logo
GALATEA
(30.7K)
FREE – on the App Store

Seksi Üvey Kardeşim Bir Ayıadam

Lisedeki son yılının en büyük partisinin olduğu gece Helen, partiye gitmek yerine annesinin yıldırım nikahına gitmek zorundadır. Annesi, Bear Creek’li bir dağ adamıyla evlenmek üzeredir ve Helen bu durumdan pek de memnun değildir. Ta ki Sam’le tanışana kadar. Sam, dağların en ateşli adamıdır ama şimdi Helen’ın üvey kardeşi olacaktır. Karakterleri birbirlerine zıt olmasına rağmen, iki yeni akraba birbirine çekilir. Ancak yaklaştıkça Helen bir şey keşfeder: Sam’in bir sırrı vardır…

Yaş Sınırı: 18+

 

Seksi Üvey Kardeşim Bir Ayıadam by Kelly Lord is now available to read on the Galatea app! Read the first two chapters below, or download Galatea for the full experience.

 


 

Uygulama, patlayıcı yeni romanlar için en sıcak uygulama olduğu için BBC, Forbes ve The Guardian’dan takdir aldı.

Ali Albazaz, Founder and CEO of Inkitt, on BBC The Five-Month-Old Storytelling App Galatea Is Already A Multimillion-Dollar Business Paulo Coelho tells readers: buy my book after you've read it – if you liked it

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!

1

Özet

Lisedeki son yılının en büyük partisinin olduğu gece Helen, partiye gitmek yerine annesinin yıldırım nikahına gitmek zorundadır. Annesi, Bear Creek’li bir dağ adamıyla evlenmek üzeredir ve Helen bu durumdan pek de memnun değildir. Ta ki Sam’le tanışana kadar. Sam, dağların en ateşli adamıdır ama şimdi Helen’ın üvey kardeşi olacaktır. Karakterleri birbirlerine zıt olmasına rağmen, iki yeni akraba birbirine çekilir. Ancak yaklaştıkça Helen bir şey keşfeder: Sam’in bir sırrı vardır…

Yaş Sınırı: 18+

Orijinal Yazar: Kelly Lord

HELEN

Karşımda çırılçıplak duruyordu.

O kadar çekiciydi ki Michelangelo’nun David’i yanında lanet bir sopa gibi kalırdı.

Kalın boynunu izledim. Şişkin pazıları… Hafifçe dalgalanan karın kasları…

Bacaklarının arasında sallanan büyük organı…

Salyalarımı akıtmamak için ağzımı kapatmak zorunda kaldım.

Yüzüne baktım. Melek sarısı saçlarının altındaki koyu gözleri Shakespeare sonelerini okuyordu.

Ed Sheeran albümlerini söylüyorlardı.

Beni istiyordu.

Ve bana sahip olabilirdi.

Tam burada, sınıfın ortasında… Başka hiçbir şey umrumda değildi.

İçimde biriken şehvetle ona daha da yakınlaştım.

Dilimde, sevgilimin adı sıcak bir tatlının ilk ısırığı gibiydi…

“PROFESÖR HAMMOND!”

Brittany’nin ciyaklayan sesi beni aniden gerçekliğe geri döndürdü.

Sanat dersindeydim, etrafım benim gibi son sınıfa giden arkadaşlarımla çevriliydi, önümüzdeki çıplak modeli çiziyorduk.

Sıramın üzerinde duran çizimime baktım…

Hayır, hayır. Hayır hayır hayır hayır hayır hayır hayır hayır hayır…

Ben yaptığım şeyi örtbas etmeye çalışırken Brittany bağırdı.

“HELEN PROFESÖR HAMMOND’ı ÇİZMİŞ! AMAN TANRıM!”

Herkes çizimimi görmek için sırama yaklaşırken sınıf kahkahalarla doldu.

Doğruydu. Hayallerime dalmıştım, yakışıklı Profesör Hammond’ı hayal ediyordum ve yanlışlıkla önümüzdeki modelin kafasına onun kafasını çizmiştim.

Oh, kahretsin…

Ve görünüşe göre ona devasa bir sik de eklemiştim.

Helen, senin neyin var?!

Profesör Hammond masasından kalkıp bana ve Brittany’e doğru yürümeye başlayınca suratım kıpkırmızı oldu. Onun yüzünden bilgisayarımın son aramalarında öğretmen pornosu vardı.

“Herkes sakin olsun. Hala yarım saatlik dersimiz var. Herkes Ah… kendi…”

Sınıf arkadaşlarım kıkırdamalarını bastırmaya çalışıyordu. Gözlerimi kapadım..

Bay Hammond’ın çizimimi gördüğündeki ifadesini görmek istemedim. Tanrı’nın tam şu an üzerime bir yıldırım göndermesini istedim.

“Fena değil” dedi Bay Hammond alçak sesle. Bir an için sessizdi, nefes almadığımı fark ettim.

“Ama bir dahaki sefere, Helen… lütfen ödevden şaşma.”

***

Saat 3:00’te sınıftan kaçtım, kafamı bir kaplumbağanınki gibi vücuduma çektim.

Çocukluk düşmanım beni yine utandırmıştı.

Brittany Childress lisedeki ilk yılımızdan beri hayatımı cehenneme çeviriyordu ve artık Boulder Eyalet Üniversitesi’nde son sınıf öğrencisi olmamıza rağmen çok az şey değişmişti. Oysa gerçek yetişkinler olmamıza sadece bir dönem kalmıştı.

Aslında ortaokulda arkadaştık ama babası hayatından çıktığından beri benim için dünyanın en büyük sürtüğü olmuştu. Nedenini bilmiyordum. Benim de babam yoktu, ama ben bunun acısını diğer insanlardan çıkarmazdım.

Brittany’yi görebiliyordum. Sarı saçlarıyla oynayarak bana doğru mutlu mutlu yürüyordu. Çok yakında tüm okul en yeni çizimimi duyacaktı.

Lanet kaltak. Keşke göğüsleri patlasa.

Elbette, her kadın sanat öğrencisi (ve bazı erkek öğrenciler), Profesör Hammond’ı becermek isterdi ama hiçbiri onu çıplak çizmemişti.

En azından toplum içinde değil. Bahçeye çıkınca sıcak, güzel kokulu hava sinirlerimi yatıştırdı. Bahar tatilinden önceki son ders günümüzdü ve muhtemelen okula döndüğümüzde herkes bu olayı unutmuş olacaktı..

Umarım.

“Helen!”

Adımı duyunca İçgüdüsel olarak ürperdim.

Haberler bu kadar hızlı mı yayılmıştı?

Herkes bunu mu konuşuyordu?

Brittany’yi ve onun haberleri hemen Twitter’a taşıyan kötü parmaklarını geçemezdim; gerçekten yirmi birinci yüzyıl sürtüğüydü.

Kimin seslendiğini görmek için döndüm ve Emma’nın öğrenci birliğinden bana doğru yürüdüğünü görünce rahat bir nefes aldım.

En iyi arkadaşımdı.

“Ne oldu bebeğim?” Emma sordu, beni inceliyordu. “Gergin görünüyorsun. Bu hafta sonu partimi kaçıracağın için hala üzgün mısın?”

Emma ertesi gece ailesinin evinde büyük bir parti planlıyordu. Ailesi Meksika’da bir gezideydi.

Ben asla böyle bir şey yapmazdım.

“Yani… Hayır,” dedim. “Ama aynı zamanda, Evet. Annem evlenmek için başka bir tarih seçemez miydi? Sarhoş olmak istiyorum. Bugünden sonra ihtiyacım var.”

“Profesör Hammond olayını duydum.”

“Ne?! Nasıl?”

Emma omuz silkerek “Brittany Instagram hikayesinde yayınladı,” dedi. “Doğruyu söylemek gerekirse harika sik çiziyorsun.”

“Evet, Picasso gibiyim,” diye homurdandım.

Harika, çok güzel. Brittany’nin sadece bin tane takipçisi var

Kampüste yurda doğru yürürken Emma, “İyi tarafından bak,” dedi. “Muhtemelen bu hafta sonu o köyde kaslı birileriyle sevişeceksin.”

“Anneme sordum bile, düğünde tam olarak sıfır çekici genç olacak. Üvey kardeşimi saymazsan tabii.”

“Kulağa seksi geliyor!” Emma güldü. “Tıpkı izlediğin pornolar gibi.”

Gözlerimi devirdim.

Porno fantezidir. Bu ise gerçek hayat.

“Annemin daha altı ay önce görüşmeye başladığı biriyle evlendiğine inanamıyorum. Adamla tanışmadım bile! Aslında onun yapacağı bir şey değil.”

Annem hayatında hiç fevri bir şey yapmamıştı. Etsy’de yaptığı el işlerini satarak geçimini sağlardı. Onu çok seviyordum, spontane işler yapacak biri değildi.

Emma “Aşk insanlara çılgınca şeyler yaptırır,” dedi. “Ya da belki de gerçekten büyük bir penisi vardır. Belki profesör Hammond’ınkinden bile büyüktür”

“İğrenç!” diye bağırdım, kulaklarımı tıkadım. “Annemi ve kirli, yaşlı dağ adamını düşünmek istemiyorum!”

Kartımla odamızın kapısını açarken ortaokula giden çocuklar gibi kıkırdadık.

Emma hep daha iyi hissetmemi sağlardı.

***

Toparlandım ve eşyalarımı güvenilir, paslı Corolla’ma yerleştirdim. Bear Creek ıssız bir yerdeydi ve annem bütün bahar tatilimi orada geçirmeme neden oluyordu.

Anneme göre, yürüyüşle dolu bir hafta geçirecektik. Kampçılık, yüzme, doğa…

Başka bir deyişle, nefret ettiğim her şey.

Ben bir şehir kızıydım. Partileri severdim. Öğle yemeğimi Instagram’da yayınlardım. Pijamalarımı giyip Netflix izlemeye bayılırdım.

Okul yıllarımın son tatilini bir hödük gibi dağlarda geçirmeyi dört gözle beklemiyordum.

Bagajı kapattım, en sevdiğim atıştırmalıklarla dolu olduğu gerçeği beni biraz rahatlattı – ve tabii ki birkaç şişe Smirnoff votka.

Jack’in kulübesinde internet yoksa bir şeylere ihtiyacım olacak

Arabaya binmek üzereyken bana doğru yürüyen iki adam gördüm.

Biri Chris’ti.

Lanet olsun.

Kalbim hızla atmaya başladı.

Birinci sınıftan beri Chris’ten hoşlanıyordum. Okul bitmek üzereyken “ya şimdi ya da asla” diye düşünüyordum. Bir araya gelmek için zamanımız azalıyordu. Yine de bunun gerçekleşeceğini düşünmüyordum.

Hiç şansım yoktu. Chris bronzdu, squash takımındaydı ve dişleri kutuplardaki karlardan daha beyazdı. Ailesi zengindi çünkü babasının ilaç şirketi vardı ve Vail’de bir kayak evleri vardı.

Vail!

Kampüsteki en çirkin kız değildim ama kendimi hep şişman kampından birkaç çikolata uzakta gibi hissederdim. Kıvrımlarım kötü hissetmeme yol açıyordu.

Buna bir de annemin yakın zamandaki evliliğini ekleyin, muhtemelen kampüsteki en seksi erkek beni istemezdi.

Bugün sanat dersinde olanları duyduğundan emindim. Brittany yılanı Chris’e karşı bir şeyler hissediyordu ve benim de öyle hissettiğimi biliyordu. Her zaman beni sabote etmenin yollarını arıyordu.

“Nereye gidiyorsun Helen?”

Chris bana doğru eğildi, yanında Sean duruyordu. Chris’in neden böyle garip biriyle takıldığını hiç anlamıyordum – muhtemelen Sean hiç kız bulamadığı için kötü hissediyordu.

Aşkımın altın gibi bir kalbi var.

Arabama yaslandım, normal görünmeye çalıştım. Titreyen ellerimi ceplerime sokup saklamaya çalıştım ama sonra lanet olası taytımın cepleri olmadığını hatırladım.

“Annemin düğünü için Rockies’e gidiyorum.”

“Rockies, öyle mi?” Chris gülümsedi. Dişleri neredeyse beni kör etti. “Ailemin Vail’de bir evi var. Oraya yakın bir yerde mi?”

“Hayır, um… Vail değil,” dedim, zar zor konuşuyordum.

“Aspen mi?” diye sordu Sean.

“Ben… Bear Creek’e gidiyorum.”

Yüzümün ısındığını hissettim. Tanrıya şükür hava kararıyordu.

Chris kaşlarını kaldırdı. “Bear Creek mi? Gerçekten mi?”

Başını salladım. Sean’a bir bakış alıp kaşlarını çattı. Daha sonra buna güleceklerine emindim.

“Yani, sanırım Emma’nın partisine gelemeyeceksin..,” dedi.

Aklımı mı kaçırıyordum, yoksa sesi…

Hayal kırıklığına mı uğramıştı?

“Hayır, bu sefer değil,” dedim.

Chris başını salladı, gülümsedi. “İyi tatiller. Döndüğünde görüşürüz.”

Bana sarıldı. Neredeyse kollarında eriyecektim.

“Evet… Görüşürüz,” dedim. “Yarın iyi eğlenceler.”

“Çılgınlarca partileyeceğiz!” dedi Sean, domuz burnunun altında yarım bir gülümseme belirdi. Bir haftalık nargile tozu gibi kokuyordu.

Chris, “Oradaki ayılara dikkat et” dedi, beni şakayla karışık uyardı.

Kıkırdadım. “Ederim.”

O güzel gülümsemesini bir kez daha gösterdi ve arkasını döndü. Bayılacak gibi hissediyordum, arabama oturdum.

Bana mı öyle geliyor yoksa Chris ve ben… iyi mi anlaşıyoruz?

Hayal ediyor olmalıydım.

Öyle mi?

Hasiktir!

Neden Emma’nın partisi yerine Bear Creek’e gidiyorum?

Anahtarımı kontakta çevirdim, Corolla’m inledi.

Annem için yaptıklarım…

***

Birkaç saat sonra karanlık dağ yollarında araba sürüyordum. Tamamen kaybolmuştum. Görünüşe göre Bear Creek sadece ıssız bir yer değildi, aynı zamanda dünyanın sonuydu.

Benzin istasyonu ya da McDonald’s bir kenarda dursun, kilometreler boyu başka bir araba bile görmemiştim. Yani McFlurry yiyip gün batımını izleyemeyecektim.

Burada sokak lambası yoktu. Telefon direği yoktu. Yol kenarı bariyerleri yoktu. İki tarafımda da ağaçlardan başka bir şey yoktu. Ağaçlar, ağaçlar ve daha fazla lanet ağaç…

Karanlıkta sarı bir parıltı gördüm. Bir tabela!

Annemle bir yol ayrımında buluşmam gerekiyordu ama telefonum çekmiyordu ve GPS’im de çalışmayı bırakmıştı.

Bear Creek yoluna yaklaşıyor muyum?

Lanet olsun, bilmiyorum

Tabelaya yaklaştıkça yavaşladım, kelimeleri okuyabilmek için karanlıkta gözlerini kıstım…

DİKKAT! AYI ÇIKABİLİR.

Ayı mı?! Tanrı aşkına!

Chris’in şaka yaptığını sanmıştım.

Devam ettikçe yol daraldı. Rüzgar kuvvetlendi.

Yükselen Rockies dağları yıldızları ve ayın parıltısını engelledi. Dışarısı zifiri karanlıktı.

Neredeyim ben?

Saniyeler geçtikçe daha da gerildim. Dinlediğim Camila Cabello albümünü kapattım. Sürüş zorlaştıkça müzik dikkatimi dağıtmaya başlamıştı.

Başka bir virajı dönerken farlarımda bir hareket gördüm. Korktum ve frene bastım.

Lanet…

Ellerimle direksiyonu sımsıkı kavradım.Ormandan büyük bir gölge çıktı.

Lanet olası bir BOZ AYI yolun ortasına fırladı!

Kıllı canavar önümde durdu, parıldayan gözleriyle arabama bakıyordu.

Lanet olsun.

Bana bakıyordu!

 

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!

2

HELEN

Boz Ayı arabama yaklaştı. Büyük, kıllı canavar neredeyse arabam kadardı.

Gözlerim çatlak asfaltın üzerindeki kalın, kemik beyazı pençelere gitti.

Sarı çenesi tükürükle parlıyordu.

Etrafı koklayan burnunun arkasında siyah gözleri beni izliyordu.

Beni kokladığını düşünüyordum..

Nefes alamıyordum.

Boz ayınınyemeği mi olmak üzereyim?

Bu, Instagram’da yayınlanmasını istemeyeceğim tek yemekti..

Ayı tamponumun önünde durakladı, salyaları arabanın kaputuna damlıyordu…

Gözlerimi kapatmak istedim ama gözlerimi ondan alamadım…

Ve sonra….

Şok edici bir şekilde…

Ayı arkasını döndü ve ormana doğru yürüdü.

On saniye… Otuz saniye… Bir dakika bekledim. Sonra derin bir nefes aldım.

Bu, Bear Creek’e ilk ve son ziyaretim olacak. Kendime söz verdim. Düğün umrumda değil, annemin bana çok borcu var.

Gaza bastım, arabayı yolun ilerisine doğru sürdüm. Gözlerim tüylü arkadaşımın yolda bıraktığı işaretleri arıyordu.

İleride farlarım başka bir yol tabelasını aydınlattı.

Yine bir ayı tabelası mıydı? Benim naçizane görüşüme göre, bu otoyola daha çok tabela koymaları lazımdı.

Ancak yaklaştıkça, bunu bir sokak tabelası olduğunu fark ettim. Rahat bir nefes aldım.

Bear Creek yolunu bulmuşum.

Teşekkür ederim, Tanrım. Teşekkür ederim, İsa. Teşekkürler, Allah, Buda, Beyoncé…

Yavaşladım. Tabelanın altına eski bir kamyonet park edilmişti. Ben yaklaşırken farları yandı. İnce, orta yaşlı bir kadın çılgınca el sallayarak pencereden dışarı sarktı…

Anne!

Kamyonun yanına park ettim. Arabadan inerken annem kollarını açmış bana sarılmayı bekliyordu.

“Ah, tatlım! Başardın!” diye bağırdı.

“Zar zor,” dedim, sıkı sıkı sarıldım. “Kamyonun nesi var?”

Annem eskiden Kia kullanırdı. Bu çürük köylü arabasıyla ne yapıyordu?

Arkasına baktı. “Jack iş kamyonuna binmemi istedi. Burada özellikle geceleri neyle karşılaşacağını asla bilemiyorsun.”

“Corolla’mı neredeyse yiyen dev boz ayı gibi mi?”

“Zararsızlar,” dedi annem, arsız bir bakış attı.

“Onlar senden, senin onlardan korktuğundan daha çok korkuyorlar.”

“Seni kulübeye götüreceğim,” dedi ve Jack’in kamyonetine bindi. Başımı sallayıp Corolla’ma geri döndüm.

.Doğru ya. Kulübe.

Kendimi bir gençlik filmindeki ana karakter gibi hissettim.

Ormandaki bir kulübede bahar tatili… Ne kadar kötü olabilirdi ki?

Annem Bear Creek yolundan aşağı inerken kendimi hazırladım.

Hayatımın en kötü haftası resmen başlamıştı.

Bear Creek Yolu boyunca yılan gibi ilerleyen kamyoneti takip ettim.

Annem orada olmasaydı, muhtemelen yolu hiç fark etmezdim. Sapağın girişi tamamen böğürtlen çalılarıyla kaplıydı.

İlk başta, çevredeki ormanlar otoyolda olduğu kadar yoğun ve karanlıktı.

Evet. Burası resmen 13. Cuma kadar lanetliydi.

Ama sonra ağaçların arasındaki ışıkları fark ettim. Evlerin parlayan pencerelerini gördüm. Evler muazzamdı. Resmen Vail gibi bir tatil köyündeki evler gibiydi.

İlginç bir gelişmeydi. Burada sadece kekoların yaşadığını sanıyordum.

Belki de burada yaşayan tek keko Jack’tir. diye düşündüm ve önümdeki berbat kamyonete baktım.

Annemi uzun bir yol boyu takip ettim.

Ohaaaaaaa

Bu bir garaj yoluydu, normal bir sokak değildi. Ev devasaydı. Geçtiğimiz diğer evlerden daha büyüktü. Süslü bir kayak evine benziyordu – her yer ahşap ve camdı.

Jack buranın bekçisi falan mı?

Annem beş arabalık bir garaja girdi. Eski Kia’sı ile dev bir cipin arasındaki yere park etti ve beni diğer boş yerlerden birine yönlendirdi. Park ettikten sonra arabamdan indim. Emma ile paylaştığım yurt odasından üç kat daha büyük olan alanın büyüklüğünden etkilenmiştim.

Annem sırıttı. “İşte burası! Evim güzel evim!”

“Jack burada bahçe işi falan mı yapıyor?” Gözlerim odanın uzak tarafındaki bir çift jet skiye takıldı. Annem güldü.

“Hayır, şapşal! Burası onun evi. Çıplak elleriyle yapmış.”

Ne?

Şok oldum.

Kendi mi inşa etmişti?Lanet olsun, bu bile bir servete mal olmalı. Jack bir çeşit köylü milyoner mi?

“Mobilya yaptığını söylediğini sanıyordum.”

Gür bir ses duyuldu: “Evet, mobilya yapıyorum!”

Büyük, kaslı bir adam aniden annemi kollarına aldı. Annem kahkahalarla çığlık attı.

“Helen, Jack’le tanış!” dedi Annem. Jack el sıkışmak için elini uzattı.

“Merhaba Helen. Sonunda tanıştığımıza çok memnun oldum.”

Gümüşi gözlerine ve dost canlısı yüzüne baktım.

AmanTanrım.

Jack çok yakışıklıydı.

Genç bir gülümsemesi ve gri lekeli koyu sakalı vardı. Uzun saçlarıyla dağınık bir topuz yapmıştı ve kasları her an gömleğinden fışkıracak gibi gözüküyordu.

Aferin,anne.

. Annem de harika görünüyordu. Ellili yaşların başındaydı ve hala müthiş bir vücudu vardı – kıvrımlarım kesinlikle babamın tarafından geliyordu.

Ben asla annemi yatak odasında düşünmek istemezdim, ama gözleri olan herkes onun seksi olduğunu görebiliyordu.

Her ikisi de şanslıydı.

Jack’e içtenlikle “Ben de memnun oldum,” dedim.

Arkasında duran anneme bakıp onaylayan bir bakış atmaya çalıştım. Annemin yüzü parlak pembeye döndü.

“Sana büyük bir tur attırabilir miyiz?” diye sordu Jack. Bana kolunu uzattı. Koluna girdim.

“Kesinlikle,” dedim ve anneme bir bakış daha attım.

Zengin, seksi ve kibar mı?

Yaşasın!

***

Jack ve annem bana evin her yerini gezdirdi. Jack’in devasa bir mutfağı, devasa bir oturma odası ve birkaç büyük yatak odası vardı.

Her şey bir dev için yapılmış gibiydi.

Mutlu çift sürekli şakalaştı ve güldü. Annemin erkek seçiminden şüphe ettiğime inanamıyordum. Birbirlerine çok aşıklardı ve bu durum kariyerlerine de yansımıştı.

Ne de olsa bir el sanatları fuarında tanışmışlardı. Jack mobilyalarıyla, annem de Etsy sitesinde sattığı yorganlarla, örtülerle ve yastıklarla gelmişti.

Şimdi birlikte çalışıyorlardı. Jack hala mobilya yapıyordu, annem de mobilyaları kaplıyordu . Görünüşe göre yok satıyorlardı.

Turdan sonra Jack dışarı çıkmak için hazırlandı. Oğlu Sam ve arkadaşlarıyla yerel barda buluşacaktı.

Beklemememizi söyledi. Sanırım Sam’le ertesi sabah tanışacaktım. Eğer babası gibiyse, havalı biri olduğundan emindim.

Jack ve annem gitmeden önce tatlı tatlı öpüştüler.

“İyi geceler hanımlar!” dedi bana el sallayarak.

Annem onu “Çok fazla içme!” diyerek uyardı.

Kaşlarını çattı. “Kim? Ben mi?”

Annem gözlerini devirdi. Jack kapıdan çıkarken masumca ıslık çalarak bana göz kırptı.

Annem başını sallayıp bana döndü. “Yorgun olmalısın tatlım. Biraz kestirmek istersen üst kattaki misafir odasını senin için hazırladık.”

“Uyumak mı? Dalga mı geçiyorsun?” Yaramaz bir şekilde sırıttım. “Anne, yarın evleneceksin. İçiyoruz!”

***

20 dakika sonra mutfakta Smirnoff’umu kolayla karıştırmaya başlamıştım bile. Annem ona içki hazırlarken kaşlarını çattı.

“Tatlım, çok fazla içmediğimi biliyorsun.”

“Kesinlikle. Bu özel bir durum.”

Mutfakta kadehimi kaldırdım.

“Ellie ve Jack’e” dedim.

Klink!

İçkilerimizi yudumladık. Annem suratını ekşitti.

Elbette, kola ve votka en kaliteli kokteyl değildi, ama benim favorimdi – ormanda kimseyi etkilemeye çalışmıyordum.

“Onu gerçekten seviyor musun anne?” diye sordum. İçki bu kadar uzun bir günün ardından beni hemen gevşetmişti.

Başını salladı. “Gerçekten seviyorum. Hiçbir şey beni onun sarılması kadar güvende hissettiremiyor.” Kendi kendine gülümsedi.

Senden sonra başıma gelen en iyi şey.”

Yaaa. Teşekkürler anne.”

Sözleri kalbimi ısıttı. Annem ve ben, babamın kazasından beri tek başımızaydık. Aslında babamın hayat sigortası sayesinde güzel bir hayatımız vardı ama annem biraz eve kapanmıştı.

Kendi işini kurmasına rağmen evden nadiren çıkardı. Sadece dikiş malzemesi almaya veya el sanatları fuarlarına giderdi.

Her zaman yalnız biri olmuştu ve bazen yaşlılığını da tek başına geçireceğini düşünürdüm.

Jack’le tanışınca bu endişelerim yok oldu.

“Burayı sevdin mi?” diye anneme sordum oturma odasına doğru yürürken. Duvarlar eski kamp malzemeleriyle doluydu. Kürekler, kar ayakkabıları ve oltalar… Yüksek tavandan sarkan boynuz avizesi…

“Boulder’dan çok farklı,” diye cevapladı annem, taş şöminenin yanındaki büyük ekose desenli bir kanepeye oturdu.

Yanına oturdum, odanın bir duvarını kaplayan camdan büyük bahçeyi izlemeye başladım.

“Uzak göründüğünü biliyorum,” diye devam etti. “Ama burada, doğada olmaktan keyif alıyorum. Wi-Fi veya cep telefonu olmadan hayat çok daha basit.”

“Wi-Fi yok mu?!” diye bağırdım, şok olmuştum. Annem sırıttı.

“Üzgünüm, tatlım.”

İç çektim. “O zaman eğlenmek için ne yapıyorsunuz?”

Annem omuz silkti. “Bu kış buraya taşındığımda, karda yürüyüş yaptık. Bazen sadece içeride oturup şöminenin yanında kitap okuyoruz…”

Şömineye bakarken gözlerinde yaramaz bir bakış belirdi.

Uzun ve soğuk kış gecelerinde kitap okumaktan çok daha fazlasını yaptıklarını tahmin edebiliyordum.

Iyyyyyy! Başka bir şey düşün, Helen!

“Dışarı falan çıkıyor musunuz?” Konuyu değiştirmek için sordum. Yaramaz ifade annemin yüzünden kayboldu.

“Oh, ah…,” ne diyeceğini bilemedi. “Hayır, evden pek çıkmıyoruz. Jack bir şeye ihtiyacımız olduğunda şehre iniyor. Ben her zaman iş, mutfak veya ev işleriyle çok meşgulüm…”

“İşleri sana mı yaptırıyor?” diye sordum. Bu hiç hoşuma gitmedi. Annemin hizmetçi olmasını istemezdim.

Ev kuşu olabilirdi ama ev kadını değildi.

“Öyle değil. Ev işlerini paylaşıyoruz. Sadece…” Doğru kelimeleri ararken duraksadı. “Bu evi gerçekten seviyorum.”

Bu kesinlikle mantıklıydı. Burası lanet bir saraydı.

“Sam’i gerçekten seveceksin,” dedi annem içkisinden bir yudum daha aldıktan sonra. “Burada bizimle yaşıyor. Jack’in mobilya yapmasına yardım ediyor.”

“Harika” dedim. “Üniversiteyi nerede okudu?”

“Liseden hemen sonra Jack’le çalışmaya başlamış.”

“Ah, ne kadar güzel. Bu da… iyi.”

Üniversiteye gitmedi mi? Ve Wi-Fi veya cep telefonu yok muydu?

Hmmmm…

Belki de Sam havalı biri değildi. Eğer üniversite hikayelerimiz ya da Netflix’imiz yoksa, ne hakkında konuşacaktık? Ağaçlar ve kayalar mı?

Sıkıcııııııı.

Kibar olmaya çalışarak“Yarın onunla tanışmayı dört gözle bekliyorum,” dedim. Neyse ki annem zaten sarhoştu oluyordu ve yalan söylediğimi farkında değildi.

“O her zaman istediğin ağabey olacak”, dedi.

“Hmmm”

Peki anne.

***

Annem ve ben o gece Smirnoff’un dibini gördük. Onu Noel’den beri görmemiştim ve o zamandan beri hayatında çok fazla şey olmuştu.

Gecenin sonunda, ona uzun zamandır olmadığım kadar yakın hissettim.

Ama sabaha karşı kendimi ölüme daha yakın hissediyordum.

Korkunç derecede akşamdan kalmaydım.

Misafir odasından tökezleyerek çıktım. Sabah güneşi gözlerimi kör etti. Üzerimde sadece büyük, kirli bir tişört ve önceki gün giydiğim iç çamaşırım vardı ama umrumda değildi. Sadece su içmek istiyordum.

Aşağıdaki mutfağa kadar sendeledim ve bir bardak su doldurdum. Su çok saf ve ferahlatıcıydı – muhtemelen dağlardaki buzullardan falan geliyordu. Yeniden dirilmiş hissettim.

Bardağımı tekrar doldurdum ve duvara yapıştırılmış bir not gördüm.

Bal alacağız. Yakında döneriz. Sevgiler, Ellie + Jack

Balmı?

Bunu düşünemeyecek kadar sersem hissediyordum. Kahvaltıda ne yiyebileceğimi görmek için buzdolabına doğru yürüdüm. Akşam çok içince sabah hep çok acıkırdım.

Ne zaman aç değildim ki?

Camila Cabello şarkısı mırıldandım, yumurta ve domuz pastırması çıkarırken kıçımı salladım.

Tam da ihtiyacım olan şey.

“Günaydın, senyorita” dedi derin bir ses.

Dondum kaldım.

Jack’e benzemiyordu.

Bu yüzden o olmak zorundaydı…

Buzdolabının kapısını kapattım.

Mutfak kapısına yaslanmıştı. Jack’e benziyordu. Jack’in 30 yaş daha genç, yarı çıplak hali gibiydi. Yüzünde hayatımda gördüğüm en yaramaz sırıtış vardı.

Karın kaslarına bakmadan duramadım… Göğsü…

Eyvah.

Durum beklediğimden çok daha kötüydü.

Yeni üvey kardeşim…

… Seks tanrısıydı!

 

Kitabın tamamını Galatea uygulamasında okuyun!

Kutudaki Jack

Hemşire Riley, psikiyatri koğuşundaki en kötü şöhretli hastalardan biri olan Jackson Wolfe’a atandı. Wolfe’un çevresindeki herkes aniden ölürken, onun uğruna ölünecek kadar seksi olması da oldukça ironikti. Jackson, cazibesiyle Riley’i kendisine çekerken, Riley, katilin kim olduğunu bulabilir mi, yoksa o, tam da aşık olunacak adam mı?

Yaş Sınırlaması: 18+

Alfa’nın İkinci Şans Perisi

Adelie ait olduğu kurt sürüsünde gölgelerde yaşayarak, sıradan bir hayat sürer. Ancak Alfa eşi onu reddedince işler değişir ve birlikte yaşayabileceği yeni bir sürü arayışına başlar. Alfa Kairos’un sürüsü artık onun yeni evi olacaktır. Habis tabiatı ve öfkeli tutumlarıyla bilinen kurt Kairos, Adelie’nin ikinci şansı olacaktır. Peki, geçmişin korkusuyla içine kapanan Kairos ve daha önce tahayyül bile edemeyeceği güçlere sahip olduğunu keşfetmek üzere olan Adelie ile işler nasıl yoluna sokulacak?

Yaş Sınırlandırması: 16+

Kiarra’nın Kaçışı

Kiarra her zaman sorunlarından, duygularından ve kendisinden kaçar. Sonra doğrudan gizemli ve seksi Aidan Gold’un kollarına koşar. Kiarra, Aidan’ın kafasını koparmak mı yoksa elbiselerini yırtmasına izin vermek mi istediğinden emin değildir. Her halükarda, Kiarra yakında Aidan’ın çok büyük ve çok kötü bir sırrı olduğunu öğrenecek ve pençeler dışarıya çıkacaktır.

Yaş Sınırlaması: 18+

Kurt Adam Günlükleri

Bambi kendini savaşın yıktığı korkutucu, kör bir alfayla eşleşmiş olarak bulduğunda, öfke ve acı onu tamamıyla tüketmeden önce, dünyadaki güzelliği tekrar görmesini sağlamanın bir yolunu bulmalıdır.

Yaş Sınırlaması 18+

Eşimin Tutsağıyım

Belle’nin şekil değiştirenlerin varlığından haberi yok. Paris’e giden bir uçakta, kendisine ait olduğunu iddia eden Alfa Grayson ile tanışır. Sahiplenici alfa, Belle’i işaretler ve onu süitine götürür. Burada umutsuzca içindeki tutkuyla savaşmaya çalışır. Belle arzularına yenik düşecek mi, yoksa kendini tutabilecek mi?

Yaş Sınırlaması: 16+

Alfa’nın Misafiri

Georgie, tüm hayatını kömür madenciliği yapılan bir kasabada geçirmiş, ailesi gözlerinin önünde ölene kadar dünyasının gerçekte ne kadar acımasız olduğunu henüz fark etmemiştir. On sekiz yaşındaki kız, tam işlerin daha da kötüye gidemeyeceğini düşünürken madenlerin sahipleri olarak bilinen münzevi kurt adam sürüsünün topraklarına izinsiz girer. Ve kızı gören alfa bu izinsiz ziyaretten hiç hoşlanmamıştır… En azından onu ilk gördüğünde.

Yaş Sınırlaması: 18+

Dokunuş

Kendimi yatağa atıp tavana bakıyorum.

Lanet olsun. Neyim var benim?

Meme uçlarımın sertleşmesi için elimi kaldırırken neden bu kadar huzursuz hissettiğimi anlayamıyorum.

Ama cidden. Düşünmeyi bırak. Kendine dokunmayı bırak. Sadece dur!

Lycan’ın Kraliçesi

19 yaşındaki kurt adam Aarya, sevdiği çocuk onu hayat eşi için terk edene kadar kendini umutsuz bir romantik olarak olarak düşünmüyordu. Kalbi yeni kırılmış olan Aarya, isteksizce Lycan Kral Dimitri Adonis ile tanıştığı Lycan Balosu’na katıldığında, aralarında anında bir bağ kuruldu. Şimdi ateşli çift, reddedilen eski sevgililer, kıskanç astları ve daha fazlası ile yüzleşirken imparatorluk entrikalarının tehlikeli dünyasında gezinmek zorundadır.

Yaş Sınırlaması: 18+

Alıkonulmuş

Clarice, hayatı boyunca aşırı korumacı babası tarafından, içindeki kurttan kopuk şekilde yetiştirilir. Bir dönüşümü sırasında kontrolünü kaybeden Clarice, kurt adamların azılı lideri Kral Cerberus Thorne’a rehin düşer. Cerberus’un kalesinde kapana kısılan Clarice, kaderinin azılı liderin ellerinde olduğunu fark edecek, fakat her şey için çok geç olmadan eşini evcilleştirmenin bir yolunu bulabilecek mi?

Yaş Sınırlandırması: 18+

Sonsuzluk

Lux’ın eşi, kokusunu aldığı ilk günden beri tek düşünebildiği şey. Onun neye benzediğini ve tadını hayal etmeye çalışıyor… Ama en çılgın rüyalarının bile ona karşı adaletli olmadığını biliyor. Gün doğumundan gün batımına kadar, Lux’ın eşi her zaman orada, gölgelerde gizleniyor. Hangi tür olduğunu bile bilmiyor. Tek bildiği onun adı: Soren.

Yaş Sınırlaması: 18+