduğunu fark ediyorum.
Yanaklarımda hafif bir yanma hissedip at kuyruğumdaki saçlarımı yüzüme yayarak varlığını görmezden gelmek için elimden gelenin en iyisini yapıyorum.
“Merhaba.” Sesi yumuşak ve davetkar, sanki içinde olduğu tehlikenin farkında değilmiş gibi.
Yabancı benimle konuşuyor ne yapmam lazım? Eğer kalkıp gidersem tuhaf olduğumu düşünecek. Tamam, sadece merhaba de, bununla başa çıkabilirsin.
Kalp atış hızımın hızlandığını ve kanımın kulaklarımda aktığını hissedebiliyorum. Kafamda tuhaf bir hafifleme hissi var. Sanki bayılacakmışım gibi hissediyorum.
“Merhaba.” Sesim normalden daha yüksek çıkıyor ve utancım daha da derinleşiyor. Bana gülümsüyor. Sevimli ve gülümsediğinde gamzeleri çıkıyor ama gülümsemesi gözlerine yansımıyor.
“Sen Ava'sın, değil mi?”
Ağzımda biriken fazladan tükürüğü yutarken başımı sallayıp o ve dinleyen başka birileri varsa yutkunduğumu fark etmesin diye dua ediyorum. Acaba adımı nereden biliyor?
“Ee, Ava benimle beş dakika içinde kütüphanede buluşur musun?”
Tekrar başımı sallayıp çift kapılardan geçerek kütüphaneye doğru gözden kaybolmasını izliyorum. Neden bir yabancıyla buluşmayı kabul ettim ki sanki?
Öneri almaya hazır halde Lily'e bakıyorum ama ben fark etmeden gitmiş. Çocuk geldiğinde ayrılmış olmalı. Hain.
Sanırım kütüphaneye doğru yol almaya başlasam iyi olacak. Muhtemelen bir ödevini onun için yapmamı istiyor ya da belki de hayatının ne kadar korkunç olduğu hakkında kendini daha iyi hissetmek için beni kullanıyor.
Her zamanki gibi, ödevlerini yap ve onlarla bir daha hiç konuşma. Onlar da koridorlarda beni görmezden gelsin veya cılkımı çıkarana kadar dövsünler ama bu hiç yaşanmamış gibi davran.
İç çekiyorum. Kantinden çıkıp kütüphaneye gitmek için koridorlarda yürüyorum. Etraf sessiz ve sinirlerim gerilmeye başlıyor. Koridorda yürürken ayak seslerimin yankılandığını duyabiliyorum.
Benim boyumda biri için derslerine zamanında yetişmeye çalışan insanların izdihamına kapılmamak çok hoş. Öyle bir kalabalıkta hareket etmek zor, etrafımdaki insan orduları tarafından çok itilip kakılıyorum.
Gerçi beni görseler de fark etmez çünkü çoğu zaman beni gördüklerini düşünüyorum ama sırf yapabildikleri ve karşılığında durum daha kötü olmasın diye itiraz etmediğim için beni itip kakmayı seviyorlar.
Kütüphaneye girerken ne kadar sessiz olduğunu fark ediyorum. Normalde insanlar burada ödevlerini bitirmeye çalışıyorlar ve kantine gitmekten çok korktukları için öğle yemeklerini gizlice burada yiyorlar. Bunu gayet iyi biliyorum çünkü bazen ben de burada saklanırdım. Popüler olan öğrenciler burada görülmektense ölmeyi yeğlerler.
Geniş odayı bakışlarımla tararken kimse görünürde yok.
Raftaki kitapların ona tuhaf bir hava veren gölgesinde beni buraya çağıran çocuğu görüyorum.
Gergin bir şekilde ellerimi huzursuz bir şekilde oynatarak ona doğru yürüyorum. Gölgelerden bana sırıtıyor ve bu beni kedi huzurundaki bir fareymişim gibi huzursuz ediyor.
“Çok güzel görünüyorsun.” Sesi alçak ve yumuşak ve tüm vücudumu aydınlatıyor ve tırmalıyor.
Yanaklarımın hafifçe ısındığını hissediyorum ve burası karanlık olduğu, bu nedenle üzerimdeki etkilerini göremediği için şükrediyorum. Neden beni böyle etkileyebildiğini, hatta bunu neden önemsediğimi anlamıyorum.
Elimden tutup beni kendine yaklaştırıyor. Vücudumu kitaplıkla kendi vücudu arasına sıkıştırıyor.
Vücudundan gelen ısıyı ve nefesinin yüzümü sarmış olduğunu hissedebiliyorum. Sanki küçük, tatlı naneli öpücükler gibi.
Nefesim boğazımda düğümleniyor ve kalbim kafesteki bir hayvan gibi göğsümden atlamaya hazır gibi atıyor. Adam öne eğilip aramızdaki boşluğu kapatıyor. Yüzü benimkinden birkaç santim uzakta duruyor.
Dudaklarıma baktığını görüyorum. HAY TANRIM!! Ne yapacağım ben? Böyle bir şey oluyor olamaz. Adamı tanımıyorum bile ve onu öpmek istediğimden bile emin değilim.
Zihnim kararıyor ve bu adam aramızdaki mesafeyi kapatırken donup kalıyorum. Dudaklarımız birbirinden birkaç santim uzakta.
Nefesinin yüzüme yayılmasını daha yoğun bir şekilde hissediyorum. Nane kokusu denizden gelen dalgaları çağrıştırıyor.
Gözlerinin kırpışmasını izlerken zihnim yeniden uyanıyor. Buna hazır olup olmadığımı bilmiyorum. Adamı tanımıyorum bile.
Panikliyorum. Bu yanlış. Onu tanımıyorum. İlk öpücüğümü onunla yaşayamam.
Sonra uzaklaşıyor ve gülümsemeye, sonra sesli gülmeye başlıyor. Kafam karmakarışık. Bana bakıyor ve artık tatlı görünmüyor. Canavara benziyor.
Gözleri keskin ve soğuk, gülümsemesi şeytani bir sırıtışa dönüyor. Yüzünde sıcaklık yok, onun yerine hatlarına sert çizgiler ve nefret kazınmış.
Geri çekiliyor ve sanki insanların çıkıp bu muhteşem şakası için onu tebrik etmesini bekliyormuş gibi bakıyor.
“Gerçekten seni öpeceğimi mi sandın? Haline bak, inek kıçından hallice bir suratın var. Eminim daha seni öpen bir erkek bile çıkmamıştır, değil mi?”
“İneğin tekinden başka bir şey değilsin ve hep öyle kalacaksın!”
Gözlerimdeki yaşları hissedebiliyorum. Sırf beni üzmek için bu oyunu oynadı. Daha önce tanışmadık bile. Neden böyle bir şey yapsın?
Bir grup insanın beni işaret eden kamera ve telefonlarla gölgelerden çıktığını ve kahkahalara katıldığını duyuyorum.
Ön tarafta Jessica var: Lily ve benim tutkuyla nefret ettiğim kız. İnsanlar beni gösterip gülerken gözyaşlarımın bir şelale gibi yüzümden aktığını hissediyorum.
Jessica telefonunu suratıma sokup bana sırıtıyor. Bu kadar mahrem bir konuda kandırıldığım için hissettiğim acı beni parçalıyor. Utanç ve acı çok fazla. Bu yüzden kaçıyorum, her zamanki gibi kaçıyorum.
Kısa bacaklarımın elverdiği kadar hızla kütüphaneden kaçarken kabuslarıma musallat olan yüzleri ve kafamda kurşun misali sekerek yayılan kahkahaları şeytanın kendisi gelmiş gibi benimle alay ediyor.
Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!