İyilik Meleği A.Ş.:Buzul Saray - Kitap kapağı

İyilik Meleği A.Ş.:Buzul Saray

F.R. Black

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Cazip bir modellik kariyeri olan başarılı dövüş sanatçısı Hiro, her zaman göz alıcı rollerinin set dışında da devam etmesini dilemiştir. İyilik Meleği A.Ş.'ne tek bir imzayla Pierce onu hayatının rolünü vaat ederi. Eğer bir peri masalı kralına gerçek aşk öpücüğü kondurabilirse rolü sonsuza dek onun olacaktır. Ama ya kalbi onu başka bir yöne çekerse?

Fazla göster

30 Chapters

Chapter 1

Bölüm 1

Chapter 2

Bölüm 2

Chapter 3

Bölüm 3

Chapter 4

Bölüm 4
Fazla göster

Bölüm 1

Altıncı Kitap: Buzul Saray

Hem usta bir dövüş sanatçısı hem de iyi kazanan bir model olan Hiro, her zaman göz alıcı rollerinin set dışında da devam etmesini dilemişti. Karşısına İyilik Meleği A.Ş. çıktı. Pierce tek bir imzayla, onu hayatının rolünü üstlenmesi için alıp götürdü; eğer bir peri masalı kralıyla Gerçek Aşk Öpücüğü'nü başlatabilirse sonsuza dek onun olacaktı. Ama ya kalbi onu başka bir yöne çekerse?

Hiro

Derin bir nefes alıp kameranın ışığının yanıp sönmesine aldırış etmeden içimdeki chi'yi bulmaya çalıştım. Yavaşça nefes verip hayal gücüm dışında her şeyi bloke ederek bedenimin etrafımdaki enerjiyi hissetmesini sağladım. Ben bambaşka biriydim, farklı bir âlemde, farklı bir dünyada… Hareket ettikçe uzun siyah saçlarım etrafımda savruluyor, döndükçe eteklerim fırdönüyordu.

Ben Hiro Usta’ydım.

Sonra yumruğumu dümdüz açtığım avucumun içine yerleştirip belimi bükerek eğildim.

“Ahh-Haaaa!” Kata egzersizlerimi hassasiyetle uygulayarak peş peşe birkaç ufak el hareketi yaptım. Önce kata ustası olmadan karate ustası olunamazdı.

Kata, yüksek miktarda adanmışlık ve odaklanma gerektiren başlı başına bir sanattı.

Karatenin temeliydi.

Yüksek tekme atarken aynı zamanda havada hızla döndükten sonra kollarımı açarak, yere çömeldim. Bu karmaşık, hızlı hareketlerin detaylarını yalnızca bakarak tespit etmek zordu, ve bu hareketler basit kelimelerle öğretilemezdi.

Gösterilmeleri gerekirdi.

Bir elimi yumruk yapıp bedenimin yanında sabit tutarken diğer yumruğumu ileri doğru sallayıp derin bir nefes aldım. Bunu her yumrukta dönüşümlü olarak tekrarlıyordum. Enerjimi dışarı doğru itip, kalp atışlarım hızlanırken “Haa!” diye bağırıyordum.

Fotoğrafçı “Hiro! Bayıldım buna! Sinirli bakışlarına bayıldım, böyle devam et!” derken benim hızlı ve güçlü hareketlerimi çekiyordu. “Çarpıcı!”

Etrafımda dönüp sağa doğru salladığım güçlü tekmeyle hareketi bitirdiğim ânı kamera yakaladığında ben ter damlacıklarını hissedebiliyordum.

“Yakaladım! İnanılmaz!” Fotoğrafçı kamerasını indirip dijital ekrana hayranlıkla baktıktan sonra bana dönerek, “Yayı al! Ming savaşçısı gibi nişan alırken birkaç poz istiyorum. Biraz daha göğüs dekoltesi göreyim, gerekirse yakanı bantla!” dedi. Baş fotoğrafçı Lu, hemen ardından kısa boylu kadın asistanı Juno'ya dönüp “Büyük fanı ve softbox'ımı (az gölgeli fotoğraflar elde etmek için kullanılan bir tür ışıklandırma mekanizması) getir. Daha dramatik bir görünüm için bu çekimde deklanşör hızını düşüreceğim,” dedi.

Evet, bir fotoğraf çekimindeydim.

Ben, dövüş sanatlarında ustalaşmış Asyalı bir modeldim. Tokyo'daki animasyon işinden kazandığım para tüm faturaları ödemeye yetmiyordu, bu yüzden anime rolleri, cosplay kongreleri için modellik yapıyordum - bütün bunlar her şeyden önce kiramı karşılamak içindi.

Kelimenin tam anlamıyla her gün hayal dünyasında yaşıyordum.

PlayStation/Xbox için Final Fantasy VII oyununda bir karakter bile olmuştum. Anime TV şovlarının yanı sıra çoğunlukla oyun platformları için poz veriyor, sanatçıya karate pozlarının mükemmel formda nasıl göründüğünü gösteriyordum.

İşin komiği, bu resimlerden bile modelin ben olduğum kolaylıkla anlaşılıyordu, çünkü benim zarif ve kusursuz vücut hatlarıma sahip pek fazla kadın yoktu. Türlü teklifler alıyordum, film oyunculuğu, modellik, aklınıza ne gelirse.

Çin’de, o insan denizinde kaybolup gitmiştim, buradaysa aksine, yeteneklerim hızla duyuldu.

Ama çoğu teklifi geri çevirmem, onları hayal kırıklığına uğratıyordu.

Birinci sınıf bir film yıldızı olmayı istemediğimden değil. Tüm kameralar üzerimdeyken, insanlar bana patronluk taslarken, ne söylemem ve yapmam gerektiğini söylerken rol yapmam olanaksızdı.

Donup kalıyor, kaskatı kesiliyordum.

Hareketlerim doğal değil, zorlama görünüyordu.

Fotoğraf çekimlerini ve kongreleri becerebiliyordum çünkü oralarda hâlâ kendim olabiliyor, hareketlerin içinde kaybolabiliyor, etrafımdaki enerjinin canlandığını hissedebiliyordum.

Bu iş beni canlı, enerjik ve başarılı hissettiriyordu.

Şirketler kongrelerde benim yer almam için yüksek ücretler ödemeye başlamışlardı. Ben de kimi insanların çalılıkların arasına saklanıp fotoğrafımı çektiğini görüyordum.

Bunun nedeni muhtemelen Vogue'un Asya baskısının kapağında, ellerimi yukarı kaldırdığım çekici bir kata pozunda yer almamdı. Dosya seksi/güçlü kadınlar gibi bir şeyle ilgiliydi, bu yüzden bu rol için ben seçilmiştim.

Bu işten kazandığım para kiramı bir süre karşıladı.

Evet, öyle.

Ama burada, Tokyo'da, olup olabileceğim bundan ibaretti. Daha büyük işleri geri çevirdiğim için menajerim beni terk etmeye hazırdı, hatta geçen gün telefonu yüzüme kapatmıştı.

Oysa ben, sadece yaratmak istiyorum. Keşke staj yaptığım Takeshi Productions'da çalışmaya devam edebilseydim.

Ama son zamanlarda günler birbirine karışmıştı.

Fotoğraf çekiminden sonra arka taraftaki soyunma odasında otururken aynadaki yansımama baktım.

O güpgüzel makyajlı halime bakınca bir savaşçı görüyordum, ama bir an sonra, karşımdaki başkasının giysileri giyip oyunlar oynayan aptal bir kızmış gibi geliyordu. Bakışlarım göz alıcı kostümümün üzerinde gezinirken, kabul etmek istemediğim bir şey hissediyordum.

“Hara.”

“Efendim? Bana lütfen Hiro de.” Bir an durup Lu'nun asistanına baktım. Sadece büyükannem kızdığında bana Hara derdi, bunlar hoş anılar değildi.

“Bugün harikaydın, çok iyi pozlar verdin.” Bir yandan gülümsüyor, bir yandan da koridorun sonundaki otomattan aldığı bir kâse rameni, erişteleri höpürdeterek yiyordu.

Başımla onayladım.

Bir kez daha höpürdetince tavuk suyu yerlere döküldü. Sincap gibi şişkin yanaklarıyla “Off, nefis,” diye çiğneyip yutkunurken, “Seni soran bir adam var. İngiliz, uzun boylu, süper seksi, takım elbiseli. Aksanını tam olarak çıkaramadım,” deyip kaşlarını kaldırdı.

Gülümseyerek “Oldu!” dedim.

“Cidden,” diyerek yutkundu. Ağzı doluyken lafına devam etti, “Gitmeyecek gibi. İyilik Meleği A.Ş.'den mi ne geliyormuş.”

Tekrar gülümseyip sonra kaşlarımı çattım. “Nereden?”

Omuz silkti. “Belki de Amerika'dandır? Disney'den belki?”

Kaşlarımı çattım. “Ben oyunculuk yapmıyorum, unuttun mu?” Keşke yapabilseydim, ama berbattım.

Homurdandı. “Peki, adama ne diyeyim?”

Derin bir nefes alıp aynadaki karamsar ifademe baktım. “Hiç havamda değilim. Ona menajerimle temasa geçmesini söyle.” Masanın üzerindeki çantama uzanıp bir kart çıkarttım. “Al, bunu ona ver.”

Kartı alıp başını salladı. “Tamam. Birazdan çıkacağız.”

Ben de bir şeyler söyledim sanırım.

Makyajımı silip günlük kıyafetlerimi giymek, en nefret ettiğim kısım buydu. Menajerim depresif ve dalgalanmalı ruh halim için bir doktora görünmem gerektiğini söylüyordu.

Bu bana tuhaf geliyordu, çünkü ben -bu kısım hariç- çok mutlu ve heyecanlı bir insandım. Uzanıp havlu ve biraz sabun aldım, kâsedeki suya daldırdım.

Hiçbir ilaç sorunumu çözemezdi, inanın bana.

Büyükannem, annemin bipolar olduğunu söylemişti galiba.

Belki benim yaşadığım da buydu.

Mesele şuydu, bu harika rollere büründüğümde o kadar keyif alıyordum ki, eve dönme vakti geldiğinde bedenim ve ruhum bunu istemiyordu.

Bunun biraz çocukça olduğunun farkında olsam da, bütün gün hayal kurmak istiyordum. Belki de doğrusu buydu. Asıl çıkmaz, bunun bir tedavisinin olmayışıydı. Bununla savaşmaya çalışmıştım ama özlemim hiç bitmiyordu.

Hayal kurmaktan daha büyük bir şeyin peşindeydim.

Orduya katılmayı düşündüm.

Ama olmazdı.

Başımı ellerimin arasına alıp, kendime acımaya bir son vermek istedim. Ya buna bir son verecek, ya da zihnim bu durumu kaldıramıyorsa bu yaşam tarzından bir süre uzaklaşacaktım.

Ya da, hayır.

İyi olacaktım.

Ben her zaman iyiydim.

“Böldüğüm için özür dilerim Hiro, ama biraz konuşabilir miyiz?”

Kendinden emin bir erkek sesi duyduğumda sıçradım. Dönüp baktığımda kapı çerçevesine yaslanmış yakışıklı bir adam görünce hemen telaşlandım. Sarı saçları mükemmel şekillendirilmişti, lacivert takım elbisesi de altı aylık kiramdan daha pahalı gibi görünüyordu.

Çinceyi mükemmel konuştuğunu fark ettim.

“Menajerimle konuşmanızı söylemiştim,” diyerek söze girdim, gerekirse kendimi koruyabileceğimi biliyordum.

İç geçirip saatine baktı. “Evet, ama biraz acelem var.” Bana 'bunun için özür dilemeyeceğim' dercesine bakıyordu. “Dün cevap vermeniz gerekiyordu?”

Gözlerim irileşti. “Ah! Etkinliklerle ilgili maillere menajerim bakıyor.” Bunun, menajerimin hayır dediğim için telefonu yüzüme kapattığı iş olduğunu o anda fark ettim. “Üzgünüm, oyunculuk yapmıyorum.”

Kaşlarını kaldırdı. “Tanrıya şükür, ben de yapmıyorum.”

Ona dik dik baktım.

Tuhaftı.

“Öyle yani... Üzgünüm, yine de teşekkürler.”

Bana gülümserken bir yandan da loş soyunma odasına bakıyor, pek etkilenmişe benzemiyordu. Onu suçlamıyordum. Kötü bir soyunma odasıydı nihayetinde.

“Hiro, bu bir oyunculuk işi değil,” dedi, düşünüyormuş gibi bir yüz ifadesi takınarak. “Tamam, biraz oyunculuk var, hatta belki çok fazla, ama sadece başlangıçta, eğer beceriksiz biri değilseniz tabii.”

“Beceriksiz olmanın da yanlış bir tarafı yok, ben şahsen tuhaf kişilikleri seviyorum. Aslına bakarsanız bizim yerimize pek çok işi hallediyorlar.”

Bana gülümsediğinde, gezegenler aynı hizaya gelmişti sanki. Beyaz dişlerinde bir parıltı görmediğime şaşırdım.

Neden bahsettiğinden emin olamadığım için kaşlarımı çattım. “Yani... tamam, ama dediğim gibi, ilgilenmiyorum.”

Hayal dünyasında mı yaşıyordu?!

“Gerçekten mi?” diye sorarken, mavi gözleri sanki içime işleyerek bakıyor, beni tedirgin ediyordu. Bakışları, sanki saçmalıkları doğrudan görüyormuş gibi deliciydi. “Çünkü içimde detayları duymak isteyeceğinize dair bir his var.”

Hayal kırıklığımı yatıştırıp derin bir nefes aldım. “Peki, işin içinde kamera var mı?”

“Hayır,” dedi, “bu görevde yok.”

Bu tuhaf cevap karşısında duraksadım. “Peki yönetmen?”

Yine yüzünü buruşturdu. “O anlamda değil, ama güvenliğiniz için size rehberlik edecekler.”

“Bir dakika... Görev mi dediniz?” Kafam çok karışmıştı. “Nedir bu iş?”

Bana göz kırptı. “Hiç sormayacaksınız sanmıştım,” diyerek ceketinin cebinden parlayan bir mektup çıkardığında, şaşkınlıktan gözlerim yerinden fırlayacaktı neredeyse.

“Bu da ne böyle!”

PARLIYORDU.

Pırıl pırıldı!

“İş teklifiniz,” deyip mektubu bana uzattı.

“Nasıl yani? Vay be!” Nefesim kesildi. “Bunu nasıl yapıyor!?” diye düşündüm. Mektubu alırken adama sanki bir sihirbazmış gibi bakıyordum. “Vay! Neler oluyor?!”

“Hiro,” dedi sakince, gözleri ışıl ışıl. “Bu arada bana Pierce deyin. Geç kalıyoruz, o yüzden lütfen acele edin.”

“Pierce? Soyadınız mı?” diye sordum, mektubu açarken bir yandan da hayranlıkla parıltısına bakıyordum.

Nasıl olabilirdi?!

Sihir miydi bu?!!!!

“Büyüleyici.”

Ona baktım. “Soyadın Charming mi?”

“Doğru.”

Tuhaftı.

Ama bu mektup kadar tuhaf değildi!

Mektubu iki kez okuduktan sonra kendime gelmem birkaç dakikamı aldı. Pierce denen adama baktım. “İyilik Meleği mi?! Bir yarışma mı?”

Bu delilikti.

Gerçek olabilir miydi?

Hayır...

Bunu anında yutacağımı bilen biri bana büyük bir oyun oynuyor olmalıydı... Nabzımı yavaşlatmaya çalışarak etrafta kamera var mı diye bakındım.

“Evet, adı bu.” Beni izliyordu. “Ve bu kadın geç kalmaktan nefret eder, o yüzden...”

Yutkundum, kalbim hızla çarpıyordu.

“Babamın orduda görevdeyken öldüğünü nereden biliyor?! Ve annemin babamın ölümünü atlatamadığı için aşırı dozda uyuşturucu aldığını? Ailem bunu yıllarca örtbas etti. Kimse annemin aslında nasıl öldüğünü bilmiyor.”

Gözlerimi kapadım.

İmkânsızdı.

Değil mi?!

“Bunu duyduğuma gerçekten üzüldüm,” dedi Pierce yumuşak bir sesle. “Ama beni dinle, Hiro. Bu bir şaka değil. Kader seni hayatının fantezisine atılmak için seçti. İçimden bir ses bunu senin çağırdığını söylüyor.”

Yüzümdeki şaşkın ifadeye bakarak devam etti: “İMA hedefinin kalbini kazanmak için diğer dört kadına karşı yarışacaksın, böylece gerçek aşkın öpücüğüyle evreni değiştireceksin.”

Konuşmak istiyordum ama sesim çıkmıyordu.

Hayatım boyunca duymak istediğim sözleri duyarken sanki ruhum kabarıyordu. “İmkânsız.”

“Hımmm,” dedi gülümseyerek, “sevgili Hiro, imkânsız bilimsel bir terim değildir. Sadece bu olasılık pek mümkün görünmüyordu. Ama az önce çok mümkün hale geldi.”

Yutkundum. “İspat et.”

Ne diyordum ben?!

“Bundan daha fazlasını yapacağım.” Bakışları vücudumda gezinirken duraksadı. “İlginç.”

Yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum. “Neymiş ilginç olan?”

“Çok güzelsin Hiro, görüyorum ki dövüş sanatlarını da seviyorsun,” dedi Pierce, merakla beni süzerek.

“Hı hı, evet. Dövüş sanatlarını sevmenin ötesinde tüm hayatım boyunca bununla uğraştım. Bu benim hayatım,” derken, sanki nefesim kesilmiş, uçuyor gibiydim.

Gülmeye başladı.

Öylece bakakaldım.

“Neden seçildiğini anlayabiliyorum,” diye etti. “Sana bir şey ispatlamamı istiyorsan sözleşmeyi imzalamalısın.”

“Öylece imzalayamam!”

“Elbette imzalayabilirsin,” dedi. “Güven bana Hiro, bu hayatının geri kalanının ilk günü olacak.”

Tam itiraz edecekken kendimi tuttum.

Bakışlarında ciddi bir şey vardı ve kesinlikle dalga geçmiyordu.

Bir süre sessiz kaldım, vazgeçmek istersem avukat tutma şansım her zaman vardı. Yani, bu bir aldatmacaysa. Zor nefes alıyor, sözleşmeyi imzalamak için yoğun bir dürtü hissediyordum. Sanki etrafımdaki enerji beni çekiyordu.

Bunun gerçek olmasını o kadar çok istiyordum ki, galiba imzalayarak en büyük aptallığı ben yapacaktım.

“Hiro,” dedi Pierce ısrarla, “bu bir eşek şakası değil, emin ellerdesin. Sana bunu kanıtlamama izin ver. Bunun sana fazlasıyla garip geldiğini anlıyorum, ama bana güven, gerçeklik kurgudan daha gariptir.”

“Farklı bir dünyaya mı gideceğim?” diye fısıldadım, henüz pek inanıyormuş gibi görünmemeye çalışıyordum. Böyle safça balıklama atladığım için yanaklarım utançtan kızardı.

“Evet.” Pierce bana doğru yaklaşıp bir kalem uzattı.

Yavaşça kalemi alıp Pierce’ın ifadesinde bir ipucu yakalamaya çalıştım. “Bu çılgınlık.” Ama bu mektup PARILDIYORDU.

Pierce başıyla kâğıdı işaret ederek, “Heyecan verici daha uygun bir kelime,” dedi.

Boğazımı temizledim. “Eğer bunu imzaladığımda gülmeye başlarsan, iki kolunu da daha sen ağzını açamadan kıracağımı biliyorsun.”

Pierce kaşlarını kaldırıp “Ah,” diyerek sırıttı, “Kulağa hiç hoş gelmiyor.”

Başımı sallayıp parıldayan kâğıda baktım.

İmzaladım.

Bitti.

İşte oldu.

Derin bir nefes verirken artık ruhuma sahip olduğunu söylemesini bekliyordum!

Ama böyle bir şey söylemedi, biriyle konuşuyormuş gibi kulağına dokunuyordu. “Dişimi çektirmem gerekecek.” Duraklayıp gözlerini devirdi. “I'm going to need an extraction,” diye İngilizce olarak tekrar etti.

İngilizcem iyiydi.

“Eyvah!” dedi. “Geç kaldığım için kızmadığı hiç olmuş mu? Asıl soru bu.” Bana bakıp göz kırptı. “Bizi bekliyor.”

Kalbim gümbür gümbür atıyor, neler olduğunu merak ediyordum. Vücudumun karıncalandığını hissederek irkildim. “Pierce! Neler oluyor?”

Ne yapmıştım ben!?

Her şey kararmadan önce duyduğum son cümle ”Rahatla, İyilik Meleği A.Ş.'ye hoş geldin,” oldu.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok