Trinity aslında açıkgöz biridir. Ama bu, akıllara kolayca elde edilir biri olduğu fikrini getirmesin. Ofiste geçirdiği yorucu bir günün ardından, gittiği barda Stephen Gotti ile tanışır. Gece kulübünde tam bir beyefendi, yatak odasında ise doyumsuz biri olan Stephen Gotti… Birbirlerine ilk görüşte aşık olurlar ama Stephen’ın büyük bir sırrı vardır. Acaba bu sır Trinity’yi korkutup kaçıracak mıdır?
Yaş Sınırlaması: 18+
Sana Kandım by Luci Fer is now available to read on the Galatea app! Read the first two chapters below, or download Galatea for the full experience.

Uygulama, patlayıcı yeni romanlar için en sıcak uygulama olduğu için BBC, Forbes ve The Guardian’dan takdir aldı.

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!
1
Trinity aslında açıkgöz biridir. Ama bu, akıllara kolayca elde edilir biri olduğu fikrini getirmesin. Ofiste geçirdiği yorucu bir günün ardından, gittiği barda Stephen Gotti ile tanışır. Gece kulübünde tam bir beyefendi, yatak odasında ise doyumsuz biri olan Stephen Gotti… Birbirlerine ilk görüşte aşık olurlar ama Stephen'ın büyük bir sırrı vardır. Acaba bu sır Trinity'yi korkutup kaçıracak mıdır?
Yaş Sınırlaması: 18+
Orijinal yazar: Luci Fer
Not: Bu hikaye yazarın orijinal sürümüdür ve sese sahip değildir.
Son on yıldır çalıştığım Durham Emlak'ın ofisinde uzun ve zor bir gün daha geçirmiştim.
Orada çalışmaya daha on altı yaşındayken başlamıştım. Hafta sonları ekstra cep harçlığı çıkarmak için resepsiyonda çalışıyordum. Böyle böyle üniversite boyunca kendi kendimi idare ettim.
Emlak Geliştirme yüksek lisansımı başarıyla tamamladıktan sonra şirketin yeni İş Geliştirme Proje Müdürü konumuna geldim. Artık bunca zamandır uğrunda çabaladığım yepyeni bir maceraya atılmaya hazırım.
Kapımın önünden geçen gölgeler sayesinde, odaklandığım dizüstü bilgisayarımdan başımı kaldırıp baktım. Akşam olmuştu. İnsanlar işten çıkıyordu bile. Saatime hızlıca bir göz attım, gün ne çabuk geçmişti de saat yedi olmuştu anlayamadım. Dizüstü bilgisayarımı toplayıp bu günlük yeter diyerek ben de çıkmaya karar verdim.
Paltomu giymiş, temiz Chicago havasını yüzümde hissederken aracıma doğru ilerliyordum ki telefonum çalmaya başladı.
Çantamı karıştırıp telefonu bulunca, arayanın muhtemelen uzun ve yoğun bir iş günü geçirmiş olan en iyi arkadaşım Luke olduğunu gördüm.
Telefonumu kaydırıp açarken konuşmaya fırsat bulamadan “Lütfen bana bu gece içmeye gittiğimizi söyle. Az önce ayarladığım randevuya inanamayacaksın.,” dedi.
“Eğer olay evcil hayvana izin vermeyen ev sahibinin kiracıyla uğraşmasıysa günümüz aşağı yukarı aynı geçmiş… 20 dakika sonra Gilhooley’s'de buluşalım mı? Şimdi arabama biniyorum.”
“Hayır, ama bir mal sahibinin yönetimi çekmesiyle alakalı, çünkü piyasa fiyatının üzerinde haftada iki yüz elli dolar istiyorlardı. Üstelik o da değil… O parayı alamadım diye beni beceriksiz ilan ettiler. 20 dakika sonra görüşürüz.”
Chicago emlakçısının yargılamalarını çok iyi bildiğim için gözlerimi devirip yumuşak bir kahkaha attım. Luke'la buluşmak için Gilhooley’s'e doğru yavaşça yola çıktım.
En sevdiğimiz bardan çok da uzak olmayan bir otopark bulduktan sonra bara girip hızlıca etrafa göz attım. Luke’tan önce gelmiştim.
Paltomu çıkarıp her zamanki yerimize kurularak Luke'a bu gece ne içeceğini sormak için mesaj attım.
Tabii ki tam bir rahat düşkünü olduğu için buzlu Jack Daniels cevabına şaşırmadım.
Luke ve ben, Luke Emlak Yönetimi Departmanı'ndaki Durham Emlak'a katıldığından bu yana, yani son iki yıldır birlikte yaşıyoruz.
Birbirimizi görür görmez ısınmıştık ve arkadaşlığımız zaman içinde çok güçlendi. Luke'a hayatının aşkını kaybetmesiyle yaşadıkları ve kabul edilmemenin verdiği yalnızlık konusunda destek olmuştum.
Karşılığında Luke, nişanlımı asistanıyla birlikte bizim yatağımızda bastıktan sonra kırılan güvenimi kazanmam ve hayatımı yeniden inşa etmem konusunda bana yardım etti.
Luke'u beklerken, siparişlerimizi almak için bara yöneldim. “Her zamankinden mi olacak Trinity?”
“İyi akşamlar Gary, evet lütfen. Ben her zamanki gibi margarita alıyorum. Luke’a da buzlu Jack Daniels.” Gary oturmamı ve içkileri hemen getireceğini söyledi.
Gary'ye teşekkür ettim ve ne olur ne olmaz diye bahşiş bıraktım. Her zamanki yerimize geçmek için arkamı döndüm, önüme bakmıyordum. Birden kendimi o zamana kadar gördüğüm en geniş göğüsle karşı karşıya buldum.
Düşmemek için ellerimi uzatınca, parmak uçlarımın altındaki güçlü kasların hareketini ve hafiften sarhoş edici bir kolonya duyumsadım.
Güçlü parmaklarının kalçalarımı tuttuğunu aniden fark ettim, ikimizin de dengesinin bozulmasını engellemeye çalışmıştı. Hafifçe başımı kaldırıp kişisel alanına girdiğim yabancıya dikkatlice baktım. “Çok üzgünüm…”
Gözlerim onunkiyle buluşunca karşılaştığım büyüleyici yemyeşil okyanuslar karşısında şaşıp kaldım. “Sorun yok bebek, iyi misin? Çok sert çarpmadım ya?”
“Yok yok… Önüme bakmadığım için ben özür dilerim. Benim adım Trinity, kurtardığın için teşekkürler…” Adını söylemesini beklerken ona baktım.
“Stephen. Stephen Gotti. Sizinle tanıştığıma memnun oldum Trinity.”
Aniden hala bu güçlü adamın alanını işgal ettiğimi fark ettim ve bir adım geri gittim. Pek de istemeyerek ellerimi erkeksi göğsünden çektim.
Stephen ellerini nazikçe çekerken, parmaklarını yavaşça kalçalarımdan sıyırdı. Kollarımın her yerinde tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Omurgamdan bir ürperti geçti. Stephen'ın güçlü sesi beni kendime getirdi.
“Sizinle tanışmak bir zevkti Trinity. Ne yazık ki beni bekleyen bazı iş ortaklarım var.”
Ve Stephen'ın bunu söyleyip ilerlemesiyle, nefesi boynuma bir fısıltı gibi çarptı, dudakları konuşurken kulağımı hafifçe okşadı…
“Ama merak etme bebek, çok yakında tekrar görüşeceğiz.” Uzaklaşırken söylediği kulak mememi sıyırıp tüm tüylerimi diken diken etti.
Artan kalabalığın arasında kayboluşunu izlerken olduğum yerde kalakaldım. Bedenimdeki kızarmanın yüzüme doğru çıktığını hissettim.
Kim bu adam?
***
Luke karşımdaki yere oturup Jack Daniels’ını tek dikişte içerken ben hala Stephen'la olan karşılaşmamdan dolayı sersemlemiş haldeydim.
Bir içki daha isteyip istemediğimi sorduğunda pek algılayamadım. “Ha? Ha evet, lütfen.” dedim. Luke tek kaşını kaldırarak iyi olup olmadığımı sordu. “İyiyim canım, zor bir gün geçirdim de. Ama seni görmek iyi geldi.” diye cevapladım.
Luke'a en sıcak gülümsememi atıp göz kırptım. Oturduğu yerden kalkıp yanağıma bir öpücük kondurduktan sonra bara yöneldi.
Barın üst kısmındaki televizyona dalmışım. Birden sanki biri beni izliyormuş gibi hissettim. Yavaşça soluma bakınca Stephen'ı barın sol arkasındaki bir masada her ikisi de oldukça çekici iki adamla koyu bir sohbete dalmışken gördüm.
Diğer adamlar konuşurken Stephen'ın bakışlarının açık açık bana sabitlenmiş olduğunu fark ettim. Vücudumu baştan aşağı süzüp en son direkt gözlerini gözlerime dikti.
Gayet ne yaptığımı bilir şekilde elbisemin kenarıyla oynamaya başladım. Luke'un dönmesini beklerken oturduğum yerde hafifçe dönüp elbisemi hafif yukarı çektim. “Yanaklarını ne bu kadar kızarttı bakalım? Kıpkırmızı olmuşsun.” dedi.
“Hiç. Sadece üzgün olduğumu düşünüyordum hayatım. Son zamanlarda çok yoğunum.”
“Bir de bana sor. Bu hafta altı yeni sevk oldu ve daha çarşambaya bile gelmedik.”
Luke geçirdiği hafta hakkında konuşmaya devam etti. Giriş durum raporu ile çıkış raporu arasında bir yerde olaydan koptum. Dikkatim Stephen'ın kokusuna ve güçlü elleriyle kalçalarımı kavradığı ana kaydı.
“Bu işi bu kadar uzun süre nasıl yaptın ve akıl sağlığını nasıl korudun hiç bilmiyorum. Trinity?”
“Ay pardon! Kusura bakma Luke, bu gece dikkatim çok dağınık.”
“Konuşmak istediğin bir şey var mı?”
“Önemli bir şey yok. Hadi bunları bitirelim, eve götürmek için birkaç şişe ve yiyecek bir şeyler alalım. Bu kıyafetlerden kurtulup rahatlamak istiyorum.” dedim.
“Kızım hani bilmesem bana asılmaya çalıştığına yemin ederdim.” deyince ikimiz de güldük ve içkilerimizin sonunu da bitirdik. Paltomu giymek üzere ayağa kalktığımda tesadüfen sola döndüm ve Stephen’ın tekrar bana kilitlendiğini fark ettim. Çantamı aldım ve Luke ile çıkışa doğru ilerlerken normal görünmeye çabaladım.
Neyse ki Gilhooley's'den üç yatak odalı evimizin arası arabayla sadece on dakika sürüyordu. Eve varınca kapıyı açtım ve topuklu ayakkabılarımı bir çırpıda ayağımdan fırlattım. Ayaklarımda anında bir rahatlama hissettim. “Duş alayım ve şu kıyafetlerimden kurtulayım, sonra akşam yemeği sipariş ederim.”
“Kulağa hoş geliyor bebeğim, sana içki hazırlayayım mı?”
“Kadınları çok iyi tanıyorsun. Yemin ederim bu kadar yakışıklı görünüp, senin kadar mükemmel olup kadınlara bir gram bile ilgi duymamak suç sayılmalı.”
Luke kafasını geriye atıp içten bir kahkaha patlattı. “Yapma yaa! Her fırsatta o güzel kıçına göz attığımı biliyorsun.”
Omzumun üstünden Luke’a arsızca göz kırpıp kalçalarımı salladım ve bir yastık fırlattım. Sıcak, rahatlatıcı bir duş almak için oturma odasından çıkıp doğruca banyoya ilerledim.
Gecenin geri kalanını kanepede her zamanki içkilerimizi yudumlayıp keyifli bir sohbetle taçlandırdık. Sonra da erkenden yattık.
Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!
2
Hafta olaysız bir şekilde geçti ve tüm cumartesi süren Açık Ev etkinliğinin ardından Luke da ben de epey yorgunduk ve gevşemeye ihtiyacımız vardı. Koca bir kadeh şaraptan gecikmeli ve büyük bir yudum almadan önce kendimi kanepeye atıp ayakkabılarımı çıkardım. “Hadi bu gece dışarı çıkalım. Çıkıp dağıtmayalı çok uzun zaman oldu ve ben kesinlikle dans havamdayım.” dedi Luke.
“Bu hafta benin zihinsel açıdan tüketti, çıkmak zorunlu mu?” diye sordum.
“Evet! Beş kedisi olan orta yaşlı bir çiftmişiz gibi davranmayı bırakır mısın?” dedi.
Kedileri hiç de sevmediğimi ve bu lafın beni harekete geçireceğini biliyordu. “Birincisi, asla orta yaşlı bir çift olmayacağız, eğer Will ve Grace'ten bahsetmiyorsan tabii! İkincisi de seninle dans etmeye çıkmak asla sadece dans olarak kalamıyor, illaki çapkınlıkla sonlanıyor gece!”
Luke bu tarz konuşmaya başladıysa başka şansım kalmamıştı. “O zaman hesaplar senden!” diye peşin peşin söyledim.
Kendi yatak odalarımıza doğru giderken soyunup banyoma girdim.
Uzun bir günün ardından sıcak su kaslarımı yatıştırıyordu. Duşun verdiği huzurla şükrettim.
Sonunda suyu kapattım, saçlarımı kuruttum ve saçımı spreyle hafif dalgalandırdım. Normalden biraz daha fazla makyaj yaptıktan sonra işimi bitirip gömme giysi dolabıma yöneldim.
Birkaç dakika düşündükten sonra Luke'un en sevdiği kıyafetlerden birinde karar kıldım, ya da onun deyimiyle 'tüm hatlarımı ortaya çıkaran' kıyafet… Portföy çantamı alıp salona doğru ilerledim. “Luke, hazır gibi misin? Uber çağırayım mı?” diye seslendim.
“Evet, dişlerimi fırçalıyorum. Sen çağır, önce Capulet'e gidelim.” Capulet, Luke'un en sevdiği kokteyl barı olur. Bizi havaya sokmak için de iyi bir başlangıç noktasıdır aynı zamanda. Uber'i çağırdım. Baktım ki hızlıca geliyor, Luke'a acele etmesi için seslendim. Kemerini çekiştirerek aşağı koştu. Kol kola girdik. Uber'imize atlayıp çabucak Capulet'e vardık.
Bara varınca şoförümüze teşekkür ettik. Luke arabadan inmeme yardımcı oldu. İçeri geçtik…
Bar, bir cumartesi akşamına yaraşır şekilde takım elbiselilerle doluydu. Şirket yöneticileri haftalarını Martini veya Tek Malt ile bitiriyor; her zamanki üniversite kalabalığı sugar daddy avlamaya çalışıyor; VIP bölümünde ise gizemli bir kalabalık… Bir de göz teması kurmaya cesaret edemediğiniz müdavimler var tabii. Bazen hayatın bazı anlarında aptal gibi davranmak daha iyidir.
İçkilerimizi sipariş ettikten sonra içkiyle biraz cesaretlenince, yerleşebileceğimiz bir masa aramak üzere mekânı inceledik. Ne yazık ki dışarı çıkmaya son anda karar verdiğimiz için mevcut tek masa VIP bölümüne doğruydu. Bu yüzden mecburen oraya doğru yol aldık. “Valla ben bu gece birileriyle takılmayı planlıyorum.”
Bu benim için sanki sıra dışı bir şeymiş gibi sesli güldüm. “Sanki seni bilmiyorum, seni gidi arsız sürtük.” dedim.
“Kızım eğer bulduysan değerlendireceksin.” derken içkisinden büyükçe bir yudum alıp mekânı taze kanlar bulmak için taramaya başladı. “Hayatım, arkanı dönme ama solunda seni gözetleyen dev bir seksi adam var.”
Gözlerimi devirerek “Luke yapma! Hep böyle söylüyorsun ve genelde bu dev seksi adamlar Peter Pan kompleksi olan orta yaşlı adamlar çıkıyor.”
“Hayır, cidden. Eğer bu iri adam gözlerindeki bu şehvetle bana bakıyor olsaydı, çoktan soyunmuştum. Çantanı masadan düşürüyormuş gibi yap ve saat dokuz yönüne bak, yukarıda VIP bölümünde. Yapmayacağımı söylerken Luke sözümü kesti. “Kızım cidden ya! Bir kez olsun gönlümü yap.”
“Aman iyi tamam Luke.” dedim biraz artistçe. Dirseğimi hafifçe hareket ettirip çantamı yere düşürdüm. Uzanıp almak için eğilirken, Luke'un söylediği yerdeki kalabalığa doğru hafifçe döndüm.
Oradaydı! Gözlerim gözlerine kilitlendi ve dondum kaldım. Stephen Gotti!
Bu hafta başında Gilhooley's’de gördüğüm adam! Daha önce rastladığım bu enfes adamı incelerken keskin bir nefes almaktan kendimi alıkoyamadım.
Mürekkeple kaplı şişkin kasları anında başımı döndürdü. Ellerinin kalçalarımı kavrarkenki hissi ve ne kadar güzel koktuğunu hatırladım.
Bakmam gerekenden çok daha uzun süredir baktığımı fark ettim, gözlerim gözlerine doğru kayarken yanaklarımın kızardığını hissettim.
Bakışlarını hala gözlerime sabitlenmiş olduğunu görünce, çekici dudaklarına küçük bir gülümseme yerleştiğini fark ettim. Şeytani bir göz kırpmayla oturduğum yerde dikleştim. Yakalanmıştım!
Umutsuzca çaktırmamaya çalışırken içkimi aldım ve bardaktakini kafama diktim, yüzümün yandığını hissettim. Bu kadar yüzsüzce yakalandığıma inanamıyordum. “Burası sıcak mı oldu yoksa bana mı öyle geliyor? Bir içkiye daha ihtiyacın var mı? Ben bir tane daha içeyim! Dur bir şeyler getireyim ben.”
Luke’un tek kelime etmesine izin vermeden sandalyemden fırladım, neredeyse masayı deviriyordum. Kalabalığın arasına karıştım.
Güvenli bir mesafede hissettikten ve Stephen'ın insanı hipnoz eden bakışlarından uzaklaştıktan sonra yavaşladım ve derin bir nefes aldım. Zihinsel olarak rahatlamak için kendi kendime moral konuşması yaptım.
Sipariş vermek için barda birkaç dakika sıra bekledikten sonra tam sipariş verecektim ki birinin kendinden emin şekilde sırtıma elini koyduğunu ve bana yaslandığını hissettim. “Hanımefendinin içkilerini hesabıma yaz lütfen Dylan.”
Kimin kendinde böyle bir şey yapma hakkı gördüğünü anlamak için dönünce o güzel yeşil gözlerle ve Stephen'ın için için yanan yüzüyle karşılaştım.
Stephen'ın gözleri nazik bir gülümsemeyle gözlerimle buluştu. Elinin hala sırtımda durduğu yerde daha da yumuşak bir dokunuş hissettim.
Zaten azıcık olan cesaretimi toplayarak elini sırtımdan çekmek için herhangi bir çabası olmayan Stephen'ın yüzüne döndüm. “Teklifin çok hoş Stephen. Jestine teşekkür ederim ama kendi içkimi kendim alabilirim.” dedim.
“Beni hatırlamana sevindim Trinity. İnan bana seninki gibi bir isim ve o güzel yüzü unutamazdım. Ne demek o şeref bana ait. Ne içiyordun?” Stephen bana yaklaştı ve bu güzel adamın kokusuyla bir kez daha sarhoş oldum. Kokusu beni neredeyse ne sorduğunu unutturacak kadar hipnotize etti.
“Teşekkür ederim, ev arkadaşım için bir JD ve kola, kendim için de bir margarita alayım lütfen.” Stephen barmene teşekkür etmeden önce kendi içkisini de söyledi. O içkilerimizi hazırlamak için ayrılırken Stephen'a teşekkür etmek için döndüm. O esnada o da konuşmak için bana eğilmişti.
“Yanındaki adamın sadece ev arkadaşın olduğunu duyduğuma sevindim.” Birbirimize yaklaştık. Artık vücutlarımız birbirine dokunuyordu. Onun sıcak nefesini boynumda hissedebiliyordum. Isı vücuduma yayılırken bayılacak gibi hissettim ve destek almak için Stephen'ın kolunu hafifçe kavradım. “Seni yakında tekrar göreceğimi söylemiştim ama tekrar gördüğümde daha nefes kesici olacağını hiç düşünmemiştim.”
Dudakları kulağımı sıyırıp geçerken göbeğimde bir karıncalanma hissettim. Aniden sıcak bastı… “Çok hoşsun Stephen. İtiraf etmeliyim ki sen de çok yakışıklı görünüyorsun, ama beni daha önce sana bariz bir şekilde bakarken yakaladığına göre sen bunu zaten biliyorsun.”
Stephen'ın gözleri parladı ve dudaklarına muzip bir gülümseme yayıldı, gözleri istemsizce gözlerimle buluştu.
İçgüdüsel olarak kendimi dudaklarımı yalarken buldum Hala sırtımda olan eli, elbisemin incecik kumaşını iyice bastırdı.
“Haddimi aşmak istemem ama, ev arkadaşın ve sen bize katılmak ister miydiniz? Sohbet edip seni daha yakından tanımak isterim Trinity.”
“Luke'a bir sorayım, ama sanırım ben de bunu isterim Stephen.” Cevap verdiğim anda Stephen'ın kolunun sırtımı daha sıkı kavradığını hissettim, şaşırtıcı bir şekilde umursamadım. Bu adamda beni çeken bir şey vardı ve onun hakkında daha fazla şey öğrenmek istediğimi itiraf etmekten kesinlikle utanmıyordum.
Barmen içkilerimizi getirdi. Önce barmene sonra Stephen'a tekrar teşekkür ettikten sonra içkilerimizi alıp Luke’la oturduğumuz masaya yöneldim.
Stephen'ın arkamda yakınımdan yürüdüğünün farkındaydım zira eli sahiplenici bir şekilde sırtımdaydı. Sanki istenmeyen talipleri uyarmak istiyormuş gibi bir hali vardı
Masaya yaklaşırken Luke'un iş yerindeki satış biriminden biriyle derin bir sohbete daldığını gördüm. Tepelerine dikilene kadar bizi fark etmediler.
Luke'un içkisini önüne koyarak dikkatini sohbetten uzaklaştırdım. “Bebeğim, dönmüşsün. Yanındaki bu dev adam da kim? Merhaba, ben Luke. Sizinle tanıştığımıza çok memnun oldum.”
Luke'un açık açık asılmasına gülerek Stephen’ı tanıtmak için kenara çekildim.
“Luke, bu Stephen. Hafta başında Gilhooley's’de seni beklerken tanışmıştık. Stephen, bu da Luke. Benim ev arkadaşım ve aynı zamanda en iyi arkadaşım.”
Luke ve Stephen tokalaşıp memnun olduklarını belirttiler. “Ve Stephen bu da Matt. Matt, satış departmanımızda Luke ve benle çalışıyor.”
Matt, Stephen ve kendisinin önceden tanıştığını, Matt'in geçen yıl Bunya Pine'daki mülkünü Stephen’a sattığını ekledi.
“Seni tekrar görmek ne güzel Matt. Eğer siz beyler de bize katılmak isterseniz, Trinity'yi iş ortaklarımla oturduğumuz yere davet etmiştim.”
“Ben dünden razıyım, hadi geçelim.” Luke çabucak cevap verip ayağa kalktı. İçkilerimizi alıp Stephen'ın masasına geçtik.
Stephen bizi yönlendirmek için elimi tutunca Luke'un beni dirseğiyle dürttüğünü hissettim. Dönüp bakınca hem Luke hem de Matt'in bana göz kırptığını gördüm.
İkisine de göz devirdim. Luke’un dudaklarıyla “At onu yatağa.” dediğini fark ettim.
Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!