logo
GALATEA
(30.7K)
FREE – on the App Store

İki Ateş Arasında

Öksüz kalıp bir koruyucu aileden diğerine geçen Adeline, son dokuz yılını yalnız ve bir sır saklayarak geçirir: o bir kurt kadındır. Farkında olmadan girdiği sürü arazisinde koşu yaparken yakalanır ve kısa zaman içinde kendi türünü bulmanın umduğu gibi olmadığını fark eder. Onu zorla alıkoyan alfa ile karşılaştığında içinde kıvılcımlar uçuşur. Ama onu bir hayduttan farklı bir şey olarak görebilecek midir? Yoksa her zaman onun esiri olarak mı kalacaktır?

Yaş Sınırlaması: 18+

 

İki Ateş Arasında by Vera Harlow is now available to read on the Galatea app! Read the first two chapters below, or download Galatea for the full experience.

 


 

Uygulama, patlayıcı yeni romanlar için en sıcak uygulama olduğu için BBC, Forbes ve The Guardian’dan takdir aldı.

Ali Albazaz, Founder and CEO of Inkitt, on BBC The Five-Month-Old Storytelling App Galatea Is Already A Multimillion-Dollar Business Paulo Coelho tells readers: buy my book after you've read it – if you liked it

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!

1

Özet

Öksüz kalıp bir koruyucu aileden diğerine geçen Adeline, son dokuz yılını yalnız ve bir sır saklayarak geçirir: o bir kurt kadındır. Farkında olmadan girdiği sürü arazisinde koşu yaparken yakalanır ve kısa zaman içinde kendi türünü bulmanın umduğu gibi olmadığını fark eder. Onu zorla alıkoyan alfa ile karşılaştığında içinde kıvılcımlar uçuşur. Ama onu bir hayduttan farklı bir şey olarak görebilecek midir? Yoksa her zaman onun esiri olarak mı kalacaktır?

Yaş Sınırlaması: 18+

Orijinal Yazar: Vera Harlow

Adeline

Kulaklarımda uğuldayan rüzgâr, nemli toprağın karşı konulamaz kokusu ve duyularımı yoğunlaştıran yağmur. Koşarken yanından geçtiğim ağaçların, çalıların ve kayaların bulanık görüntüleri. Yanan ciğerlerim ve ağrıyan bacaklarım.

Gece ayazı ciğerlerime dolarak algılarımı kapadı ve daha ileri gitmeme sebep oldu. Daha hızlı koşmalıydım. Daha fazla zorlamalıydım.

Pençelerimle toprağı kazarken, toprağın pençelerimin altında hareket etmesi hissi yeni bağımlılığım olmuştu. Vücudumu yere yakınlaştırarak kendimi daha hızlı bir şekilde ileriye fırlattım.

Yakındaki bir çalılığın altından bir tavşan kaçtı. Gür kuyruklu hayvanın arkasından koşup, heyecanla havlayarak yuvasına kadar kovaladım.

Ay ışığı, ağaçların arasından sızarak loş ışıkta ormanın gölgelerinin üzerime düşmesine neden oluyordu.

Koşarken bir yandan da belli belirsiz ellerin nemli toprak boyunca uzandığını ve kemikli parmaklarıyla kuyruğuma dokunduğunu hayal ediyordum.

Kıvrak bedenimi ağaçların arasında büktüm, bu formumun sağladığı çevikliğin ve becerinin tadını çıkardım. Yere düşen bir kütüğün üzerinden atladım ve sonra küçük bir açıklığa varana kadar ayın soluk altın parıltısıyla yarıştım.

Açıklığa ulaştığımda, yumuşak çimlerde oturmadan önce tempomu düşürerek yavaşladım.

Nefes nefese kalmıştım. Soluklanmaya çalışırken, zaten son derece güçlü olan hayal gücümü sık sık harekete geçiren gök cismine bakıyordum.

Ay'da her zaman beni içine çektiğini hissettiğim bir şey vardı. Hayatım boyunca, herhangi bir doğaüstü gücü olmadığı öğretilse de ben her zaman öyle olduğuna inandım.

Şu anda oralarda aşağıya doğru bana bakan, bana rehberlik eden bir gök tanrıçası olduğunu düşünmek hoşuma gidiyordu.

Ayrıca, bana büyüye ve tanrıçalara inanmanın yanlış olduğunu öğreten insanlar, gerçek varlığımı şiddetle inkâr edenlerle aynı kişilerdi.

Keşke beni şimdi görebilseydiler.

Uzanarak, yukarı bakarak yıldızları incelemeye devam ettim. En son ne zaman böyle bir gecenin tadını çıkarma fırsatım olduğunu hatırlayamadım.

Kasabada bu kadar çok yıldız göremezdiniz. Çok sayıda ışık yıldızların parlaklığını gölgelerdi.

Dürüst olmak gerekirse, öyle olmasaydı bile çoğunu göreceğimden şüpheliydim. Sıklıkla pek çoğumuzun olduğu konuda ben de kabahatliydim. Genelde durup yukarı bakmak için sabırsızlanıyordum.

Aklım başımdan gitti ve günün beni getirdiği yere hayret ettim. Şu anda evde olmalıydım.

Bugün alışverişe gitmiştim ve eve dönüş yolunda dur levhasında durmuştum. Önümde büyük yeşil bir tabela vardı.

Sağa dönüp eve gidebilirdim ya da soldaki ağaçlarla kaplı vadiye doğru yol alabilirdim.

O anda sola dönüp hiç durmadan uzaklaşmak için duyduğum bu karşı konulmaz dürtü beni ele geçirmişti. Bir saniye içinde direksiyonumu ormana doğrultmuş ve ayağımı gaza basmıştım.

Her şeyi geride bırakıp kendi macerama başlayacağımı hayal etmek çok eğlenceliydi. Arkamdaki hiçbir şey önümdeki kadar önemli değildi.

Eğlenceliydi ama bunun bir yalan olduğunu biliyordum. Az önce bırakmak zorunda kaldığım yere gelmek için çok çalışmıştım. Ancak her ne kadar aksine inanmak istesem de orada benim için hiçbir şey olmadığını biliyordum.

Bulunduğum yerde sahip olamadığım hiçbir şeye.

Yine de oyuna devam ettim. Daha önce hiç böyle bir şeye cesaret etmemiş olduğumu hiç umursamadan daha uzağa sürdüm.

Dikiz aynamdan gördüğüm gün batımı beni endişelendirmiyordu. Canavarlar artık bir yaşındayken olduğu kadar korkutucu değildi. En azından kendime söylediğim buydu.

İçimde derinlerde özgür olabilmek için doyumsuz bir dürtü vardı. Öyle güçlüydü ki korkuyordum. Aylardır koşmamıştım ve bu yüzden içimdeki canavar hareketsiz kalmıştı. Ta ki şimdiye kadar.

Kontrolü devralmak istedi. Buna çok fazla ihtiyaç duyduğunda bana fısıldayarak söz verdi. Bana gücü fısıldadı. Artık korkmak zorunda kalmayacak kadar büyük bir gücü.

Bilgeliği, sezgileri ve bağlantısı için söz verdi, ki bunu sadece pençeleri ile yumuşak toprağı kazıyarak yapabiliyordu.

Sonra kontrolü ele alarak tek bir bütün olmayı vaat etti.

Kendi içimde bir bütün olma fırsatını kabul ettim.

Uzun zamandır yarı dolu bir gemiydim. İçime akıp beni tamamlayacak ve olduğum kadından, olmayı hak ettiğim güzel kadına dönüşmemi sağlayacaktı. Fısıltılarına sıkı sıkıya tutundum.

Küçük şeylerdi ama ağır hissettiriyorlardı. Yoldan çıkarken neredeyse hiç yapmadığım bir şey yaptım: Garip bir yerde tedbiri elden bıraktım.

Soyundum, arabamın anahtarlarını arkadaki stepneye sokuşturdum ve kurduma dönüştüm.

İçimdeki kadının çekilip, kurdun ortaya çıkmasına izin verdim. Bir zamanlar tenimin olduğu yerden kalın tüyler çıktı, tırnaklarım pençe haline geldi, ellerim ve ayaklarım pençem oldu.

Faturaların, ev işlerinin ve hiç bitmeyen programların sessizliği çılgın kalp atışlarına, koşuşturan ayaklara, kuşların ıslıklarına dönüştü.

Rüzgârın yaprakların arasından kıvrılıp, ayağımın altındaki çimlerden kayarak yaptığı müziği duydum.

Bu duygunun ne kadar harika olduğunu gerçekten unutabilir miydim? Dünyanın ne kadar güzel olduğundan gerçekten habersiz olabilir miydim? Yoksa kendime yalan mı söylemiştim?

Kendime, bu yönümün beni anormal yaptığı gerçeğini saklamanın o kadar da iyi olmadığını söylüyordum.

Oynamam gereken role uyum sağlamadığımdan dolayı kendimi cezalandırmanın o kadar da iyi olmadığını…

Doğaya sadece parmaklıklar ardında kilitli ve camın arkasında güvende olduğunda tapan doğaüstü bir şey olduğum için.

Ani bir esinti beni ayağa kaldırdı. Rüzgâr kürkümü gıdıkladı ve vücudum sertleşti.

Başka birinin varlığının kokusunu aldığımdan emin olmak için burnumu gökyüzüne kaldırdım. Sadece bir varlık değil, çok daha fazlasıydı.

Hepsi farklı kokuyorlardı ama aynı türdeydiler. Burun kıvırdım. Aklım karıştı. Daha önce hiç böyle bir şeyle karşılaşmamıştım.

Bir yanım meraktaydı, neyin kokusunu aldığımı bilmek istiyordum. Diğer yanımsa gergindi. Yabancı bir bölgede bilinmeyen bir tehditle yüzleşmeye hazır değildim.

Koku giderek daha da güçlendi ve yine koşma zamanının geldiğini biliyordum.

Açıklıktan ayrılarak, yeni devrilen bir ağacın çalılarının içinden geçtim. İki yanımdaki çalılıkların arasından küçük hayvanlar yeşil parıltılı gözleriyle bana baktılar.

Geceye ait bakışları bana hayalet ışıklarını hatırlattı ve beni ağaçların derinliklerine yönlendirdi. Omurgama giren ürkütücü soğuktan titreyerek, hızlı bir şekilde koştum.

Boynumdaki tüylerin etrafında hayalet parmaklar dolaşıyormuş gibi hissettiren pruva rüzgarını görmezden gelmeye çalıştım.

Kokudan uzaklaşırken, onların yolundan uzaklaşmak umuduyla batıya doğru gitmeye çalıştım.

Belki de sadece avlanıyorlardı. Eğer avlarını bölmeseydim ve bölgeye girmeseydim, belki bana dokunmazlardı.

Koşarken yerdeki işaretlere dikkat etmeye çalıştım. Arabama nasıl döneceğimi hatırlamam gerekebilirdi.

Şu ana kadar sahip olduğum tek şey ağaç, ağaç, çalı, ağaç, ağaçtı. Tam da bu sebeple kaybolacağımdan ve çıkış yolumu bulmak için günlerimi harcayacağımdan korkuyordum.

Bir kayanın üzerinden atlarken, sahip olduğum zarif güce hayret ettim. Tanrım, bunu nasıl da kaçırmıştım.

Birkaç dakika koşmaya devam ettim, ama yine de kokudan kurtulamamıştım. Batıya doğru devam ederek hızımı korudum, o araziden bir hayvanla uğraşmak zorunda kalmak istemiyordum.

Bunu kesinlikle kaçırmamıştım. Bir şekilde hala yaklaşıyordu. Kısa süre sonra başka bir koku daha aldım. Bu seferki önümdeki ormandan geliyordu.

Daha önce duyduğum kokuya benziyordu. Kokuları tuhaf olmasına rağmen, kurtların kokusunu aldığımdan emindim.

Bu neydi? Bir sürü mü? Vahşi kurt sürülerinin bu kadar büyük olabileceğini bilmiyordum.

Genelde yalnız bir kurt bana yaklaşmayı hayal bile edemezdi. Ben onlardan çok daha büyük ve güçlüydüm.

Yine de sürü halinde çok daha cesurlardı. Normalde onlar benden, ben de onlardan sakınırdım.

Kurtlar inanılmaz derecede bölgesel hayvanlardı, bu yüzden kokularını aldığımda, onları kızdırmak istemeyerek bölgeyi hızlı bir şekilde terk etmeye çalıştım.

Normalde işime yarayan bu taktik bu sefer başarısız oluyordu.

Koku artık her yerdeydi. Etrafım sarılmış gibi hissederek, sola keskin bir dönüş yaptım. Güçlü bacaklarım üzerlerine yük bindiği için ağrıyordu.

Daha hızlı, daha hızlı gitmem gerekiyordu. Bu hızda daha ne kadar koşabileceğimden emin değildim.

Koşan pençelerin ve kırılan dalların yumuşak sesi duyulurken kulaklarım seğirdi. Sıçtım. Arkamdaki karanlıktan bir homurtu geçti.

Beni avlıyorlar! İçgüdülerim devreye girmeden önce zihinsel olarak çığlık attım. Düşüncelerim uzaklaştı ve içimdeki hayvan kontrolü devraldıkça duygularım uyuştu.

Bu olduğunda nefret ettim. Bir yabancı kafama silah dayarken araba kullanıyormuşum gibi hissettim.

Hala sürüyordum ama gerçek bir kontrolüm yoktu. Kendi hikayemde anlatıcı olmuştum.

Ben katılımcıydım, etkinliği başka bir yerden izliyormuşum gibi hissediyordum.

Koşan pençelerin gök gürültülü sesini duydukça ve etrafımdaki ağaçlardaki değişen formları gördükçe, kalbim umutsuzluğa kapıldı.

Artık daha fazla koşmayacaktım. Durdum. Vücudumdaki tüyler diken diken oldu ve dişlerimi ortaya çıkarmak için dudaklarım açıldı.

Başımı eğip hırlayarak mesajımı açıkça belirttim. Benimle uğraşma. Benimle dövüşmeyi seçerlerse onları sadece acının bekleyeceğini anlamaları gerekiyordu.

Büyük gri bir kurt ağaçlardan bana doğru saldırdı. Kaçtım.

Saldırıdan sonra kendini toparlayarak bana doğru birkaç adım attı, tüyleri diken dikendi ve jilet gibi dişleri tükürükle parlıyordu.

Başka bir kurt sırtıma vurarak yanımdan çarptı. Karın kısmımın açığa çıkmasını istemediğim için bacaklarımı kullanarak onu üzerimden itmeden önce onu acımasızca boynunun kenarını ısırdım.

Başımı aşağıya indirip hırladım ve homurdandım. Bana saldıran son kurdun bir parçasını açık çenemden sallarken ağzımdan kanlar aktı.

Büyük kurt tekrar saldırdı, arka bacağıma yapıştı. Onu hazırlıksız yakalayarak kendimi dişlerimle omzuna sabitlerken acıyla havlayıp büküldüm.

Adrenalin patlaması onu vücudumun üzerinden atmamı sağladı. O anda kontrolün kurdumda olduğu için mutluydum.

Ağaçların derinliklerinden bir ses duyuldu.

“İndirin ama öldürmeyin. Canlı olarak getirilmesini istiyoruz.”

İnsan mıydı? Beni götürecekler miydi? Nereye? İnsanlar tarafından mı avlanıyordum? Bu kurtlar onlardan mı emir alıyorlardı?

Etrafa baktığımda bu kurtların sıradan kurtlardan çok daha büyük olduğunu fark ettim. Onlar acaba …

Aniden sol omzumda düşüncelerimi durduran bir bıçak acısı hissettim. Sırtıma bir kurt atlamıştı, ağırlığı ve yaşadığım şok beni yere düşürmüştü.

Çenem kopacakmış gibi saldırgandan bir parça almaya çalışırken kafamı yana doğru döndürdüm. Ağzı ulaşamayacağım bir yerde kalmıştı.

Kafasını keskin bir şekilde geriye çekti, dişlerini omuz kaslarıma daha derine soktu.

Ayağa kalkmaya çalıştığımda, kurt uyarır gibi omzuma baskı yaptı ve niyetini gösterir gibi pençesini sırtıma koydu.

Diğer kurtlar etrafımı sardı, başlarını eğik ve dişleri açıktı.

Koyu saçlı bir adam aralarından yürüdü. Yanımda dikilirken, kokusunun etrafımı saran kurtlar tarafından maskelendiğini fark ettim.

Tüm kaslarıyla kocamandı. Elinde parlak bir şeyle bana doğru eğildi. İnsan tarafım ne olduğunu fark etti.

Bir şırınga. Eğildi ve ben de panikleyerek mücadele etmeye başladım, kurtulmaya çalıştım.

Bana ne yapacaklardı? Öldürecekler miydi? Derslerinde incelemek üzere beni parçalara mı ayıracaklardı? İçimden korku fışkırırken kalbim yerinden fırlayacaktı.

Kurdum yavaşça geri çekiliyordu. Yavaş yavaş kontrolü ele geçiriyordum, bu da duygularımın tam güçle geri geldiği anlamına geliyordu.

Omzumdaki ağrı keşfedilme korkusuyla uyuşmaya başlamıştı. Başka bir acı, boynumda bir sıkışma hissi olarak geldi ve gitti ve kendimi zayıfladım hissettim.

Üzerime garip bir his gelene kadar savaştım. Kürkümün ete dönüştüğünü, kurdun dişlerinin omzumun daha da derinlerine battığını hissedebiliyordum.

Bağırdım. O da tutuşunu küçülen bedenime uyacak şekilde ayarladı ama yine de beni serbest bırakmadı.

Sonraki adımda, kemiklerimin çatırdadığını duyabiliyordum. Histerinin eşiğinde panik içinde dönüşmeyi denedim.

Zoraki dönüşümümün acısı çok şiddetliydi. Başka bir acı dalgası vücudumu sarsarken kıvrılmaya çalıştım.

Sıkılmış yumruklarım açılmadan önce titredi. Parmaklarım açıldı ve tutunacak bir şey arar gibi toprağın üstünde dolaştılar.

Kemikler çatırdarken ayaklarım toprağa saplandı, sanki beni olduğum yerde tutabilirmiş gibi çaresizce kendilerini toprağa gömdüler.

Pençelerim, el ve ayak parmaklarımdaki narin derinin altına geri çekildi ve normal insan uzunluklarına geri döndüler.

Sırtım genişledikçe omurgam açıldı ve omurlarım yerleşti. Ani sarsıntılı hareket neredeyse beni kurdun çenesinden ayırdı.

Dönüşümüm omzumdaki açık yarayı yırtıyordu. Acı dayanılmaz olmaya başladığında çığlık attım.

Omzumda duran kurdun nefesi kesildi ve beni hareket edememem için tekrar kenetlendi.

Lütfen bırak gideyim! İçgüdüsel olarak bağırdım.

Kurt sızlandı.

“Dönüşümünü tamamlayana kadar onu serbest bırak,” dedi adam sanki beni duymuş gibi. Yanımda bitivermişti.

Ne yaptığımı biliyordu. Onların önünde dönüşüyordum ve bunu durdurmaya mecalim yoktu.

Kurt üst vücudumu omzumdan tutarak kavramıştı, bu yüzden beni serbest bıraktığında, sert orman zeminine düştüm.

Omzum serbestçe kanamaya devam ederken kir ve çam iğnelerinin kanla kaplı sırtıma ve karnıma yapıştığını hissedebiliyordum.

Kendi kanımın kokusu o kadar güçlüydü ki, serbest kalmak için savaşan bir safra dalgasını ağzımdan geri döndürdüm.

Yutkunduğumda dişlerim küçülüp körelirken ağzımı bir anda boş hissettim. Burnum dönüşürken sızlandım. Burnum ve ağzım insana dönüştü.

Çenem en son aşamada acı verici bir şekilde yerine oturdu.

Nefesim kesildi ve kendimi yukarı çekmeye çalıştım, ama düştüm, artık hareket edemiyordum.

Ateşli vücudumun üzerine gelen soğuk gece havası iyi hissettirdi ve üzerimdeki gözlerin farkında olarak kıvrılmaya çalıştım.

Kurtlar etrafımda hırladı ve daha yakına geldiler. Gözümün önünde durduklarında sadece ayaklarını görebiliyordum.

“Geri çekilin. O artık bir tehdit değil,” dedi adam.

Onu daha iyi görmek için kafamı hareket ettirmeye çalıştım ama sadece bir santim kadar kaldırabildim.

Kir ve küçük çakıl taşları, sonsuz gözyaşı selimle ıslanan yüzüme yapışırken yüzümü kirli hissettirdi.

“Jeremy, bu haydudu tanıyor musun?” diye seslendi adam.

Karanlıktan başka bir adam bana doğru hareket etti. İlk adam yanımda eğilirken nefesim normale döndü.

Eli yüzüme yaklaşıp sızlanırken gözümü kırptım.

Adam beni incitmeden yanaklarımı sıkıca tuttu ve Jeremy'nin daha iyi görebilmesi için yüzümü çevirdi.

Jeremy yanımda dikildi. Yüzüne düşen gölgeler, hatlarını anlaşılamaz hale getirmişti. Daha yakından bakmak için diğer tarafımda diz çöktü.

Kendime doğru daha sıkı kıvrılmaya çalıştım, ama sadece hafifçe hareket etmeyi başarabildim. Altımdaki toprak bedenimi ısırmaya başlamıştı ama hislerim kaybolmaya başlamıştı.

“Sakin ol, küçük haydut. Bu gece kimse sana zarar vermeyecek,” dedi Jeremy, saçımı yüzümden iterken. “Onu tanımıyorum. Kayıtlarımızda olduğunu sanmıyorum.”

Kayıt? Haydut? Etrafımdaki dünya yok oluyordu ve bazı şeyleri anlamak giderek zorlaşıyordu.

Yakalanmayı gittikçe daha az önemsemeye başlamıştım.

“Bu nasıl mümkün olabilir? Bölgedeki bütün haydutlar kayıtlarda yer alıyor,” dedi diğer adam.

“Sadece buradan geçiyor olabilir Patrick.”

“Sanırım öğreneceğiz,” diye cevap verdi Patrick denen adam. “Onu doktora götürmezsek asla bilemeyebiliriz. Her yeri kanıyor.”

Patrick ayağa kalktı ve rahatladım.

Tekrar görüş alanıma girdiğinde çekip gideceğini sandım. Fışkıran yarama bir şey bastırdı ve kanı durdurmak için baskı uyguladı.

Ani baskı altında tısladım, ama her şey uyuştukça, çok rahatsızlık vermemeye başladı.

“Bunu tut” dedi Patrick ve kumaşı bana bastırırken Jeremy'nin karanlık yüzünü tekrar gördüm.

Titreyen bedenimin üzerine bir şey örttü. Kokusu yanımda duran adama benziyordu. Büyük, sıcak eller altıma doğru kaydı.

Patrick beni kollarına kaldırırken fısıldadı. “Güçlü ol.”

Ani hareketiyle gözlerimin önünde yıldızlar parladı.

Vücudum Patrick'in çıplak göğsüne yerleşti ve beni ceketiyle örttüğünü ve kanamamı durdurmak için gömleğini kullandığını fark ettim.

Çıplak olduğumu hatırladım ama artık kendim bile önemsemiyordum. Karanlık, gözlerimin üzerinde fırtına bulutları gibi hareket ederken görüşüm beni yüzüstü bırakıyordu.

Patrick yürümeye başladığında bunu hissedebiliyordum ve adamların konuşmalarını duyabiliyordum, ama kısa sürede sesleri durağanlaştı.

Gözlerimi daha fazla açık tutamazdım. Gözlerimin kapanmasından önce gördüğüm son şey gökyüzünde duran aydı.

 

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!

2

Adeline

Uyandığımda etrafım garip yüzlerle çevriliydi. Çeşitli yüzler görüş alanına girip çıkıyordu. Sırt üstü yatıyordum. Gözümü açtığımda üzerimdeki parlak beyaz ışık beni kör etti.

Muhtemelen beyaz ışıktan ötürü yanıyor gibi hissederken tüm vücudumu ters çevirmeye çalıştım.

“Uyanıyor! Onu tut!” diye bağırdı bir kadın.

Birkaç kol beni dört taraftan yakaladı, kalkmamı engelledi.

“Of. İyileşmiyor! Çok kan kaybediyor!” Aynı kadının hüsran dolu sesi kulaklarımda çınladı.

Yanımda sinir bozucu bir bipleme sesi başladı. Bu çok garipti. Kalbimle aynı ritimdeydi. Bir parçam bunun neden olduğunu bilmem gerektiğini hissediyordu.

O anda sadece vücudumun yarısı buradaymış gibi hissettim. Diğer parçam uzağa gitmişti. Rahatsız oldum, beni tutan kollara karşı mücadele etmeye çalıştım.

Bir parçam kayıptı ve bu insanların onu alıp almadıklarını ya da geri getirmeye çalışıp çalışmadıklarını bilmiyordum.

“Jeremy! Onu tutmak için yardımına ihtiyacım var!” diye yeniden bağırdı aynı kadın.

Kanlı paçavralarla dolu bir kâseyi üzerimde yukarıya doğru kaldırdılar.

Başım artık hareket etmek istemediğine karar vermişti. Onu görüşümden çıkana kadar izledim ki benden sadece birkaç santim ötedeydi.

“Ona ne verdin? Şimdiye kadar iyileşiyor olmalıydı! Bazı haydutların o kadar güçlü olmadığını biliyorsun,” diye sordu.

Tanıdık bir ses cevap verdi, “Bu güçlü. Onun dövüşmesini görmeliydin.”

O ses. Daha önce duymuştum, değil mi? Emin olamadım çünkü kulaklarımda doğal olmayan bir çınlama vardı.

Arkamdan uzanan birisi eline aldığı sıcak bez parçası ile yüzümü temizlemeye başlamıştı. Aynı kişi boynumu ve göğsümü de temizledi. Yaralı olmayan omzuma geçtiler.

“O eşleşmemiş,” dedi birisi.

Yine o ses. Bu da ne demek oluyordu?

Neden nerede olduğumu hatırlayamıyordum? Kötü bir şey olmuştu ve şimdi buradaydım.

“Hey! Orada bekle, küçük haydut! Doktor, sanırım onu kaybediyoruz.”

Beni kaybetmek mi? Bir parçamı çoktan kaybettiğimi bilmiyor mu? Bilmesi gerekiyordu. Onun alınmasına yardım etmişti. Işık yeniden kararmaya ve gözlerim kapanmaya başladı.

Çınlama sesi tıpkı benim gibi kayboldu.

Gözlerim yavaşça açıldı. Işıklar sönüktü ve nedense daha parlak olmaları gerektiğini düşündüm.

Daha önce de vardı. Daha önce? Buraya daha önce gelmiş miydim? Tüm vücudum ağırlaştı. Kollarımı hareket ettirmeye çalıştım ama yapamadım.

Parmaklarım hareket ediyordu ama kollarımı kaldıramadım.

Başımı çevirerek koluma baktım. Garip bir açıda tutularak, kol askısına bağlanmıştı.

Bileğime tüpler bantlanmıştı. Tüpleri takip ederek, tepeye asılı bir serum torbası gördüm. Kafamı diğer tarafa çevirmek için çok çabalamam gerekti.

Karşı kolum da benzer şekilde bağlıydı, kollarım iki tarafımda sıkışmış durumdaydı.

Bacaklarımı hareket ettirmeye çalışırken de aynı şeyi hissettim. Ayak parmaklarımı oynatabiliyordum ama bacaklarımı oynatamıyordum.

Endişelenmem gerekirdi ama pek fazla önemsemedim. Bunun kötü olduğunu biliyordum ama hiçbir şey hissedemedim.

“O nasıl?” Odanın bir yerinden bir ses geldi. Bir erkek sesi.

“Deltoid kası yırtılmış ve sefalik damarı kesilmiş. Isırık radyal sinire oldukça yakındı, bu yüzden doğru iyileşmezse sinir hasarı olabilir.

“İyileşmiyordu. Dokuları birkaç saat önce yavaşça kaynaşmaya başladı. Bunun dışında durumu sabit görünüyor,” diye cevap verdi bir kadın kızgın bir sesle.

Benden mi bahsediyorlardı? İyileşmiyor muydum?

“O ilacı asla kullanmamalıydın. Hala deneysel aşamada,” dedi kadın, adama cevap verme şansı vermeden.

Birisi, zannederim adam, iç çekti.

“Hasarı en aza indirmek için iyi bir yöntem olacağını düşünmüştüm. Bizimle sessiz bir şekilde gelmeye niyeti yoktu. Kız bir savaşçı. İğne yapmamıza rağmen hala mücadele ediyordu,” dedi.

Benim hakkımda konuşuyor olmalıydılar.

“Aracını bulduk” diyen farklı bir ses, odadan içeri girdi. “Görünüşe göre buranın bir saat doğusunda yaşıyor.

“Onu nasıl kaçırdık?” diye sordu ilk adam.

“Bilmiyorum. Birkaç yıldır orada gibi görünüyor,” dedi ikinci ses.

“Birkaç yıl mı?” diye sordu ilk adam yeniden. “Şimdiye kadar kimse tarafından fark edilmediğine inanmak zor.”

Ayak seslerinin yaklaştığını duydum. Kimin geldiğini görmek için kafamı çevirmeye çalıştım ama hangi yönden geldiklerini anlayamadım. Her şey yankılanıyordu.

“Uyandı, ama hala çok kötü. Siz beylerin bu gece cevaplarınızı alacağınızdan şüpheliyim,” diye bilgi verdi bir kadın sesi.

Sıcak bir el kafamı okşadı.

Elini koluma doğru indirirken bana fısıldadı.” Şu anda çok daha iyi görünüyorsun.”

Başımı serum torbasının bağlı olduğu elime doğru çevirdim. Beyaz ceketli, mavi önlüklü, siyahlı beyazlı örgüsü arkasından aşağı uzanan yaşlı bir kadın gördüm.

Elinde bir şırınga olan mavi eldivenli bir el serum tüpüme doğru uzandı. Şırıngayı soktu ve sonra serum tüpünü açtı.

Birkaç saniye sonra, damarlarımda soğuk bir yanma hissi hissettim. Derin bir uykuya dalarken sıcak bir el kafamı okşamaya devam etti.

Üşümüştüm. Gerçekten ama gerçekten, soğuktu.

Vücudum ağrıyordu ve soğuk daha çok ağrımasına neden oluyordu. Ayılırken göz kapaklarımdan süzülen ışığı engellemek için gözlerimi sıkıca kapadım.

Isınabilmek için örtümü tutup çeneme doğru çektim. Yüksek sesle metalik bir patlama sesi beni uyuşukluğumdan çıkardı ve tam anlamıyla kendime geldim.

Gözlerimi açtığımda, kör edici parlak beyaz ışıklar başımı ve gözlerimi acıttı.

Elimle gözlerimi kapatmaya çalıştım, ama kolumu kaldırırken, omzumdan aşağı ve koluma doğru bir ağrı girdi ve aniden durdum.

Acı hissi olanları fark etmeme sebep oldu. Yakalanmıştım. Peki buraya nasıl geldim?

Önceki geceden sadece ufak tefek şeyler hatırlıyordum Yine de yakalandığımı net olarak hatırladım. Oturdum, kendimi gidebildiğim kadar geriye doğru ittim.

Sırtım soğuk ve sert bir şeye çarptı. Etrafa baktığımda, büyük metal kapılı küçük bir beton hücrede olduğumu fark ettim.

Kapının içinde küçük dikdörtgen bir pencere vardı. Hücre büyük floresan ışıklarla iyi bir şekilde aydınlatılmıştı. Üzerinde inanılmaz ince bir yatak olan küçük bir metal yatakta yatıyordum.

Aynı zamanda tamamen çıplaktım.

İnce battaniyeyi kendime çekerken nefesim hızlandı. Elimden geleni yapmaya çalıştım ama ince çarşaf sinirlerimi rahatlatmakta hiçbir işe yaramıyordu.

Ayrıca beni soğuktan korumaya da yaramıyordu. Ürkek bir şekilde, kolumu tekrar kaldırmaya çalıştım. Omzum ağrımaya başlamadan önce kolumu sadece uzatabildim.

Yaramı incelemek için o tarafa döndüğümde birinin onu temizleyip bandajladığını fark ettim. Çıplakken. Çıplak ve bilinçsizken.

Yanaklarım alev aldı. Tecavüze uğramış ve korkmuş hissettim ve sadece eve gitmek istedim. Bu hala bir seçenek miydi?

Bu insanlar ne olduğumu biliyor olmalıydılar. Tekrar dönüştüğümü görmüşlerdi. Benim peşimde olup olmadıklarını başından beri biliyor olmalıydılar.

Benimle ne yapacaklardı?

Ani ayak sesleri beni düşüncelerimden kopardı. Battaniyeyi daha sıkı bir şekilde etrafıma çekerken, kafamda milyonlarca senaryo belirdi, hiçbiri iyi senaryolar değildi.

Dehşete düştüm, ayak sesleri kapımın önünde durdu ve bir adam pencereden bana baktı. Hissettiğim kadar korkmuş görünmemeye çalıştım.

Korkunç görünüyorum, diye düşündüm. Kirli görünüyorum.

Kapı açılmaya başladı ve dudaklarımdan küçük bir çığlık kaçtı. İçimden inledim. Bu kadarı çok fazla.

Çok iri, çok bronz bir adam girerken battaniyeyi çeneme kadar çektim.

Tamamen kastan oluşuyordu ve burada başka bir yerde olsaydım şu an verdiğimden çok daha farklı bir tepki vereceğimi biliyordum.

Arkasından kapattığı kapıya baktım. Beton duvarlar ve daha fazla floresan ışıktan başka bir şey görmedim.

O bana bakarken ben de aklımda bir tür oyun planı yapmaya çalıştım. Bir şekilde anlamlı olabilecek bir bahane bulmaya.

Kendimi bu adama, kurttan kadına dönüştüğümü görmediğini konusunda ona açıklamaya çalışırken düşündüm.

Tamamen normal biri olduğumu ve bunun inanılmaz derecede yasadışı olduğunu, bu yüzden hep beraber gülüp evlerimize dağılmamız gerektiğini söylerken düşündüm. Yüzündeki sert ifadeye bakılırsa bunun olmayacağını söyleyebilirdim.

Adam bana baktı. Yüzünde hem tiksinme hem de acıma dolu bir bakış vardı. Ona baktım, yüzü bana bir şeyler hatırlattı.

Ormandaki adamlardan biri miydi? Metal kapıya yaslanarak kollarını tehditkâr bir şekilde esnetti. Dehşete kapılmış olsam da gözlerimi devirme dürtüsüyle savaşmak zorunda kaldım.

Tamam. Kocamansın ve korkutucusun ve muhtemelen kahvaltıda yavru tavşancıklar yiyorsun. Anladık.

Son olarak, mini silah şovu bittikten sonra, “Dönüştün ve sürü bölgesinde koşuyordun. Ne yapıyordun ve diğerleri nerede?” dedi.

Birkaç kez gözümü kırptım, biraz şaşırdım ve biraz da sıkıştım. Dönüşebildiğimi kesinlikle biliyordu.

“A-affedersiniz, ne?” Elimden geldiğince kibar ve düzgün bir şekilde sordum. Yemin ederim ses tellerim bile titriyordu.

“Topraklarımızda dönüşüm geçirdin ve bir şeylerin peşindeydin. Görevin nedir, kiminlesin ve diğerleri nerede?” diye soran adam, şimdiden sinirli gibi görünüyordu.

Aniden lisedeyken sınıfa gidip hiç çalışmadığın bir sınava girdiğinde gördüğüm o rüyalardan birinde olduğumu hissettim.

“L-lütfen. Hiçbir görevim yok. Dönüştüm mü? Diğerleri mi? Kaçırıldığımda yalnızdım,” diye cevap verdim. İçimde yanmaya başlayan ani öfkeyle mücadele ettim.

Adam kendini arkasındaki duvardan çekip bana doğru yürürken neredeyse bağırıyordu.

“Kurt şeklini alıp bizim bölgemizde koştuğunu gördük.. Biz de dönüşüp peşinden koştuk. Ne yaptığını biliyorsun. Şimdi bana burada ne yaptığını söyleyeceksin, yoksa ben senden söke söke alacağım!”

Sesi serin beton duvarlardan sekti. Her kelimesinde ürktüm. Sesi ciddi geliyordu ama nedense tek bir şeye odaklanabiliyordum. “Biz de dönüştük,” demişti.

Bu demek oluyor ki…?

Adamın dişleri uzadı ve ben de korku ve merak içinde dişlerine baktım. Ayağa kalktım ve ağzına doğru tereddütle bir elimi uzattım.

Adam hırladığında kendimi durdurdum. Adamın yüzünde şok edici bir ifade vardı, tepkime şaşırdığı açıktı.

“Sen de mi yapabiliyorsun? Dönüşüyor musun?” Onunla aynı yüz ifadesiyle hafifçe burun kıvırdım.

Bir adım geri çekilerek, bana tekrar baktı. “Evet,” diye yumuşak bir şekilde cevap verdi, ne yapacağından emin değil gibiydi.

“Burada ne yapıyordun?” diye tekrar sordu, hala yumuşak bir ses tonu kullanıyordu.

“Sadece koşmak istedim,” diye dürüstçe cevap verdim.

Netleşmeye çalışarak kafasını salladı. “Sen bir haydutsun. Yalnız mısın, yoksa genellikle başkalarıyla mı koşarsın?”

Bu sefer geri adım atan bendim. Battaniyemi tutan ellerim, aniden artan çaresizlik ve öfke ile titriyordu.

Duygusal olarak öfkeleniyordum, kurdum içimde tepiniyordu, bu hücreden çıkmak için savaşmak istiyordu, hayatta kalmak istiyordu.

Bu zaten hissettiğim her şeyi daha da kafa karıştırıcı hale getirdi.

“Dinle. Haydut nedir bilmiyorum. Arazinize izinsiz girdiğim için üzgünüm ama bu sana canın ne isterse onu alma hakkını vermez.”

Daha sert titremeye başladım ve sessizce bu adamı kızdırmamak için dua ettim, ama bu noktada kontrol sadece kısmen bendeydi.

“Kimseyle birlikte koşmam.Ben yalnızım. Sadece ben varım. Benim gibi biriyle hiç karşılaşmadım.”

Beni aşağıdan yukarıya aradıktan sonra adam oradan ayrılmak için döndü.

“Bekle!” diye bağırdım çaresizce. “Lütfen, burası neresi? Eğer bir laboratuvar ya da onun gibi bir şeyse, ben buraya ait değilim. Ben kimseye zarar vermedim. Lütfen. Kimseye söylemeyeceğim. Bırak da eve gideyim.”

Gözlerim küçük yaşlarla doldu. Kurdum çok öfkeliydi. Ona boyun eğmenin zamanı değildi. Adam yumuşak gözlerle bana baktı ve kapıdan çıktı.

Yatağıma çökmeden önce bir an durup kapıya baktım, yüzümden sessiz gözyaşları aktı. Her şey bitmişti. Ne olduğumu biliyorlardı.

O adam muhtemelen açıklıkta olan insan için çalışıyordu. Eğer insansa tabii. Artık bu duruma ne anlam vereceğimi bilmiyordum.

Bana ne yapacaklarını kim bilebilirdi? Ya bana inanmazlarsa? Ya diğerlerini bulmak isterlerse ve ben bunu onlara veremezsem?

Onlar için değersiz olur muydum? Eğer onlar için bir değerim olmazsa ne yaparlardı?

Önceki pozisyonuma geri döndüm, titrerken bacaklarım göğsüme çekildi. Hala buz gibiydi ve ben hala çıplaktım.

Bana bir gömlek vermek bu kadar zor muydu? Burada oturduğum süre boyunca, benim gibi başkalarını da keşfettiğim için korku ve heyecan arasında gidip geliyordum.

Aklımdan daha önce başkaları da olmalı düşüncesi geçmişti. Bir tek ben olamazdım, bunu düşünecek kadar kibirli değildim.

Ama onlarla karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. Özellikle de onlardan bir grup ile.

Bebekliğimden bu yana sistemde olup koruyucu ailelere girip çıkmak, sadece hayatımda uzun süreli ilişkilerden değil, aynı zamanda onları inşa etmek için gerekli becerilerden de yoksun olduğum anlamına geliyordu.

İnsanların hayatımda geçici olmasına alışmıştım. İnsanların istemedikleri güzel şeyler söylemelerine ve tutmaya niyet duymadıkları sözler vermelerine de.

16 yaşındayken, ilk dönüştüğümde, kimse bendeki değişimi fark etmedi. Kimse bu yeni bulduğum parçamı anlamlandırmak için mücadele ettiğimi anlamadı.

Bunu kendimle başkaları arasına mesafe koymak için yeni bir neden olarak gördüm.

Arkadaş edinecek kadar uzun süre bir yerde olsam bile, hiçbir zaman gerçekmiş gibi gelmedi. Saklamam gereken bir sır vardı.

Kimseye gerçekten açılamadığım için, kimsenin de gerçekten bana açılmasını beklemiyordum. Bu kimsenin benim sırrımı bilemeyeceği anlamına geliyordu, ben de onlarınkini.

Hayatımın geri kalanını yalnız geçirecektim. Eğer biriyle olursam, ona sırrımı asla söylemeyeceğime dair kendime söz vermiştim.

Ne yapacaklarını ya da bu sırrın benim ya da başka birinin geleceği için ne anlama geleceğini bilmiyordum. Onların güvenliği için sessiz kalmam gerekiyordu.

Kendisi de dönüşen ve benim de dönüşebileceğimi bilen biriyle tanışmak hoş ve beklenmedik bir sürprizdi. Bu biriyle kendim olabileceğim anlamına geliyordu.

Bu keşfin güvenliğim, özgürlüğüm ve lanet kıyafetlerim pahasına gelmesi çok kötüydü! Ayağa kalktım, battaniyeyi etrafıma sardım ve volta atmaya başladım.

Yıpranmış bedenimi mahveden titremeyi durduramadım. Hareket etmek ısınmama yardımcı olacaktı. Bu kadar üşüdüğümü hiç hatırlamıyordum. Genelde oldukça sıcak olurdum.

Diğerleri soğukla savaşmak için kat kat giyinirken, benim sadece paltoma ihtiyacım olurdu. Bazen etrafımdaki insanlara normal görünmek için bir kat daha giyerdim.

Bu rahatsız edici olsa da soğuktansa sıcak olmayı tercih ettiğimi anladım.

İş yerinde diğer kadınlar toplanır, kışın soğuktan sızlanır ve sonra yaz boyunca “kadınların kışı” hakkında şikâyet ederlerdi.

Bu noktada bir kadın insan olmanın her zaman üşümek anlamına geldiğine inanmıştım. Bunu yaşamak zorunda olmadığım için şükrediyordum.

Ta ki şimdiye kadar. İçimden bir ses artan vücut ısımın içimdeki dişi kurtla bir ilgisi olduğunu söylüyordu. Dün gece bana bir şey enjekte etmişlerdi.

Belki de zerk ettikleri o şey içimde kurdumla uğraşıyordu? Bu yüzden mi bu kadar üşüyordum? Kurdumu düşünmek bana ona dönüşmeyi düşündürdü.

Çok daha sıcak ve kürkle kaplı şekilde daha az çıplak olurdum.

Yavaşlayarak gerçekten dönüşmeyi düşündüm. Buradaki herkes neler yapabileceğimi zaten biliyordu.

Dönüşümümü görmüşlerdi. Bana ne olacağını öğrenmek için beklerken donmama gerek yoktu.

Muhtemelen kurt formumda olsaydım kapı bir daha açıldığında onlarla savaşma ve kurtulma şansım daha yüksek olurdu.

İçeri bakıp kurt olduğumu görseler kapıyı açarlar mıydı, yoksa yeniden insana dönüşmemi mi beklerlerdi?

Öğrenmenin tek bir yolu vardı. Yatağın kenarında otururken gözlerimi kapattım, dönüşmeye çalıştım. Sonra durdum.

Geri dönmenin beni ne kadar korkuttuğunu hatırladım. İlk kez geri döndüğümden beri böyle bir acı yaşamamıştım.

Dün geceki dönüşüm şiddetli ve tahmin edilemezdi. Bunu ben başlatmamıştım ve durduramadım da. Kendimi kontrolden çıkmış gibi hissetmiştim.

Omurgamın çatırdama sesi yine yüzümü ekşitti.

Gözlerimi kapatarak nefesimi sakinleştirdim. Artık kontrol bendeydi. İnanana kadar kafamda o mantrayı söyledim

.

Rahatladıktan sonra, derimin hemen altında hareketsiz yatan kurtla bağlantı kurmaya başlayabilirdim.

Birkaç dakika için hiçbir şey hissedemedim. Hayal kırıklığı içinde başımı salladım ve daha çok çabaladım, ama yine de hiçbir şey olmadı.

En sinir bozucu kısmı kurdumun gitmemiş olmasıydı. Yüzeyde tırmalanıyordu, onu serbest bırakmam için yalvarıyordu ama yapamıyordum.

Gözlerimi açtığımda, dönüşemediğimi fark ettim. İçimi yeni bir korku kapladı. Tamamen çaresizdim.

 

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!

Alıkonulmuş

Clarice, hayatı boyunca aşırı korumacı babası tarafından, içindeki kurttan kopuk şekilde yetiştirilir. Bir dönüşümü sırasında kontrolünü kaybeden Clarice, kurt adamların azılı lideri Kral Cerberus Thorne’a rehin düşer. Cerberus’un kalesinde kapana kısılan Clarice, kaderinin azılı liderin ellerinde olduğunu fark edecek, fakat her şey için çok geç olmadan eşini evcilleştirmenin bir yolunu bulabilecek mi?

Yaş Sınırlandırması: 18+

Cesur Rus Kurdu

Anna altı yaşındayken avcılar ailesini öldürdükten sonra büyükbabasının yanına taşınır. Sonunda, yirmi yılın ardından, katilleri yakalanır ve idam edilir. Nihayet Anna için hayatına devam etme zamanı gelmiştir. Yirmi altı yaşında, hala eşiyle tanışmamıştır ve bu konuda umudu yoktur. Sonra Oborot Sürüsü, Noel için ziyarete gelir ve hem Alfa Viktor hem de Beta Erik Anna’nın kendi eşleri olduğunu iddia eder! Anna’nın vermesi gereken önemli bir karar vardır ama iki yakışıklı Rus kurdu arasında nasıl seçim yapacaktır?

Yaş Sınırlaması: 18+

Kurt Adam Günlükleri

Bambi kendini savaşın yıktığı korkutucu, kör bir alfayla eşleşmiş olarak bulduğunda, öfke ve acı onu tamamıyla tüketmeden önce, dünyadaki güzelliği tekrar görmesini sağlamanın bir yolunu bulmalıdır.

Yaş Sınırlaması 18+

Alfa’nın İkinci Şans Perisi

Adelie ait olduğu kurt sürüsünde gölgelerde yaşayarak, sıradan bir hayat sürer. Ancak Alfa eşi onu reddedince işler değişir ve birlikte yaşayabileceği yeni bir sürü arayışına başlar. Alfa Kairos’un sürüsü artık onun yeni evi olacaktır. Habis tabiatı ve öfkeli tutumlarıyla bilinen kurt Kairos, Adelie’nin ikinci şansı olacaktır. Peki, geçmişin korkusuyla içine kapanan Kairos ve daha önce tahayyül bile edemeyeceği güçlere sahip olduğunu keşfetmek üzere olan Adelie ile işler nasıl yoluna sokulacak?

Yaş Sınırlandırması: 16+

İyilik Meleği A.Ş.

Herkesin aklından bir iyilik perisine sahip olmak geçmiştir, değil mi? Viola onun bir iyilik perisinin olduğunu öğrenir. Tek bir dilekle tüm romantik hayalleri gerçek olacak! Bkunda ötü gidecek ne olabilir?Muhteşem bir prensin kalbini kazanmak için diğer kadınlara karşı tehlikeli bir oyunda rekabet etmek zorunda kalmasına ne demeli. Kavga başlıyor!

Yaş Derecelendirmesi: 18+

Orijinal Yazar: F.R. Black

Azrail’in Hakkı

Herkes ailesinden bir terbiye alır.

Hayatın temelleri herkese ebeveynleri tarafından öğretilir ve bazen de ebeveynlerin hayatının temelleri en iyisi olmayabilir.

Ben ayakkabı bağcıklarımı bağlamayı öğrenmeden önce sigara sarmayı öğrendim.

Sanırım çoğu ailede bu garip bir şey olarak kabul edilirdi ama bizimkinde normaldi.

Maximus’un Kurtuluşu

Leila sürü doktoru olmak için memleketine döndüğünde, kendisini sadece geçmiş ve şimdiki zaman arasında değil, ayrıca biri yakışıklı bir doktor diğeri ise sırlarla dolu bir alfa olan iki erkeğin aşkı arasında bulacaktı. Fakat hangisi kalbinin daha hızlı atmasını sağlayacaktı?

Yaş Sınırlaması: 18+

Son Umudu

Lake’in mükemmel bir planı vardı. Eşini bulacak, yerleşik hayata geçecek ve bir yuva kuracaktı. Ancak sevgilisi onu başkası için terk ettiğinde, Lake’in planı da kalbi de paramparça oldu. Tanrıça’nın onun için başka bir planı olduğuna inancını koruyabilecek mi? Belki de bu plan, onunkinden çok daha iyidir…

Yaş Sınırlaması: 16+

Bulmak

Hazel Porter, kitapçılık kariyerinden ve rahat dairesinden son derece memnundu. Ama korkutucu bir karşılaşma onu Seth King’in kollarına attığında, hayatta daha fazlasının olduğunu fark etti. ÇOK daha fazlasının! Hızla varlığını bilmediği doğaüstü varlıkların dünyasına itildi. Seth o dünyanın tam merkezindeydi: onu sevmekten ve korumaktan başka bir şey istemeyen vahşi, güçlü, muhteşem bir alfa. Ama Hazel, yalnızca sıradan bir insandı. Bu, gerçekten mümkün müydü?

Yaş Sınırlaması: 18+

Çalışkanlar Prensesi

Ava Darling bir inek olsa da lisenin bitmesi için sabırsızlanıyordu. Bazı günlerde arkadaşları onu görmezden gelirken bazı günlerde alaya alırlardı. Neyse ki lisenin bitmesine yalnızca bir yıl daha kalmıştı. Sonra üniversiteye geçebilir ve yeni bir başlangıç yapabilirdi. Acımasız bir şaka Ava’yı okulun belalısı Hunter Black’in radarına sokunca ona tuhaf bir öneriyle geldi. Birbirlerinden çok farklı olsalar da takım olduklarında gizli bir şekilde düşündüklerinden daha fazla ortak noktaları olduğunu bulabilirler mi?

Yaş Sınırlandırması: 16+