Güney Ormanı Alfaları - Kitap kapağı

Güney Ormanı Alfaları

Laila Callaway

İkinci Bölüm

LEILANI

İkizler.

Bir sürünün Alfa unvanını yalnızca ikizler paylaşabilirdi. Şekil değiştirenlerin dünyasında nadir görülen ikizler, garip bir şekilde eşlerini de birbirleriyle paylaşırdı.

Eşlerini de yanlarında getirip getirmediklerini merak etsem de dinlediğim kadarıyla başka kimse takdim edilmedi. Aşağıda, kocaman güneş gözlükleriyle paparazzilerden saklanmaya çalışan ünlüler gibi yakalanmadığıma seviniyordum.

Annem beni dışarıda bırakarak ailemizi tanıtırken, “Ben de memnun oldum! Bu eşim Alfa Hoku ve bu da oğlumuz Beta Akamai,” dedi.

Annem, “Bildiğiniz üzre kızımız Leilani avcılar tarafından bırakılan bombanın yarattığı patlamayla yaralandı. Odasında istirahat ettiği için bir süre aramızda olamayacak,” diye açıkladığında sinirle yumruklarımı sıktım.

Aşağıda olup sürüyle tanışmak istiyordum. Bu hâlimle görünmek istemeyecek kadar sığ biri olduğum için odamda sıkışıp kalmıştım.

Alfa Jarren, “Çok üzüldüm, şimdi iyi mi?” diye sorunca beni sorduğu için kalbim küt küt atmaya başladı. Bu kadar ezikçe davrandığım için kendi kendimi silkeledim. Sadece nezaketen sormuştu.

Sakin ol, Leilani.~

Babam, “İyi ama hâlâ… Kör. Önümüzdeki birkaç gün içinde görme yetisi geri gelecek,” diye cevap verince dişlerimi sıktım.

Aptal bomba.

Annem onları, “Lütfen içeri geçelim,” diyerek içeri buyur etti.

Herkes eve geçerken pencereyi kapattım. Yatağıma oturup annemle babam onlara evi gezdirdiği esnada, hepsinin odamın önünden geçişini dinledim.

Artık konuşmalarını duyamayacağımı anladığım noktada televizyonu açtım.

***

Birkaç saat sonra kapım çalınınca babam tepsiye koyduğu akşam yemeğini getirdi.

“Aşağıda diğerleriyle yemek istemeyeceğini düşündüm,” diye açıklayıp omzumu rahatlatıcı bir tavırla sıktı.

“Teşekkür ederim baba.” Ellerimi tepsinin içinde gezdirip tabağın yerini bulduktan sonra çatalımı aldım.

Babam, “İstersen yemek yiyene kadar seninle kalabilirim,” diye teklif etti.

“Neleri kaçırdığımı anlatabilir misin?” diye sorup çatalımı tabağın içinde gezdirmeye başladım. Çatalımı rastgele sapladığımda makarnaya denk getirmeyi başardım.

“Elbette. Bu öğleden sonra ofiste toplandık.”

“Seve seve yardım edeceklerini ve avcıların nerede konuşlandıklarıyla etrafta başka patlayıcı bırakıp bırakmadıklarını öğrenmek için keşif gezisine çıkmamız gerektiğini söylediler,” diye açıkladı.

“Asıl sorun, avcıların kaç kişi olduğunu ya da üstlerinin nerede bulunduğunu bilmememiz. Daha fazla bilgiye ihtiyacımız var.”

Makarna dolu ağzımla, “İyi bir plana benziyor,” diye cevap verdim.

“Yarın sabah yola çıkıp öğle yemeğine kadar dönmeyi planlıyoruz.”

Başıma geleni yaşamaması ya da daha kötüsüne maruz kalmamasını istemediğim için, “Kendine çok dikkat et baba,” dedim. Ben ucuz kurtulmuştum.

“Elbette evlat.” Saçımı karıştırınca kaşlarımı çattım.

Yemeğimi bitirdikten sonra babam gitse de uzun süre yalnız kalmadım. Damon içeri girip yatağıma uzanınca birlikte televizyona daldık.

Ona misafir sürü hakkında, “Anlat bakalım, nasıllar?” diye sordum. Onları görememek ve onlarla tanışamamak beni içten içe öldürüyordu.

“Fena görünmüyorlar. Oldukça otoriterler ama galiba Alfalar böyle oluyor. Alfa Jarren, Alfa Dane’den daha çok konuşuyor. Dane pek konuşmasa da sürekli düşünüyor gibi duruyor.”

Damon, “Stratejileri onun kurduğuna eminim. Şimdiye kadarki tüm fikirleri iyiydi,” dedi.

“Ofiste olmamana rağmen tüm bunları nereden anladın?” diye sordum.

Damon, “Elimde bardakla kapının diğer tarafına dayandığım için,” diye yanıtladığında gözlerimi devirmeye çalışsam da bunu yapamayacağımı hatırladım.

“Vay be, sahiden hiç utanman yok.”

Kendini savunarak, “İstersen şikâyet etmeyi bırak, onları dinlemesem bunların hiçbirini bilemezdin,” dediğinde ona karşılık veremedim.

“Aşağıdaki oturma odasına inebilir miyiz? Oradaki televizyon seninkinden çok daha büyük. Alınma ama bazılarımız hâlâ ekrana bakmak zorunda,” dedi. O anda ona dik dik bakmak için nelerimi vermezdim.

“Görebildiğine şükret,” diye mırıldanıp bacaklarımı yataktan sarkıtarak ayağa kalktım. Kapımın olduğu yöne doğru yürüyüp Damon’ın bana yol göstermesini bekledim.

Koridora adım attığımız anda herhangi bir ses var mı diye dikkatle etrafı dinledim. Tereddüt ettiğimi fark eden Damon beni rahatlatması gerektiğini anladı.

“Hepsi yarınki keşif gezisinin ayrıntılarını konuşmak için ailenin ofisine döndü,” diye açıkladığında, rahatça oturma odasına gidebileceğimiz için mutlulukla başımı salladım.

Koridordan merdivenlere doğru ilerlerken alt köşeden sesler duydum.

Damon, “Çabuk, biri geliyor,” diye tıslayınca arkamı dönüp koridorda koşmaya başladım.

Kapımı hissedebilmek için elimi duvara uzattım. Seslerin yaklaştığını duyunca aceleyle odamın kapısını açıp içeri daldıktan sonra kapımı ağzımda atan kalbimle arkamdan kapattım.

Alfa Jarren’ın derin, enfes ve seksi sesiyle, “Her şey yolunda mı?” diye sorduğunu duydum.

Damon gerginlikle, “Evet, her şey harika,” dediğinde yalan söyleme konusunda bu kadar kötü olduğu için derin bir iç çektim.

Alfa Dane, “Leilani iyi mi?” diye sorunca onun dudaklarından ismimin döküldüğünü duyduğum için nefesim boğazımda düğümlendi.

Damon acemilikle, “O iyi… Odasında takılıyor,” dediğinde ona çenesini kapatmasını söylemek istediğimi hissettim.

Alfa Dane sessizce, “Peki o hâlde,” dedikten sonra uzaklaştıklarını duydum.

Damon odama girip tüm dramatikliğiyle, “Kahretsin, ucuz kurtulduk,” dedi.

“Korkunç bir yalancısın. Onlardan özellikle kaçtığımı kesin anladılar.”

Tüm utancımla yatağıma oturdum.

“Boş versene kızım, en azından onlara tek başına yakalanmadın,” dedi. Haklıydı, buna şükretmeliydim. “Neyse, saat epey geç oldu, televizyon işini erteleyelim.”

“Endişelenme, zaten bir yere gittiğim yok,” diye takıldığımda güldüğünü duydum.

“Yarın görüşmek üzere. Şey, daha doğrusu… Yarın birbirimizi duymak üzere!” diye seslenip ben ona fırlatacak bir şey bulamadan odamın kapısını kapattı.

“Sik kafalı,” diye mırıldandım.

Üzerime tişörtle gecelik şort giyip banyomun kapısına yöneldim. Kapımın kilitli olduğunu anlayınca kaşlarımı şaşkınlıkla çattım.

Benim banyomun kapısını kim kilitledi?

Durumun farkına varınca sinirle küfrettim. Banyomda iki farklı odaya açılan iki kapısı olduğunu hatırladım.

Diğer kapı genelde kimsenin olmadığı misafir odasına açılıyordu, yani burası teknik olarak benim banyomdu. Misafirler hariç evdeki herkes buranın benim banyom olduğunu biliyordu.

Aşağıya, annemle babamın konuşmalarını duyduğum yere yavaşça indim. Yanlarında başka kimsenin olmadığını fark ettim. “Banyomu kimin kullandığını biliyor musunuz? Dişlerimi fırçalamak istiyorum.”

Annem babama, “Mavi misafir odasında kim var?” diye sordu.

Sürü üyelerinin tek yaşamak istememeleri ya da taşınacak paraları olmaması ihtimaline karşı sürü evinde çok sayıda boş oda bulundurmamız gerekiyordu.

Bu nadiren yaşanan bir durum olsa da diğer sürülerin ziyaretlerinde oldukça işe yarıyordu.

Babam, “Alfalardan biri olmalı,” diye cevap verdi.

“Onu diğer boş odaya geçiremez misiniz? Kendi banyo kapımın kilitli olmasına alışık değilim, ayrıca banyodaki eşyalarımı fark etmemiş olamaz,” dedim.

Etrafa dağılmış banyo malzemelerimi, duşta öylece bıraktığım jiletleri ve tezgâhın üzerindeki makyaj malzemelerimi düşündüm.

Pek derli toplu sayılmaz.

Babam, “Ondan eşyalarını toplayıp başka bir odaya geçmesini isteyemeyiz. İstersen, seninle aynı banyoyu kullanmaktan rahatsız olduğunu söylerse ona boş odayı teklif edebilirim,” deyince başımı onaylarcasına salladım.

Odama dönmemle duştan su sesi duyduğumda sinir bozukluğuyla inledim.

Harika.

Televizyonu açıp onun duştan çıkmasını sabırla beklemeye başladım. Hiçbir şey görememek zor olsa da hiç değilse sesleri duyabiliyordum. Hâlâ haberleri dinleyebiliyordum.

On beş dakika sonra diğer kapının açıldığını duyunca kalkıp birkaç dakika bekledikten sonra tekrar kapıyı açmayı denedim.

Hâlâ kilitli.

Benim kapımın kilidini açmadığına göre banyoyu paylaştığımızı bilmiyor olmalıydı. Kullanabileceğim başka banyolar olmasına rağmen diş fırçamı almam gerekiyordu.

Yapabileceğim başka bir şey olmadığına karar verip saklanma işini bir kenara bırakarak koridora çıkınca yan kapıyı çaldım.

Bir saniye içinde kapının açılmasıyla enfes bir orman ve bergamot kokusu burun deliklerime doldu. Koku beni anında sersemletince kapısını neden çaldığımı unutuverdim.

Kadife ses eğlenceli bir tonda, “Yardımcı olabilir miyim?” diye sorunca kapıyı açanın Alfa Dane olduğunu anladım.

“Şey…” Beynime odaklanabilmesi için umutsuzca yalvarmaya başladım. “Aynı banyoyu paylaşıyoruz, rica etsem dişlerimi falan fırçalayabilmem için kapımın kilidini açabilir misin?”

Seçebileceğim en iyi kelimeler bunlar olmasa da bir yolla sorumu sormayı başardım.

Bir anlığına duraksadıktan sonra ne dediğimi anladı.

“Elbette, ortak banyo olduğunu fark etmemiştim. Özür dilerim.”

“Sorun yok, ayrı bir banyon olsun istersen başka bir odaya geçebilirsin,” diye teklif etsem de anında reddetti.

Garip.

Hızlıca, “Öyleyse… Kapı lütfen,” dedikten sonra duvara değerek güvenli odama geri döndüm.

Bir süre sonra banyo kapımın kilit sesini duyunca birkaç dakika daha bekledikten sonra kapımı dikkatle açtım. İçeri girip uykuya hazırlanırken kapıyı kilitledim.

Vay canına, banyo resmen onun gibi kokmuş.

Dişlerimi fırçalarken bir yandan da el yordamıyla etrafı toparlamaya çalıştım. Elime elektrikli tıraş makinesi ve onun gibi kokan bir çamaşır torbası denk geldi.

Sabah içeri girebilmesi için banyo kapısının kilidini açtım.

Perdeleri çekip güneş gözlüğümü komodinin üzerine koyduktan sonra gözlerimdeki bandajları çıkararak yorganın altına girdim.

Horlamasa iyi olur.

***

Yatağa gireli bir saatten fazla olsa da ben hâlâ huzursuzlanarak bir o yana bir bu yana dönmeye çalışıp uykuya dalmayı deniyordum. Çabamın nafile olduğunu anlayınca derin bir iç çektim.

Aşağı inip içecek bir şeyler almak için yataktan kalkıp terliklerimi giydim.

Güneş gözlüğümü takmadan çıkmayı düşünsem de gözlerim kapalı evin içinde gezerken biriyle karşılaşırsam ne olacağını düşündüm. Muhtemelen uyurgezer olduğumu düşünürdü.

Her ihtimale karşı güneş gözlüğümü takıp dikkatlice odamdan çıktım. Ellerimle önce duvarı, sonra da tırabzanı bulduktan sonra merdivenlerden indim.

Mutfağa girince ışığı açmaya yeltensem de bunun manasız olduğunu hatırladım.

Ellerimi tezgâhın üzerinde gezdirerek su ısıtıcısını buldum. Onu havaya kaldırınca içinde hâlihazırda su olduğunu anlayıp yerine bıraktıktan sonra kaynaması için düğmesine bastım. Sonrasında dolabı açıp bir kupa çıkardım.

Baykuş şeklindeki demliğin içinde olduğunu bildiğim kafeinsiz çay poşetlerine uzandım. Annemin baykuşlara gerçek anlamda bir takıntısı vardı.

Suyun kaynadığını duyunca, kupamı elime alıp suyu içine dökerken göz kararı tahmin etmeye çalıştım. Suyun doluşunu dinleyip durduktan sonra ne kadar dolduğunu hissetmek için bardağı havaya kaldırdım.

Yeteri kadar su doldurduğuma karar verince çay poşetini çıkarıp musluktan biraz soğuk su ekledim. Süt işine girmemeye karar verdim. Çünkü muhtemelen fazla kaçırıp çayımı mahvedecektim.

Bardağı tezgâhın üzerine koyup çayım içilebilecek kadar soğuyana kadar sırtımı tezgâha yasladım.

Çayımı hazırlamaya odaklanmayı bıraktığım anda mutfakta yalnız olmadığımı fark ettim. Aniden gerilmemle ensemdeki tüylerin diken diken olduğunu fark ettim. Nefis bir kokuyu içime çekince başımı kokunun geldiği yöne, tam önümdeki mutfak adasına çevirdim. Kokuda sedir ağacı ve misk notaları alabiliyordum.

Hafifçe titreyen sesimin farkında olarak, “Merhaba?” diye seslendim.

Alfa Jarren güçlü sesiyle, “Özür dilerim, seni korkutmak istememiştim,” dediğinde olduğum yerde sıçradım.

Gerginlikle ellerimi sıkarak, “Bu yüzden mi karanlıkta sessizce beni izliyorsun?” diye sordum.

Sessizce kıkırdadı. “Galiba öyle oldu ama ışıklar açık,” dediğinde omuzlarım düştü.

Hâlihazırda haberinin olduğunu bilmeme rağmen, “Şey, pardon, şu anda hiçbir şey göremiyorum,” dedim.

“Ailen bize söyledi. Üzgünüm. Yine de çayı hiçbir şey göremiyormuş gibi yapmadın,” dediğinde gülümsedim.

“Teşekkür ederim ama daha tadına bakmadım, berbat olabilir,” diye şaka yapıp o kibarca gülerken omuzlarımı silktim.

Benimle tokalaşmaya kalkışmasın diye kupamı almak için dönerken, “Bu arada ben Leilani,” dedim. Kör gözlerimle elini bulmaya çalışmamın ne kadar garip olacağını hayal bile edemiyordum.

“Ben de Jarren,” diye cevap verince sessizlikten rahatsız olarak çayımı yudumladım. “Uyuyamadın mı?” diye sorunca başımı onaylarcasına salladım.

“Neden bilmiyorum, bir türlü rahat edemedim. Sen neden uyuyamadın?”

“Aynı sayılır ama muhtemelen yarın için endişeleniyorum.”

Ortamı yumuşatmaya çalışarak, “Dikkatli olacaksınız, değil mi? Özellikle bombalara dikkat edin,” diye şaka yaptım.

Sertçe, “Hiç komik değil, Leilani,” dedi. “Çok dikkatli olacağız. Bu avcılardan her şey beklenir.”

Ne diyeceğimi bilemediğim için başımı salladım. “Güzel.”

Yine sessizlik olunca odama geri dönsem mi diye düşünürken tekrar lafa girdi.

“Sence tekrar ne zaman görebileceksin?” diye sorunca derin bir iç çektim.

Zoraki bir gülümsemeyle, “Doktor önümüzdeki birkaç gün içinde geri gelmeye başlayacağını düşünüyor. Bu gözlükten yakında kurtulmayı umuyorum,” dedim.

Cevap vermeden önce duraksayınca, keşke ne düşündüğünü kestirebilmek için yüzünü görebilseydim diye düşündüm. “Tekrar görebileceğini bilmek güzel. Gözlerinin nasıl olduğunu merak ediyorum,” dedi.

Garip de olsa bu yorumunu ürkütücü bulmadım. “Kardeşinin gözleri gibi mavi olabileceğini düşünüyorum.”

Bu sefer içtenlikle gülümsedim. “Öyle, ama onun gözlerinden biraz daha koyu.”

Çayımın kalanını içip kupamı duruladıktan sonra lavabonun yanına koydum.

Alfa Jarren, “Sana odana kadar eşlik etmemi ister misin?” diye teklif edince, tatlı sorusuyla seksi sesinin birleşmesinin etkisiyle kollarımdaki tüyler ürperdi.

Kendine gelsen iyi olur Leilani.

Kibarca, “Sorun değil, yine de teşekkür ederim,” diyerek reddedip merdivenlerden çıkmanın yolunu ellerimin yardımıyla buldum. Ben yürürken gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum.

***

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok