Muhteşem Knight Ailesi - Kitap kapağı

Muhteşem Knight Ailesi

S.S. Sahoo

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

"Anlaşma" Evreninden

Ace Knight on dört yıl önce kendini Londra Bilim Okulu’ndaki eğitimine verdiğinde, amacı astronot olma hayallerini gerçekleştirmekti. Ancak şu anda milyarder babası Xavier Knight, Ace’in annesi için dünya çapında bir tedavi ararken, aile şirketiyle ilgilenmek için oğlunun kariyerini askıya alması konusunda Ace’e ısrar etmektedir. Knight Kuruluş’un en yeni yatırımcısı ve Ace’i üniversitedeyken zorbalardan koruyan, ancak mezuniyet gecesi aniden çekip giden gizemli kız Veronica Sullivan da işin içine girer. İkili bir iş ilişkisi kurmaya çalışır, ancak geçmişle ilgili cevaplanmamış pek çok soru vardır ve ikisinin de bunca yıldır sakladığı sırlar ortaya çıkma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Yaş Sınırı: 18+ (Cinsel Saldırı/İstismar, İntihar)

Fazla göster

60 Chapters

Chapter 1

Bölüm 1

Chapter 2

Bölüm 2

Chapter 3

Bölüm 3

Chapter 4

Bölüm 4
Fazla göster

Bölüm 1

Muhteşem Knight Ailesi: Anlaşma Kitabının Uyarlaması

ACE

Gözlerim ansiklopediyi taradı, helyum gazı hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyordum.

Bu konuya takılıp kalalı on dört gün olmuştu ve konu hakkında ne kadar çok şey öğrenirsem o kadar çok büyüleniyordum.

Bu yüzden kütüphanede oturmuş, ansiklopediyi okurken not defterime bir sürü not almıştım.

“Ace?”

Başımı kaldırdığımda Jung-Hwa’nın ellerinde çizim kâğıtlarıyla bana doğru yaklaştığını gördüm. Tam karşımdaki sandalyeye oturdu.

“Nedir bu?” dedim çizim kâğıtlarından birini elime alarak. Kâğıtta tüm canlıların hücre diyagramları vardı.

Kore aksanıyla, “Ödev!” dedi.

“Pekâlâ!” dedikten sonra kâğıdı bırakıp tekrar notlarıma baktım.

“Ödevlerini bitirdin mi?” diye sorunca başımı kaldırıp ona baktım.

Ansiklopediye bakmaya devam etmeden önce, “Henüz değil,” diye basitçe cevap verdim. “Çok meşgulüm.”

“Meşgul müsün? Yarın ödevin son günü Ace. Bay Acton’ı çok iyi tanıyorsun. Bize iki hafta içinde bitirip teslim etmemiz için tam yirmi ödev verdi.”

“Öğrencilerin yarısı oraya buraya koşturuyor, çalışma materyallerini arıyor. Sense buradasın! Dostum, başın belaya girecek!” diye haykırdı başını kaldırıp saçlarını ovuştururken.

“Son teslim tarihi yarın. Tamamlamak için daha zaman var,” dedim fosforlu kalemi alıp defterimdeki belirli bir satırın üzerinde gezdirirken.

“Tabii ki! Kiminle konuştuğumu unuttum,” dedi gülerek. Ona bakıp sesini alçaltmasını işaret ettim. Kütüphanede birini rahatsız edip etmediğini kontrol etmek için etrafına bakarken dilini ısırdı.

“Yüce dâhi, Bay Ace Knight,” diye fısıldadığında sırıtmama neden olmuştu.

“Bu ismi gerçekten sevmiyorum,” dediğimde tek yaptığı çizim kâğıtlarını alıp bana omuz silkmek oldu.

“Gerçekten mi?” dedi kıkırdayarak. “Ama gülümsemen tam tersini söylüyor ve dahası, herkes seni sadece bu isimle tanıyor.” Bana göz kırptığında iç çektim.

“Ödevini bir gecede bitirebileceğini biliyorum ama benimkinde bana yardım et. Bitirmem gereken beş ödevim daha var.”

“İşini bitirdikten sonra odama gelir misin?” dedi defterime ve ansiklopediye bakarken.

“Neredeyse bitti, dostum! Odana çık. Bir saat içinde orada olacağım,” dedikten sonra ayağa kalktım ve tüm kitaplarımı kapatıp fosforlu kalemleri çantama geri koydum.

“Nereye gidiyorsun?” diye sordu çantama bakarken.

“Yemeğe...” dedim sırıtarak. Ardından birlikte kütüphaneden çıktık.

Evimi ve ailemi terk edip Londra’ya ilk gelişimin üzerinden altı yıl geçmişti.

Annem yurt dışına çıkmamdan pek memnun değildi ama neyse ki babam beni desteklemişti. Bu sayede genç yaşta ileri eğitim için Londra Bilim Okulu’na transfer olmuştum.

Londra’daki hayat benim için zordu, en çok annemi ve onun yemeklerini özlüyordum.

Bazen kız kardeşim Amelia ile birlikte bana sürpriz bir ziyarette bulunurdu ama bunun dışında her gece FaceTime ile görüşürdük.

Bu artık bizim alışkanlığımız hâline gelmiş, babamın da canını sıkmaya başlamıştı çünkü aramalar üç ila dört saat sürüyordu ve annem her gün ondan kaçıp onu görmezden geliyordu.

Ama onlar da her ebeveyn gibi benimle ilgileniyor ve benim için endişeleniyorlardı. Babamın, beni izlemesi ve kendisine rapor vermesi için okulun kapısındaki nöbetçiyi görevlendirdiğini biliyordum.

Babam her şeyi gizlice yapsa da yaptığı şeyleri bilirdim ama hiç umursamazdım.

“Tavuktan biraz daha alabilir miyim lütfen?” diye sordum servis yapan hanımefendiye. Gülümseyerek bana baktı.

“Elbette, canım!” derken tabağıma daha fazla tavuk koyup tepsiyi bana uzattı. “Al bakalım!” diye cıvıldadığında ona gülümsedim.

Kafeteryada oturacak bir yer aramaya başlamadan önce, “Teşekkür ederim,” diye cevap verdim.

Sonunda köşede, pencereye yakın bir yer buldum ve oturdum. Huzur içinde yemeğimi yerken çantamı yanımdaki sandalyeye koydum.

Kafeterya kalabalıktı. Öğrenciler grup hâlinde yemeklerinin tadını çıkarıyor, dedikodu yapıp gülüyorlardı.

Her zamanki gibi yalnızdım, onlardan uzakta oturuyor, kendimi izole ediyordum. Çoğu zaman Jung bana eşlik ediyordu ama diğer zamanlarda yalnızdım.

Hiçbir grup beni masalarına davet etmezdi ya da ben gidip yanlarına oturmazdım, sadece ben vardım. Yalnız olmayı seviyordum. İnsanlar hakkında konuşmak ya da sosyalleşmek yerine huzur içinde yemeğimi yemeye odaklanıyordum.

“Bakın kim gelmiş,” diyen tanıdık, sinir bozucu bir ses duyduğumda başımı kaldırıp bakmaya zahmet etmedim.

“Yüce dâhi Ace Knight,” dedi Elliot Abram. Ben yemeğimi yemeye devam ederken kız gibi bir ses tonuyla benimle alay etmeye devam etti.

Neden hep ben yemek yerken ortaya çıkıyor?

Yine yemeğimi mi mahvedecek? Acele edip yiyebildiğim kadar yesem iyi olur.

“Hey! İnek! Seninle konuşuyorum!” diye alay ederek ellerini masama vurduğunda tabağımdaki köri sos gözlüklerime sıçramıştı.

Harika!

Ben gözlüklerimi çıkarıp mendille köriyi silerken sırtlanlar gibi gülüp bu hâlimle eğleniyorlardı. Ne normal bir gün ama!

Aslında benim için normal bir gündü çünkü Londra Bilim Okulu’na katıldığım günden itibaren Elliot Abram, ölene kadar bana zorbalık etmeyi hayatının amacı hâline getirmişti. Kendisi okul yöneticilerinden birinin oğluydu.

Başından beri benden hoşlanmıyordu ve her gün huzurlu boş zamanlarımı elimden almaya yemin etmişti. Uzun zamandır onun eylemlerine karşı bağışıklık kazanmıştım. Ne yaparsa yapsın, üzerimde herhangi bir etkisi olmuyordu.

Altı yılımı tuvalette kilitli geçirmiştim. Bazen diş fırçamı tuvalette, notlarımı yırtılmış ve çöpe atılmış buluyordum. Gözlüklerimi kırıp yüzüme yemek atıyorlardı.

Ama sonunda bu tür eylemlere karşı bağışıklık kazanmıştım. Gerçekten hiçbirini umursamıyordum. Bu artık benim için normal bir rutin gibiydi.

Onu şikâyet edebileceğimi biliyordum. Babamın bu meseleyi kolayca çözebileceğinden ve babasını ülkeden süreceğinden emindim.

Ancak evden uzakta olduğum için ailemi ve özellikle de annemi endişelendirmek istemiyordum, aksi takdirde bunu öğrenirse kendisine ciddi şekilde zarar verebilirdi.

Mezun olmamıza sadece bir yıl kalmıştı. Sonrasında hepimiz hayallerimizin peşinden koşmaya başlayacaktık.

Buna biraz daha katlanmaya karar vermiştim. Nasıl olsa hayatım boyunca onunla bir daha yüzleşmek zorunda kalmayacaktım.

Elliot benden bir yaş büyüktü ve daha uzundu. Kızıl kıvırcık saçları vardı. Yapılıydı ve mini sumo güreşçisi gibi görünüyordu.

Genellikle beni tişörtümden çeker, sağa sola savurur ya da yakamdan tutup yerden kaldırır ve bir yere, çoğu zaman da çöp kutusuna atardı...

Ama annem bana her zaman ilgi çekmeyi seven insanların güçlü olduklarını göstermek için böyle davrandıklarını, böylece herkesin onlara saygı duyacağını ve onlardan korkacağını sandıklarını söylediği için onu umursamıyordum.

Ana gündemi ilgi çekmekti, bu yüzden onu hiçbir zaman takmadım. Onu ve yaptıklarını ölümüne görmezden geldim. Bu da onu epey ~rahatsız~ ~etmişti.~

“Ne o, Knight? O çirkin yağlı saçlarını mezara mı götüreceksin?” dedi, mükemmel taranmış saçlarıma atıfta bulunarak.

Ona gözlerimi devirmek istesem de kendimi tuttum.

Neredesin, Jung?

Jung ondan korkmuyordu. Aslında, ona karşılık veren tek erkek oydu. Beni korurken de sürekli zarar görüyordu.

“Şu Çinli arkadaşın nerede?” derken etrafına bakındı. Çenemi sıktım.

“O Koreli,” diye düzelttiğimde kafasını bana doğru çevirip sırıttı. “Demek karga gibi şakıyabiliyorsun.”

Bülbül...

“İşte!” Önüme birkaç sayfa kâğıt attı. “Ödevlerimi bitir ve sekizden önce odama getir.”

Kâğıtları alıp ona geri verdim. “Daha kendiminkini bitirmedim. Bir de seninkiyle uğraşamam.”

Bunu söylediğim anda tepsim havaya fırlamıştı. Tepsideki her şey yere saçılırken dönüp herkes bize baktı.

“Neler oluyor?” İki arkadaşı daha ona katılmıştı.

Elliot, “İneğimiz çok bilmişlik yapıyor,” derken ters ters bana bakıyorlardı.

“Bak! Knight! Sana bir iş verdim. Bunu yapmak zorundasın.”

Beni yakamdan tutup kendine çektiğinde nefesim kesildi.

“Zamanında bitir. Eğer yapmazsan…” Birinin boğazını temizlemesiyle Elliot’ın cümlesi yarıda kaldı.

“Buraya oturabilir miyim?” diye sordu bir kız. Tüm o kaosun içinde siyah saçlı bir kız elinde yemek tepsisiyle yanımdaki boş sandalyeye bakıyordu.

Onu daha önce buralarda hiç görmemiştim. Ama olan biteni görmezden gelerek bana bakıyordu.

Elliot, “Hey! Çömez! Burada ne olduğunu görmüyor musun?” diye hırladığında kız sadece kaşlarını kaldırdı.

“Veronica. Benim adım Veronica,” dedi tepsisini masama koyarken.

Elliot anında yakamı bıraktı ve tüm dikkatini ona verdi. Kızı süzerken sırıtmaya başladı.

“Ah, merhaba, Veronica.” Tokalaşmak için kıza elini uzattığı sırada ben de bir kaçış yolu arayarak gömleğimi ve gözlüklerimi düzelttim.

Tüm ödevlerini yapmaktan kurtulmak istiyorsam çantamı alıp gitmem iyi olacaktı, bu yüzden çantamı sandalyeden aldım.

Kız, “Teşekkür ederim,” dedi ve hemen sandalyeye oturarak gitmemi engelledi.

Köşedeki pencerenin yanında oturduğum için, masanın arkasından çıkmanın tek yolu, kızın oturduğu sandalyeyi hareket ettirmekti.

Tekrardan ne normal bir gün ama!

“Beni görmezden mi geliyorsun, Veronica?” Elliot eğilip ona bakarken Veronica tepsisini aldı ve önündeki kızıl saçlı kabadayıyı tamamen görmezden gelerek yemeğini yemeye başladı.

Ona Elliot’ın ölüm listesinde olmak istemiyorsa bunu yapmaması gerektiğini söylemek istiyordum ama Elliot tam karşımda olduğu için konuşamıyordum. Çantama sarılıp olanları izledim.

Veronica ise çatalını aldı ve Elliot’ın varlığını umursamadan sessizce salatasını yedi.

Bunun Elliot’ı daha da sinirlendirdiğini fark edebiliyordum çünkü yüzü öfkeyle kızarmıştı. Elini bir kez daha masaya vurdu.

“Ne vardı?” Veronica soru sorarcasına başını kaldırdı, hâlâ yemeğini yiyordu.

“Bak! Çömez... Haddini bilmen gerekiyor. Bir şey sorduğumda bana cevap ver. Başının belaya girmesini istemezsin. Anlaşıldı mı?”

“Sana nasıl bela olabileceğimi merak ediyorsan hemen yanındaki ineğe bunu sorabilirsin. O sana bela mönümde ~bulunan tüm yemekleri söyleyecektir.”~

Bana doğru bakarken sırıttı. Kötü bir şey olacağı beklentisiyle bacaklarımın titrediğini hissedebiliyordum.

Veronica Elliot’ın az önce söyledikleriyle ilgilenmeden yemeğini yemeye devam ederken, “Tamam,” diye cevap verdi.

“Başka?”

Elliot’ın elini havaya kaldırmasını izledim. Kendine hâkim olmaya çalışırken kızın yemek tepsisini fırlatmaya hazırdı.

Yemek tepsisinin üzerime düşeceğinden emindim, bu yüzden bir kalkan gibi çantama sıkıca sarıldım ama Veronica’nın sol eliyle Elliot’ı durdurduğunu gördüğümde neredeyse küçük dilimi yutacaktım.

Zahmetsizce elini bileğinden kavradı. Sağ elini kullanarak yemeye devam ederken kafeteryadaki herkesin nefesini kesmişti.

“Madem artık buradayım, senin için bir şeyi açıklığa kavuşturmama izin ver. İlk şey...”

Ben yerimde sıçrayıp dehşet içinde onu izlerken Elliot’ın ağzından bir inilti çıktı.

“Yemek yerken beni asla rahatsız etme. Yemek yerken insanların beni rahatsız etmesinden hoşlanmam,” dedi Veronica. Elliot’ın bileğini sıkıp onu garip bir şekilde bükerken çocuğun çığlık atmasına neden oldu.

Tutuşu sıkı bile görünmüyordu ama tek elini kullanarak Elliot’ın canını yakabilmesine şaşırmıştım.

Ne yapıyor bu kız?

Elliot Veronica’nın avucunda olan sol elini kurtarmak için debelendi ama Veronica elini daha da çevirdi. Elliot acı içinde çığlık atarak başını masaya koymuştu. Acı içinde kıvranıyordu.

Sonunda Veronica onun elini bıraktı ve tavuğunu dilimlemek için bıçağı eline aldı, bir yandan da ona bakıyordu. Elliot ağzının içinden küfretti.

“Bu yıl beni daha yakından tanıdıkça, sevmediğim diğer şeyleri de sana söyleyeceğimden emin olabilirsin. O yüzden, sakıncası yoksa…” Bir parça tavuk alıp ağzına attı. “Yemeğimi yiyeceğim.”

Elliot ayağa kalkarken arkadaşları az önce ne olduğunu anlayamamış bir hâlde Veronica’ya bakıyorlardı.

“Bunu sen istedin. Yakında yüzleşeceğiz,” dedi Elliot tişörtünü düzeltirken. Veronica’ya ters ters bakarak kâğıtlarını öfkeyle toplayıp uzaklaştı.

Az önce olanlara inanamıyordum. Hiçbir şey olmamış gibi yemeğini yemeye devam eden Veronica’ya dönüp baktım. Neden yaptı bunu? Ona bunu sormak istedim ama bunun beni ilgilendirmediğini düşündüm.

Gitmek istesem de yemeğini yediği için gidemiyordum. Daha az önce yemek yerken insanların onu rahatsız etmesinden hoşlanmadığını söylemişti.

Ben de yerime oturdum ve kalkmak için yemeğini bitirmesini bekledim.

Sanırım gün düşündüğüm kadar normal geçmiyordu.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok