Hazel Porter, kitapçılık kariyerinden ve rahat dairesinden son derece memnundu. Ama korkutucu bir karşılaşma onu Seth King’in kollarına attığında, hayatta daha fazlasının olduğunu fark etti. ÇOK daha fazlasının! Hızla varlığını bilmediği doğaüstü varlıkların dünyasına itildi. Seth o dünyanın tam merkezindeydi: onu sevmekten ve korumaktan başka bir şey istemeyen vahşi, güçlü, muhteşem bir alfa. Ama Hazel, yalnızca sıradan bir insandı. Bu, gerçekten mümkün müydü?
Yaş Sınırlaması: 18+
Bulmak by nightnoxwrites is now available to read on the Galatea app! Read the first two chapters below, or download Galatea for the full experience.

Uygulama, patlayıcı yeni romanlar için en sıcak uygulama olduğu için BBC, Forbes ve The Guardian’dan takdir aldı.

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!
1
Hazel Porter, kitapçılık kariyerinden ve rahat dairesinden son derece memnundu. Ama korkutucu bir karşılaşma onu Seth King'in kollarına attığında, hayatta daha fazlasının olduğunu fark etti. ÇOK daha fazlasının! Hızla varlığını bilmediği doğaüstü varlıkların dünyasına itildi. Seth o dünyanın tam merkezindeydi: onu sevmekten ve korumaktan başka bir şey istemeyen vahşi, güçlü, muhteşem bir alfa. Ama Hazel, yalnızca sıradan bir insandı. Bu, gerçekten mümkün müydü?
Yaş Sınırlaması: 18+
Orijinal Yazar: nightnoxwrites
Not: Bu hikaye yazarın orijinal sürümüdür ve sese sahip değildir.
Havada bir soğukluk vardı ve gitgide yaklaşan kışın kokusu, keskin ve dumanlıydı.
Atkımı boynuma daha sıkı bir şekilde sardım, soğuktan elimden geldiğince korunmaya çalıştım.
Etrafımda grileşen ışıklar ve ağaçlardan düşen son yapraklar, sonbaharın sonunun geldiğinin işaretiydiler.
Çalıştığım kitapçıdan eve gidiyordum, daireme yirmi dakikalık yürüme mesafesindeydim.
Yoğun bir gün olmuştu. Kasım ayı başlarındaydı ve insanlar Noel hediyeleri almak için çoktan gelmeye başlamıştı. Koşuşturma, insanların söz konusu hediyeleri değiştirmeye geldiği Ocak ayına kadar sürecekti.
Köşeyi döndüm ve yaşadığım sokağa doğru adımımı attım. Binama kısa bir mesafe yürüdüm ve soğuktan çıktığım için rahat bir nefes aldım.
Her katta kendi dairesi olan beş katlı bir binada yaşıyordum. Merdivenlerin ilk katını çıktıktan sonra kapıma ulaştım.
Anahtarı çevirip içeri girmeden önce adımın -Hazel Porter- şeklinde el yazımla yazılı olduğu küçük levhayı düzelttim. İçeri adımımı attığımda girişte beni, tanıdık gelen vanilya kokusu karşıladı.
Dairem bir oturma odası, küçük bir mutfak, yatak odası ve bir banyodan oluşuyordu. Fazla bir şey değildi evet ama benimdi ve de evimdi.
Burayı bir yıldan biraz fazla bir süre önce satın almıştım. 18 yaşından beri para biriktiriyordum ve kitapçıda çalışmaya başlamıştım.
10 yıl geçti ve hala orada çalışıyorum, başka bir iş bulamadığım için değil, orada çalışmayı gerçekten de çok sevdiğim için.
Ailem, üniversiteye gitmemi istemişti ama daha fazla okul düşüncesi liseli olan ben için anlaşılamaz bir fikirdi.
Ayrıca, ne okuyacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu, bu yüzden böylesi daha iyiydi. Umursamadığım bir bölüm için paramı sokağa atmamıştım.
Sonunda ailem gelmişlerdi ve birbirimizi o kadar sık görmesek de aramız iyiydi ve şehre her geldiklerinde onları görmekten memnundum.
İki yıl önce daha sıcak iklim için güneye taşınmışlardı.
Anahtarlarımı küçük koridordaki kapının yanındaki portmantoya bıraktım, ceketimi çıkardım ve duvardaki kancaya asmadan önce atkımı gevşettim.
Botlarımı çıkardım ve aşağıdaki ayakkabı rafına düzgünce yerleştirdim.
Mutfağa doğru yürüdüm, giderken ışıkları açtım. Açlıktan ölüyordum ve yiyecek için buzdolabını ve dolapları karıştırdım.
Basit bir omlet yapmaya karar verdim, zahmetli bir şey yapmaya üşendim. Buzdolabı biraz boş görünüyordu ve o hafta sonra market alışverişine gitmeyi aklımdan çıkardım.
Elimde tam bir tabakla oturma odasına geri döndüm.
Tüm mobilyalarımı özenle seçmiştim, rahatlayabileceğim ve kendimi evimde hissedebileceğim sakinleştirici, rahatlatıcı bir alan yaratmak istiyordum.
Burada bir renk sıçraması ile nötr tonlar ve odanın her yerinde İskandinav tarzı dekorasyon hakimdi.
Üç kişilik gri koltuğa oturdum, akşam yemeği için insanların -çoğunlukla ailemin- geldiği nadir durumlarda kullandığım dört kişilik mutfak masası yerine burada oturmayı tercih ettim.
Battaniyelerimden, beyaz tüylü olanını aldım ve bağdaş kurup bacaklarımın üzerine örttüm. Televizyonu açtım ve heyecanla omletime yumuldum. İnanılmaz açtım ve omletin de cennet gibi tadı vardı.
“Pinewood Vadisi'nde başka bir hayvan saldırısı daha rapor edildi.’’
Erkek spiker, “Söz konusu hayvan hala tanımlanmadı ve şehir sakinlerine, hayvan tespit edilip yakalanana kadar yürüyüş yaparlarken dikkatli olmaları tavsiye ediliyor,” dedi.
Bu, bu ayın üçüncü vakasıydı, not ettim. Pinewood Vadisi, adından da anlaşılacağı gibi, çoğunlukla çam ağaçlarından oluşan üç tarafı ormanlarla çevrili bir kasabaydı ve birçok sakini, hevesli yürüyüşçülerdi.
Hayvan saldırıları her zaman bir riskti, ancak bunlar çok nadir ve genellikle de ormanın derinliklerinde, gerçek kasabadan uzakta bir yerlerde gerçekleşmişti.
Artık farklıydı. Son birkaç ay içinde, saldırıların sıklığı artmış ve kasabaya daha da yaklaşmıştı. İnsanlar endişeliydi ve öyle de olmalıydılar.
Omletimin son lokmasını ağzıma tıkarken ne olabileceğini merak ettim.
Belki bir ayı ya da kurttu? Tek bildiğim, pençeleri olduğuydu. Kurbanların hepsi derin kesikler ve pençe izleri sonucu, kan kaybından kaynaklı nihai ölümle sonuçlanmıştı.
Yürüyüşün, hiç bana göre bir şey olmamasından memnundum.
Haberin geri kalanı pek ilgimi çekmedi, bu yüzden sitcom'un yayınlandığı başka bir kanala geçtim ve kendimi yatmaya hazır hissettiğimde, uykuya hazırlanmak için banyoya doğru ilerledim ve ışığı kapattım.
Kendimi yatağa attıktan sonra yastıklara gömüldüm ve çok geçmeden huzurlu bir uykuya daldım.
Ertesi sabah işte başka bir normal güne hazır bir şekilde uyandım. Kalktım, tost yaptım, dişlerimi fırçaladım, giyindim ve kestane rengi buklelerimi sırtımdan aşağıya bırakacak şekilde ördüm.
Aynada kendime bir kez daha baktım, babamın kadın versiyonu gibi olan bir kadın, kızılımsı saçları, mavi gözleri ve hafif kalkık burnuyla bana baktı.
Her zaman ona benzemişimdir – insanlar yıllardır bana bunu söylüyorlardı – ama yaşlandıkça aramızdaki benzerlik artmış gibiydi.
Annemden aldığım tek şey biraz daha dolgun dudaklar ve minyon bir yapıydı. Kısa olmak, yıllardır benim hayal kırıklığımdı. Hep daha uzun olmayı dilerdim.
Paltomu ve atkımı aldım ve soğuk sonbahar havasına meydan okumak için kendimi hazırladım.
Kitapçıda bolca vaktim vardı. İş arkadaşlarımdan ve aynı zamanda en iyi arkadaşlarımdan biri olan Crystal ile dinlenme odasında kendime sıcak çikolata yaparak bu boşluktan faydalandım.
Karamel tenli ve teninden biraz daha koyu tonda bukleleri olan, kıvrımlı genç bir kadın.
İyimser hissettim ve iyi bir gün olacağından oldukça emindim.
***
İş günümün sonunda yorgun ama mutluydum. İşimden gerçekten keyif almıştım.
Eve doğru yürüyüşüme koyuldum ve bir köşeyi dönüp kendimi kapüşonlu bir figürle yüz yüze bulana kadar her şey yolunda gidiyordu.
Yanından geçmek için bir adım attım ama o kolunu uzatarak beni durdurdu. İrkilerek geldiğim yoldan geri dönmek için arkamı döndüm ama artık o, yalnız değildi.
Yılın bu zamanında günler kısaydı ve hava kararmıştı.
Etrafta anladığım kadarıyla kimse yoktu. İnsanlar havanın sıcak olduğu yerlerde kalmayı tercih etmişti.
İçimde bir panik oluştuğunu hissederken kalbim göğsümde atıyordu.
He iki adam da iri yarı ve kaslıydı ve her ikisi de kapşonlu paltolar giymişlerdi bu yüzden yüzleri gölgede kalıyordu.
Kaçmamam için yeterince yakın durduklarından emin olarak beni bir sokağa doğru ittiler.
İçlerinden biri daha yakınıma doğru eğildi, beni kokladığına yemin edebilirdim. Ürperdim ve düşüncelerim, kafamın içinde koşuşturmaya başladı, bundan sonra olabilecek muhtemel her bir senaryoyu aklımda canlandırmaya başladım. Yardım için çığlık atmak istedim ama sesim çıkmıyordu. Adeta çığlığım, boğazımda bir yere saplandı.
“Güzel güzel. Yalnız mıyız?” Adamlardan biri sert bir sesle sordu, parmakları çenemi kavradı ve bakışlarımı onunkilere zorla kilitledi. Karanlıkta hiçbir şey göremiyordum ama hissedebiliyordum.
Diğeri kollarımı tutup beni duvara doğru iterken tehditkar bir şekilde kıkırdadı.
Gözlerimi kapadım, bana yapabilecekleri her şeye kendimi hazırladım çünkü onlara karşı bir şansım olmadığını biliyordum. Kalbim göğsümden fırlamak üzereydi.
Birden bir hırlama sesi duyuldu ve beni duvara sabitleyen kollar üzerimden çekildi.
Diğer ikisinden de inanılmaz derecede büyük olan üçüncü bir adam, şimdi önümde duruyordu, yüzü benim tersime dönüktü. Kot pantolon ve tişörtten başka bir şey giymiyordu.
Durumdan sersemlemişken, tek düşünebildiğim şey titreyişimin soğuktan olmadığıydı. Buna odaklanmak inanılmaz derecede aptalca bir şeydi ama sanırım şoktaydım.
“Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?” diye sordu kurtarıcım, bakışları altında kıvranan iki adama doğru.
Sesi kabaydı, içindeki öfke neredeyse somut bir şekilde elle tutulabilirdi.
Cevap vermediler.
“Burada yerin yok. Burası bizim bölgemiz.” Sözleri kafamı karıştırdı, ama onlara daha fazla dikkat edemeyecek kadar da rahatlamıştım.
“Gidin,” diye hırladı.
İki kapüşonlu adam, aceleyle uzaklaştılar. Koşmaya başladıklarında, karanlık şekilleri gölgeler içerisinde dalgalanarak kayboldu.
Kurtarıcım önümde durdu, duruşu sertti, hafifçe çömeldi. Kolları, yavrularını koruyan bir kuşun kanatları gibi iki yanında açılmıştı.
Diğer iki adamın kaçışlarından sonra birkaç dakika boyunca kıpırdamadı. Sonra, biraz daha rahatlamış gibi göründü ve yavaşça bana doğru döndü.
Onu burada, karanlık sokakta pek iyi göremiyordum. İri vücudu, arkasındaki sokaktan gelen zayıf ışığın çoğunu engelliyordu.
“İyi misin?” Sesi hâlâ kaba geliyordu ama endişeli tonu, onu biraz yumuşattı.
“Sanırım” diye nefes aldım.
“Yakınlarda mı oturuyorsun?” diye sordu.
Kafam karışmıştı ve vücudumun hala yarı şokta olduğundan oldukça emindim, bu yüzden ne dediğini anlamam ve kendi cümlelerimi yeniden oluşturabilmem biraz zaman aldı.
“Buradan beş dakikalık yürüme mesafesinde,” sonunda dışarı çıkabildim.
“Ben seninle gelirim. O piçlerin hâlâ ortalıkta dolanmadığından emin olmak için.”
“Tamam” dedim.
Tekrar kaldırıma çıktım. Kurtarıcımın beni takip ettiğini görmedim, hala sokakta olup olmadığını görmek için döndüğüm sırada göğsüne çarptım.
O kadar sessiz yürüyordu ki ayakkabıları hiç ses çıkarmıyordu, beni takip ettiğini fark etmemiştim.
“Özür dilerim,” diye mırıldandım, minik utancımı saklamaya çalışarak.
“Endişeye gerek yok.”
Darbeden düşmemi önlemek için üst kollarımda hafif bir tutuşu vardı.
Yukarıya, ona doğru baktım. Üzerime doğru yöneldi, ama burada sokak lambalarının altında yüzünü görebiliyordum ve neredeyse nefesim kesilecek gibiydi.
Yüzünde, alnından başlayan ve sol gözünün üzerine doğru ilerleyerek boğazının dibine kadar inen ve pençe izini andıran yara izleri vardı.
Yakışıklı bir yüzü vardı, ama yara izleri o kadar dikkat dağıtıcıydı ki, ilk bakışta başka bir şey fark etmek zordu.
İri cüssesi ve koyu teniyle birleştiğinde, onu tam anlamıyla tehlikeli gösteriyordu.
Yüzünü çevreleyen koyu renkli bukleler vardı, yeşil gözleri neredeyse şaşırtıcı derecede parlaktı. Bakışlarını kaçırmadan önce kısa bir süre gözlerime baktı.
Gözlerimi yüzünden çektim, döndüm ve tekrar daireme doğru yürümeye başladım. Arkamda yürürken belli belirsiz bir adım sesi geldi, onun boyunda bir adam için fazla sessizdi.
Kurtarıcım, ben teşekkür ederim diyerek mırıldanırken binama kadar beni takip etti ve ayrılmadan önce kapının arkamdan güvenli bir şekilde kapanmasını bekledi.
Kendi daireme girdikten sonra, kapıya sırtımı yasladım ve dizlerim sonunda pes etti. Hıçkırıklar, vücudumu sararken yere yığıldım, bu gece başıma gelenler nihayet dank etmişti.
Olabilecek şeyleri düşünmek bile midemi bulandırıyordu. Bir süre sonra ağlamam durdu ve titreyerek ayağa kalktım. Bir bardak su içmek için mutfağa gittim.
Tüm bu ağlama krizim, beni susuz bırakmıştı. Pijamalarımı giyip bitkin bir halde yatağa gitmekten başka bir şey yapabilecek ne iştahım ne de enerjim vardı, yatak odama doğru gittim.
Uykuya dalmam çok uzun sürmedi ama bütün gece kabuslar yüzünden sürekli uyuyup uyandım.
Sonunda sabah olduğunda, iş yerini hastalık izni almak için aradım, nadiren yaptığım bir şeydi.
Bir önceki gecenin anılarını silme ihtiyacının dürtüsüyle, duş almak için kalkmadan önce uzunca bir süre yatakta kaldım.
Öğle yemeğinde, ıslak saçlarımı bir havluyla sarmış, koltuklarımdan birine kıvrılmış oturuyordum. Annemi aradım, onunla ne olduğu hakkında konuşmaya ihtiyacım vardı, teselliye ihtiyacım vardı.
Üçüncü çalışında telefonu açtı – ki bu onun için hızlıydı – ve dün geceki kadar öfkeli olmasa da, yanaklarımdan akan taze gözyaşları yuvarlanırken ona, olan biten her şeyi anlatmaya devam ettim.
Son 24 saat içinde, son altı ayda ağladığımdan daha fazla ağlamıştım.
Öğleden sonra nihayet bir şeyler yiyebildim ve bilindik bir film giyip kanepeye sokulurken, kendimi daha rahat hissettim.
***
Ertesi gün yine işimin başındaydım. Hala biraz sarsılmış durumdaydım ama normale dönmeye de kararlıydım. Bu olayın beni etkilemesine izin veremezdim.
Ama eve giderken sinirlerim resmen beni ele geçirdi. Olayın yaşandığı köşeye varmadan, o yan sokağı hızlıca geçtim. Güvenli bir şekilde varana kadar karşı tarafta yürüdüm.
Sanki biri, sokak lambaları arasındaki gölgelerden beni gizlice izliyormuş gibi hissettim ve mümkün olduğunca çabuk eve varmak isteyerek hızımı arttırdım.
Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!
2
Seth King sinirden dumanlar çıkarıyordu. Sürü evine yürüdü ve doğruca alfanın toplantı odasına yöneldi. Kapıyı hızla açtı ve bunu yaptığında çevresindekilerin yorgun bakışları onu karşıladı.
“Sınırı nasıl geçtiler?” diye gürledi.
Önünde duran tüm adamlar başlarını eğdiler ve gözlerini çevirdiler, alfalarıyla yüzleşemediler.
Kızgın bir kurt adam, her zaman dikkatli olunması gereken bir şeydi, ama söz konusu bir alfa olduğunda dikkatli olmamak için aptal olman gerekirdi.
“Devriyelerimizde zayıf bir nokta olmalı.” Nate, beta sürümü, konuşmaya cesaret eden ilk kişiydi.
“O zaman o zayıf noktayı bul.” Seth'in sesi artık daha sakindi, ama zar zor duyuluyordu.
O serseri piçler, kendi topraklarında neredeyse bir insana zarar veriyorlardı ve buna izin verilemezdi.
Sürüyü korumanın yanı sıra alfa, kendi topraklarındaki tüm insanların ve diğer yaratıkların da korunmasından sorumluydu.
Diğer kurtadamların kendi sahasına girip kendi bölgesinde insanlara zarar vermeye çalışması kabul edilemez bir şeydi.
“Muhafız şefi olarak, zayıf noktayı bulma görevi sana düşüyor Thatcher.” Söz konusu adama döndü ve kararmış gözlerini ona sabitledi.
“Evet, alfam” dedi yaşlı adam.
“İhraç edildin.”
Adam ayağa kalktı, verilen görevi gerçekleştirmek için hızla odadan çıktı.
“İkiniz ne yapacağınızı biliyorsunuz. Devriyeye katılın, gittiklerinden emin ol.” Geriye kalan iki adama bakmak için döndü: betası ve üçüncü komutana.
“Kızın, hala güvende olduğundan emin olmak için geri dönüyorum.”
İki adam birbirlerine bakarak bilindik bakışlar attılar, ama hiçbir şey söylemediler. Görevlerini yerine getirmek için ayrıldılar.
Seth, yalnız kalır kalmaz, derin bir nefes almadan öncesinde, homurdanarak odanın ortasında duran yuvarlak masaya yumruğunu indirdi.
Sonra, duvarın bir kısmının kilitli dolaplarla dolu olduğu sürü evinin arkasına doğru yürümeye başladı.
Boş bir tane buldu ve çabucak soyundu, kıyafetlerini dolaba yerleştirdi ve dolabı sıkıca kapattı.
Ardından son sürat koşmaya başladı, havaya sıçradı ve bir saniyeden fazla sürmeyen bir titremeyle artık insan değil, bir kurttu.
Pençeleri toprağı kazıyor, onu ileriye, insan kadınını bıraktığı yere geri itiyordu.
Gölgelerde kalarak, birinin gece geç saatlerde yürüyüşe çıkma ihtimaline karşı, kimseye görünmeyeceğinden emin oldu.
Kurt formunda olmak, aradığı her şeyi koklamasını kolaylaştırıyordu, zaten olağanüstü derecede gelişmiş olan duyuları kurt formundayken daha da güçlüydü.
Havayı kokladı, saldırgan kurt adamların kokusunun hiçbir yerde olmadığından emin oldu.
Binanın etrafında bir alan oluşturdu ve daha sonra – sürü zihninin bağlantısını kullanarak – betasının sesi, kafasında yankılanana kadar koştu.
”Her şey yolunda, Alfa. Etraf güvenli, haydutlardan iz yok.”
Binaya son bir bakış attıktan sonra rahatlamış bir şekilde iç çekti, sürü evine geri dönmeye koyuldu.
***
Seth, olaydan sonraki tüm gün boyunca endişeliydi. Hiç kimsenin sınırlarını geçemiyor olması gerekiyordu, özellikle de iki haydut, sahip olduğu alana kadar gelemiyor olmalıydı.
Günlük bilgilendirme için toplantı odasına gitti.
Bu sabah sürünün avukatı, üçüncü beta ve koruma şefiyle birlikte oradaydı. Seth oturduktan sonra, diğer adamlar da oturdu.
Seth, her kelimesinde bir alfanın otoritesini hissettirerek olan, “Bu toplantıyı bir emir oluşturmak için yapıyorum,” dedi.
“Dün gece bir patlama oldu,” diye başladı Nate.
Üçüncü komutan Gabriel, “Alanımıza iki haydut girdi,” diye devam etti.
“Zayıf nokta tespit edildi ve güvence altına alındı. Genel güvenlik de artırıldı. Onlar ya da diğerleri, alanı tekrar geçmeye çalışırlarsa diye; önümüzdeki birkaç hafta boyunca bu şekilde kalmaya devam edecek,” dedi.
Birilerinin, korumalarının yanından geçebiliyor olmalarına izin verdiği için kendine çok kızgındı. Muhafız şefi olarak bu onun gururuna bir darbe niteliğindeydi.
Bu, onun kadar saygı duyulan ve güvenilen biri için, söz konusu sürüdeki konumunu ortaya koyduracak türden bir şeydi.
“Güzel, çok güzel. İnsan da güvende,” dedi Seth, bir bacağını diğerinin üzerine atıp kollarını, kol dayama yerlerinde çaprazlayarak sandalyesinde arkasına yaslanırken.
Giderek daha da kötüleşiyor – yine de çizgiyi aşmaya devam ediyor olsalar da, her zaman ulaşabileceğimiz yerlerdeler.” Hepsinin hissettiği hayal kırıklığı, Nate'in sesinden anlaşılıyordu.
“Ne yapacağız Alfa?” Gabriel sordu ve tüm gözler Seth'in üzerine çevrildi.
Cevabını dikkatlice değerlendirirken kaşları arasında bir kırışıklık oluştu.
“Bekliyoruz. Umarım yorulurlar ve yeni av alanlarına geçerler. Eğer peşlerinden gidersek ya da Alfa Caleb'in bölgesine sürülürsek, bir risk haline geliriz ve bu da savaş anlamına gelir.”
Bu yüzden dışarıdaki saldırganların, herhangi bir kimseye saldıracak kadar yakınlaşmalarını beklemeye ve yakınlaştıkları zaman da, tehditi ortadan kaldırmaya ya da basitçe ayrılmalarını sağlamaya karar verildi.
Toplantıdan sonra grup, diğerleri gittikten sonra Seth'le kalan Nate hariç, bireysel görevleriyle ilgilenmek için dağıldı.
Seth, beta sürümünün yüzündeki ifadeyi gördükten sonra “Dışarı” dedi.
“Gabriel ve ben konuşuyorduk da,” diye konuşmaya başladı.
Seth sorgulayan türden bir kaş kaldırdı. “Ve?”
“Peki, o mu?” diye sordu sonunda.
Seth yumuşak bir nefes verdi ve elini yüzüne uzattı.
“Bilemiyorum. Belki de.”
***
O günün ilerleyen saatlerinde Seth, kızın çalıştığı yer olduğu anlaşılan kitapçıda, kızın kokusunu aldı.
Bir gece önce onunla yakın karşılaşması düşünüldüğünde, bu oldukça kolay olmuştu. Vanilya ve bal kokusu zihninde hâlâ berraktı.
Yakınında durdu, onu merakla izledi. Eve yürürken onu takip etti, daha fazla davetsiz misafirin belirmesi durumuna karşı, tüm keskin duyuları yüksek hassasiyetteydi.
Kızın belirgin rahatsızlığı ve sinirlerinin gerginliği, gölgeler içerisinden çıkıp onu rahatlatmaya, kaşlarının arasındaki kıvrımı düzeltmeye ve ona artık güvende olduğunu söylemek istemesine neden oldu.
Bu insanın, dikkatini nasıl bu denli çekebildiğini merak ederek sürü evine geri dönmeden önce, önceki gece olduğu gibi, güvenli bir şekilde eve varmasını bekledi.
Ondan önce başkalarını kurtarmak zorundaydı, ama daha önce kimse onu bu kadar koruyucu rolünde hissettirmemişti.
***
Ertesi hafta, ne kadar ayrılacak vakti olmuşsa bu zamanı, kızı izlemeye devam etmeye ayırdı.
Kendisine, bu yaptıklarını, sadece travmatik bir deneyimden sonra onun iyi olduğundan emin olmak için yaptığını söyleyip durdu – aynı şeyi başka bir insan için de yapacağını.
Ama beta ve üçüncü de onun gibi bu durumun, bundan çok daha fazlasına bir işaret olabileceğinden şüpheleniyordu.
***
Ertesi Cuma, birkaç göçebe vampir kasabadan geçiyordu. İzin için başvurmuşlardı ve kurtların topraklarından beslenmemeye söz verdikleri sürece geçiş izinleri verilmişti.
Bu durum Seth'in, giderek daha huzursuz hissetmesine neden olmuştu ve nihayet günü geldiğinde, kendisini onu daha da yakından izlerken buldu.
Onun iş yerine gitmiş ve güvenli bir mesafede nöbet tutmuş, iş bitimi kızı evine kadar takip etmişti.
Kız orada öylece oturmuş, bir bankta kitap okuyordu, yaptığı işte tamamen kaybolmuş gözüküyordu.
Kendi davranışlarına daha yakından bakılırsa, tam bir sürüngen gibi gözüktüğünü biliyordu. Bu noktada kelimenin tam anlamıyla bu kadını takip ediyordu.
Eğer kız, onu takip ettiğini bilseydi, kesinlikle çıldırırdı, bundan emindi.
Seth havayı kokladı ve vampirlerin kokusunu aldı. Vücudu bir an için sertleşti ve gözleri, kitap okumaya dalmış kadına doğru hızla döndü. Çok yakındılar.
Yürümeye başladı ve kendini koşmamaya zorladı. Karşısındaki bankta konumlandı, gerekli bir durumda onu savunmaya tamamen hazırdı.
Nate'in ona tekrar mesaj ayıp atmadığını kontrol etmek için telefonunu çıkardı, zihin bağlantısı yalnızca kurt formlarındayken işe yarıyordu.
Mesajlaşma, insan formlarındayken uzun mesafeli iletişim araçlarıydı.
Kalp atışlarının hızlandığını duydu ve ona baktığında sadece kızın ona baktığını, o mavi gözlerinde bir merak ya da merak izi gibi bir şeyin olduğunu gördü.
Kız, ona bakarken yakalandığını fark ettiğinde kafasını çabucak aşağıya indirdi ve Seth yanaklarında bir kızarma belirtisi gördü. Dikkatini tekrar telefonuna vermeden önce gülümsemesini bastırdı.
Nate ona vampirler hakkında son bilgileri veriyordu. Aptalca bir şey denemediklerinden emin olmak için birkaç koruma, onları takip ediyordu.
Görünüşe göre vampirlerin, Pinewood Vadisi'nin, Kral Sürüsü'nün kurt adamlara ait olmasından öncesinde, bu bölgeyle alakalı duygusal bağları vardı.
Birkaç bölgede durmuşlardı, ama neyse ki otuz dakika kadar sonrasında, tekrar kendi bölgesinden çıktıklarına dair bir mesaj aldı.
Bu otuz dakika boyunca Seth bir karar vermişti. Şüphelerinin doğru olup olmadığını öğrenmenin tek bir yolu vardı.
Ayağa kalktı ve tereddüt içerisinde, bankta oturan kadına doğru yürüdü ve sonra onun yanındaki başka bir banka oturdu.
Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!