Sessiz Yürek - Kitap kapağı

Sessiz Yürek

Mutemoonfairy

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Fawn, kurt adamlarla Lycanların hüküm sürdüğü ve tüm işleri insanların yaptığı bir dünyada yaşayan dilsiz, yetim bir insandır. Alfa Kral ona eşi olduğu açıkladığında tüm hayatı alt üst olur. Aralarındaki bağ iki tarafı bir araya getirebilecek midir yoksa bilinmeyen bir kötülük onları ayıracak mıdır?

Yaş Sınırlaması: 18+

Fazla göster

Birinci Bölüm

Bir ormanda koşuyordum. Aralarına çamur dolmuş, donmuş ayak parmaklarıma, nefessiz kalmış ciğerlerime aldırmadan hızlanırken kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.

Orman tıpkı önceki gece olduğu gibi ıslak, soğuk ve sisliydi ancak beni asıl tedirgin eden sessizliğiydi.

O kadar sessizdi ki küt küt atan kalbimin yerimi ele vereceğini, onun her an çalıların arasından fırlayıp boğazıma yapışacağını düşünüyordum.

Koşmaya devam ederken sonunda sesini duydum.

Bir kütüğe takılıp yüzüstü yere düşerken gözlerimi kapattım. Giderek yaklaşan ağır, korkunç ayak seslerini duyunca çığlık attım.

Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen saniyeler boyunca tir tir titreyerek boğazımı parçalamasını bekledim...

Tek odalı dairemin soğuk, nemli zemininde, doğuştan dilsiz olduğum için sessiz bir çığlık atarak kan ter içinde uyandım.

Hemen ayağa fırladım. Guruldayan karnımı dinleyerek küçük köşe mutfağımdaki lavaboya yürürken neredeyse iş vakti olduğunu gördüm.

Yerler lekeliydi, duvar kâğıtları yırtıktı, havada rutubet ve eski boya kokusu vardı. Pencere olmadığı için karanlığa mahkûm olmuş odada bakmaya değer tek şey, bir gece işten dönerken bulduğum plastik çiçekti.

Uzun, koyu kahverengi saçlarımı çökük yanaklarımı çevreleyen bebek saçlarımı açıkta bırakarak bir çırpıda ördüm. Çatlak aynada yorgun, kahverengi gözlerime bakarken anneme mi yoksa babama mı daha çok benzediğimi düşündüm.

Arkamdaki küçük buzdolabına hevesle baksam da kapağını açmaya cesaret edemedim. İçi bir anda yiyecekle dolacakmış gibi her beş dakikada bir kontrol etme arzusuna direndim.

İşten sonra sadece bir elma ya da belki bir kutu konserve için yeterli param ve zamanım oluyordu ki bunların hepsini akşam yemeğine saklıyordum. Akşam 9.30’da eve gelene kadar yemek için bütün gün bekliyordum ama en azından yiyecek bulabiliyordum çünkü benim kadar şanslı olmayanlar da vardı.

Çatlamış dudaklarımı yalayarak üniformama yöneldim. Her iki tarafında cepleri bulunan, kısa, beyaz yakalı, sade bir elbiseydi. Tek ceketimi ve yıpranmış, siyah taytımı da giydikten sonra hızla evden çıkıp kapının üç köhne kilidini kilitledim.

Sabahları uyanmaktan nefret ediyordum.

Her gün soğuk, ıslak sokaklarda, evimden yaklaşık iki blok ötedeki otobüs durağına varana kadar başımı eğip kimseyle göz teması kurmadan çatlak kaldırımı takip ederek hızlı hızlı yürüyordum.

Bank olmadığı için soğukta beklerken yorgun bedenimi ayakta tutmakta zorlanıyordum. Gün doğmadan önce orada öylece dikilip bana doğru gelen eski belediye otobüsünün parlak farlarına bakıyordum.

Daha bebekken ormandaki kasabanın sınırında nöbet tutan gözcü kurt adamlar tarafından bulunmuş olduğum için hep böyle yaşamıştım, başka türlüsünü bilmiyordum.

Herkes gibi bana da bir numara verilmişti ve yetimhaneden ayrılıp çalışabilecek yaşa geldiğimde bir işim olmuştu.

Yetimhanedeki rahibelerden biri bana yavru geyik anlamına gelen Fawn adını vermişti. Sanırım nedeni, beni bulduklarında bir ağacın altındaki çimenlerde uyuyor olmam ve diğer çocuklardan çok daha küçük olmamdı.

Kurt adamlar ya da Lycanlar bu bölgeyi yıllar önce, ben doğmadan çok önce ele geçirmişlerdi. Yıllarca türümüzü ortadan kaldırmaya çalıştıktan sonra biz “insanların” hak ettiği şeyin bu olduğunu öğretmişlerdi.

Birçok kişi isyan etmeye çalışsa da hepsi başarısız oldu.

Kurt adamlar insanlardan çok daha güçlüydü ve çoğu insanın hem yetersiz beslenmesi hem de kurt adamlar tarafından uygun görülen asgari ücretle yaşaması durumu daha da kötüleştiriyordu.

Kasabam, çoğumuz onu hiç görmemiş olsak da tüm kurt adamların kralı alfa krala ev sahipliği yapıyordu.

Uzun yıllardır yaşadığı ve toprakları pislikten ya da “insanlardan” arındırdığı söylenirdi. Kurt adamlar öldürülmedikleri sürece insanlardan daha uzun yaşarlardı ki tahmin edebileceğiniz gibi bu, pek sık olmazdı.

Tanrısal görünümleri etraflarındaki herkesi yanıltırdı çünkü hiç yaşlanmıyor gibi görünürlerdi.

Artık çalışamayan yaşlılarımızın sokaklarda dolaşırken eski, güzel günleri yâd ettiklerini duymuştum. Bazen işlerin bir kez daha “iyiye” dönebileceğini düşünerek umutlanıyordum ama yaşlılarımız asla çok uzun yaşamazlardı.

Gece devriyesi, saat 10’da başlayan sokağa çıkma yasağından sonra dışarı çıkanları ölüme sürüklüyordu. Eceline susamadıkça hiç kimse o saatten sonra dışarı çıkmazdı.

Sanırım o eski topraklar artık umursamadıkları bir noktaya gelmişlerdi çünkü hepsi çok mutlu görünüyordu. Keşke ben de o kadar saf olabilseydim de korkunç çevremi görmezden gelebilseydim.

Otobüs nihayet önümde durduğunda sabahları geç kalkanlar aceleyle otobüse binmeye çalışırken ben de ite kaka aralarına girdim.

Kimlik kartımı makineden geçirip o iğrenç bip sesinin onay çığlıkları atmasını bekledikten sonra, otobüsün arkasına ilerleyip durağım gelene kadar camdan baktım.

Herkesin geçici bir neşeyle kendi aralarında sessizce sohbet ettiğini görmek içimi acıttı. Ne kadar kabul etmek istemesem de onları kıskanıyordum.

Bir zamanlar sık sık düşündüğüm bir arkadaşım vardı. Melissa Froth… Şatoda birlikte çalışırdık. Benden çok daha büyük, belki otuzlu yaşlarında ya da kırklarının başında olmasına rağmen benim için bir kardeş gibiydi.

Ev işlerinde birbirimize yardım ederken günler akıp giderdi, ta ki bir gün Melissa sokağa çıkma yasağını delip yerel balık pazarında çalışan bir adamla tanışana kadar...

O gece ne planladığını bilmiyordum ama ertesi gün otobüste yoktu ve onu bir daha hiç görmedim. Yine de beni asla bilerek terk etmeyeceğinden emindim.

O gün hiçbir şey olmamış gibi hemen yerine biri alınmıştı. Canavarlara göre hepimizin yeri doldurulabilirdi, bedenlerimiz sonunda pes edene kadar çalışmaktan başka bir değerimiz yoktu.

Endişeden ellerim titremeye başladı. Konuşamayan birini öylece kovmalarının ne kadar kolay olacağını düşünmek bile istemiyordum.

Benimle iletişim kurmaya çalışmanın bir güçlük olabileceğini bildiğimden Melissa’dan önce yalnız olmakla bir sorunum yoktu ama bir arkadaşa sahipken şimdi tamamen yalnız olmak her zamankinden daha fazla acı veriyordu.

Beni meşgul eden, bedenimi yoran, geceleri uykuya dalmamı sağlayan bir işim olduğu için bir bakıma mutluydum. İşim de olmasaydı geceleri uykumu kaçıran, acı verici düşüncelerle boğuşmak zorunda kalabilirdim.

Otobüs sert bir fren yapıp kapılar açıldığında düşüncelerimden sıyrıldım. Kurt adam otobüs şoförü, son derece kaba bir şekilde inmemizi anons etti.

Ayağa kalkıp diğer yolcuların pis bakışlarını görmezden gelerek otobüsten inip soğuk, açık havada şatoya doğru yola çıktım.

Şatonun arkasından doğan güneş her zaman nefesimi kesiyordu. Bu küçük zaman dilimi günün en sevdiğim kısmıydı.

İşim Tanrı’nın bir lütfu gibiydi. Temizliğe karşı zaafım vardı ve benim gibi biri için en yapılabilir insan işlerinden biriydi.

Sadece hizmetçilerin kullandığı arka girişteki uzun merdivenleri çıkarak kendi bölümüme ulaştım.

Mutfağın önünden geçerken duyduğum tarçınlı çörek ve kızarmış pastırma kokusu yüzünden karnım guruldadı. Doğruca alfa kralın misafirlerine ayrılmış doğu kanadındaki işime koştum.

Süitin banyolarından birindeki inatçı bir lekeyi ovalarken alnımdaki teri silip ciğerlerimi kimyasallardan biraz uzaklaştırmak için kısa bir mola verdim.

Derin bir nefes alarak başımı kaldırdığımda hizmetçilerin başı Dana’nın tepemde dikildiğini görerek hafifçe irkildim.

Dana hiçbir zaman iyi bir kadın olmamıştı ama işleri nasıl yaptıracağını iyi biliyordu, herkesi anında hizaya getirebilecek bir konuşma tarzı vardı.

Neden bilmem, onda hep olmak istediğim bir şey olduğunu hissediyordum. Güçlü olmak...~ Kabarık, kızıl gri saçlarını, belki de daha uzun ve korkutucu görünmek adına her zaman olabildiğince yüksek toplardı. ~Daha ne kadar korkutucu görünebilir ki?~ Üniformasının göğüs kısmındaki düğmelerin kopacakmış gibi görünmesine bakılırsa kıyafeti birkaç beden küçük geliyordu. Neyse ki içine atlet giymişti.~

“Mola mı verdin?”

Kocaman elleriyle üniformasını düzeltirken beni tepeden tırnağa süzdü. İri cüssesiyle benim gibi 1.60’lığa tepeden bakıyordu. Başımı salladığım anda göz devirdi.

“Boşuna yalan söyleme. Aylaklık etmek için para almıyorsun, Fawn. Böyle bir işe sahip olduğun için minnettar olmalısın. Senin gibi bir fare, adam gibi işlere bir dakika bile dayanamaz. Bunu unutmasan iyi edersin, insan.”

Özür diler gibi yavaşça kafa sallarken haklı olduğunu gösteren bir jest yaptım.

“Hadi, oyalanma. Batı kanadında yedek olarak desteğine ihtiyaç var. Kayda değer biri gelmeden önce başka biri bu işi bitirecek.”

Dana cümlesini bitirir bitirmez kulaklarım çınlamaya, avuçlarım terlemeye, ellerim titremeye başladı. Batı kanadı, kâbuslarımın yegâne canavarı alfa kralın kaldığı yerdi.

Neden bir yedeğe ihtiyaç duyulduğunu bilmek istemiyordum. Sadece ayaklarımın altındaki temiz halıda, beni sonsuza dek saklayacak kadar büyük bir deliğin nasıl açılacağını bilmek istiyordum.

Ayağa kaldırılıp zorla dışarı çıkarılırken elimle odayı işaret etsem de Dana beni çabucak savuşturdu.

“Hayır, hayır! Malzemeleri burada bırakacaksın. İyi denemeydi, fare. Orada daha fazla malzeme olacak, merak etme.”

Sırtıma vurarak neredeyse yüzüstü yere düşmeme neden olurken gevrek gevrek güldü.

“Hadi, acele et! Bütün gün bekleyemeyiz.”

Alfa kral gibi bir canavarla aynı odada bulunma ihtimalini düşündükçe midem sıkışıyordu, ağlayasım geliyordu.

Odaları temizleme şeklimi beğenmezse ne olurdu? Ya beni cezalandırırsa? Ya Melissa gibi ortadan kaybolursam?

Üniformamı o kadar sıkı kavradım ki avuçlarımın rengi değişti. Başımı eğik tutmaya devam ettim. Bu işten yara almadan kurtulmamın imkânı yoktu. İçten içe, bunun benim için iyi bitmeyeceğini hissedebiliyordum.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok