Kaosun Sesi - Kitap kapağı

Kaosun Sesi

Lotus O’Hara

Bombalar, Kurşunlar ve Bıçaklar

KAHLİ

Altahan, boğazını kavrayıp sıktı, ama gücü yoktu. Boğazını sıkan elinin üzerine sağ elini koyup, sol eliyle boğazına bıçağı dayadı. Kadın, onu öldürecek miydi? Belki de gerçekten onu şimdi öldürmeli, artık bu işe bir son vermeliydi.

Adamın parlak derisi, kadının elini ısıttı. Kadına sanki gücenmiş gibi baktı.

“Uslu bir çocuk olacak mısın? Yoksa sana ne olacağını göstermemi mi istersin?” dedi kadın.

Elini gevşetirken tebessüm eder gibi oldu Altahan. Bu sırada iri cüssesi aşağı kaydı. Ardından Kahli’ye öyle bir bakış attı ki kadın ne yapacağını bilemedi.

“Gözlerini kapat,” dedi Kahli. “Yoluma gideceğim. Aklın varsa peşimden gelmezsin.”

Altahan ona gülümseyerek baktı. “Sınıfın en yavaşı bendim.”

Kahli buna kıkırdayarak karşılık verdi. “Bir bombaya kafa attığını da unutmayalım.”

“Bir dahaki sefere seni öldüreceğim,” dedi, Altahan

“Deneyebilirsin,” dedi kadın. “Şimdi gözlerini kapat.”

Altahan gözlerini kapattı. Kahli onun görmediğinden emin olmak için önünde elini salladı. Gözleri titrememişti bile. Bu fırsatı değerlendirerek geriye, çalıların arasına doğru yürüdü. Ardından koşmaya başladı.

Patlamanın daha fazla Altahan’ı bölgeye çekeceğine emindi. Ekibindekilerle buluşma vakti gelmişti.

Onu ilk karşılayan kişi Alexi oldu. Kahli’ye şöyle bir baktıktan sonra onu kucakladı.

“Bana oradakinin sen olmadığını söyle,” diye fısıldadı.

“Oradaydım. İşe yaradı. On kişi, belki de daha fazlası öldü.”

“Saçmalık,” diye çıkıştı Alexi, gözlerini kocaman açarak.

“Bana güvenmelisin, Alexi. Onları yenebiliriz.”

Bu silahı kendi avantajlarına kullanmanın en az beş farklı yolunu düşünmüştü bile. Her şey, daha fazla üretebilmelerine bağlıydı. Demirci fazla mesai yapmalıydı. Bombalar, bıçaklar ve mermiler...

Samantha ağzı ekmekle dolu bir halde ona sarıldı.

“Ne zaman endişelensen ağzına bir şeyler tıkmadan edemiyorsun,” dedi Kahli, gülümseyerek.

“Sağ salim dönmen için bir adak diyelim,” diye karşılık verdi, tebessüm edip.

“Yıllardır hiçbirimiz adak adamadık. İkiniz de adak adamak istiyorsanız, Iami’deki laboratuvara gidip daha fazla titanyum getirin.”

“Titanyum mu?”

“Gizli bileşen. Ne kadar çok, o kadar iyi. Elinizi çabuk tutun,” dedi.

“Tamam,” dedi ikisi hep bir ağızdan.

“Teşekkürler, ama yanınıza bir düzine asker almayı da ihmal etmeyin. Özür dilerim Alexi. Planların olduğunu biliyorum.”

“Sorun değil, Şef. Düğün için biraları sen ısmarlıyorsun,” dedi.

Kahli güldü. “Yemekleri de,” dedi, Alexi’nin omzunu sıvazlayıp.

“Hadi şu işi halledelim.”

Planlar yapıldıktan sonra Kahli, diğerleriyle beraber şehre geri döndü. Endişeli ve kızgın yüzlerle karşılandılar. Şehirdekiler de olanları duymuş olmalıydı. Babası ile Lewis, kalabalıkta onları karşılayan ilk kişiler oldu.

“Tutuklayın onu.”

“Hangi gerekçeyle?” diye sordu Kahli.

“Vatana ihanet.”

“Rütbemi hak ettim. Herkes gördü,” diye karşı çıktı.

“Söylediğim gibi, hepimizi öldüreceksin. O patlama, sadece başlangıçtı.”

“Zaferimiz yakındır. Zayıf bir yönlerini buldum. Demircinin yardımıyla bir silah yaptım. On tanesi tek bir patlamayla öldü. Hazırlık yapmak, daha fazlasını üretmek için bir grup gönderdim.”

“Bu çılgınlık. Onları kışkırtmaktan başka bir işe yaramayacak. Bunca zaman saklanmayı başardık. Şimdi…”

“Sonuna kadar gitmekten başka çaremiz yok. Bir planım var. Hepimizin birlik olması gerekiyor. Bu geceden sonra, bizimle pazarlık etmeye bile cüret edemeyecekler”

“Kurul bir karar verene kadar onu hücreye götürün,” dedi babası.

Bir an için kimseden çıt çıkmadı. Ardından muhafızların lideri olan yüzbaşı, ayağa kalktı. Kahli’den en az bir metre uzundu. Kahli ellerini beline koydu, kaşlarını çatıp gözlerini ona dikti.

“Şu plandan bahset,” dedi yüzbaşı.

“Onlarla savaşacağız. Önce en uygun yeri seçmeliyiz. Açıklığın yakınındaki orman nasıl?”

“Göl oraya çok yakın değil mi?”

“Gölü kendi lehimize kullanacağız. Onları kenara doğru itip içeri girmelerini engelleyeceğiz.”

“Bombalarınla mı?”

“Evet, sayılarını azaltıp düzenlerini bozacağız. Ağaçları da kendi lehimize kullanabiliriz. Bir kez tuzağa düştüklerinde işlerini bitiririz. Yeni ve özel mermiler ve bıçaklarla.”

“Peki ya hazırlıklı gelirlerse?”

“Onlara bu fırsatı vermeyeceğiz. Nerede olduklarını biliyoruz. Hemen harekete geçmeliyiz.”

Adam ona baktıktan sonra başıyla onayladı. “İyi plan.”

“Destekliyor musunuz, yüzbaşı?”

Yüzbaşı, tekrar kalabalığa ve muhafızlara baktı. Kalabalık huzursuzlanmaya başlamıştı.

“Yüzbaşı Don, ne bekliyorsunuz? Tutuklayın onu,” diye bağırdı babası.

Yüzbaşı Don kararını vermişti; “Muhafızlar Kahli’nin yanında,” dedi.

“Ben de sizin yanınızdayım,” diye seslendi içlerinden birisi.

Muhafızların çoğu Kahli’ye destek verirken, birkaçı onu yakalamak için öne çıktı. Babası araya girip ellerini havaya kaldırdı. Herkes bir anda kaskatı kesildi.

“Çoğunluk sözünü söyledi. İhtiyacımız olan son şey, duvarlarımızın içinde bir iç savaşa tanık olmaktır,” dedi.

Bir süre sonra kalabalık dağılmaya başladı. Kahli’ye dönerek kafasını salladı.

“Askercilik oynamak istiyorsun ama savaş hakkında hiçbir şey bilmiyorsun. Tehlike, her yerde. Özellikle de sırtını dayadıklarında,” dedi babası, uzaklaşırken.

Savaşı biliyordu. Acı, kayıp ve kan... Kahli’nin ailesi paylarına düşeni fazlasıyla ödemişti. Daha ne olabilirdi ki? Kazanmak için hiçbir bedel onları tatmin etmeyecek, ölmüşlerini geri getirmeyecekti.

Vazgeçmek bir seçenek değildi; söz, sözdü.

ZUCO

İyileşmesi biraz zaman alsa da Zuco sonunda kendini toplamış, sanki yeniden doğmuştu. Sadece kasları biraz sertti, bu da yoğun bakım cihazının yan etkilerinden biriydi.

Ne zaman uyusa o küçük, solmuş çiçek dövmeli el rüyalarına giriyordu. Buna dayanamıyordu. Kral Tu’ari gelmeden önce bu utancın bedelini ödemeliydi.

Zuco bıçağının keskin kenarını at kuyruğuna sürttü. Bel hizasındaki saçları anında yere düştü. Saçları çok uzun ve kalındı, bu da o zamana dek hiç savaş kaybetmediği anlamına geliyordu.

Koruması altındaki on beş adam ölmüştü. Yıllar önce, Anki’den sonra, birliğindeki hiç kimsenin ölmeyeceğine yemin etmişti. Bu sözünü tutamamış olsa da askerlerinin fedakârlığını boşa çıkarmayacaktı.

Zuco, yeni silahlarını öğrenmişti. Bu silah, kendi türü için büyük bir sorun teşkil ediyordu.

Koridorlarda ilerlerken ayak sesleri devasa gemide yankılanıyordu. Herkesin ona kaçamak bakışlar attığını hissedebiliyordu. İki büyük metal kapı hareket ederek açıldı.

Emrindeki bilim adamları getirdiği numuneyi analiz etmek için harıl harıl çalışıyorlardı. Zuco yarı saydam ekrandaki yazıları okumaya çalıştı.

Kapılar tekrar açıldı. Gelenin kim olduğunu ayak sesinden anlamıştı. Ne de olsa onu Zuco eğitmişti. Onun sağ koluydu. Oda’nın adımları bir an yavaşladı.

“Duyar duymaz geldim. İnanamadım,” dedi.

Zuco bir anlık öfkeyle homurdandı. Kendisi de hâlâ yaşananlara anlam veremiyordu.

“Çok mu etkiliydi? Tek seferde on beş adamı öldürmüş. Yeni bir silah olmalı.”

Oda, zekiydi. Zuco’nun onu kanatları altına almasının bir nedeni de buydu. Oda, onun utanç verici saç kesimi hakkında tek kelime etmedi. Daha çok, Zuco’nun iyi olup olmadığıyla ilgileniyor gibi görünüyordu.

Zuco dikkatini ekrana vermişken Oda gizlice sırtındaki yara izini inceledi. Ama Zuco bunu her zamanki gibi fark etti. Çocukken bile Oda, kendisinin diğerlerinden daha zeki ve kurnaz olduğunu düşünürdü.

“Bu bir silah, ama öyle güçlü ki derimizi kâğıt gibi parçalara ayırabilir. Ayrıca doğal iyileşme yeteneklerimizi engelleyen bir toksin salgılıyor. Neyse ki şanslıydım.”

Kabul etmesi zordu, ama kadın onu serbest bırakmasaydı ölecekti. Kadın, bu hatayı yaptığına pişman olacaktı.

Kullandıkları cephane, derilerinden de daha sert bir metaldi. Tarihin hiçbir döneminde zırh giymemişlerdi. Şimdi ise kaynakları sınırlı olduğu için her türlü darbeye dayanacak bir zırh yapmaları mümkün değildi.

Zuco, ilerlemeyi hemen durdurabilir, kralla iletişime geçebilirdi, ama bu durumda ona her şeyi anlatması ve ondan yardım istemesi gerekecekti. Belki de alışılmışın dışında bir şey yapmalıydı.

“Büyük çaplı bir saldırı için yeterli güçleri yok. Günün ilk ışıklarıyla saldırıya geçmeliyiz,” dedi Oda.

“Ya ellerinde bol miktarda cephaneleri varsa? Bu, bizi dışarı çekmek için bir tuzak da olabilir,” dedi Zuco.

“Her şeyden önce şehirlerini bulup ne durumdalar, öğrenmeliyiz. Sayılarını, silahlarını, savunmalarını ve yiyecek kaynaklarını. Sonra da onlara teklifimizi sunarız.”

“Sen geri dönmeyince, en kötüsünü düşünerek başka bir ekip gönderdim. Zaten tüm bilgilere sahibiz. Teklifimizi onlara çoktan ilettik. Sence kabul edecekler midir? Artık kazanabileceklerini düşünüyorlardır.”

“Uzlaşmak isteyen birkaç kişi her zaman vardır. Diğerlerini dize getirmek onlara bağlı. Kabul etmezlerse onları yok edeceğiz.”

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok