Alice için hayat oldukça sıkıcıydı: liseye gidiyor, en iyi kankası Sam ile Gossip Girl izliyor ve bir lokantada yarı zamanlı çalışıyordu. İşteyken çöpü çıkardığında bir kurt tarafından ısırıldığı felekten bir geceye kadar hiç heyecan dolu bir şey başına gelmemişti. Garip bir şekilde, ertesi sabah uyandığında, ısırık çoktan iyileşmişti ve kendisini her zamankinden daha iyi hissediyordu. Sorun şu ki, kendisindeki gelişmeleri fark eden tek kişi o değildi… Kötü çocuk Ryder ve ekibi aniden onunla çok ilgilenmeye başlamışlardı fakat insan sormadan edemiyordu, neden?
Yaş Sınırlaması: 16+
Omega’nın Peşinde by Jessica Edwards is now available to read on the Galatea app! Read the first two chapters below, or download Galatea for the full experience.

Uygulama, patlayıcı yeni romanlar için en sıcak uygulama olduğu için BBC, Forbes ve The Guardian’dan takdir aldı.

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!
1
Alice için hayat oldukça sıkıcıydı: liseye gidiyor, en iyi kankası Sam ile Gossip Girl izliyor ve bir lokantada yarı zamanlı çalışıyordu. İşteyken çöpü çıkardığında bir kurt tarafından ısırıldığı felekten bir geceye kadar hiç heyecan dolu bir şey başına gelmemişti. Garip bir şekilde, ertesi sabah uyandığında, ısırık çoktan iyileşmişti ve kendisini her zamankinden daha iyi hissediyordu. Sorun şu ki, kendisindeki gelişmeleri fark eden tek kişi o değildi… Kötü çocuk Ryder ve ekibi aniden onunla çok ilgilenmeye başlamışlardı fakat insan sormadan edemiyordu, neden?
Yaş Sınırlaması: 16+
Orijinal Yazar: Jessica Edwards
Bu gece o kadar da kötü değildi. Yani, iyi ve kötü günleriniz vardır, değil mi?
Pazar günleri genelde burası sessizdir ama o kadar da kötü değil, gerçekten.
Sürekli gelen müşteriler bahşişlerinde nazik ve cömerttir ki patronum Robbie bile o kadar da kötü değildi.
Tabii ki biraz tembeldi ve biraz fazla arkama bakıyordu ama her zaman zamanında ödeme yapardı ve kalan yiyecekleri eve götürmeme izin verirdi.
Duvarda asılı duran eski, yuvarlak saate bakıp keyifsiz bir şekilde iç çektim.
Sadece yarım saat kaldı.
Gecenin son müşterisine bakıyordum, sessizce artık yemeğini bitirmesi için dua ettim. Kahve dolu cam sürahiyi aldım ve müşteri ile samimi bağ kurmak için yüzüme sahte bir gülümseme maskesi geçirdim.
Hayır diyeceğini umarak gözlerimle yalvarırcasına “Biraz daha kahve, efendim?” diye sordum.
“Hayır teşekkür ederim, canım,” dedi masadan kalkarken.
Paltosunu giyip şemsiyesini almasına yardım ettim. Bana 10 poundluk bir banknot verdi ve tek kelime etmeden kapıdan çıktı.
Parayı kasaya koydum ve lokantadaki ışıkları kapattım.
Daha sonra, mutfağın olduğu lokantanın arka kısmına doğru yöneldim ve sadece Terry ve benim kaldığımızı fark ettim.
Ofis duvarında asılı olan programa yüzünde dehşeti andıran bir ifadeyle bakıyordu.
Terry çalıştığı tarihlere bakarken duyulabilecek şekilde iç çekti. Otuz yıldan fazladır lokantada çalışıyordu ve bir kez bile günlük bir izin koparamamıştı.
Saçları grileşmeye başlamıştı ama tatma zevkine erişebildiğim en lezzetli yemekleri pişirebiliyordu.
“Hey Terry, son müşteri az önce gitti. Lokantayı senin için kapatmamı ister misin?”
Terry gözleri programdan ayrılmadan bana el salladı ve “Ön tarafı kilitleyeceğim ama gitmeden önce bana bir iyilik yapar mısın canım?” dedi. Cevap dahi veremeden altı torba dolusu çöpü bir araya getirip ayağımın ucuna bırakıverdi.
“Bunları çöpe götürmemi ister misin?” diye sordum. Ellerimde üçer torbayı da toplayıp Terry'e baktım.
“Zahmet olmazsa. Gerçekten çok memnun olurum,” dedi.
Ceketini kaptığı gibi hoşça kal dercesine el salladı ve gitti.
Sallanan kapıya bakıyordum, ne olduğunu anlayamamıştım, kafamı sallamıştım öylece.
Çantalar hala ellerimdeyken arkadan çıkıp çöplüğe doğru yürüdüm. Yağmur yağdığını görünce dudak bükmedim değil.
Harika, çok güzel. Teşekkürler Terry. Çok teşekkürler.
Arkamdaki zifiri karanlıktan dümdüz, keskin bir hırıltı duyduğumda çöp konteynırının kapağını açmış elimdeki iki torbayı atmaya hazırlanıyordum.
Kanım donmuştu, acaba bana oyun oynayan sadece hayal gücüm mü diye merak ediyordum.
Dehşete kapılmış bir şekilde, torbaları yakınımda tutuyordum ve arkamı döndüm. Çöp torbalarını kılıç gibi saldırmaya hazır bir şekilde elimde tutuyordum hala.
Gözlerimi açtığımda hırıltının kaynağını gördüm. İki metreden daha yakında hayatımda gördüğüm en uzun cüsseli kurt duruyordu.
Korkudan anlamsızca bir şeyler geveledim ve yavaşça geri çekilmeye başladım, giderken derme çatma silahımı yerlere düşürüyordum. Daha sonra sırtımın çöplüğe değdiğini anlayınca gidebileceğim bir yer kalmadığını fark ettim.
Korkudan titriyordum, gözlerimi kapattım ve kurdun beni bir tehdit olarak görmemesi için dua ettim.
Ya da daha kötüsü, bir yemek.
“Lütfen bana zarar verme,” diye kendi kendime tekrar tekrar fısıldıyordum.
Sonra gözlerimi yavaşça açtım ki bunu yapmamış olmayı dilerdim.
Yaşadığım sürece o gözlerinin peşimi bırakmayacağını hissettim içimde. Kan kırmızısı ve bana karşı saf nefretle dolu o gözler…
Grinin donuk bir tonu tüm vücudunu kaplamış gibiydi ve kürkünün bazı yerlerinde büyük boşluklar vardı, sanki koparılmış gibi.
Kurt sanki vücudunun her yerinde yaralar varmış gibi görünüyordu. Bu kadar uzun süre hayatta kalmayı nasıl başarmıştı?
Aklıma gelen tek şeyi yaptım. Islak zeminde başım eğik bir şekilde diz çöktüm.
Kurt kafasını kaldırıp geceye doğru uludu ve bir hışımla bana saldırdı.
Beni tartakladıkça çığlık atıyordum ama sonra çalılıklara doğru yöneldi ve gözden kayboldu. Kurdun koştuğu yöne bakıp histerik bir şekilde gülmeye başladım.
Bu da neyin nesiydi…?
Kafamı salladım ve yerden kalktım, üstüm tamamen mahvolmuştu.
Kendimi kontrol ederken kıyafetlerimin sağ omzumdan itibaren yırtık pırtık olduğunu fark ettim.
Omzum neden bu kadar ağrıyor?
Sanki gömleğimden kocaman bir parça koparılmış gibiydi.
Omzuma dokunurken elimi kaplayan kırmızı sıvıyı görünce ürkekçe “Ah!” diye inledim.
Kan! Beni ısırdı mı!?
Etrafa bakıyordum, bunun gerçekten olup olmadığını idrak etmeye çalışıyordum.
Sarsılmış bir şekilde son birkaç çöp torbasını çöpe attım. Çantamı alıp lokantayı kapattıktan sonra eve gittim.
Karanlıkta eve yürürken yağmur artık yağmıyordu ve ben de bunu gece gökyüzüne bakarak değerlendirdim, dolunay vardı.
Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!
2
Ertesi sabah okula vardığımda tek düşünebildiğim şey dün geceydi. O gece yaşananların gerçekten yaşanıp yaşanmadığını kontrol etmek için erkenden kalktım ve ısırık izlerini gördüğümde yaşananların bir hayalden ibaret olmadığını anlamış oldum.
Sonuç olarak, uyuyamadım. Hem de hiç. Sağ tarafımda uyumak çok acıtıyordu.
Okul bu zamana dek olmak istediğim son yerdi.
İngilizce kitabımı almak için dolabıma yürürken koridorun diğer ucundan en iyi arkadaşımın bana seslendiğini duydum.
“Alice! Dün gece Game of Thrones izledin mi?”
Sam'in bir özelliği var, insanların onun hakkında ne düşündüğü umurunda bile olmaz.
Ben mi? İnsanların ne düşündüğü konusunda çok fazla endişelenirim.
Sam dolabıma ulaştığında ellerini kalçalarına koydu ve henüz cevabını koparamadığı soruyu tekrar sormak için başını eğdi.
“İzledin mi?”
Kafamı sallayarak, “Hayır… Kaçırdım,” dedim.
“Sen ne yaptın? Nasıl kaçırdın? Bunun final olduğunun farkındasın değil mi!” diye bağırdı, gözlerimin içine bakıyordu.
“Sam,” dedim. Sesini alçaltmasını söylemek için elimi kullanıyordum. “Herkes bize bakıyor.”
“İnsanların ne düşündüğünü umursadığımı mı sanıyorsun?”
Bana cevap verme şansı vermedi. Bunun yerine arkasını döndü ve bizi izleyenlere bakmaya başladı.
“Kimse size dümdüz inek gibi bakmanın kabalık olduğunu söylemedi mi? Annem bana her zaman kimseye böyle bakmamamı söyler, çünkü eğer böyle bakarsanız bazı insanlar benim kadar nazik olmayabilir.”
Yüzümdeki saf şoku görünce arkasını döndü ve bana omuz silkti. “Sana söyledim, insanların ne düşündüğü umrumda değil.”
Eksik var mı görmek için çantamın içine baktım, sadece kalem kutumun olmadığını fark ettim. Sam'in iç çekişi eşliğinde dolabımı yeniden açıyordum.
“İnsanlar hala bakıyor mu?” diye sordum.
“Ne? Sadece Ryder ve ekibi. Buranın sahibiymiş gibi dolaşıyorlar ama cidden, bir adam nasıl bu kadar iyi görünür ki?”
Kalem kutumu kaptıktan sonra dolabımı kapatıp ağzı açık olan en iyi arkadaşıma baktım.
“Sam! Bakıyorsun tatlım ve salyaların akıyor.” Ağzını kapattım, kalem kutumu çantama soktum ve onlara baktım.
Herkes onlar geçebilsin diye yer açmak için köşeye kaçılırdı.
Bu grup okulun sahibi gibiydi ve eğer onlardan birine zarar verirsen hepsini karşında bulurdun.
Herkes kim olduklarını biliyor ve kimse onlarla konuşmaya hatta onlara yaklaşmaya bile cesaret edemiyordu.
Dümdüz bir çizgideymiş gibi hizalarını bozmadan yan yana yürüyorlardı; Yanlarda Bane ve Silver, ortada Kellan ve Ryder vardı.
Bane içlerinden en korkutucu olan gibiydi. Küçük, mavi, keskin gözlü oval şekilli bir yüzü vardı. Ağzı dolu ve sağlam, sürekli bir küçümsemeyi andırır şekilde dururdu.
Büyük, kaslı yapısını vurgulayan sıcak, altın kahverengi bir renk tonuna sahip bronzlaşmış bir cilde sahipti. Saçları kalın, siyahtı ve kafasının her iki tarafı tıraşlıydı.
Ayrıca yüzünü süsleyen siyah gür bir sakalı vardı. Bazen onu o sakalla ciddiye almak zor oluyordu çünkü yaşlı bir oyuncak ayıya benziyordu.
Ama söylenenler doğruysa bunu kesinlikle yüzüne söylememeliydin, tabi eğer gözlerini hastanede açmak istemiyorsan.
Göğsündeki kılları gösterecek kadar alçak düz beyaz bir atlet giyerdi ve göğüs hizasında uzun siyah bir kolye duruyordu.
Kolye, triskelion olarak adlandırılan birbirine kenetlenmiş üç eğimli maddeden yapılmıştı. Düşük topuklu siyah botlarıyla dar siyah kot pantolon giyiyordu.
Sonra, sağ köşede yürüyen Silver'a baktım açık bir şekilde.
Her kız onun gibi olmak istiyordu, okuldaki her erkek onunla çıkmak isterdi ama herkes onun Ryder'a aşık olduğunun farkındaydı.
Mükemmel dişleri ve vücuduyla ona bakışları ve gülümsemeleri yok muydu bir de. Pürüzsüz, soluk tenli ve parlak mavi gözlü kalp şeklinde bir yüze sahipti.
Ağzı dolu ve mükemmel şekilliydi ki bu da dolgun dudaklarını öne çıkarıyordu. Uzun gür siyah saçları sol omzuna doğru düşerdi ve belinden aşağı sarkardı.
Yapıca küçük ama kaslı, fitti. Söylenenlere göre bir keresinde bir serseri kıçını tokatladıktan sonra onu fena benzetmişti.
Bu serseriyi ambulansla almak zorunda kalmışlardı ve bir sonraki aya kadar okula dönmemişti. Bir daha kimse ona dokunamamıştı. O olaydan sonra asla.
Beline kadar inen siyah deri ceket, sade siyah şort ve siyah dar dizüstü çizmeler giyiyordu.
İçlerinden en iyi görünen Kellan’dı. Onu bu insanlarla bir arada görmek biraz garip geliyordu.
Kremsi, hafif koyu tenli, oval şekilli bir yüzü ve aynı zamanda büyüleyici ve hoş görünen koyu kahverengi gözleri vardı.
Yüzünde hiçbir ifade yoktu, bu da mutlu mu yoksa üzgün mü olduğunu anlamayı zorlaştırıyordu. Kıvırcık kahverengi saçı mükemmel şekilli yüzünü kaplıyordu.
Sol kulağına siyah bir halka takılıydı ve iki kolu da renkli dövmelerle doluydu. Vücudu incecikti. Bir gram yağ yoktu vücudunda. Sırf kastan oluşmuş gibiydi.
Sade siyah bir üst, dar siyah kot pantolon ve siyah spor ayakkabı giyiyordu.
Kellan içlerindeki tek sıcakkanlı kişi olabilirdi. Onda insanları kendisine çeken bir iyilik havası vardı ki bu onu sevmemeyi imkansız hale getiriyordu.
Kız arkadaşıyla birlikte oldukları zamanı hatırlıyorum.
Anna bu okulun en tatlı kızlarından biriydi. Buradaki herkes ona saygı duyuyordu ve son derece kibar davranıyordu.
Ama Kellan bir yıl önce kızın cesedi sabahın erken saatlerinde bir nehir kenarında bulunduktan sonra hayatının aşkını kaybetmişti.
İnsanlar olay yerinin korku filmini andırdığını iddia ediyordu.
Yine de Kellan, Anna'yı kaybettikten sonra bir parçasını kaybetmişti ve ben onu asla bu yüzden suçlamamıştım.
Silver’a bakarak “Onu bu kadar özel yapan ne? Eminim sihirli bir vajinası falan vardır. Ayrıca, muhtemelen üçüyle de yatmış olmalı,” diye mırıldandı arkadaşım.
Kellan yanımızdan geçerken en yakın arkadaşıma olan bakışlarını yakaladım ve “Sam, seni de dövmeden önce ona bakmayı kes. Yoksa sonun hastanede bitecek!” dedim.
“Ne? Beni duyamıyor gibi.”
Sam'in elini tutup koridordan İngilizce sınıfımıza doğru sürükledim. Ön sıraya yakın yerlerimize oturduk ve ben de okuma kitabını çıkarıp Bay Daniels'ı beklemeye başladım.
Sam, kalemiyle arkasındaki sınıfın geri kalanını işaret ederek “Sana şu kadarını söyleyeyim, onlardan biriyle yattığına adım gibi eminim,” dedi.
Hafiften geri dönüp arkaya bakmış ve dördünün birlikte oturduğunu görmüştüm ama hiçbiri birbiriyle konuşmuyordu.
Silver her zamanki gibi Ryder'ın yanında oturuyordu. Onun dibinden hiç ayrılmazdı.
Ryder’a baktığımda ise Silver’ın kolunu sevgiyle okşarken yüzünde hiçbir ifade değişikliği olmadığını gördüm.
Herkes o kıza bakarak çocuğa hayranlık duyduğunu söyleyebilirdi.
Kellan ise kolları masanın üzerinde, başı da kollarının arasında duracak şekilde sessiz takılıyordu.
Bane, bacakları masada üst üste, elleri başının arkasında duruyordu. Etrafındaki her şeyi gözlemliyor gibi odaya bakıyordu. Ancak o zaman fark edebildim.
“Sam!” diye arkamı dönerken eline vurup yanlışlıkla kalemini elinden düşürdüm.
Yere doğru işaret ederek “Bu benim en sevdiğim kalem. Sana ne zararı vardı sanki!” dedi.
Kafamı geriye doğru yatırarak “Gerçekten bunlarla aynı sınıfta olmak zorunda mıyız? Neden bunu şimdi fark ediyorum?” diye mırıldandım.
Sam, “Son senenin ortasındayız, bu yüzden… Maalesef…Okul, yılın ortasında insanların sınıf değiştirmesine izin vermiyor ama yine de emin değilim. Belki de Bay Daniels ile bir şeyler yapabilir,” dedi.
Sam kalemini yerden alıp şöyle bir baktı ve “Bu arada bana yeni bir kalem borçlusun. Bu dolma kalem bir doğum günü hediyesiydi,” dedi.
“Evet, tabii,” diyerek tekrar sınıfın arkasına doğru baktım ve o grubun bana doğru baktığını fark ettim.
Gerçekten ürkütücülerdi.
Silver başını yana eğmiş bir şekilde ve Bane ise dişlerini sıkar bir vaziyette nefret dolu bakışlarla beni izliyordu.
Kaşlarımı çatıp Kellan'a baktım. Küçük bir gülümsemeyle bakıyordu ama ben ona gülümsediğimde gözlerini deviriyordu.
Sadece bir saniyeliğine gülümsüyor, sonra tekrar masasına bakıyordu. Kafamı Tamamen Ryder'la yüzleşmek için çevirdim, yıllar sonra ilk kez ona böylesine dikkatli bakmıştım.
Lekesiz, bronzlaşmış teni ve zümrüt yeşili gözleri olan keskin hatlara sahip bir yüzü vardı.
Ona bakıyordum ve sırıtarak o da bana bakıyordu. Bir şeyler söylemek istiyordu ama dudakları kaskatı kesilmişti.
Bahse girerim o dudaklarla bir sürü kızı öpmüştür…
Beresini ayarladıktan sonra parlak siyah saçlarını bir tarafa yatırıp bana dil uzattı. Kaşlarımı yine şaşkınlıkla çatıp arkamı dönmüştüm.
“Pislik,” diye mırıldandım.
Sınıfın önüne geçerken tek duyduğum şey Ryder'ın arkadan güldüğüydü.
Lanet olsun! Dudak falan okuyabiliyor mu?
“Bu pislik kim?” diye söylenerek Sam, sınıfa bakıyordu ama sadece ona doğru bakan beni görüyordu.
Kız da panikle kendisini işaret ederek “Eğer bu konu kalemle ilgiliyse endişelenme,” dedi.
“Hayır, önemli bir şey değil. Sadece bu gece işe hazır değilim.”
Kitabımı aldım ve bu buhranlı ortamdan sıyrılıp uzaklaştım.
“Ev ödevinin süresi yakın mı? İstersen akşam yemeğinde sana yardım edebilirim.”
“Teşekkürler, ama zamanında yetiştirebileceğimden şüphem yok.”
Tam sınıfın kapısı açıldığında ben çantamdan kalem çıkarmıştım.
Bay Daniels bugün hasta mı?
“Günaydın öğrenciler, benim adım Bay Edmund ve okul döneminin geri kalanında İngilizce öğretmeniniz olacağım. Uğultulu Tepeler romanını okuduğunuza inanıyorum. Başlamak için gönüllü olabilecek biri var mı?”
Adını tahtaya Oliver Edmund olarak yazmıştı.
Sam, “Bay Daniels nerede?” diye sordu.
“Bu bilgiyi sizinle paylaşmak zorunda değilim, Bayan Frey.”
Arkasını döndü ve kaskatı bir tavırla Sam'e baktı.
“Efendim, pardon? Test sonuçlarımızı bugün öğreneceğimiz söylenmişti,” dedim kibarca.
Bu deneme sınavı gelecek haftaki sınavı geçmek için çok önemliydi.
Eğer başka bir dersten de kalırsam son senemin geri kalanında nasıl hayatta kalacağımdan emin değildim.
“Alice, değil mi?”
Herkesin adının olduğu kağıdı tutarak yürüyordu ve başını yana doğru eğmişti.
“Doğru, evet,” diye sakin ve toplanmış bir sesle cevap verdim.
“Bir sorunuz varsa elinizi kaldırın.”
Beni tepeden tırnağa şöyle bir süzdü ve sonra yürüyerek tahtayı işaret etti.
“Artık sizin öğretmeniniz benim. Bay Daniels size daha önce ne öğrettiyse unutun çünkü geri gelmeyecek.”
Ellerini birbirine dolayıp bana baktı. “Şimdi Alice, bizim için de bir okuma yapmaya ne dersin? Sekizinci bölümü yapar mısın, lütfen?”
Sandalyeye oturdu ve okumaya başlamam için eliyle işaret yaptı.
Neredesiniz, Bay Daniels?
Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!