logo
GALATEA
(30.7K)
FREE – on the App Store

Eve her zamankinden daha güçlüdür ancak ona mükâfatını reddedemeyeceği bir görev verildiğinde, üstesinden gelebilecek kadar güçlü olup olmadığı konusunda şüpheye düşer. Vampirler, haydut kurt adamlar ve onun peşindeki kötü tanrılar, Eve’in kararlılığını sorgulamasına yol açar ve tüm bunlar eşini bulmadan önce olur…

Milenyum Kurtları Dünyası’ndan

Yaş Sınırlandırılması: 18+

 

Milenyum Alfası by Sapir Englard is now available to read on the Galatea app! Read the first two chapters below, or download Galatea for the full experience.

 


 

Uygulama, patlayıcı yeni romanlar için en sıcak uygulama olduğu için BBC, Forbes ve The Guardian’dan takdir aldı.

Ali Albazaz, Founder and CEO of Inkitt, on BBC The Five-Month-Old Storytelling App Galatea Is Already A Multimillion-Dollar Business Paulo Coelho tells readers: buy my book after you've read it – if you liked it

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!

1

28 Ekim, 2017

New York

Eve

O beni görmeden, ben onu çoktan görmüştüm.

Birkaç metre uzaktaydı ama o olduğunu hemen anlamıştım. Onu olduğunu hissedebiliyordum.

Gözlerim onun altın rengi teninin, belirgin pazılarının, sağlam karın kaslarının üzerinden geçti ve keskin çene hattına geri döndü.

Belki de onu böylesine incelemem cesurca bir hareketti. Bakışlarımı yakalamasını istemedim.

Beni yakalamaması gerekiyordu. Bu her şeyi mahvederdi.

Ben zaten ağaçların, dalların ve yaprakların içinde kendimi kamufle etmiştim.

Bu nedenle endişelenmeme gerek olmadığını biliyordum.

Onu izlemeye devam ettim.

Parmaklarını yaşlı bir ağacın kabuğunda gezdirişini izledim.

Etrafına baktı, sanki bir şey bulmaya çalışıyormuş gibiydi. Ya da başka birini?

Ama hayır, burada olduğumu bilmesine imkân yoktu.

Yeterince güçlüydüm, iyi saklanabilecek kadar büyüye hakimdim.

Farklı bir ağaca doğru yürüdü ve bu sefer iki eliyle de ağaca tutunup uzandı.

Ellerini aşağı doğru kaydırdı ve kaslı kollarının tişörtün ince kumaşını zorladığını fark ettim.

O parmakların benim üzerimde gezinmesini, bana tutmasını nasıl da arzuluyordum…

Onda ne vardı, bilmiyordum.

Beni uyandırabilen tek erkek, yaşayan tek varlıktı. Ve hayır, sadece beni etkilediğinden bahsetmiyorum. Fiziksel olarak beni tahrik ediyordu. Çok fena.

Gözlerim ona yapışmıştı. Kaslarına, çenesine, koyu, dağınık saçlarına.

Vücudumun tepkisini hissedebiliyordum. Hiç karıncalanmayan bölgelerim karıncalanıyordu, aramızdaki mesafeyi kapatmam gerekiyordu.

Onun bana dokunuşunu

hissetmeyi öylesine istiyordum ki. Bana uzun zamandır hasretini çektiğim hazzı vereceğini

hissedebiliyordum.

Saklandığım yerden bir adım attım. Kötü bir fikir olabilirdi ama umurumda değildi.

İstediğim buydu…Hayır. Aslında, ihtiyacım olan buydu.

Bir adım daha attım.

Ondan korktuğum kadar, beni fark etmesini istiyordum. Çünkü ne olacağını biliyordum. Ama şu anda umurumda değildi.

Bir adım daha attım.

Başını çevirdi.

Bir adım daha attım.

Sonra nefesim kesildi.

Çünkü arkamdan bir yerden fırlatılan bir hançer omzumun üzerinden uçmuştu.

Havada son hızda hareket ediyordu ve bir anda, ona isabet etti. Hançer, ona saplandı. Tam kalbinden.

Tişörtü kana bulanmıştı.

Kanım donmuş, şok olmuştum. Bir şeyler söylemeye çalıştım, ama yapamadım.

Arkama bakmak için döndüm. Hançerin nereden geldiğini, atanın kim olduğunu görmeye çalıştım. Ama kimseyi göremedim.

Sadece ben, o ve orman vardı.

Tekrar ona yöneldim. Yere batıyor, elleriyle yarasını kapatıyor, baskı yapmaya çalışıyordu.

Bu sefer bakışlarımı üzerinde hissetmiş olmalıydı çünkü gözleri parlıyordu.

Doğrudan ana bakıyordu.

Koşamadım. Saklanamadım. Beni görmüştü.

Ve biliyordum. Hançeri benim attığımı düşündüğünü biliyordum.

Masum olmama rağmen vicdan azabını hissetmek beni mahvetti.

Ama içten içe masum olmadığımı biliyordum. Masumiyetin yakınından bile geçmiyordum.

Şimdi ellerinin ve dizlerinin üzerindeydi, gözlerini açık tutmaya çalışıyordu. Gözlerini benden ayırmıyordu. Ve kalbim hala deli gibi atıyordu. Ne de olsa kalbimin uğruna attığı tek adam, karşımdaki adamdı.

Ona git Eve.

Ona yardım et.

Ona dokun.

Ama olduğum yerde, hareketsiz duruyordum.

Gözleri yavaşça kapanıp parmakları titrerken, ruhunun bedeninden ayrılmasını izliyordum. İzlemek zorundaydım. Kafamı başka bir yere çeviremezdim.

Son nefesini verdikten sonra hareketsiz yığıldığında, üzerimde yeni bir sakinlik hissettim. Bir süredir tuttuğum nefesi, rahatlarcasına verdim.

Sonunda bitmişti.

***

Bip. Bip. Bip. Bip.

Gözlerim açıldı. Bu da neydi öyle?

Bip. Bip. Bip. Bip.

Lanet olası bir telefon çalıyordu. Benim lanet telefonum.

Etrafa bakındım. Yataktaydım, beyaz bir yatakta. Her şey beyazdı.

Doğru. New York'ta bir otelde kalıyordum. Telefonumu yastığın altında buldum, az önce gördüğüm rüyayı unutmaya çalışıyordum.

Şu anda bu rüyaya anlam atfedecek vaktim yoktu. Ayrıca, ne hakkında olduğunu anlamak için dahi olmaya gerek de yoktu.

O kaslar… O saçlar… Onu ilk kez rüyamda görmemiştim. Ve bu son da olmayacaktı

Özellikle de günler geçtikçe. Yaklaşmaya devam ettikçe…

Bip.

Bir mesaj.

Telefona baktım. Killian'dan iki cevapsız arama vardı. Ve bir bip daha ve takibinde gelen iki mesaj.

Birkaç haftadır ondan haber alamamıştım, bu yüzden önemli bir şey olmalıydı. Benim için casusluk, araştırma ve keşif yapıyordu.

Mesajları okudum.

Killian
Benden istediğin şeyi buldum
Killian
Londra'dayım
Eve
Yarın akşam gelebilirim.
Eve
18:00’da. Her zamanki yerimizde.
Killian
Yakında görüşürüz

29 Ekim, 2017

Londra

Kaldırımda yürüyordum, postallarım yere çarpıyordu.

Yağmur pek yağmıyordu ama havada sis vardı. Bu da lavabonun kenarında duran bir sünger gibi nemli hissettiriyordu.

Londra'yı özlemediğimi kabul etmem gerekiyordu.

Ama tüm mesele bu değildi.

Killian büyürken burada onunla çok güzel yıllar geçirmiştim. Eski kiliseyi dolaştım ve kendimi banliyö mahallesinde gözden uzak boş bir otoparkta buldum.

Killian ve ben kiliseye hiç gitmezdik ama bazen güneşin batışını izlemek için buraya gelirdik. Ama bu epey uzun zaman öncesindeydi.

Arkamdaki motosikletin sesini duydum ve saatimi kontrol edip gülümsedim.

17:59. Tam zamanında gelmişti.

Motosiklet park yerine yöneldi ve tam önümde durdu, o kadar sert fren yaptı ki havaya buhar yayılmıştı.

Killian'ın motosikletini sabitleyip, üzerinden inerken siyah kaskını çıkarmasını izledim.

Uzun, altın sarısı saçları savruldu ve eldivenli bir elini saçlarından geçirdi.

Altın rengi gözlerinin içinde haşarılıktan başka bir şey yoktu ve bana parlıyorlardı, yüzü dudaklarına asılan gülümsemeyi gizleyemiyordu.

“Ne, şimdi de beni etkilemeye mi çalışıyorsun?” Motosiklete başımı sallayarak sordum.

“Bunda baya iyiyim. Kabul et,” diye karşılık verdi.

Deri bir postacı çantası açtı ve içinden bir dosya çıkarıp bana uzattı.

Dosyayı aldım. “Her şey buradaysa…”

“Her şey ve daha fazlası. Tüm kan bağı,” diye garanti verdi.

Gurur duymadan edemedim. İsle kirlenmiş gamzeli yanaklarına bakınca, artık gerçek bir erkek gibiydi. Yetenekli, son derece güven veren bir adam.

“O halde doğru mu?” diye sordu, elimdeki dosyaya başını salladı. “Morganların başının dertte olduğunu mu düşünüyorsun?”

“Benden magazin haberi alamayacaksın, Kil.”

“Hadi,” diye ısrar etti.

“Bak, herkes Morganları biliyor. Amerika'nın en saygıdeğer insanları ve yıllar önce Batı Yakası Sürüsü ile yaptıkları anlaşma sebebiyle dokunulmaz bir şekilde Sürü bölgesinde yaşamaya başladılar.

“Elena Morgan kraliçe gibiydi. Batı Yakası Sürüsü'nün bu kadar uzun süre güçlü kalabilmesinin kaynağı onun servetiydi. Sürünün en büyük destekçisi Elena idi. Ama sonrasında tüm servetini kızlarına bıraktı. Eşinin ise bu noktada hukuki olarak bir hakkı yok.”

“Yani?”

“Yani, yasal olarak, kızları servetini miras almak için çok küçük. En büyüğü on yedi yaşında.”

Killian bana baktı. “Birileri servetin peşine düşecek diye ailenin tehlikede olduğunu mu düşünüyorsun?” Kafasını reddeder gibi salladı. “Morganları herkes tanır, Eve. Kraliyet ailesi gibiler. Kimse kraliyet ailesine zarar vermeye kalkmaz.”

“Ne? Akademi’de dünya tarihini öğretmiyorlar mı?” diye sırıtarak sordum.

Gözlerini devirdi. “Miras ancak Elena'nın kızları on sekiz yaşına geldiklerinde talep edilebilir.”

“Yani ne yapacaksın, kızları mirası talep edecek yaşa gelene kadar koruyacaksın mısın?”

Omuz silktim. “Biri bunu yapmak zorunda. Çünkü eğer biri onları öldürürse, servet ortada kalır. Bu yeterince teşvik edici bir etken.”

Gitmek için arkamı döndüm ama Killian omzumu tuttu. “Başka bir şey biliyorsun. Onlara zarar vermeye çalışan insanlar hakkında bir şey.”

Elinden kurtuldum. “Bunun için endişelenme, Kil…”

“Her şeyi bilmeden sana yardım edemem,” dedi kollarını göğsünün üzerinde birleştirerek.

“Peki. Ne bilmek istiyorsun? Mafyayı mı? Mafya servetten haberdar ve bir sonraki hamlelerini planlıyorlar. Bir de haydut kurt adamlar var. Her zaman paranın peşinde olurlar. Vampyreleri de unutmayalım.”

Killian'ın yüzünün düştüğünü gördüm. Savunmasızlara karşı hep zaafı olmuştu.

Omzuna yavaşça vurdum. “İyi olacaklar Killian. Yaptığım işte oldukça iyiyimdir,” dedim ve sırıttım. Başını salladı.

“İletişimde kalacağım,” dedim, arkamı döndüm ve denizaşırı uzun yolculuğuma koyuldum. Batı Yakası Sürüsü’ne.

“Hoşça kal yok,” diye arkamdan seslendi.

Gülümsedim. “Hoşça kal yok,” diye bağırdım.

“Beni fazla bekletme,” diye bağırdı. “Sıkılırım.”

***

30 Ekim, 2017

Lumen

Taksi ormanın kenarındaki çarpık yolda hızla ilerliyordu ve tek görebildiğim şey, iki tarafımdaki sayısız ağaçtı.

Ormanın yeterince derinine ulaştığımızda, görünürde artık kaldırım yokken ona durmasını söyledim.

“Burası iyi,” dedim ve dışarı çıktım.

Ona verdiğim parayı aldı ve geldiğimiz yöne doğru direksiyonu hemen kırdı, belli ki burada bir saniye daha kalmak istememişti.

Onun gibi insanlar, Batı Yakası Sürüsü bölgesinde hoş karşılanmıyorlardı. Ya da Morgan değillerse.

Ve bu orman, Oregon'daki Deschutes Ulusal Ormanı, Batı Yakası Sürüsü bölgesine aitti.

Ama hoş karşılanmayan sadece habersiz gelen insanlar değildi. Kurt adam olmayan herhangi bir tür de hoş karşılanmıyordu. Buna ben de dahildim.

Ama burada olmamın bir sebebi vardı. Ve amacımdan bir kurt adam muhafızı veya Alfa tarafından yakalanarak uzaklaşmak istemiyordum.

Ne de olsa daha önce çok daha kötüleriyle de uğraştım.

Tüm dikkatimi vücuduma verdim. Yoğun konsantrasyon işe yaradı ve hücrelerimin cildimin yoğun dokusunu azaltarak yayıldığını hissettim.

Tam olarak görünmez değildim, ama tam olarak da görünmüyordum.

Birinin gerçekten beni görmesi için gözlerini kısmasını gereken transparan bir haldeydim.

Bu yeterliydi, ağaçlara döndüm. Gücümü yönlendirdim ve kendimi havaya yükseltmek için kullandım.

Sonra ağaçların üzerinde gezinmeye başladım, birinden diğerine atlıyordum.

Otuz mil kadar sonra yavaşlamaya başladım. Sonra bir ağaca indim, her ihtimale karşı yapraklarını kendimi korumak için kullandım. Çünkü önümde, yaklaşık bir buçuk kilometre ötede Lumen vardı.

Kurt Şehri olarak da bilinen Lumen, dünyanın olmasa da Amerika'nın en güçlü sürülerinden biri olan Batı Yakası Sürüsü’ne ev sahipliği yapıyordu.

Son kilometrenin en zor kısım olacağını bilerek derin bir nefes aldım.

Her Sürü şehrinin etrafında güvenlik parametreleri vardı, iyi eğitimli muhafızlar nöbet tutuyordu.

Kurt adam korumalarının en tehlikeli özellikleri, burunlarının en iyi silahları olmasıydı.

İnsan formunda bile kilometrelerce öteden davetsiz bir misafirin kokusunu alabiliyorlardı. Bu da demek oluyordu ki, eğer kokumu şu ana kadar almadılarsa bile, iyi bir koku almak üzereydiler.

Ama önemli değildi.

Yapmam gereken bir iş vardı.

Bir kez daha sıçradım, başka bir ağaca indim ve sonra bir sonrakine atladım. Dallardan sallanıyordum, ağaç tepelerinden aşağı iniyordum, böylece yapraklara daha kolay uyum sağlayıp kamufle olabiliyordum.

İşte onu o zaman gördüm. Yaklaşık altmış metre uzakta.

Kurt adam muhafızı.

Ama herhangi bir kurt adam muhafızı değildi. Görüşümü odakladım ve güvenlik yeleğinin rozetini çıkarabildim, rozeti de Alfa'nın kişisel güvenlik ekibinde olduğunu gösteriyordu.

Harika.

Ama ben başka bir hamle yapamadan, muhafızın gözleri olduğum yere doğruldu.

Kesinlikle kokumu almıştı, bakışlarımı da üzerinde hissedebiliyordu. Destek çağırmasını beklemek istemedim.

İyice yutkundum ve yarı transparan vücudumun beni görmesini engelleyeceğini umarak dümdüz ilerledim. Ama zar zor görünür olmam önemli değildi, çünkü muhafız beni takip etmek için burnunu kullanabilirdi.

Ağaçların arasından geçip şehrin girişine yaklaşırken, muhafızın dönüştüğünü duydum ve başımın belada olduğunu anladım. İnsan formundayken, bir kurt adamdan kaçmak başka bir şeydi. Ama bir kurttan kaçmak?

Hareket etmeye, koşmaya devam ettim ve bir cesaret omzumun üzerinden arkama baktım.

Muhafız kurdu oradaydı. Hırlıyor, dişlerini gösteriyordu. Neredeyse nefesi ensemdeydi.

 

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!

2

30 Ekim, 2017

Lumen

Eve

Muhafız kurt tam arkamdaydı.

Hızlı olduğumu biliyordum. Yaşadığım yüzyıllar boyunca edindiğim sihirle, melez özel genetik bileşimim sayesinde dünya üzerindeki en hızlı canlılardan biriydim.

Ama kurt formundaki bir kurt adam zor bir mücadeleydi. Ve bu muhafız sıradan bir kurttan çok daha çevikti.

Rozetini görmüştüm. Batı Yakası Sürüsü Alfa'sının kişisel güvenlik ekibindeydi.

Bu durum hiç kafama yatmadı.

Alfa'nın güvenlik ekibi neden çevreyi gözetlemek için görevlendirilmişti?

Sürünün en iyi güvenlik görevlileri genellikle Sürü Evi’nde tutulurdu, ormanın derinliklerinde değil.

Tek açıklaması, Sürü’nün birini beklediğiydi. Ya son derece önemli birini ya da son derece tehlikeli birini bekliyorlardı.

Ve Gabriel, Batı Yakası Alfa’sı, muhafızlarından birini gelecek kişi için ayarlamıştı.

Muhafızın hırıldadığını duydum. Nefesini ensemde tekrar hissettim.

Bir pençesiyle omzumu yakaladı. Deri ceketimi keskin tırnakları çizdi.

Kendimi her zamankinden daha hızlı hareket etmeye zorladım, her şey bulanık bir kaos gibi görünene kadar var gücümle koştum.

Lumen'de olduğumuzu anlamam biraz zamanımı aldı.

Şehir kapılarını duraksamadan koşarak aşmıştık. Arkama bakma cesaretini gösterdim.

Güvenlik görevlisi şimdi arkamdaydı, ama açıkça yorulmuştu.

Bu iyi haberdi.

Peki kötü haber ne miydi?

Yanında dört kurt daha benim peşimde düşmüştü.

Alfa’nın güvenlik ekibindeler mi değil mi diye rozetlerine bakacak vaktim olmamıştı. Hoş, artık bir önemi yoktu.

Koşmaya devam edemeyeceğimi biliyordum, daha iyi bir çözüm bulmam gerekiyordu.

Arka sokakta koşarken köşeyi döndüm. Arnavut kaldırımları koşmayı iyice zorlaştırıyordu, ama o an gözüme bir şey ilişti.

Kanalizasyon kapağı.

Hiç düşünmeden, kaldırdım ve içeri atladım, en az yarım metre karanlığa düştüm. Ayaklarımın üzerine bir gümbürtüyle iniş yaptım.

Hemen etrafı kokladım.

Botlarım yoğun çamurun için saplanmıştı ve iki ayağımın üzerine indiğim için memnundum.

Ellerim ve dizlerimin üzerine düşmüş olmayı hayal etmek bile beni ürpertti.

İyi koşuyordum, dövüşmekte de iyiydim. Ama lağım çamuru kırmızı çizgimdi.

Tünelden kuzeye doğru yürümeye başladım. Kurt korumanın nereye gittiğimi anlayıp anlanmadığını görmek için burada beklemeyecektim.

Yürürken gözlerimi kapattım, şehrin haritasını kendime hatırlatmaya çalıştım.

Biraz zamanını almıştı, ama Killian ihtiyacım olan adresi bulmuştu.

Morganların yeni taşındıkları evin adresi. Woodsmoke olarak bilinen bölgedeydi.

***

Bir saat sonra Woodsmoke'daki bir kanalizasyon kapağından dışarı çıktım.

Güneş batmaya başlamak üzereydi ve sokaklar sessizdi. Burası zengin bir mahalleydi, tasarımcı butikleri ve iyi giyimli ailelerle doluydu.

Muazzam. Deri postallarım buraya harika uyum sağlayacak.

Killian'ın bana verdiği mahallenin haritasını hatırlamak için tekrar gözlerimi kapatarak yürümeye başladım.

Sokağı haritasını zihnimde canlandırdım, 49. Jayden Caddesi'ne gitmem gerekiyordu. Izgarada kırmızı bir çizgi belirdi ve bana gideceğim yerdeki en kestirme rotayı gösterdi.

Tekrar gözlerimi açtım, evin istikametine doğru yöneldim. Yolculuğun geri kalanında gözlerimi açık tuttum.

Şehrin girişindeki kurt muhafızlarından kaçmış olmam peşimi bıraktıkları anlamına gelmiyordu.

Kurt adam olmadığımı biliyorlardı. Kokumu alabiliyorlardı.

Tedirginliğim kokumdan ne olduğumu anlayacaklarından değildi. Bunu kimse yapamazdı.

Ama onlardan biri olmadığımı anlayabilirlerdi ve bu da benim onlar için bir tehdit olduğum anlamına geliyordu.

Bu yüzden istenmeyen herhangi bir eşlikçiyle ilgili gözlerimi dört açmalı ve kalabalık sokaklardan uzak durmalıydım.

Bir süre sonra 49. Jayden Caddesi'ne vardım.

Geleneksel olarak önünde beyaz sütunları ve yeni biçilmiş bir çimenliği olan iyi büyüklükte bir evdi.

Gabriel'in aileyi buraya yerleştirdiğini biliyordum.

Ne de olsa, insanların normalde Lumen Şehri’nde yaşaması yasaktı. Ama Morganlar sıradan insanlar değildi.

Batı Yakası Sürüsü buradaki bölgelerini ele geçirmeden önce Morganlar bu bölgeye hükmediyorlardı.

Soylarının tarihi güç ve zenginliğe dayanıyordu.

Eğer Morganlar sürüyle bir anlaşma yapmamış olsalardı, araziye yerleşmelerine izin vermeselerdi ve hatta yerleşmelerine finansal yardımda bulunmasalardı, Sürü bu kadar zengin olamazdı.

Bu, Batı Yakası Sürüsü'nün vefa borcunun olduğu bir destekti.

Elena ölmüş olsa bile, Morganlara göz kulak olacaklardı ve Morgan kızları servete sahip olabilecek yaşa geldiklerinde, Sürü bu sponsorluğu devam ettireceklerini umuyordu.

Basamakları tırmandım ve Morganların yeni ön kapısını çaldım. Birkaç dakika bekledim… Cevap yoktu.

Bugün sabrımı tüketecek çok şey yaşamıştım, bu yüzden tekrar kapıyı çaldım. Bu sefer daha sert bir şekilde.

O sırada kapı açıldı ve on beş yaşlarında bir gencin bana baktığını gördüm.

Çok güzeldi, bu çok açıktı. Soluk sarı saçları ve büyük mavi gözleri ile gerçek hayattaki bir Barbie bebek gibi görünüyordu.

“Merhaba?” diye sordu, burnunu buruşturarak.

Deri giymiş bir kadın görmesine verdiği tepki hakkında bir şeyler söylemek üzereydim. Sonra bir lağımda uzun zaman geçirdiğimi hatırladım.

O buruşturulan burnun, deri giymemle alakası yoktu.

“Baban evde mi?” diye sordum.

“BABA!” diye seslendi, eve doğru döndü. Birkaç saniye sonra Martin Morgan ortaya çıktı, holde yürüyordu.

“Merhaba? Sana yardımcı olabilir miyim?” diye sordu, gözlerini bana dikmişti.

“Hayır, Martin. Ama ben sana yardım etmek için buradayım. Ailen tehlikede.”

Kafasının karışık olduğunu gördüm ama kızının omzunu okşadı. “Odana git Anya,” diye talimat verdi.

“Ama neden bahsediyor?” diye sordu kız, bana bakarak.

“Git,” dedi, bu sefer daha sertçe. Kız gözlerini devirerek babasının emrine uydu.

Konuşmaya başladım. “Aileni korumak için buradayım. Bunu yapmak için senden birkaç şeye ihtiyacım var.”

“Bir dakika,” diye emretti. “Kim olduğunu söylemiştin?”

“Kendimi henüz tanıtmadım. Ben Eve,” dedim, sıkması için elimi uzattım. Sadece bana baktı.

“Sen Eve'sin.”

“Bu doğru.”

“Eve adında birini tanımıyorum.”

“Önceden tanışmadık, Martin.”

“Sen kurt adam değilsin,” dedi gözlerimin içine bakarak. “Gabriel, herkesin bizi rahat bırakması için sürüye kesin bir emir verdi. Ama sen, kim olduğumuzu biliyorsun. Adımı da biliyordun. Ve bizi rahatsız ettin. Hiçbir kurt Alfa'ya böyle bir itaatsizlik etmez.”

“Haklısın. Ben kurt adam değilim.”

“Yani, burada olmamalısın demek. Lumen Kurt Şehri’dir.”

“Aileni korumak için buradayım,” diye tekrarladım. Artık sahiden sabrım kalmamıştı. “İçeri gelebilir miyim?”

“Ne? Hayır,” dedi, ama çok geç kalmıştı.

Daha ne olduğunu anlayamadan, etrafından dolaşıp kapıyı kapatmıştım.

Benimle yüzleşmek için döndü, öfkesi yüzünden okunuyordu. “Bir yabancı kadının evime girip benim ve ailemin başını belaya sokmasına izin vermeyeceğim! Ve ne tür bir… Koku bu?”

“Martin,” dedim sakince, son söylediği kısmı görmezden gelerek, “Aileni tanıyorum. Neler yaşadığını biliyorum. Tanımadığın birine güvenmekte neden tedirginlik duyduğunu anlıyorum. Ama şu anda ailenin başı zaten dertte. Kızlarının peşindeler.”

“Sana inanmıyorum! Ve evimden hemen çıkmanı istiyor.”

Sabrım tükenmişti. Artık buna katlanmayacaktım.

Onu susturdum ve düşüncelerini okumak için telepatik bir kanalın engelini kaldırarak zihnimi açtım.

Bunu yapmak kolaydı çünkü o bir insandı, bu da onun zihnini okumaya başlamamın sadece birkaç saniye aldığı anlamına geliyordu.

Bu bir tezgâh. Onu mafya gönderdi. Eve sızacak ve ne, beni baştan mı çıkaracak?

Bunun için yollanmışa benziyor. Giydiği deriye bak. Güçlü ol. Onu dışarı at, ŞİMDİ! Kızlarını koru.

Gözlerimi ona diktim ve tepkilerinden arkadaş canlısı görünmediklerini biliyordum.

Zavallı adam dehşete düşmüştü. “Şimdi, Martin, hadi ama. Sahiden bir tür seks işçisi olduğumu mu düşünüyorsun?”

“Ne?”

“Gerçekten benim bu kadar aşağılık olduğumu mu düşünüyorsun? Mafyanın beni kontrol etmesine izin verecek gibi mi görünüyorum?”

“Böyle düşündüğümü nereden bildin?”

“Mafya endişelenmen gereken son tehdit. Düzenbaz kurtları biliyor musun? Ya vampyreleri?” diye sordum. “Kızlarının reşit olana kadar yaşamasını istiyorsan, onlar serveti alabilecek yaşa gelene kadar, o zaman yardım etmeme müsaade edeceksin. Bu evde seninle yaşayacağım ve onları koruyacağım.”

Martin, sanki her şeyi hallediyormuş ama birden başı belaya girmiş gibi kanepeye çöktü.

“Onların başını belada olduğunu nereden biliyorsun…” diye sordu.

“Peşlerine düştüklerini mi? Kaynaklarım var.”

“Neden? Tanımadığın bir aileyi neden koruyasın ki?”

Gerçeği söylemek aklımdan geçti, ama ona zaten birden çok fazla yüklendiğimi biliyordum. Bir gerçeği daha kaldıracak durumda değildi.

“Ben kurt adam değilim Martin, ama çok güçlüyüm. Ve bu gücü iyilik için kullanmayı seviyorum. Ailene yapılanlar kabul edilebilir değil.”

“Peki ya hayır dersem? Yardımını reddedersem?”

Onun yanına oturdum. Gözlerinin içine baktım ve karısını yeni kaybetmiş bir adamın kalbini gördüm.

“Bir yolunu bulurdum,” dedim, omuzlarımı silkerek.

Bir süre sonra başını salladı, pes etmişti. “Peki o halde,” dedi. “Tamam.”

“Bir odaya ihtiyacım var. Ve senin ve kızların programlarını, senin arkadaşların hakkında her şeyi öğrenmem gerekiyor. Taşındığından beri yeni biriyle tanıştın mı?”

Martin kafasını salladı. “Daha dün geldik. Kızlar hala eşyalarını boşaltıyor.”

“Güzel, çok güzel. Gelecek hafta okula başlayacaklar sanırım?”

Başını salladı. “Yakındaki liseye gidecekler.”

“Sürü Evi’nde bir kayıt randevun olacak mı?”

“Yarın ilk iş.”

“Sana katılacağım.”

“Baba?” dedi kızlardan biri, ikimiz de arkamızı döndük.

Oturma odasının kenarında Martin'in en büyük kızı Reyna vardı. Omuzlarının arkasında koyu kahverengi saçları ve loş ışıklı odada parlayan soluk teni vardı.

Muhteşem görünüyordu. Morgan servetinin kraliçesi olmak için doğduğunu düşünürsek bunun için çok uygundu.

Ayağa kalktım. “Merhaba, Reyna. Ben Eve,” deyip kendimi tanıttım. “Artık sizinle yaşayacağım.”

Sonra bana baktı ve Martin'e döndü. “Baba?” diye tekrar sordu.

“Tehlikedeyiz tatlım,” dedi. “Eve bizi korumak için burada.”

“Ne tür bir tehlikede?”

“Avlanıyoruz,” dedi koltukta otururken. Sonra Anya'nın kafası yandan dışarı çıktı.

“Odanda olman gerekiyordu!” diye Martin onu azarladı.

“Bize gerçeği söylemen gerekiyor,” dedi.

“Morganlar!” diye bağırarak onları susturdum, ayağa kalktım.

“Gerçeği mi istiyorsunuz? Evet, avlanıyorsunuz. Annenin bıraktığı miras çok değerli ve tehlikeli insanlar bunun peşinde. Ama ben buradayken, size göz kulak olurken, güvende olacaksınız.”

Reyna homurdandı “Çok kısasın.”

İç çektim. Gözlerim arkasındaki masadaki lambaya kilitlendi.

Lambayı yavaşça masadan kaldırdım ve bir an için havalandırdım. Sonra ileriye taşıdım ve ellerinin önünde süzülene kadar Reyna'nın gövdesini lamba ile daire içine aldım.

Anya çığlık attı. Martin nefes nefese kaldı. Ama Reyna'nın gözleri genişlemişti. Ellerini açtı ve lambaya uzandı, tam o anda lambayı toza çevirdim.

Odadaki herkes tozun halının üzerine yığılışını izledi.

“Öyleyse…” dedim, hepsinin ağzı açık kalmıştı. “Yeterince açık mıydı?”

 

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!

Alfa ve Aurora

Kanlı Gölge Sürüsü’nden Alfa Everett’in, eşinin bir insan olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Ama işte şimdi tam karşısında, on sekiz yaşındaki, oldukça sakar Rory duruyordu. Bir Omega kurdu tarafından evlat edinilen Rory, hayatının çoğunu Kızıl Ay sürüsünde geçirdi, ancak sürünün liderleri onu öldürmeye çalıştıktan sonra, artık oraya geri dönmeyecekti. Görünüşe göre o ve koruyucu Alfa birbirlerine iyice bağlanmıştı. Peki aralarında aşk gelişecek mi? Ve eğer büyüyebilirse, aşkları Rory’nin sırlarına dayanacak kadar güçlü olabilir mi?

Yaş Sınırlaması: 18+

Alfa’nın İkinci Şans Perisi

Adelie ait olduğu kurt sürüsünde gölgelerde yaşayarak, sıradan bir hayat sürer. Ancak Alfa eşi onu reddedince işler değişir ve birlikte yaşayabileceği yeni bir sürü arayışına başlar. Alfa Kairos’un sürüsü artık onun yeni evi olacaktır. Habis tabiatı ve öfkeli tutumlarıyla bilinen kurt Kairos, Adelie’nin ikinci şansı olacaktır. Peki, geçmişin korkusuyla içine kapanan Kairos ve daha önce tahayyül bile edemeyeceği güçlere sahip olduğunu keşfetmek üzere olan Adelie ile işler nasıl yoluna sokulacak?

Yaş Sınırlandırması: 16+

İyilik Meleği A.Ş.

Herkesin aklından bir iyilik perisine sahip olmak geçmiştir, değil mi? Viola onun bir iyilik perisinin olduğunu öğrenir. Tek bir dilekle tüm romantik hayalleri gerçek olacak! Bkunda ötü gidecek ne olabilir?Muhteşem bir prensin kalbini kazanmak için diğer kadınlara karşı tehlikeli bir oyunda rekabet etmek zorunda kalmasına ne demeli. Kavga başlıyor!

Yaş Derecelendirmesi: 18+

Orijinal Yazar: F.R. Black

Son Umudu

Lake’in mükemmel bir planı vardı. Eşini bulacak, yerleşik hayata geçecek ve bir yuva kuracaktı. Ancak sevgilisi onu başkası için terk ettiğinde, Lake’in planı da kalbi de paramparça oldu. Tanrıça’nın onun için başka bir planı olduğuna inancını koruyabilecek mi? Belki de bu plan, onunkinden çok daha iyidir…

Yaş Sınırlaması: 16+

Requiem Şehri

Maddie, Requiem City’nin acımasız ve büyülü sokaklarında koşuşturan bir yankesicidir. Aşırı zengin Dobrzycka ikizlerinden çaldığında, onu bir seçim yapmaya zorlarlar: hâkimiyet veya yıkım.

Yaş Sınırlaması: 18+

Bulmak

Hazel Porter, kitapçılık kariyerinden ve rahat dairesinden son derece memnundu. Ama korkutucu bir karşılaşma onu Seth King’in kollarına attığında, hayatta daha fazlasının olduğunu fark etti. ÇOK daha fazlasının! Hızla varlığını bilmediği doğaüstü varlıkların dünyasına itildi. Seth o dünyanın tam merkezindeydi: onu sevmekten ve korumaktan başka bir şey istemeyen vahşi, güçlü, muhteşem bir alfa. Ama Hazel, yalnızca sıradan bir insandı. Bu, gerçekten mümkün müydü?

Yaş Sınırlaması: 18+

Sana Kandım

Trinity aslında açıkgöz biridir. Ama bu, akıllara kolayca elde edilir biri olduğu fikrini getirmesin. Ofiste geçirdiği yorucu bir günün ardından, gittiği barda Stephen Gotti ile tanışır. Gece kulübünde tam bir beyefendi, yatak odasında ise doyumsuz biri olan Stephen Gotti… Birbirlerine ilk görüşte aşık olurlar ama Stephen’ın büyük bir sırrı vardır. Acaba bu sır Trinity’yi korkutup kaçıracak mıdır?

Yaş Sınırlaması: 18+

Tyr Binicileri

Ava, Kuzey Kaliforniya’daki en tehlikeli motorcunun peşine düşmüş, yalnız bir ödül avcısıdır. Ancak koşullar onu Tyr Motor Kulübü Binicilerinden cesur ve muhteşem bir modern Viking olan Bjorn ile takım olmaya zorladığında, aralarındaki kıvılcımlarla savaşamaz. Ava, kötü çocuk sevgilisine âşık mı olacak, yoksa yola tek başına mı dönecek?

Yaş Sınırlaması: 18+

Kutudaki Jack

Hemşire Riley, psikiyatri koğuşundaki en kötü şöhretli hastalardan biri olan Jackson Wolfe’a atandı. Wolfe’un çevresindeki herkes aniden ölürken, onun uğruna ölünecek kadar seksi olması da oldukça ironikti. Jackson, cazibesiyle Riley’i kendisine çekerken, Riley, katilin kim olduğunu bulabilir mi, yoksa o, tam da aşık olunacak adam mı?

Yaş Sınırlaması: 18+

Sahiplenici Muhafız

Kara’nın ev arkadaşı kuzeninin birkaç gece onlarda kalacağını söylediğinde Kara bu konu üzerinde pek durmaz. Birbirlerini görünce ikisi de yanıp tutuşana kadar.

Yaş Sınırlaması: 18+