Lanetli Eş - Kitap kapağı

Lanetli Eş

Kelsie Tate

Bölüm 2

Elena sabah iç çekerek uyandı. Pencereden dışarı baktı, hâlâ kar yağıyordu. Kahvaltı hazırlamak için odasından çıkmadan önce yatağının sıcaklığından olabildiğince yararlanmak için kendini sardı.

Odun sobası inatçıydı, ısınması biraz zaman alıyordu ama bu konuda artık ustalaşmıştı. Çabucak yumurta çırpıp bir an önce kendine gelmeyi umarak kahve yaptı.

Babası mutfağa girdiğinde kahve fincanına sarıldı.

“Günaydın,” dedi gülümseyerek.

“Günaydın,” dedi babası usulca. Yeni uyandığı için sesi boğuk geliyordu.

“Bugün dışarı çıkıp köyde işlere yardım edebilirim,” dedi kahvesinden bir yudum daha alarak.

“Hayır,” diye homurdandı adam.

“Hayır mı?” dedi Elena öfkeyle. “Ne demek hayır? Ne zamandan beri ev hapsindeyim?”

“Sen meclis üyesinin kızısın. İnsanlar görevlerini yerine getirirken dışarı çıkıp onları rahatsız etmeyeceksin. Bu evden ayrıldığın gün, evlenip başkasının sorunu olduğun gün olacak.”

“Özür dilerim, sana bu kadar yük olduğumu fark etmemiştim baba,” diye karşılık verdi kız.

Adam homurdanarak ayağa kalkıp mutfaktan çıktı ve konunun tartışılmasına bile fırsat vermedi.

Elena dış kapının kapandığını duyar duymaz battaniyesini yere atarak bağırdı.

“Yeter artık. Madem bu kadar sorun çıkarıyorum, ortadan kaybolursam herkes rahatlar.”

Odasına gidip küçük bir spor çantası aldı. Birkaç kıyafet ve temel ihtiyaçlarını koydu. Bu gece babası yattıktan sonra gidecekti.

Bu kolonide büyümüştü ve gece saat birde vardiya değiştiğinde nöbetçilerin zayıf bir noktası olduğunu biliyordu.

Bütün gün uslu bir kız gibi evde oturmuş, zaman öldürmek için pencere kenarında bir şeyler okuyup hayaller kurmuştu. Saatine baktığında babasının birazdan eve geleceğini gördü.

Rahat bir nefes aldı, planını uygulamakta hâlâ çok kararlıydı. Yalnızdı, Brandon’ın onunla gelmeyeceğini biliyordu. Brandon’ı önemsiyordu ama dün gece konu açılınca onu hemen susturmuştu. Tıpkı babası gibiydi.

Duvarındaki haritaya baktı, görmek istediği bütün yerlerin üzerine çıkartmalar yapıştırmıştı. Gözleri Kaliforniya’ya giden otoyol çizgilerini takip etti.

Oraya varmasının uzun süreceğini ve dışarıda tek başına uzun zaman geçireceğini biliyordu.

Bir süre daha baktıktan sonra haritayı duvardan indirip katladı ve çantasına tıkıştırdı. Çantayı yatağının altına attı, gitmeye hazırdı.

“Elena!”

Babası ceketini çıkarırken o da odasından çıktı. “Merhaba baba.”

Bir şeyler mırıldanıp ceketini Elena’nın eline attı ve her zamanki gibi çalışma odasına doğru yürüdü. Elena gözlerini devirerek her zaman yaptığı gibi akşam yemeğine başlamak için mutfağa gitti.

***

Mümkün olduğunca uzağa gidebilmek için güç toplaması gerektiğini bildiği için erkenden yattı.

Alarm çalınca uyandı, babasını uyandırmadığını umarak bir süre yatakta kaldı. Sonra yataktan fırlayarak soğuktan korunmak için kat kat giyindi.

Botlarını giyip yavaşça kapıya doğru ilerledi ve olabildiğince sessizce dışarı çıktı.

“Birinci adım tamamlandı,” diye fısıldadı kendi kendine. Ayaklarının altında çıtırdayan karda çok fazla ses çıkarmadan ilerlemeye çalışıyordu.

Güneye doğru yürüdü, görülmemek için ağaçların arasında kalmaya çalıştı.

Gerçi kimse onu görecek değildi ya. Sınırda nöbet tutan muhafızlar dışında bütün koloni uyuyordu.

Güney sınırına ulaşıp ağaçların arasında saklanarak vardiya değişimini bekledi.

Yaklaşık beş dakika sonra nöbetçinin sınırı korumasız bırakıp kasabaya doğru yürüdüğünü görünce sırıttı. Etrafına baktıktan sonra yerleşim yerinin sonuna doğru hızla ilerledi.

Birden durdu, büyük bir kurdun yanından geçip koloniye doğru yürüdüğünü görünce donakaldı. Ardından birkaç kurt daha onu takip etti.

Kimse onu görmemişti, sık ağaçlar saklanmasına yardım ediyordu.

Kurt yeni nöbetçiye saldırdığında panikledi, adam çığlık atarak yere yığıldı. Kurt sürüsü koşarak köye doğru ilerlemeye başladı.

Koloni saldırıya uyandığında alarmların çaldığını duyabiliyordu.

Elena kendini geldiği yöne doğru koşarken buldu, botları kara batıp çıkıyordu. Herkes saldıran kurtlardan kaçmak için panik içinde çırpınırken göz ucuyla köyü izledi.

Sonunda eve ulaşıp arka merdivenlerden çıkarken kapı açıldı. Şaşkınlıkla geriye sıçrayıp babasına baktı. Babasının bakışlarının kendisinden kolundaki çantaya doğru kaydığını görebiliyordu.

“Baba ben…” diye kekeledi.

“Kaleye git,” diye homurdanarak yanından geçip korunaklı dağa doğru yürüdü.

Elena başını eğip onu takip etti. Kaosun içinde ona ayak uydurmak için hızla yürüyordu.

Kalenin mağaralarında otururken konseyin öfkeli fısıltılarla konuşmasını izledi. Herkes nasıl ifşa olduklarını merak ediyordu.

“Aramızda bir hain olmalı...” diye mırıldandı biri, loş ışıkta ailelerine sarılarak oturan insanlara şüpheyle bakarak.

Elena başını kaldırdığında babasının ona baktığını gördü. Bu bakışın ne anlama geldiğini biliyordu. Onlara ihanet ettiğini, bu yüzden kaçmaya çalıştığını düşünüyordu.

Buradan kaçmak istemesi, görmezden gelinmekten, göz ardı edilmekten ve kapana kısılmaktan bıkmış olması mümkün değildi. Kendisine sürekli olarak bir yük, geçiştirilmesi gereken bir sorun olduğu söylendiği için olamazdı.

“Neredeyse başarıyordum...” diye fısıldadı kendi kendine, şimdilik onları güvende tutan mağaraların sonsuz karanlığına bakarak.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok