Değişim - Kitap kapağı

Değişim

Rebecca Robertson

Üzerimdeki Gözler

JESSICA

PAT!

Ajandam masadan düştü. Lanet olsun. Masam çok dağınıktı. Bütün ofis çok dağınıktı. Kalktım ve ajandayı almak için masanın öteki tarafında geçtim. Çömelip ajandaya uzandığımda birinin arkamdan boğazını temizlediğini duydum.

“Bu çok profesyonel bir pozisyon değil,” diyen bir adam duydum.

Arkamı döndüm ve Spencer Michaels oradaydı. Uzun boyu, kaslı ve yontulmuş ihtişamıyla. Yanaklarıma ateş bastığını hissettim.

“Nasıl... Nasıl?”

Sırıtarak, “Nasıl görebiliyorum?” diye sordu. Bu şirketin iki sahibinden biri olan Spencer Michaels kördü. “Aşağılarda bir şeyler aradığını duyabiliyorum. Yani ellerinin yerde, yani kıçının da havada olduğunu varsaymak gayet olası.”

Kekeleyerek, “Affedersiniz ...” dedim; bu adamın yani patronumun benimle çok kaba konuşuyor olmasından şok olmuştum.

“Merak etme. Eminim iyi görünüyordu,” dedi ve bana yaklaştı. “İyiden de iyi aslında.”

Benden bir adım ötedeyken, “Ne yapıyorsunuz, Bay Michaels?” diyerek uzaklaştım. Zaten masama yaslanmıştım, daha fazla geriye gidemezdim. Bana bilerek mi bu kadar yaklaşıyordu yoksa nerede olduğumu bilmiyor muydu bilemiyordum.

“Ah, Jess. Bana Spencer diyebilirsin.”

“Jess değil, Jessica. Burada ne işiniz var?”

Nefes vererek, “Seni yakından izleyeceğimi söylemiştim, değil mi?” deyip yüzünü benimkine yakınlaştırdı. Bütün vücudum titredi. Bu yanlıştı. Ne yaptığını biliyor olmalıydı. Üzerimdeki etkisini biliyor olmalıydı.

Kekeleyerek, “Scott burada olduğunu biliyor mu?” diye sordum.

Ama Spencer cevap vermedi. Bunun yerine, bir parmağını yüzüme değdirdi ve yavaşça şakağımdan kulağıma doğru kaydırdı. Yumuşak dokunuşu yüzünden omurgamdan aşağı bir ürperti hissettim ve vajinamın alev almaya başladığını hissediyordum.

Tanrım, çok seksiydi.

Jessica, kes şunu. O senin patronun.

Ama parmağı uzun kızıl saçlarımdan bir parçayı tuttuğu anda içimdeki ses sustu. Saçlarımı sıkıca çekti ve acı hoşuma gitti. Ağzımdan bir inleme kaçtı.

“Hoşuna mı gitti?” diye fısıldadı.

Lanet olsun. Bu adam bana ne yapıyordu?

Tuttuğu saçımı serbest bıraktı ve parmağını yanağıma ve oradan ağzıma doğru kaydırdı. Sonra dudaklarımın etrafında gezdirdi. Bacaklarımın arasındaki ıslaklığı hissedebiliyordum ve bana sadece bir parmağıyla dokunmuştu.

Bu delilikti.

Ne yapıyorsun Jessica?

Ama sonra parmağını dudaklarımın arasına doğru iterek ağzımın içine soktu ve ben de sanki bunu yapmak için doğmuşum gibi parmağını emmeye başladım. Gözlerim onunkilere kilitlenmişti ve o da doğruca bana bakıyordu. Göremiyor oluşu önemli değildi. Bakışlarımı hissedebildiğini biliyordum.

Parmağını ağzıma sokup çıkarıyordu; ben de emiyor, dilimi parmağının etrafında döndürüyordum. Yaşadığım en erotik şey buydu. Masum ve çok ama çok yanlıştı.

Daha fazlasına ihtiyacım vardı. Başka bir yerde de bu kadar hızlı hareket ettiğini, içime girdiğini, derine girdiğini hissetmem gerekiyordu... Çok tahrik olmuştum ve hemen rahatlamam gerekiyordu. Hemenrahatlamam gerekiyordu!

Çok yaklaşmıştım. Bu nasıl oluyordu? Bu şeye nasıl bu kadar yakın olabilirdim?

TAK TAK TAK.

“JESSICA!”

Yatağımdan fırladım; kalbim deli gibi çarpıyordu. Etrafıma baktım. Yatak odamdaydım. Batı Londra'daki dairemde. Gözlerimi kapattım. Uyarılmamdan arta kalanları hâlâ hissedebiliyordum.

Ama bu sadece bir rüyaydı. Sadece ıslak bir rüya. Patronum hakkında.

TAK TAK TAK.

“JESSICA, LANET KAPINI AÇ!” Dışarıdan, koridordan gelen Sam'in sesini duyuyordum. Yataktan çıkıp ön kapıya doğru koştum ve ağabeyimi bana bakarken buldum.

“Hiç böyle geç saate kadar uyumazdın.”

“Saat kaç?” diye sordum.

Telefonunun ekranını gösterdi saat sabah 08.17 idi.

“LANET OLSUN!” diye çığlık atıp banyoya koştum. “Alarmı duymamış olmalıydım. Böyle bir şey asla olamaz. Scott beni öldürecek!” Ağlayarak yüzüme fondöten sürdüm.

Ama Sam gülerek kapıdan içeri girdi.

“Ne?” dedim.

Telefonunun ekranını tekrar kaldırdı. Bu sefer saat 06.43 idi.

Pislik kahkaha atmaya devam etti. Hatta daha yüksek sesle.

Nefes verdim. “Bir gün seni haklarım,” diye yemin ettim.

Kocaman bir gülümsemeyle, “Bekliyorum,” diye karşılık verdi.

***

Scott Michaels masasının arkasından, “Endişelenmene gerek yok,” dedi. Ama not kağıdını gözünün önünde salladım. Ofisime girdiğim andan itibaren canımı sıkan not.

“Bu bana endişelenmem gerektiğini söylüyor! Ne yazdığını görüyor musun?”

Scott iç çekti. “Ne yazdığını görüyorum Jessica. Sadece şirketin emin ellerde olduğuna emin olmaya çalışıyor.”

“Diyor ki, ve alıntı yapıyorum, Gözüm üzerinde.”~Spencer Michaels'tan geldiğini düşünürsek bu da pek ironik. Kör olan Spencer Michaels. Ama ironiyi Scott'a irdelemedim. “Neden ona benden daha önce bahsetmediğini anlamıyorum.”

“Tam da bu nedenle. Çıldırmasını istemedim.”

Tavrımı kontrol etmeden önce, “Gayet de işe yaradı,” diye cevap verdim. “Kusura bakma. Ensemde başka bir patronun nefesi olmadan da yeterince stresim var.”

“Nefesi ensende değil, Jessica.”

Hâlâ emin olmamama rağmen başımı salladım. Ama sonra aklıma bir şey geldi. “Sözleşmem... Sözleşmem hâlâ sağlam mı? Sözleşmemi geçersiz kılamaz, değil mi?”

“Şakasını çok ciddiye alıyorsun.”

“Sadece emin olmak istiyorum.”

“Güven bana Jessica. Spencer'ın Michaels Hotel Group haricinde onu meşgul edecek kadar endişesi var,” dedi.

“Boşanmayı mı kastediyorsun?”

“Boşanma, velayet savaşı...” Ney? O kısım henüz magazine düşmemişti.

“Velayet savaşı mı? Bunu duymadım.”

Bana bir bakış atıp, “Spencer bu konuyu basından uzak tutmak için çok çabalıyor,” dedi Scott. Attığı bakış bana, “Artık magazin haberlerini takip ettiğini biliyorum.”~

Hayır anlamında kafamı salladım. “İlgilenmiş olmak için ilgilenmiyorum, Scott. Şirkete olabilecek etkilerini de düşünmeliyiz. Spencer’a magazin gazetelerinde çamur atılırsa, bu durum hiç iyi yansımaz.”

“Magazin gazetelerinde Spencer’a çamur atılmıyor. Onu aldatan, kör kalır kalmaz boşanma davasını gözüne sokan ve şimdi körlüğünü bahane ederek velayet savunması yapan haysiyetsiz bir eski karısı var.”

Yutkundum. “Doğru.”

“Bu, senin endişelenmen gereken bir şey değil. Tek bilmen gereken Spencer'ın yeterince meşgul olduğu. Sen de işine odaklanabilirsin. Onu ve korkutma taktiklerini unut,” dedi ve elimdeki notu işaret etti.

Korkutma taktikleri olsun ya da olmasın onu unutmanın imkansız olduğunu bilsem de başımı salladım. Aslında, dün öğleden sonra Spencer Michaels ile tanıştığımdan beri, rüyamda onun hamlığını, dokunuşunu gördüğümden beri... Onu aklımdan çıkaramamıştım.

“Saat 13.00’te Craig ile çay içeceksiniz. Geç kalma,” dedi Scott ve beni düşüncelerimden aldı.

Yine başımı salladım. Scott'ın nişanlısının babası Craig Sharp, şirket için çok önemli bir iş danışmanıydı.

Craig, beni daha iyi tanıyabilmek için Scott'tan bir buluşma ayarlamasını rica etmişti. Ama daha iyi tanıyabilmeninne olduğunu biliyordum. Yargılamak demekti. İşe yeni başlamış yirmi beş yaşındaki yeni kadının işinin ehli olup olmadığını ya da sadece güzel bir kıçının olup olmadığını anlamak demekti.

Ofisime geri döndüm, çaya gitmeden önce bazı işleri bitirmeye hazırdım. Aslında bu buluşmayı dört gözle bekliyordum. Craig'in baş belası olup olmayacağını umursamadım; dikkatimi dağıtacak olması yeterdi.

Ve şu anda dikkatimi dağıtacak her türlü şeyi memnuniyetle karşılardım. Aklımı o yeşil gözlü yakışıklı yüzden koparacak her şeye razıydım. Her şeye.

***

Londra, Piccadilly’deki Ritz oteline tek başıma girdim ve Craig Sharp'ın bir masada oturduğunu gördüm. Gümüş renkli saçı ve bronz teniyle yaşına göre yakışıklıydı. Geldiğimi görünce beni karşılamak için ayağa kalktı.

“Sen Scott'ın yeni Spencer'ı olmalısın.”

“Jessica,” dedim ve elini sıktım .

“Hadi Jessica. Bir şeyler içelim.”

Craig garsona el salladı ve iki sade viski sipariş etti. Kaşlarım kalktı; salı günü saat 13.00 idi ama Craig hiç umursamıyordu.

Craig, ilk yudumunu aldıktan sonra, “İyi iş çıkardığını duydum,” dedi. Ona verdiğim cevabı okumaya hazır bir şekilde beni gözden geçirdi.

“Bu zamana kadar Michaels için çalışmak bir onur oldu.”

“Tamam artık, bu yarışma cevapları yeter, Jessica. Çay, tartışmak için.”

“Ve sizce ne hakkında tartışmamız gerekiyor?”

“Kendine bir bak. Güce aç erkeklerle dolu bir şirkette çekici bir genç kadın. Olup bitenlerin nabzını tutuyor olmalısın.”

“Bir hanımefendi, elini asla göstermez, Bay Sharp.” İçkimden bir yudum alarak gülümsedim.

“Ona kulak asma, Craig. Jess bir hanımefendi olacak yaşta değil.” Onun sesini duyduğumda neredeyse viskiyle boğuluyordum. Kafamı çevirdim ve o, oradaydı.

Spencer Michaels.

Gri kaşmir kazak ve kot pantolonu bronz teni ve açık saçlarını daha da çok altın gibi gösteriyordu. Herkül, Oxford’a gitmiş olsaydı kesin ona benzerdi.

“Spencer. Uzun zaman oldu, dostum,” dedi Craig ve elini sıktı.

Spencer, benim olduğum tarafa başını sallayarak, “Bununla ne yapıyorsun?” cevap verdi.

Benim adım Jessica.” demeyi başardım.

“Onu biraz daha iyi tanımaya çalışıyorum. Scott bir süre etrafta olacağını söyledi.”

“Öyle mi söyledi?” Spencer gülümsedi.

Gerçekten meraklı görünmeye çalışarak, “Burada ne yapıyorsun Spencer?” diye sordum.

“Bir toplantım var. Misafirim geç kaldı. Oturmamın bir sakıncası yok, değil mi?” diye sordu, zaten bir sandalyeye oturmuştu.

Craig bara giderken, “Sana bir içki söyleyeyim,” dedi.

Spencer bana, “Doğru yerlere sızıyorsun,” dedi.

“Sızmak mı? Ben James Bond değilim.”

“O vücutla asla değil tabi ki,” dedi ve yanaklarım yandı. Az önce öyle mi dedi? “Evet. Belirli bir ışık altında şekilleri görebiliyorum. Notumu aldın mı?”

Vücudumu kontrol etmeye, profesyonel kalmaya çalışarak kısa ve öz bir şekilde, “Evet. Not için teşekkür ederim,” dedim. Ama sandalyesini benimkine yaklaştırdı ve bunu yapması tüm tüylerimin ayaklanmasına yetmişti.

“Jess, sana karşı dürüst olacağım. İşe alınmana sevinmiyorum.”

“Ha? Nasıl bir şok ...” dediğim anda Spencer Michaels elini baldırıma koydu ve beni susturdu. Nefesim kesildi ve hemen bacaklarımın arasına bir sıcaklık yayıldı. Yakına eğildi, ağzı kulağımın hemen yanındaydı.

“İşe alınmandan memnun değilim ama beni gördüğünde verdiğin tepkiyi sorun etmiyorum,” diye fısıldadı.

“Ne?” Koptum.

“Kör olmak diğer duyularımı daha da güçlü yapıyor.”

“Yani?”

“Kokunu alabiliyorum Jess. Uyarılmanın kokusunu alabiliyorum.”

Sandalyemden fırlayıp, “AFFEDERSINIZ?”~diyerek zorladım ama Spencer da ayağa kalktı.

Beniaffedersiniz,” dedi gülümseyerek ve sonra yürüyüp başka bir masaya oturdu.

Taze içkilerle masaya döndüğünde Craig Sharp, “Her şey yolunda mı? Spencer nerede?” diye sordu. Elimle Spencer’ın olduğu yere işaret ettim; başka bir şey yapamadım. Hâlâ ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok