Kaosun Sesi - Kitap kapağı

Kaosun Sesi

Lotus O’Hara

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Savaş Şefi olmak için mücadele veren Kahli, halkının ihanetine uğrar. İnsanların düşmanı olan Altahanlar tarafından yakalanır. Zuco, onun hayatını bağışladığına inanamaz. Şimdi Kahli’nin sırlarını ve planlarını öğrenmek istemektedir. Belki de o, düşmanları Pryanları yenmenin anahtarı olabilir. Oysa tasarladığı silahlar işe yarayacak mı? Ve Zuco, Kahli’ye ilgi duyarken görevine odaklanabilecek mi?

Yaş Sınırı: 18+ (Şiddet, İşkence, Ölüm)

Fazla göster

Dişe diş, kana kan

Kaosun Sesi

KAHLİ

Güneş omuzlarını yakıyordu, ama Kahli karşısındaki rakibine odaklanmayı sürdürdü. Önemli olan tek şey dövüşe devam etmekti; akciğerlerindeki veya bedenindeki ağrı umurunda değildi.

Josh, Savaş Şefi unvanını alma yolunda önündeki son engeldi. Kalabalık, kulakları sağır edercesine tezahüratta bulunuyordu. Kadın, kanlanmış gözüne aldırış etmeden yumruğunu savurdu.

Her zamanki gibi hızlı olan rakibi, dizlerine tekme atıp düşmesine neden oldu. Çömelmiş olan Kahli, kafasını hafifçe çevirdi.

Adamın ayaklarını görebiliyordu. Josh tüm gardını indirmiş gibiydi. Dövüşü çoktan kazandığını sanıyor olmalıydı. Oysa ne kadar büyük bir hata yaptığını anlaması uzun sürmedi.

Kahli bacağına tekme atarak afallamasına neden oldu. Ardından ayağa fırlayıp kafasına bitirici bir darbe indirdi, ki bu rakibinin acı içerisinde feryat ederek geri çekilmesine neden oldu.

Tam bu sırada, “Kazanan, Kahli,” diye bağırdı hakem.

Kahli gülümseyerek arenaya doluşmuş seyircilere baktı. Gözleri babasının oturduğu balkonu arıyordu. Boş koltuğu görünce gülümsemesi yavaşça kayboldu. Babasının danışmanı Lewis’ten başka onu izleyen yoktu.

Zaten o da hafifçe kafasını sallayıp locayı terk etti. Arenadan çıkarken bir grup insan etrafını sarıp onu tebrik etti. O kadar kalabalıktı ki sakin bir sokağa ulaşıp eve dönmesi en az yarım saatini aldı.

Evleri, şehrin en yüksek tepesinde, her zaman nöbet tutuyor, insanlığın son temsilcilerini korumaya çalışıyordu. Yüzündeki kanı silip üstüne çekidüzen verdikten sonra babasının kapısını çaldı. Burası, genelde çalışmayı tercih ettiği ofisiydi.

Babası içeri girmesini söyleyince bir an tüyleri ürperdi. Sonunda kapıyı aralayıp içeri girdiğinde onu masasının başında bir şeyler karalarken gördü. Başını kaldırıp kızına bakmaya tenezzül bile etmemişti.

Kahli ise aldırış etmeden ofisin içinde dolaştı, ıvır zıvır dolu raflara baktı.

Bir an gözlerini iki tütsünün arasında duran çerçeveye dikti. Koyu renk saçlar, zeytin gibi gözler ve en karanlık günleri bile aydınlatacak bir gülümseme... Çerçeveye uzandı.

“Dokunma ona,” diye gürledi babası.

Bunun üzerine Kahli’nin eli havada asılı kaldı.

“Biraz sohbet etsek ne olur sanki?” diye sordu.

“Senin askercilik oynaman gerekmiyor mu? Yapacak işlerim var.”

“Bizim yapacak işlerimiz var. Savaş Şefi olduğumu unuttun sanırım,” dedi.

Babası yazmayı bıraktı. Tek duyulan pencerenin dışındaki rüzgârın uğultusuydu. Başını önündeki kâğıttan kaldırmasa da sinirli olduğu her halinden belli oluyordu.

“Sana söyledim. Stanis’in oğluyla evleneceksin. Deather’larla ittifak kurmamız için çok önemli.”

“Beni ilgilendirmez. O pislikle evlenmeyeceğim. Savaşmalı, onlara karşı koymalıyız.”

“Savaş Şefi unvanını Josh’a geri vereceğim,” dedi, tekrar bir şeyler karalamaya başlarken.

Kahli’nin yüreği ağzına geldi. “Bunu yapamazsın! Bu unvan benim hakkım.”

“Buradaki herkesin sorumluluğunu taşımana izin veremem. Savaş Şefi olursan hepimiz ölürüz.”

“En azından hayallerimi yıkarken gözlerime bakmayı dene,” dedi Kahli, avuçlarını masanın üzerine koyarak.

Babasının kalemi hızını artırmıştı. Kahli, masanın üzerindeki her şeyi yere fırlattı. Babası ise buna aldırış etmeden iç çekip çalışmaya devam etti.

“On yıl,” diye fısıldadı sonunda. “Bana ne baktın ne gülümsedin.”

“Sana her baktığımda içime kor alevler düşerken bunu nasıl yapabilirdim? Hatanı telafi etmek istiyorsan Stanis’in oğluyla evlenirsin, işte o kadar. Şimdi ofisimden defol.”

Kahli istemsizce yumruklarını sıktı. Sonunda daha fazla dayanamayıp kapıyı arkasından çarparak odasına yöneldi. Gece vardiyası yakında başlayacaktı. Artık hazırlanması gerekiyordu. Altahanlar yaklaşıyordu.

Geçen yıl diğer şehirler teker teker düşmüş olsa da bu şehir düşmeyecekti. Doğup büyüdüğü bu toprakları canı pahasına korumakta kararlıydı.

Kalabalığın arasında ilerlerken insanlar ona çarpıp duruyordu. Bu sırada arkasından hızlıca yaklaşan ayak seslerini duydu. Tam bir hışımla arkasını dönerken birisi ona kollarını doladı.

“Ödümü kopardın,” dedi gülerek.

“Tebrikler, Savaş Şefi,” dedi Samantha.

Samantha her zaman taze pişmiş ekmek gibi kokardı, çünkü daima cebinde bir veya iki somun taşırdı. Vardiyası sırasında sık sık başını belaya soksa da bu duvarlarla çevrili şehirdeki en iyi keskin nişancıydı. Kahli etrafına bakınıp kaşlarını çattı.

“Alexi nerede?”

“Çoktan ana kapıya vardı. Dün gece ateşli bir gece geçirdi. Kız yakınlarda oturuyor,” dedi, kaşlarını oynatarak.

Elbette öyle yaptı. Yeni terfi almış olması bir yana Alexi’nin ağzı iyi laf yapardı. Ana kapıya doğru ilerleyip hazırlanmakta olan gruba katıldılar.

Alexi’yi bir kenarda açık kahverengi saçlı bir kızı öperken gördü. Kahli kızın kim olduğunu görünce kaskatı kesildi. Bu, Stanis’in kızı Jasmine’den başkası değildi. Alexi kocaman bir gülümsemeyle yanına geldi.

“Gördüğün gibi değil. Kalbim hâlâ sana ait,” dedi, Kahli’yi kucaklayarak.

Kahli, “Stanis ile Jamie öğrenirlerse aletini kestirirler,” dedi.

“Altahanlara ibret olsun diye seni asarlar,” diye araya girdi Samantha.

“Bu gece onunla evlendikten sonra bunu yapmaları zor olacak,” diye fısıldadı Alexi.

Kahli gülümsedi. “Duvarlar yıkılıyor olmalı. Bugünü göreceğimi hiç düşünmezdim. İstediğim şeyi getirdin mi?”

Demirciden sipariş ettiği özel bir paketti bu. Zavallı adam geçen yıl oğlu bir baskında öldükten sonra Deather’lara katılmıştı.

“Evet, tüm bunlar ne için bakalım?” diye sordu Alexi.

“Misafirlerimiz için bir sürpriz,” dedi gülümseyerek.

Kahli kalabalığın önüne doğru ilerleyip herkese şöyle bir baktı. Tüm bu insanlar artık onun sorumluluğundaydı. Onları hayatı pahasına koruyacaktı.

“Hepinizin bildiği gibi, bugün benim bu görevdeki ilk günüm. Şefiniz olmaktan onur duyuyorum. Sakın ola ki beni çaylak sanmayın. Hislerim kuvvetlidir. Öyle ya da böyle, bu duvarların ötesinde tek güç biz olacağız.”

“Öldürenler ve Hayatta Kalanlar’ın tek amacı, ailelerimizi korumak. Şimdi güzel bir savaş narası istiyorum. O kadar yüksek olsun ki Altahanlar bu gece dışarı çıkarken iki kere düşünsünler.”

Küçük devriye grubu o kadar yüksek sesle tezahürat yaptı ki kafası sallandı.

***

Devriye gezdikleri gece oldukça sessiz geçiyordu. Kahli, daha fazla alanı kontrol etmek için grubu üç takıma ayırdı. Denemek istediği bir şeyler vardı.

Altahanlar zeki, güçlü ve hızlı olsa da kibirleri onların sonu olacaktı. Bir Altahan’ın derisi metal kadar sert olurdu. Öyle ki, bir tanesini ele geçirmek onlarca askerin ölümüne neden olabilirdi.

Rezervleri azalıyor, düşmanları kaynakların kontrolünü ele geçiriyordu. Kaybetmeleri an meselesiydi. Babası da dâhil olmak üzere Hayatta Kalanlar’ın Altahanlar’a teslim olmak istemesinin ana nedeni de buydu. Artık harekete geçme zamanı gelmişti.

Demirciden aldığı özel silahı hazırlamaya koyuldu.

Eğer işe yararsa, bu silah savaşın tüm gidişatını değiştirebilirdi. Böylece özgürlüklerini müzakere etmek için ellerinde bir koz olabilirdi. Kahli, karanlıkta saklanmaya devam etti.

Bu yol her zaman keşif yapan Altahanlar tarafından kullanılırdı. O yüzden silahı denemek için mükemmel bir test alanıydı. Çok geçmeden yaprakların ve dalların çıtırtısını duydu.

Kahli dizlerinin üzerine çöküp devasa çerçeveyi kendisine doğru çevirdi. Ardından uzaktan kumandanın düğmesine bastı.

Ay ışığı tenlerini güzel bir parıltıyla aydınlatıyordu. Neredeyse ormanda yürüyen kayıp yıldızlar gibiydiler. Zalimlikleri ve kertenkeleye benzeyen gözleri olmasaydı onları tatlı bile bulabilirdi.

Grup yaklaştıkça onların sadece piyade, yani acemi askerler olduğunu fark etti.

Kıdemli Altahanlar, kaybettikleri savaşlar için kestikleri saç örgülerini takarlardı. Muhtemelen onlar da sadece ailelerini ve uluslarını gururlandırmak istiyorlardı. Yapacağı şey için yüreği sızladı. Yine de Kahli, kendi ırkının yaşamasını istiyorsa bunu yapmak zorundaydı.

Kahli düğmeye basarken devasa çerçeve, küçük gruba doğru hızla savruldu.

Parlak, büyük bir patlama kulakları sağır etti. Ardından titanyum parçalarının uğultusu duyuldu. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki düşman ne olduğunu anlayamadan parçalara ayrılmıştı.

Cesetler bir bir yere yığılırken Kahli derin bir nefes aldı.

ZUCO

Son insan şehri bu ormanda bir yerlerde olmalıydı. Bir yıl boyunca Zuco’nun ordusundan kaçmayı başarmışlardı. Bunun nedeni, Zuco’nun kaçmalarına izin vermesiydi; diğerlerini bulmak için onları yem olarak kullanıyordu. İnsanların çoğu anlaşmayı kabul etmişti bile. Ölmek yerine köle olmayı seçmişlerdi.

Ona sorarsanız, köle olmayı kabul etmek utanç verici bir şeydi. Bu kadar gurursuz olmaları şaşırtıcıydı. Yine de cesur olan birkaçıyla yüz yüze geldiği de olmuştu. Ona göre onurlu bir savaşçı olarak ölmek, ölümlerin en güzeliydi.

Yeni, acemi askerleri pençelerini kana bulamak, örgü kazanmak için can atıyorlardı. Durmalarını söylediği noktayı çoktan aşıp düzeni bozmuşlardı. Onları şüphesiz bunun için daha sonra azarlayacaktı.

Çalıların arasında bir gölgenin kıpırdadığını gördü.

“Yavaşlayın,” dedi Zuco.

Acemiler, endişeli bir şekilde ileri atıldılar. Sessizce küfrederek peşlerinden koştu. Tam bu sırada kaskatı kesildi. Parıltı onu kör ederken zaman yavaşlamış gibiydi. Daha ne olduğunu anlayamadan göğsüne ve karnına bir şeyler çarptı.

Ayağa kalkma fırsatı bulamadan büyük bir patlama sesi duyuldu.

Bir şey ona tekrar çarptı. Bu sefer o kadar güçlüydü ki onu bir ağaca savurdu. Başı deli gibi zonklarken görüşü bulanıklaştı. Göğsü ve karnı ıslak ve sıcaktı. Gözleri karanlığa alıştıktan sonra bir ağaca yapışmış olduğunu fark etti. Zuco, askerlerine doğru baktı; hepsi ölmüştü.

Debelenmeye başladı. O, ulusunu utandırmayacak, o zavallılar tarafından yakalanmayacaktı. Sağ kolu, nasıl olsa kendisi ölse bile hedeflerine ulaşmalarını sağlayacaktı. Kararını vermişti. Beline uzanıp kılıfından bıçağını çıkardı.

Tam bıçağı boynuna saplamaya hazırlanırken bir silah sesi duyuldu. Atılan mermi, bıçağı elinden düşürdü.

Gölgelerin arasından koyu pelerinli bir figür belirdi. Onu yakalamaya mı çalışıyorlardı? Buraya geleceklerini biliyorlar mıydı? Bu yeni silahı kullandıklarına göre biliyor olmalıydılar.

“Bitir işimi. Size söyleyecek bir şeyim yok,” dedi.

İngilizcesi mükemmel olmasa da akıcı konuşabiliyordu. Zaten bu yüzden bu görevdeydi. Diğer çevirmenler de yeni çalışma kamplarını denetliyordu.

Şehri bulmayı başarırsa, onlara bir anlaşma teklif edecek ya da yaklaşan sonlarını haber verecekti.

“Onları kurtarmaya çalıştın,” dedi bir ses.

Bir kadın sesine benziyordu. Kısa boylu, ufak tefekti. Ne onunla ne de ordularındaki en zayıf askerle boy ölçüşebilirdi. Her ne kadar bunu kabul etmekten nefret etse de kadın zekice davranmıştı.

“Biz sizin kadar korkak değiliz,” diye çıkıştı. “Erkekleriniz ailelerini terk eder. Kadınlarınız çocuklarını boğar. Kendi paçalarını kurtarmak için.”

“Görünüşe göre söyleyecek çok şeyin var,” dedi kadın, yaklaşarak. “Ama hayatta kalmak istiyorsan pişman olacağın şeyler söyleme derim.”

Kadın, uzanıp bacağına saplanmış metal parçasını çekip çıkardı. Zuco inlememek için kendisini zor tutuyordu. Ona hemen burada işkence mi yapacaktı? Kadın metalik parçayı yere fırlatınca rahat bir nefes aldı.

Zuco, kaşlarını çattı; “İlk kez mi işkence yapıyorsun. Bu işte iyi değilsin,” dedi.

“Seni serbest bırakıyorum. Ama rahat dur, beni öldürmeye cüret etme” diye homurdandı Kahli.

Ardından omzunu ağaçtan kurtarana kadar onu çekiştirdi. Kan kaybediyor olmasaydı, kadının boğazına atılırdı. Yine de etrafta daha kaç bomba olduğunu bilmiyordu.

Şimdi ölmektense, yarın geri gelip onları paramparça etmek daha iyiydi. Ama yine de içinden bir ses bunun iyiye işaret olmadığını söylüyordu.

Savaş zamanında kim düşmanına yardım ederdi ki? Zuco onun yerinde olsa, onun bağırsaklarını deşer ya da şehir hakkında bilgi almak için ona işkence yapardı. Oysa o, bütün askerlerini katlettikten sonra, şimdi öylece gitmesine izin mi verecekti?

Gözdağı mı vermeye çalışıyordu? Öyleyse işe yaramayacaktı. Duygusuz, soğuk bir ifadeyle ona baktı.

“Benim kim olduğumu bilmiyorsun, değil mi?”

“Yaşadığı için ne kadar şanslı olduğunu bilmeyen bir aptal.”

İstemsizce kahkaha attı. Bu, acı ve öfke dolu olsa da kadının verdiği cevap, yüreğini sızlatmıştı. Nasıl bu kadar gururlu olabiliyordu? Bu kadar güçlü?

Elbette, kadının boynunu öylece kıramazdı. Ama kadının gözlerine bakınca, aradığı cevabı bulmuştu. O, tıpkı Anki’sinin ölmeden önceki haline benziyordu.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok