Biz sadece tek bir dil konuşuruz, o da seks dili.
Beni saçlarımdan tutmuş kendine doğru çekiyordu.
Şimdiden o kadar ıslanmıştım ki içimde kaymasına dayanabilir miyim bilemiyordum.
Beni sertçe masanın üzerine doğru eğdi. Bu libidomun daha da yükselmesine neden olmuştu. Aletini kıçımda masaj yaparcasına oynattığını hissediyordum.
Şehvetle iç çektim.
Ona ihtiyacım vardı.
Tam içimde.
Vahşi by Kristen Mullings is now available to read on the Galatea app! Read the first two chapters below, or download Galatea for the full experience.

Uygulama, patlayıcı yeni romanlar için en sıcak uygulama olduğu için BBC, Forbes ve The Guardian’dan takdir aldı.

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!
1
Bu son derece şehvet dolu bir hikayedir ♨️
Birinci Bölüm tutku dolu seslerle başlar!
Kulaklıklarınızı takarak veya odanızda tek başınıza dinlemek isteyebilirsiniz.
Biz sadece tek bir dil konuşuruz, o da seks dili.
Beni saçlarımdan tutmuş kendine doğru çekiyordu.
Şimdiden o kadar ıslanmıştım ki içimde kaymasına dayanabilir miyim bilemiyordum.
Beni sertçe masanın üzerine doğru eğdi. Bu libidomun daha da yükselmesine neden olmuştu. Aletini kıçımda masaj yaparcasına oynattığını hissediyordum.
Şehvetle iç çektim.
Ona ihtiyacım vardı.
Tam içimde.
Hemen şimdi.
Sonunda sertleşmiş aletini ıslak girişime götürdü ve içime soktu. Sabit bir hızda git gel yapmaya başlamadan önce yavaş yavaş her santimini içime alırken deli oluyordum.
Ayak parmak uçlarım kıvrıldı. Zevkten, düzensiz nefesler alıp verirken tüm kuvvetimle masanın kenarına tutunmuştum.
İnleyerek geriye doğru eğilirken kendimi o kadar kaptırmışım ki masanın üzerinden kayıp gürültülü bir şekilde yere düştüğümü fark etmedim. Gözlerimi açtım.
Kıyafetlerim üzerimdeydi. Aklımı başımdan aldığı ofisinde değildik.
Kendi ofisimin yerinde yatıyordum.
“Sage! Uyan!”
Ofisimi paylaştığım, takım lideri ve en iyi arkadaşım Ronnie’nin önünde yerde yatıyordum. Sandalyesinde geriye doğru yaslanarak bana gülmeye başladı.
Bir süre sonra birlikte gülmeye başlamıştık. Kim iş yerinde kendi patronunu hayal ederek uykuya dalardı ki? Gördüklerimi hatırlayınca tüylerim diken oldu.
Çok gerçekçiydi.
İç çekerek yavaşça ayağa kalktım ve üzerimi silkeledim.
“Beş dakika sonra toplantımız olduğunu biliyorsun, değil mi?” diye sordu Ronnie. “Dün gece yeterince uyumadıysan, belki de…”
“Ben iyiyim.”
Hiçbir şey beni o toplantıda olmaktan alıkoyamaz… Onun yanında olmaktan. Patronumun…
Bay Heinrich.
Notlarımızı topladık ve asansörlere doğru yürümeye başladık. Uzun siyah saçlarımı kulaklarımın arkasına ittim, bebek pembesi bluzumu düzelttim ve bluzumun ikinci düğmesini açarak biraz dekolte için küçük bir gözetleme deliği açtım.
Keşke daha fazla şeyimi gösterebilseydim.
“Yine yapıyorsun, değil mi?” Ronnie asansöre binerken sordu. “Patron hakkında fantezi…”
“Hayır, kurmuyorum.”
Evet, kuruyordum.
Ronnie, kırmızı düğmeye basıp asansörü durdurdu ve tüm dikkatini bana çevirdi.
“Sage. En iyi arkadaşımsın diye senin bu toplantıya katılmana izin vermedim. O uzun saçlarının tek telinde bile diğer tasarımcıların hepsinden daha fazla yetenek var.”
“Evet, ben olağanüstüyüm.”
“İşte benim kızım!” Ronnie gözlerinde bir parıltıyla bunu söylemişti.
Ronnie asansörü yeniden çalıştırdı ve devam etti.
“İyi bir iş çıkarırsak tavuk kanadı ambalajlarının üzerinde adın yazılı olacak. Gülümsedim. Dünyada tavuk kanadı sevmeyen birkaç kişiden biri olduğumu çok iyi biliyordu.
“Tavuk kanadı sensin,” dedim.
“Hayır, sen tavuk kanadısın!” diye karşılık verdi.
Ronnie tekrar işe odaklanmam için beni nasıl gaza getireceğini biliyordu.
Asansör kapıları açıldı ve oradaydı… Patronumuz.
Şişkin kaslarını saran simsiyah bir takım elbise giymişti. Cebindeki elleri aletinin olduğu yerdeki kumaşı geriyordu.
Ve saçları… Şey, saçları gitmişti. Kestirmişti! Dağınık kahverengi saçlarını kestirmişti!
Bu yeni görüntüsünü sevmiştim. Kemikli yüzünü ortaya çıkarmıştı ve ona çok yakışmıştı. O keskin hatlı yüzü, kare çenesi ve kısık, badem gözleriyle kesinlikle tam bir erkek gibi görünüyordu. Dudakları dolgun ve düzgündü.
Kesinlikle dilim tutulmuştu, patronuma vurulmuştum.
Ama kim vurulmazdı ki?
Adeta bir Yunan tanrısıydı ve ona bayılıyordum.
Kendimi tutamadım ve ağzımdan kaçtı. “Ha siktir…”
Bir dirsek aniden kaburgalarıma çarptı. Ronnie bana inanamayarak bakıyordu. Az önce patronumun önünde küfretmiştim!
Kahretsin!
Bir kaşını sorgularcasına bana kaldırdı. Avuçlarım terlemeye başlamıştı. Dudaklarında minik tatlı bir gülümseme belirir gibi oldu.
Ama bir anda kayboldu.
“Bayan Beauchamp, Bayan Sauvignon,” dedi sırayla.
Onun şehvetli, kalın sesiyle ıslandığımı hissettim. O kadar ıslanmıştım ki acaba çoraplarım hepsini emip çekebilir mi diye bir an merak ettim.
Daha da önemlisi, sesine bu şekilde tepki veriyorsam adam bana gerçekten dokunduğunda ne olurdu?
Bu düşünceyi kafamdan atmak için derin bir nefes aldım. Delice bir düşünceydi. Patronum benimle o şekilde ilgilenmiyordu. Bunun hiçbir yolu yoktu.
Asansörden inerken Bay Heinrich bana döndü.
“Bayan Sauvignon, toplantıdan sonra sizinle biraz konuşmak istiyorum.”
Gerilmiştim ama başımı sallamayı başardım.
“Evet, efendim.”
Kendimi en kötüsüne hazırlamaya başlamıştım.
***
Ülkenin en iyi grafik tasarım şirketlerinden birinde çalışıyorduk. Ronnie, Bay Heinrich'in en saygın çalışanlarından biri olma yolunda ilerliyordu ve sadece sunumuna bakarak bile bunun nedenini anlayabiliyordum.
Düzenli, titiz ve analitikti.
Bense tam bir faciaydım. Ama sanat söz konusu olduğunda kimse elime su dökemezdi.
Yine de, bu bitmek bilmeyen toplantılar hiç de güzel geçmiyordu, kabul ediyorum birkaç kez içim geçmiş bile olabilirdi.
Yine ve yine, Ronnie beni dürtmeseydi toplantı masasında salyalarımın oluşturduğu havuzun içinde uyuyor olurdum.
Sadece Bay Heinrich'i pür dikkat dinliyordum. Bu toplantıdan sonra benden ne isteyeceğini merak ediyordum. Korkmuş… Ve heyecanlıydım.
Herkes odadan çıktığında patronu sabırla beni beklerken buldum, elleri her zamanki gibi ceplerindeydi. Şişkinliği belli oluyordu.
“Benimle gelin, Bayan Sauvignon.”
Arkasından kokusunu içime çekerek onu ofisine kadar takip ettim. Yıllanmış şarap karışımı, pahalı bir parfüm sıkmıştı.
Sonunda ilginç bir şekilde dekore edilmiş ofisine girdik ve karşısına oturdum.
Adı ve arada sırada yaptığı aksan olmasa Bay Heinrich’in Alman olduğunu asla tahmin edemezdiniz.
Dünyanın her yerine seyahat etmişti ve her yerin kültür, bilim ve sanatına hakimdi.
Beni görmezden gelerek birkaç dosyaya göz gezdirmeye başladı. Benimle ne konuşacağını düşününce tekrar gerilmiştim.
Sonra buz mavisi gözleri benimkilere kaydı ve sandalyesinden kalktı.
“Bayan Sauvignon, masanın etrafından dolanır mısınız, lütfen?”
Bunu sorgulamadım. Ayağa kalktım ve başını salladığı yere, pencereye doğru yürüdüm, hipnotize olmuş gibi Chicago şehir merkezi manzarasına bakıyordum.
Dışarı bakarken arkadan bana doğru yaklaştığını hissettim.
“Neden burada olduğunu biliyor musun?”
Kafamı hayır anlamında salladım.
“Güzel, çok güzel. Bundan işini ciddiye almadığını mı anlamalıyım?”
Gözlerim genişledi ve kekelemeye başladım. Penceredeki yansımama bakarak sözümü kesti.
“Daha önceki çirkin davranışlarınızı göz önünde bulundurursak bunun doğru olduğunu düşünebilirim. Toplantıların ortasında uyuyakalmanızdan bahsetmiyorum bile. Profesyonel bir şekilde davranmaktan aciz olduğunuzu mu düşünmeliyim? Yoksa bu kadar terbiyesiz, ağzı bozuk birini şirketimde işe aldıkları için insan kaynaklarını mı suçlamalıyım?”
Bu sefer konuşması beni tahrik etmemişti. Sinirlenmiştim.
Odanın sıcaklığı birden soğuktan kavurucu bir sıcaklığa döndü.
“Kendiniz hakkında ne söylemek istersiniz, Bayan Sauvignon?”
Düşünemeden ve kendimi tutamadan hızlıca arkama dönüp Bay Heinrich’in suratına tokat attım.
Aman Tanrım.
Ben ne yaptım?
Az önce patronuma tokat atmıştım.
Ama Bay Heinrich'in beni odadan dışarıya atıp eşyalarımı toplamamı söylememesi beni şaşırtmıştı.
Hayır, onun yerine sırıtıyordu. Öne doğru bir adım attı ve beni döndürerek soğuk cama doğru bastırdı.
Sert bir şekilde kendini sırtıma doğru bastırdığını hissedebiliyordum.
Rüya mı görüyordum?
Yoksa bu gerçekten oluyor muydu?
Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı ve “Ich werde dich zähmen, mein kätzchen,” diye fısıldadı.
Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum ama sonra dişlerinin kulağıma değdiğini hissettim. Kalçalarımı kalkmış sikini doğru döndürüp kendine doğru bastırdığında titredim.
Siki seğirmişti. “Bana bak, kätzchen!” diye bağırmadan önce bir anlığına gözlerimi kapattım.
Ve sonra penceredeki yansımasına baktım.
Mavi gözleriyle bana bakıyordu. Parmak uçları vücudumda gezinirken onu izliyordum. Parmakları sert meme uçlarımdan, karnıma ve sonra…
Parmakları ıslak amıma dokunduğunda nefesimi tuttum.
Becerikli parmaklarıyla sırılsıklam olan tangamı kaydırdı ve amımı ovuşturmaya başladı.
Neredeyse aklımı kaybediyordum.
Sırtımı eğdim ve dizlerimi hafifçe araladım. Hemen sağ eliyle beni kendine doğru çekti.
Başparmağıyla klitorisimin etrafında daireler çizerek amıma baskı yapmaya devam ederken hafifçe kıkırdadı.
Sonra amıma sataşmayı bıraktı.
Ve derinlere inmeye başladı.
Boğulacak gibi oldum, gözlerim yaşlarla doldu. Kendimi kaybediyordum.
Sonunda, çığlık atarak boşaldım.
Elini hızla geri çekti ve yüzünde şeytani bir sırıtışla benden uzaklaştı.
Utançtan ölebilirdim.
Hızla eteğimi ve saçımı düzeltip patronuma döndüğümde parmak uçlarını tek tek emdiğini gördüm. Önce orta parmağını, sonra başparmağını.
“Çok tatlı,” diye fısıldadı. Beni bir ateş basmıştı ve o an yüzümün kıpkırmızı olduğunu biliyordum.
Doğru düzgün düşünemiyordum. Az önce ne olduğunu anlamamıştım.
Ve bir devamında söylediği şeye hiçbir şekilde hazırlıklı değildim.
Bay Heinrich elini indirdi, bana buz gibi bir bakış fırlatarak başıyla kapıyı gösterdi.
“Kovuldun.”
Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!
2
“Orospu çocuğu!”
Alışveriş merkezinde buluştuğumuzdan beri Ronnie'nin tekrar tekrar söylediği tek şey buydu. Alışveriş bizim en sevdiğimiz eğlencelerden biriydi. Ve içinde bulunduğum durumu biraz olsun unutabilmek için de iyi bir yoldu.
Beni yanlış anlamayın. Profesyonel olmayan davranışlarımı kabul ediyorum ama ne tür bir deli, çalışanına hayvan gibi bir orgazm yaşatır ve sonra onu işten kovar?
Lanet Heinrich…
Sırf şeyin var diye benimle dalga geçebileceğini mi sanıyorsun…
Büyüleyici gözlerin.
Karşı konulamaz bir kokun.
Yunan Tanrısı bedenin.
Gür bir sesin.
Kocaman bir sikin.
Harika bir stilin.
Havalı bir tavrın.
Adının önünde olan bir milyarder yazısı.
Lanet olsun! Bir banyo bulup tangamı değiştirmem gerekiyordu. Bay Heinrich’i düşünmeye başladığımdan beri yanımda yedek iç çamaşırı taşıyordum.
“Orospu çocuğu!” dedi Ronnie, yine.
“Ron! Çoktan bildiğim şeyi kırk kez söylemeyi bırak. Bana bilmediğim bir şey söyle.”
“Peki… Evleneceğimi bilmiyorsun, değil mi?” diye sordu, bombayı kucağıma bırakarak.
“NE?”
“Ve Londra'ya taşınıyorum.”
“GERÇEKTEN Mİ?”
“Evet.”
Ağzım bir karış açık kalmıştı.
“Annem görücü usulü evliliğim için gün belirlemiş. Evlenmek ve kocamla yaşamak, ona yıllar önce vermem gereken torunlara sahip olmam için Londra'ya dönmemi söyledi bana. “
“Kızım, annen korkutucu bir kadın.”
Ronnie, “Gerçekten de Susam Sokağı’ndaki Büyük Kuş’un Drakula haline benziyor,” dedi.
“Peki, kim bu adam? Ne oluyor be? Bundan nasıl haberim olmaz? Bana her şeyi anlat.”
“Bekaretimi Londra'da kaybettiğimi söylediğim adamı hatırlıyor musun?”
“Arap olan mı?”
“Şey, evet. Beş yaşımdan beri onunla beşik kertmesiyiz. Tek ortak noktamız Pencapça konuşuyor olmamız ve seks için dinmeyen bir açlığımızın olması.”
“Pencapça ve seks. Daha neye ihtiyacın olabilir ki?” dedim soytarılık ederek.
“Kesinlikle.”
Ronnie öne doğru eğildi.
“Bunun kulağa saçma geldiğini biliyorum ama öyle değil. Annem bana bizim beşik kertmesi olduğumuzu söyledikten sonra Rama ve Sita’nın bu evliliğimin ne kadar önemli olduğunu anlattıkları bir rüya görmüştüm. Başta anneme ve atalarına karşı çıkmıştım. Sonuçta ben modern bir kadınım. Kiminle istersen onunla evlenebilirim. Ama Jav’la tanıştığımda…”
“Jav mı? O da Hindu mu?”
“Aslında o Müslüman. Sanırım ailem zıt kutupların birbirini çekebileceğini düşündü.”
Ronnie annesini anlatırken kafamda bir canavarın resmi canlanıyordu. Omuz silktim ve devam etmesine izin verdim.
“Yine de dindar ya da Allah korkusu olan biri değil. Yani, eminim ki Allah bana yatak odasında yaptığı vahşişeyleregöz yummazdı. Ve onun konuşma şeklini duymalısın…”
“Yine mi boşaldın? diye sordum, sırıtarak.
“Jav benimle edepsiz bir şekilde konuştuğunda, sanki… Sözlerinin gücüyle içimde bir şey titreşiyor, daha o dokunmadan klitorisimi çekiştirdiğini hissedebiliyorum. Akıllara durgunluk verici bir şey. Eğer her Müslüman erkek bunu yapabiliyorsa, din değiştirebilirim.”
“Bak sen şu tatlı Jav’a,” dedim etkilenmiş bir şekilde. “Tam adı bu olamaz, değil mi?”
“Ha. Oded Dastaan Javed Khan demeyi deneyebilirsin. Bu da beni… Bayan Veronica Ophelia Khan yapıyor. Neredeyse destan gibi, değil mi?”
“Kahretsin Ronnie, dört ismi mi var? Ailesi onu hiç mi sevmemiş?”
Ronnie bana kötü bir bakış attı.
“Ronnie ve Jav!” diye bağırdım sırıtarak. “Kulağa hoş geliyor.”
***
Elimiz kolumuz elbise ve ayakkabı poşetleriyle dolu bir mağazadan çıkarken kazara birine çarptım.
“Ah! Özür dilerim…” dedim ve durdum. Kim olduğunu görünce şaşırmıştım.
Bana döndü ve tek kaşını kaldırarak gülümsedi.
Brandon Wong.
“Lanet olsun! Burada ne işin var Wong?”
Adam Asyalıydı, 1.80 boyunda ve çok seksiydi. Bu arada bir geçmişimiz de vardı.
“Seni görmek de güzel, Sage,” diye mırıldandı.
Sesi çok hoşuma gitmezdi. Biraz fazla kadınsı gibi çıkıyordu. Ama erkeksi vücudu bunu telafi ediyordu.
Her neyse eski patronum olmayan bir adamı görmek güzeldi.
Wong'un yanında arkadaşı Bobby de vardı. Ronnie'yi yukarıdan aşağıya doğru süzerek ona asıldığını gördüm.
Ronnie bunu fark etmemişti. Belki de yeni nişanlandığı içindir.
“Hadi gidelim,” dedi.
Ama Ronnie beni tutamadan, Wong kolunu benimkine geçirdi ve benimle birlikte merdivenlerden aşağıya inmeye başladı.
“Ah, hadi ama. Arayı hızlıca kapatabiliriz, değil mi bebeğim? Biz görüşmeyeli ne kadar zaman oldu?”
“Ben senin bebeğin değilim. Ve günleri de saymıyorum.”
Bir elini belime koydu ve beni kendine çekti.
“Seni özledim. Beni özlemiyormuş gibi davranma.”
Elini kıçıma doğru hareket ettirmeye başladı ve sert bir şekilde kıçımı kavradı. Yalan söyleyemeyeceğim…
Tahrik olmuştum ve o da bunu biliyordu.
Üniversite yıllarımın çoğunda beraberdik ve o zamanlar ona doyamıyordum. Bağımlısı olduğum cinsel bir ilaç gibiydi.
Kimsenin olmadığı her yerde sikişirdik. Tüm bu macerayı ve çılgınlığı seviyordum. Ama bir gün büyüdüm ve bunun seksten başka bir şey olmadığını anladım. Beni tatmin etmiyordu ve bu ilişkinin bitmesi gerekiyordu.
Ne zaman ayrılmaya karar versek kendimizi yatakta bulurduk. Bu yüzden bende onunla iletişimi tamamen keserek ondan uzaklaşmaya karar verdim.
Numaramı, adresimi ve işimi değiştirdim.
Az önce kovulduğum işe girmiştim.
Ama şimdi onun sıcak kollarındayken ve ereksiyon halindeki siki karnımın alt kısmına sürtünürken kendimi savunmasız hissetmem bu kararlılığımı zayıflatıyordu.
Gözlerimi sıkıca kapattım. “Yapamam.”
Göğsünü biraz ittim ve iki derin nefes aldım. Al, ver. Al, ver.
Bileğimi yakalayıp dudaklarına götürdü ve iç kısmını öptü. Bunun zayıf noktam olduğunu biliyordu.
Her zaman işe yarardı.
“Tamam,” diye fısıldadım, omzumun üzerinden Ronnie ve Bobby'ye bakarak. “Ama hızlı olacağız.”
Banana Republic mağazasındaki bir soyunma odasına gizlice girmek üzereyken telefonum titredi.
Wong ve ben hiç vakit kaybetmeden kıyafetleri inceliyormuş gibi yapmaya başlamıştık. Görevli bakmadığında da gizlice soyunma odasına kendimizi attık.
Tanrım, son anda paçayı kurtarmıştık.
Çabucak bluzumu yırttı. Kelimenin tam anlamıyla parçalara ayırmıştı. Tanrıya şükür, çok da sevdiğim bir bluz değildi.
Dudaklarını benimkilere bastırdı. Elleri vücudumun her yerinde dolaşmaya başlamıştı.
Ön sevişme için zamanımız yoktu.
Beni duvara dayamıştı, kotumu sertçe aşağı çekti ve sikini amıma soktu. Başı geriye düşene kadar derin bir şekilde inledi.
Ben de neredeyse çığlık atacakken eliyle ağzımı kapattı. Yakalanmak istemezdik.
Çok nefis ve acı verici bir zevkti. Ellerimi sırtına koydum ve tırnaklarımı etine geçirdim. Kanın o keskin metalik kokusunu alabiliyordum.
Bacaklarımı yukarı kaldırdım ve sikini daha fazla içime sokabilmesi için etrafına doladım.
“Siktir,” diye fısıldadığını duydum.
Hareketleri sertti, sikini içimden çekip bir saniye sonra hızla etli kıvrımlarıma gömülerek amıma sokuyordu.
Ben inlerken o inliyordu. Siki gidip gelirken klitorisime vurmaya başladı .
“Daha sert sik beni,” diye yalvardım kulağına.
İsteğimi yerine getirerek saplamaya başladı.
“Durma!” dedim yine yarı çığlık atarak.
Boşalacaktım. Bunu hissedebiliyordum. Wong sağ elini koyu buklelerime gömdü ve saçlarımdan çekti. Amcığım sikinin etrafında gerilip sırtım kavisli bir şekil alırken onu kendime doğru çektim ve bu sefer avazım çıktığı kadar bağırdım. Kimin duyacağı umurumda değildi.
Orgazm olurken titremeye başladım.
Ve sonra boşaldım. Wong’un yavaşça küçülen sikini içimde tutarak iniltiyle boşaldığını hissettim. Rahim ağzım sıcak spermleriyle yıkanıyordu.
Tamamen boşalana kadar hareketleri gittikçe yavaşladı.
Daha sonra beni yere indirdi. İkimiz de çabucak pantolonumuzu yukarıya çektik ve aynada kendimizi kontrol ettikten sonra soyunma odasından çıktık.
Mağazadaki herkes birbirine bakıyordu. İkimizde kıkırdayarak koşabildiğimiz kadar hızlı bir şekilde oradan çıktık. Hala orgazmın doruklarındaydık.
İhtiyacım olan şey tam da buydu. Aynı anda hem kafamı Bay Heinrich’ten uzaklaştırmak hem de orgazm olmak.
Kim bilir? Belki Wong'la tekrar görüşürdüm…
***
Hafta bittiğinde, rahatlamış, tazelenmiş ve gençleşmiş hissediyordum. Ronnie'ye, Wong'la yaşadığım cinsel yolculuğumun her anını detaylı bir şekilde anlattım.
Eğlenerek beni dinlerken sanırım daha çok bundan sonra ne yapacağım konusunda endişeleniyordu. Artık işsizdim.
Bay Heinrich'in görüntüsü aklımdan çıkmıyordu, delici mavi gözleri, Alman aksanı, parmaklarının içimdeki hissi.
Daha önce onunla sevişmemiş olmamıza rağmen, yine de Wong'la yaşadığım eğlenceden daha akılda kalıcıydı.
Ama bunu daha fazla kafama takmasam iyi olurdu.
Bugün yeni bir gündü.
Bir iş görüşmem vardı ve buna hazırdım. İşten ayrılır ayrılmaz yeni bir şirket beni iş görüşmesine çağırmıştı.
Sanırım birileri benim hakkımda güzel şeyler söyleyerek bana referans olmuştu. Artık kendimi işe vererek kaldığım yerden devam edebilirmişim gibi geliyordu.
Ronnie'yle aldığım şık, mini, siyah elbisemi giydim. Şans için Wong'a hızlı bir seks için uğradıktan sonra bir şeyler atıştırmak için kendimi dışarıya attım. Mülakata hazırlanmak için daha iki saatim vardı.
Şans eseri, yeni şirketin bulunduğu köşede bir kafe gördüm ve kafeye girip bir masaya oturdum.
Masaya oturur oturmaz onu görmüştüm. Sanki orada olacağımı biliyormuş gibi kafeye adım atan eski patronumu. Bay Heinrich’i.
Lanet.
Olsun.
Yüzümü kapatmak için çabucak mönüyü kaldırmaya çalıştım ama faydası olmadı.
Karşımdaki sandalye kaydı ve karşıma biri oturdu. Tam olarak kim olduğunu bildiğimden mönüyü yere indirdim.
Yüzünde aynı ukala sırıtış vardı ve bu onu daha da seksi gösteriyordu.
Ama şu anda tahrik olmayacaktım. Beni kovan adam tarafından değil, dalga mı geçiyordu? Birkaç saat sonra hayatımın iş görüşmesini yapacak üzereyken olmazdı.
Ama onu durduramadan, Bay Heinrich elimi tuttu ve öptü. Bir anlığına gardımı düşürmüştüm.
“Guten Morgen, Sage,” dedi. “Çok uzun zaman oldu.”
Ne diyeceğimi bilemedim. Ondan nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. O anda tek bildiğim şey bu adamdan her zerremle nefret ettiğimdi.
Elimi çekerek, beni kovmasına sebep olan aynı kelimemi ona tekrar söylemeye karar verdim.
“Guten siktir git, kendini becer, Bay Heinrich.”
Ama gülümsemesi daha da genişlerken bu işten o kadar da kolay kurtulamayacağımı anlamıştım.
Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!