Sahne Işıklarının Altında - Kitap kapağı

Sahne Işıklarının Altında

Andrea Wood

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Natalie için müzik, dans etmekten çok daha fazlasıdır: Bir kaçıştır, kaotik ve acı dolu hayatında ona huzur veren tek şeydir. Steele's Army'nin solisti Ryan "Steele" Hurst içinse müzik, onu havalı göstermekten ibarettir. Bir gece konserde karşılaşmaları her şeyi sarpa sarmaya yetmişti... Ama ya bütün yaz sürecek bir turneye beraber çıkarlarsa ne olacak? İşler çığırından çıkmak üzere!

Yaş Sınırı: 18+

Fazla göster

Birinci Bölüm

"Kalbinin kırılmasından korkan asla dans etmeyi öğrenemez. Bitmesinden korktuğu rüyayı hiçbir zaman göremez.

İnsan hiç vermek istemez, hep almak ister. Ve ölmekten korkan ruh asla yaşamayı öğrenemez."

Bette Midler

Natalie

"Sanırım az önce sırılsıklam âşık oldum!"

En iyi arkadaşım Layla'nın ciyaklayarak söylediği şey buydu.

Elinde bir albüm kapağı, adını daha önce hiç duymadığım bir rock grubunun solistine ağzı sulanarak bakıyordu.

Beni yanlış anlamayın, müziği seviyordum, müzikle nefes alıyordum. Müzik benim ruhumun bir parçasıydı. Sadece popüler bir rock grubunun satışları ilgimi çekmiyordu.

Layla grubun adının Steele's Army olduğunu söylemişti. Solistleri Steele de Layla'nın hayalindeki erkekmiş. Uğruna her şeyden vazgeçebileceği adam. Her yere peşinden gidebileceği o adam.

Grup, Boston'daki üniversitemize geliyordu. Berklee Müzik Okulu, bir radyo yarışmasına katılmıştı ve yarışmayı biz kazanmıştık.

Konsere gitmek istemiyordum ama kendimi buna hazırlasam iyi olacaktı. Layla'nın arkadaş kartını kullanarak beni bu saçma konsere katılmaya ikna edeceğini biliyordum.

En iyi arkadaşım için boktan, ruhsuz bir müziğe bir gece katlansam ölmezdim herhâlde?

Layla'yı doğduğumdan beri tanıyordum. O trajedik güne kadar ebeveynlerimiz çok yakın arkadaşlardı.

O günleri hatırlamaktan nefret ediyordum. Her zaman canımı acıtıyordu. Her doğum günlerini ve bayramları ailece kutlardık.

Karşılıklı evlerde oturuyorduk. Her akşam birlikte ailece yemek yerdik. Yemeklere ev sahipliği dönüşümlü olarak yapılırdı.

Ta ki beş yıl öncesine kadar… O gece Layla ile birlikte bizim evde film gecesi yapıyorduk. Ebeveynlerimiz istismara uğramış çocuklar için para toplanan bir bağış yemeğine gitmişti.

Ailelerimiz her zaman hayır kurumlarını desteklerdi. İnanılmaz derecede zengin oldukları için çok şanslıydılar.

Artık ben de onların anısına üç ayda bir, çoğunlukla çocuklara yönelik hayır kurumlarına veya müzik programlarına bağışta bulunuyordum.

Hâlâ o gece olanların tüm detaylarını bilmiyordum ve bilmek de istemiyordum. Sanırım bilseydim daha da mahvolurdum.

O geceyi hatırlıyorum da... Geç olmuştu ve yatma vaktimiz çoktan geçmişti. Birden kapının çalındığını duyduk. İzlediğimiz filmi durdurup kapıyı açtım.

Gelen bir polis memuruydu. Kendisini Memur Petty olarak tanıttı ve bana Natalie Wright olup olmadığımı sorduktan sonra Layla'nın yanımda olup olmadığını sordu. Ardından da hastaneye kadar ona eşlik etmemizi istedi.

Neden hastaneye gittiğimizi söylemediğinde bir şeylerin ters gittiğini anlamalıydım. Aslında polis memuru bize hiçbir şey söylememişti.

Birine anne ve babasının öldüğünü, en yakın arkadaşının anne ve babasının ise ameliyatta olduğunu söylediğinizde yalnız kalmalarını istemezdiniz.

Acil servise girdiğimizde polis memuru bana ailemin cesetlerini görmek isteyip istemediğimi sormuştu. Evet, polis acı haberi bana böyle vermişti.

Böyle bir şeyle başa çıkmam mümkün değildi. Ailemi o şekilde hatırlamak istemediğim için aceleyle bunu reddettim.

Önce memura, sonra da onları kurtaramadıkları için doktorlara kızdım. Hayatın bu acımasızlığına çok öfkeliydim.

Nasıl bir insan on beş yaşındaki bir çocuğa dünyada artık yalnız olduğunu bu şekilde söylerdi?

Memurun ilk önce yakın akrabalarıma ulaşmaya çalıştığını, haberi bana onların vermesini tercih ettiğini çok sonradan öğrenmiştim.

Bize Layla'nın ailesi ameliyattayken bekleme odasında beklemek isteyip istemediğimizi sorduğunu hatırlıyorum. Başka nereye gidebilirdik ki?

Olanları ancak o zaman, bekleme odasında oturmuş, doktorlardan Layla'nın anne ve babasının durumuyla ilgili haber beklerken yavaş yavaş idrak etmeye başlamıştım.

Bir boşluk dalgasının üzerimden geçtiğini hissetmiş, uyuşmuştum. Kalbim kendini duygularımdan ayırmıştı, artık orada değildi. Yalnızdım. Onlardan başka kimsem yoktu.

Annem ve babam ailelerinin tek çocuklarıydı ve her iki taraftaki büyükanne ve büyükbabam ben bu dünyaya gelmeden çok önce vefat etmişlerdi.

Görünüşe göre ebeveynlerimiz birkaç kadeh içki içmişti ve Layla'nın babasının daha az sarhoş olduğunu düşünerek arabayı ona vermişlerdi.

Ama Brian yolda hızla ilerlerken arabanın kontrolünü kaybetmişti ve araç bariyerlere çarptığında annemle babam arabadan fırlamıştı.

Sağlık görevlileri annemle babamın cesetlerini arabadan yaklaşık 50 metre uzakta bulmuşlardı. Olay yerinde ölmüşlerdi.

Layla'nın babası Brian, 100 kilometre hızla gidiyormuş ve hiçbiri emniyet kemeri takmıyormuş.

Layla'nın anne ve babası bir süre sonra iyileşti. Vücutlarında giysilerin altına kolayca gizleyebildikleri yara izleri kalmıştı ancak derinlerde daha fazla yara izi olduğunu biliyordum.

Bunlar diğer insanlar tarafından daha az görülebilen ama son beş yıldır bana her baktıklarında gözlerinde görebildiğim yaralardı.

Sanırım aileme olan yükümlülüklerinden dolayı benim vesayetimi üstlendiler. Yoksa koruyucu aileye de gidebilirdim.

Ailemin parası korumaya alınacaktı ve on sekiz yaşıma geldiğimde yüklü bir banka hesabı benim olacaktı.

Beni kendi tarzlarında sevdiklerini biliyordum ama aynı zamanda suçluluk duygusunun onları içten içe yiyip bitirdiğini de görebiliyordum. Hem suçluluk hem de sevgiden dolayı bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı.

Ailem zengindi. Layla'nın ailesi de öyle. Bu sayede maddi açıdan hiçbir sıkıntı yaşamamıştım. Hiçbir şey için endişelenmeme gerek kalmamıştı. Ne istersem onu yapmıştım.

Memleketimdeki herkesin acıyan bakışlarından uzakta, Layla ile birlikte, evimden kilometrelerce uzaktaki üniversiteye gitmeyi seçmiştim.

Kampüsteki yurtta kalmak yerine bir daire kiralamıştık. Yurtta kiminle aynı odada kalacağınızı asla bilemezdiniz ve biz birbirimizle olmayı tercih ederdik.

Ailem öldükten sonra bana farklı davranmayan tek kişi Layla'ydı. İnsanlar ondan, ailesinden nefret etmem gerektiğini düşünüyordu. Nasıl edebilirdim ki?

Hepsi içkiliydi. Eminim ki ilk kez taksi ya da başka bir arkadaşlarını çağırmak yerine kimin araba kullanabileceğini seçerek hayatlarını riske atmıyorlardı. Hem arabayı benim ebeveynlerimden biri de kullanıyor olabilirdi.

Brian bunun olmasını istememişti. Bu bir kazaydı, hayatımı sonsuza dek değiştirecek bir kaza.

"Nat? NATALİE!" Layla parmaklarını gözlerimin önünde şıklatıp bana bağırdı.

Bu konser için yeni kıyafetler almaya gitmemiz gerektiğini söylüyordu. Konsere gitmek istemediğim için kıyafetimin ondan olacağını söyledim.

Geçmişi düşünürken dalmış olmalıydım. Aslında bu çok sık olmuyordu çünkü buna izin vermiyordum. Geçmişi küçük, düzgün bir kutuya koyup zihnimin gerisine itmeye çalıştım.

Elbette kıyafetin parasını karşılayabilirdim ancak konsere gitmek benim fikrim değildi ve banka hesabımdaki parayı gereksiz materyalist öğelere harcamayı tercih etmiyordum.

Sadece ihtiyaçlarım için para harcıyordum. Üniversite harcı, kitaplar, ders malzemeleri, şampuan, vücut losyonu ve yiyecek gibi geçinmek için ihtiyaç duyduğum şeylere.

Lükse inanmıyordum çünkü bu lanet olası dünyada durumu benim kadar iyi olmayan o kadar çok insan vardı ki.

Layla'nın gördüğü ilk mağazaya girdik, lüks bir mağaza değildi. Genelde Layla'nın tercihi bu yönde oluyordu, her zaman en yeni tasarım markalarını satın almaya heveslidir.

Kıyafet askılarına bakarak rahat bir şekilde mağazada dolaşmaya başlamıştım. Layla'nın ilgisini çeken bir şey olup olmadığını görmek için arkama baktım.

Tüm dünyevi varlıklarını göstereceğini bildiğim mor bir mini elbiseye bakıyordu. Benim öyle giyinmeme imkân yoktu. Her zaman rahat bir tişört ve kot pantolon tercih ederdim.

Layla giyinme odasındayken ben de biraz kapalı bir tişört bulma umuduyla rafları incelemeye başladım. Baktığım onuncu tişörtte nihayet aradığımı bulmuştum.

Tişörtü askıdan çıkardım. Eski görünümlü bir Tom Petty & The Heartbreakers 1978 "Long After Dark Tour" tişörtüydü. Eski püskü ve yırtık pırtıktı ama tam benim tarzımdı.

Boş askıyı yerine geri yerleştirerek Layla'yı bulmaya gittim. Bir aynanın önünde durmuş kendine bakıyordu.

Çok güzel bir kızdı, "Saçımı ve makyajımı yapmak için dört saat harcadım" tarzında değil, doğal bir güzelliği vardı. Makyaja ihtiyacı yoktu.

Uzun ve siyah saçları her zaman mükemmeldi, sırtının ortasına kadar geliyordu.

Güzel bir şekilde bronzlaşmış teni, yüz hatlarını daha belirgin kılıyordu. Zümrüt yeşili, kocaman yuvarlak gözleri vardı. Herkesin kıskanacağı uzun ve görkemli kirpiklere sahipti.

Küçük burnu, çıkık elmacık kemikleri, pembe ve dolgun dudaklarıyla güzelliğini öne çıkarmak için yapay bir şeye ihtiyacı yoktu.

Zıt kutuplar olduğumuzu söylemeye gerek yok. Omzunun üzerinden aynada kendime baktım.

Solgun yüzüme asla makyaj yapmazdım. Hiçbir zaman makyaj yapmaya gerek duymamıştım ve bundan sonra da dikkatleri üzerime çekmek gibi bir niyetim yoktu.

Saçlarımı kocaman bir dağınık topuz yapmıştım. Topuzun her tarafından saçlar fışkırıyordu. Kumral, kıvırcık, biraz kabarık ve uzun saçlarım popoma kadar uzanıyordu.

Yuvarlak, gül goncası renginde dudaklarım ve küçük bir burnum vardı. Burnumdaki hafif kemer, bakırımsı kahverengi gözlerimi öne çıkarıyordu. Sıfır beden değildim. Geniş kalçalarım ve kıvrımlı bel simidim vardı.

Dikkat çekici biri değildim ve böyle kalmayı planlıyordum.

Layla mor mini elbisede karar kılmıştı. Başımı kaldırıp yıldızlara fısıldayarak teşekkür ettim. O kararını verene kadar burada en az iki saat geçiririz diye düşünmüştüm.

Mini elbise daha çok bir kumaş parçasına benziyordu, sadece mahrem yerlerini örtüyordu ama herkes Layla'nın elbisenin altında tam olarak ne sakladığını anlayabilirdi.

Benim seçtiğim tişörte gelirsek… Dolabımda onunla uyumlu harika bir kot pantolon vardı.

En iyi arkadaşım Layla gibi insanları asla anlayamayacaktım. Neden bütün geceyi konserde rahatsız kıyafetlerle geçirmek istersin ki? Grupla bir şans için mi? Bence buna değmezdi.

Layla, Steele hakkında konuşup duruyordu. Görünüşe göre sıfırdan bir grup kurmuşlardı ve BAM! Listelerin rock yıldızı...

Onu susturdum.

Kötü çocuk imajları ve seksilik üzerinden para kazanan, hiçbir şey ifade etmeyen, vasat bir müzik yapan bir grup umurumda değildi.

Ben şarkıların ruhunuza dokunması gerektiğine inanıyordum. Dinlediğiniz şarkı omurganızın üzerinde süzülüp tüylerinizi diken diken etmeli, kalbiniz ritimle birlikte çarpmalıydı. Şarkı size sadece sözlerini hissettirerek gözlerinizi yaşartmalıydı.

Ya da sizi gülümsetmeli ve bir sonraki gün için ruh hâlinizi belirlemeliydi. İşte benim dinlediğim ve gerçek hayranı olduğum müzik budur. Sadece yapmayı hayal edebileceğim bir müzik.

Ben büyürken babam bütün efsaneleri dinlerdi, benim de onlara âşık olmamı sağlamıştı. Bu ölene kadar tutunacağım bir şeydi.

Nerede olduğumuzun bir önemi yoktu. Babam her zaman müzik çalar ya da harika bir şarkının melodisini yüksek sesle mırıldanırdı. Müzik alanında uzmanlaşmaya karar vermemin nedeni oydu.

O klasik, size iyi gelen müziği, kalbiniz yerinden sökülüyormuş gibi hissettiren şarkıları geri getirmek istiyordum.

Şarkılar hayatınızda ne olursa olsun, sizi her şeyin yoluna gireceğine inandırmalıydı. Müzik terapidir, benim terapim.

Mağazadan çıkarken Layla'ya akşam yemeğini en sevdiği İtalyan restoranında yiyebileceğimizi söyledim. Ama şu anda yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Bu yüzden eve yürümek istiyordum.

Böyle zamanlarda Layla'nın benim için endişelendiğini biliyordum. Bebek bakıcım olmayı ve günü atlatabileceğimi bilmek istiyordu. Böylece iyi olduğumdan ve kendime zarar vermeyeceğimden emin oluyordu.

Bu zamana kadar kimseye kendime zarar vereceğime inanması için bir sebep vermemiştim ama anksiyete ve panik ataktan muztariptim. Kendimi strese sokuyor, her şeyi abartıyordum. Her şey hakkında çok fazla endişeleniyordum.

Bunlar çoğunlukla kontrolüm dışında olan şeyler hakkındaydı, korkum akıl almaz boyutlara ulaşıyordu ama yine de reçeteli ilaç kullanmayı reddediyordum.

Ne için ilaç kullanacaktım? Uyuşmuş hissedeyim diye mi? Tüm hayatımı duygusuz bir zombi gibi dolaşarak geçirmektense sürekli korku içinde yaşamayı ve her şey hakkında endişelenmeyi tercih ederdim.

Anksiyete, kazadan kısa bir süre sonra hayatımı yönetmeye başlamıştı. Başa çıkması zor bir şeydi ve bu durumdan asla kurtulamıyordum.

Ataklar başladığında kendimi boğuluyormuş gibi hissediyordum ve hayatıma nasıl devam edeceğimden emin olamıyordum. İnsanlar bunun beni ne kadar etkilediğini, ne kadar güçsüz hissettiğimi bilmiyordu.

Eskiden geceleri de panik atak geçirirdim. Bu ataklar baş dönmesiyle başlardı ve sonra mide bulantısıyla devam ederdi. Nefes alıp vermemi zorlaştırır, sonra hiperventilasyona kadar tırmanırdı.

Tüm bunlar olurken kalbim öyle çarpıyor, korkularım öyle tavan yapıyordu ki bu ataklar sanki hiç geçmeyecekmiş gibi geliyordu.

Tanıdık duyguların içime işlediğini hissettiğimde yürüyüş yapmanın bana iyi geldiğini fark etmiştim. Temiz hava beni sakinleştiriyor, korkularımı uzaklaştırmama yardımcı oluyordu.

Artık bu kâbuslar silik anılardan başka bir şey değildi. Panik atağı uzak tutma konusunda oldukça yol katetmiştim. Genelde sadece duygusal olarak yoğun bir gün geçirdiğimde ortaya çıkıyordu.

Layla'ya eve yürüyeceğimi söylerken ne düşünüyordum acaba? Evden en az sekiz kilometre uzaktaydım. Neyse ki sıcaklık katlanılabilir düzeydeydi ve güneş tepede parlıyordu.

Boston güzel bir şehirdi, tarihi korunmuştu ve Özgürlük Yolu'nda birden fazla kez yürümüştüm.

Sadece birkaç blok ötemdeki Boston Limanı, uzun zaman önce yaşadığım anılarla savaşırken huzur bulmak için sürekli gittiğim harika bir yerdi.

İki saat sonra dairemize girdim. Layla oturma odasında bir adamla konuşuyordu.

Buna alışmıştım. Layla rastgele tanıştığı erkeklerle takılıyordu. Ona bunun beni endişelendirdiğini söyleyip duruyordum ama sonuçta bu onun hayatıydı. Hayatla böyle başa çıkıyordu.

Herkesin bir zaafı vardır, tutunduğu bir şey, hissetmekten, geçmişle yüzleşmekten kaçmak için bir alışkanlığı ya da bağımlılığı.

Bu konuda onunla asla tartışamazdım çünkü ben de onun hoşlanmadığı şeyler yapıyordum. Bunu onaylamadığımı göstererek başımı salladım ve gecesini mahvetmek istemediğim için odama gitmeye karar verdim.

Dairemiz makul bir büyüklükteydi. İki yatak odası ve üç banyodan oluşuyordu. İkimizin de odasında ebeveyn banyosu vardı, diğer banyo misafirler içindi.

Oturma odasının bitişiğindeki açık mutfağı, oturma odasından geniş kemerli bir sütun ayırıyordu.

Oturma odasının hemen sağındaysa misafir banyosunun ve odalarımızın bulunduğu koridor vardı. Lüks donanımlara sahip evimizde her şey oldukça kompakt ve moderndi.

Dekorasyona karışmamış, her şeyi Layla'ya bırakmıştım. Layla'nın aşırı abartı zevkleri yoktu. Bu yüzden burayı istediği şekilde, sıcak bir ev ortamı gibi dizayn etmesi konusunda ona güvenmiştim.

Dairemize okul başlamadan birkaç hafta önce taşınmıştık. Böylece şehrin düzenini ve her şeyin nerede olduğunu öğrenebilmiştik.

Bir şekilde elimin değdiği tek oda benimkiydi. Odamın açık beyaz duvarları boştu. Orta boy yatağımın üstünde iki büyük cumba pencere vardı.

Genellikle pencereleri açık bırakırdım. Böylece limandan gelen esinti içeriye girebiliyordu. Yatağımın her iki yanını iki komodin süslüyordu. Annemle babamın güzelce çerçevelenmiş bir fotoğrafı sağ komodinin üzerindeki yerini almıştı.

Sol tarafımda banyo, sağ tarafımda ise dolabımın yanına yerleştirilmiş altı çekmeceli şifonyerim vardı. Malikâne büyüklüğünde bir oda değildi ama ihtiyaçlarımı karşılıyordu ve bana aitti.

Kapıyı kapatıp üzerimi çıkardım. Layla'nın en sevdiği restoran biraz lükstü bu yüzden oraya ergen bir hipster gibi gidemezdim.

Önceki hayatımdan kalan birkaç parça kıyafetim vardı. Dolabıma doğru yürüyüp dolabın kapağını açtım ve dolaptan birbirleriyle uyuşup uyuşmadığına bile bakmadan birkaç giysi çıkardım.

Hızlıca bir duş alıp üzerimi değiştirmeye karar verdim. Umarım ben hazır olduğumda Layla da hazır olur ve umarım o adam bizimle gelmez.

Banyoya girip duşu açtım ve suyun birkaç dakika ısınmasını bekledim. Genellikle duşa girip hızlıca suyu açtığımda sistemimde güçlü bir şokla karşılaşırdım.

Buz gibi soğuk su, hızlı bir şekilde uyanmak için oldukça kolay bir yoldur.

Duş başlığının altında oyalanmadan saçlarımı ve vücudumu hızla yıkayıp duştan çıktım ve vücudumu kuruladıktan sonra havluyu saçlarıma sardım. O sırada yatak odama geri dönmüştüm.

Kıyafetlerimi yatağımın üzerine serdikten sonra siyah tasarım bir elbiseyi elime alıp incelemeye başladım. Elbise dizimde bitiyordu, boyu oldukça idealdi. Elbiseyi üzerime geçirdikten sonra altına bir çift ten rengi çorap ve siyah bantlı, yüksek topuklu bir ayakkabı giydim.

Saçlarımı açarak parmaklarımı saçlarımın arasında gezdirdim ve sonra çantamı alıp oturma odasına geçtim.

Layla yalnızdı. Tanrı'ya şükür! Akşam yemeğinde hiçbir boka yaramayan o fazlalık kişi olmak istemiyordum. Layla ceketini giymiş çıkmaya hazırdı.

"Hazır mısın?" diye sordu.

Başımı salladım ve Layla kapıyı kilitlerken dairemizden çıktım. Birkaç saniye sonra Layla da asansöre bindi ve binamızın lobisine indik.

Ona yeni adam hakkında sorular soruyordum ama kaçamak cevaplar veriyordu. Bunun da ciddi olmayan başka bir kaçamak olduğunu bu şekilde anlamıştım. Binamızdan çıkıp caddenin karşısındaki otoparka doğru yürümeye başladık.

Kampüste yaşamayı tercih etmeyen birçok üniversite öğrencisi buradaki dairelerde kalıyordu. Öğrenciler iyi aydınlatılmış, kiracılara büyük bir otopark sunan güvenli bir binada yaşamayı tercih ediyorlardı.

Layla'nın arabasına ulaştığımızda Layla anahtarlarını çantasından çıkardı ve "kilit açma" düğmesine bastı. Ben yolcu koltuğundaki, o da sürücü koltuğundaki yerini almıştı.

Ben araba kullanmıyordum. Belki bir gün kullanırdım ama şimdilik korkum çok ağır basıyordu. Ne zaman direksiyona oturmaya çalışsam donup kalıyordum, ellerimi hareket ettiremiyordum.

Öyle hareketsizken bırakın arabayı çalıştırmayı, direksiyonu bile kullanamazdınız.

Layla arabayı park yerinden öyle bir çıkarmıştı ki emniyet kemeri icat edildiği için şükretmiştim. Ardından akşam yemeğine doğru yola çıktık.

Yol boyunca Layla konserden, okulun radyo yarışmasını kazanmasına ne kadar sevindiğinden ve Steele's Army'yi her zaman canlı izlemek istediğinden bahsedip durmuştu.

Gülmemek için kendimi zor tutarken Layla, "Onların müziği bana her zaman ilham vermiştir," dedi.

Bana aldırmadan hikâyesine devam etti.

"O grubu ne kadar sevdiğimi biliyorsun Nat. En iyi arkadaşım olarak sen de öyle davranmalısın. O gece Debbie Downer olmamaya çalış, tamam mı?"

"Senin için deneyeceğim Lals," dedim onu yatıştırmak için. Oradayken eğleniyormuşum gibi davranmaya çalışacaktım.

Layla daha sonra sahne arkasına gizlice girip solisti nasıl baştan çıkaracağına dair planını anlatmaya başladı. Bu duymak istediğim bir şey değildi.

Gururlu bir hayran gibi o grup hakkında konuşup durması ilgimi çekmiyordu.

Geçmişi, bugünü ve geleceği düşünerek pencereden dışarıya baktım. Bir yandan da hâlâ Layla'nın gevelediği şeylere genel cevaplar mırıldanıyordum. Bunu fark etmediğinden oldukça emindim.

Yaklaşık otuz dakika sonra Layla'nın en sevdiği restorana, Antonio's'a yanaştık. Bir vale görevlisi benden önce kapımı açtı. Arabadan indiğimde aval aval lüks dekora bakıyordum.

Tepemizde, milyonlarca minyatür altın ışığın sarmaşık gibi tepeden sarktığı siyah bir tente vardı. Âdeta gökyüzündeki yıldızlar gibiydi. Layla da tam yanımda duruyordu.

Restoranın kapısı açılır açılmaz sarımsak, fesleğen ve makarna karışımının kokusu güçlü bir şekilde duyularıma çapmıştı. Ağzım bu kokunun kaynağını tatmak için sulanmaya başlamış, midem yüksek sesle guruldamıştı.

En az elli kez yemek yediğim bu restoranda etrafıma bakındım. Birçok duvarda, dünyanın en pahalı ve çeşitli şaraplarını barındıran ferforje şarap rafları vardı.

Dünyevi Toskana renk tonları, İtalya'nın kalbine uçtuğunuz hissini vermek için mekâna stratejik olarak yerleştirilmişti.

Restoran hostesi paltolarımızı aldıktan sonra bizi her zaman tercih ettiğimiz, arka tarafta gizlenmiş yerimize oturttu. Yuvarlak, beyaz örtülü masa iki kişilik olarak ayarlanmıştı, şarap bardakları çoktan ters çevrilmişti ve doldurulmaya hazırdı.

Garsonumuz masamıza gelip bize günlük spesiyalleri saymaya başladı. Ama ne sipariş edeceğimizi çoktan bildiğimiz için burada yediğimiz her zamanki siparişimizi verdik.

Siparişlerimizi verdikten sonra Layla'ya baktım. Aklından bir şeyler geçtiğini anlayabiliyordum. Kocaman sırıtıyordu.

Kahretsin.

Bunun olacağını biliyordum. Yine en iyi arkadaş kartını oynuyordu, hem de bir günde iki kez. Bu onun için bile alışılmadık bir şeydi. Ben de otomatik olarak hemen savunma moduna geçtim.

"Nat, şu konser... Daha önce dairemizde gördüğün adamı konsere davet ettim. Biriyle çıkmayacağını biliyorum ama…"

"Böyle bir şey olmayacak Layla. Gerçekten konsere gitmemeyi tercih ederim ama eğer gelmem için ısrar edeceksen de o zaman tek başıma geleceğim," dedim büyük bir ilgisizlikle.

"Biraz hayatın tadını çıkarsan," diye yalvardı.

"Layla, seni sevdiğimi ve senin için her şeyi yapacağımı biliyorsun. Çok şey istemiyorsun ama bunu yapmayacağım."

Neyse ki iç çekerek konuyu fazla uzatmamıştı.

"Bu arada konser ne zaman?"

"Merak etme Nat. Hazırlanmak için iki günün var. Konser cumartesi günü."

Harika.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok