Ölüm Koşusu - Kitap kapağı

Ölüm Koşusu

Hayley Cyrus

Hazırlık

KİLLİAN

Başka bir Koşu.

İç çekerek yatakta gerindim. Bugün o gündü. Birkaç saat içinde silah sesleri duyulacaktı.

Kızlar arenaya salınacaktı.

Arenanın merkezinde, Lazarus’un kalbinde, çılgın şekil değiştirenler yakında Zindandaki hücrelerinden serbest bırakılacaktı. Yılda bir gün oynamalarına izin verilirdi.

Mümkün olduğunca onlardan kaçınmayı umuyordum.

Önümde uzun bir gün vardı. Planımı gerçekleştirmek için o akılsız, gözü dönmüş şekil değiştirenlerle uğraşmanın bir anlamı yoktu.

Mümkün olduğunca çok Koşucu yakala. İyi bir gösteri sergile.

Kameralar izliyordu.

Yapımcılar izliyordu.

İşte bu. Bu yıl. Reytinglerini yükselteceğim. Özgürlüğümü kazanacağım. ~

Günün çoğunu değişerek geçireceğim için saçımı toplamama gerek yoktu.

Hazırlanma, yemek yeme, hareket etme zamanı. Uzun bir gün olacak.

BLYTHE

Koşarken ciğerlerim yanıyordu.

Sanki bir rüyadaydım. Koşuyordum ama bacaklarım beni asla yeterince hızlı taşıyamıyordu. Silah yığını tam önümde bir serap gibi duruyordu, mesafe gittikçe artıyordu sanki. Ta ki, aniden tam önüne gelene kadar.

Yığının önünde patinaj yaparken, aklım durmuştu. Bunların hiçbirini nasıl kullanacağımı bilmiyordum.

Çabuk, Blythe, diye ısrar etti zihnim. Dağınık düşüncelerimin arasında endişeli bir şekilde gelişigüzel bir hayatta kalma planı bulmaya çalışıyordum. ~Mızrağı al.~ Koşmak için yeterince hafif, fırlatması veya bir şekil değiştirenin suratına saplayabilecek kadar uzundu.

Güzel, çok güzel. Şimdi buradan çık! ~

Yığından uzaklaşırken içimi bir şüphe kapladı.

Doğru bir seçim mi yaptım? Yoksa bu benim çöküşüm mü olacaktı? ~

Hayır, hayır. Bunu daha önce de söylemiştin. ~

Bir yay ve ok, inanılmaz nişan alma eksikliğim yüzünden işe yaramazdı. Hançer ise çok yakın ve kişiseldi. Eğer bir şekil değiştirene o kadar yaklaşırsam, ona saldıramadan ölürdüm.

Halat da işe yaramaz görünüyordu. Belki ağaçlara tırmanmama yardımcı olabilirdi ama daha ayakkabımı nasıl bağlayacağımı bile bilmiyordum. Şu anda bile bağcıklarım sürekli tökezleyip düşmeme neden olacak kadar gevşemişti.

Kılıçlar çok ağırdı.

Benim kılıç kullanacak ne koordinasyonum ne de gücüm vardı ve elimde bir kılıçla bir saldırgandan kaçmayı da başaramazdım. Şimdiye kadar kullandığım en ağır şey oklavaydı ve en ağırı sadece birkaç kiloydu.

Saklanmam gerekiyordu, hem de hemen. ~

Tekrar harekete geçerken, uzaktan kan dondurucu bir kükreme sesi duydum. Kalbimin birkaç saniyeliğine durduğuna yemin edebilirdim.

Şekil değiştirenler dışarıda ve açtı. Daha da kötüsü, bu kükreme daha çok kedi miyavlaması gibi bir şeydi. Eğer bir ağaca tırmanacaksam, bunu çabucak yapıp oldukça yükseğe çıkmam gerekiyordu.

Dişlerimi sıkarak ormanın derinliklerine doğru koşmaya başladım. Tırmanmanın boş bir umut olduğunu biliyordum. Kısa bir süre için bir şekil değiştireni atlatsam bile, beni yakalayıp indireceklerine emindim.

Başka bir yerden bir uluma sesi geldi. Bu, köpeklerin de bu yıl Koşu’nun bir parçası olduğu anlamına geliyordu. Köpekler ve kedigiller.

Kafamın içinde kesinlikle olacakların görüntüleri belirdi; jilet gibi keskin dişler ete kazınıyor, pençeler giysileri ve deriyi parçalıyor. Geçen sene izlediğim şeyler çok acımasızcaydı. Zayıf bedenler havaya uçuşurken, büyük pençeler omuzlara ve sırtlara kanlı bir şekilde saplanıyordu ve kızları Tanrı bilir nereye götürüyorlardı.

Koşmaya devam ettim, elimdeki mızrak önümdeki havayı delip geçiyordu.

Daha fazla çığlık sesi duyuldu. Bu sefer insan sesleri.

Yırtılma sesleri.

Islak, mide bulandırıcı sesler.

Çatırtılar.

Gözlerim bir anda uzun, ince ve yere yakın bir kütüğe takıldı.

Muhtemelen içine kayabilirdim; yeterince küçüktü. Eğer tam ortasına ilerleyebilirsem, bir şekil değiştiren bana ulaşıp beni yakalayamazdı.

Güvenli, diye geçirdim içimden.

Çatırtı sesi… ~

Durup arkamı döndüğünde omurgamdan aşağıya bir ürperti yükseldi. Kesinlikle bir ağaç yerinden kopmuştu.

Kafamın içinden kütüğe gir, sesleri yükseliyordu. ~Ama ya bunu denerken o şey her ise beni arkadan yakalarsa?~ ~

Tam o anda, havada bir hırıltı koptu.

Geriye doğru tökezledim, nefesim kesilirken sırtım bir ağacın gövdesine sertçe çarptı.

Orada, tam önümde… Kehribar rengi gözleri olan bir kurt gözlerini dikmiş bana bakıyordu.

Nefes alamıyordum.

Konuşamıyordum.

Gözlerim canavarın sol tarafına doğru kaydığında mızrağımın yerde olduğunu fark ettim. Ayağım takılınca düşürmüş olmalıydım. Aptal! ~

Çığlık atmak için ağzımı açtım ama ses boğazından çıkmadan önce başka bir yaratık görüş alanıma sıçradı ve büyük kurdu yere indirdi.

Zencefil kürklü bir kasırga ile karışan bronz ve beyaz karmaşası yerde yuvarlanırken orman zemini kırmızıyla kaplandı. Kan.

Kavga ediyorlardı. Benim için. ~

Donakalmıştım, neredeyse kanatacak kadar sert bir şekilde parmaklarımı arkamdaki ağacın kabuğuna bastırıyordum.

İki hayvan sonunda yuvarlanmayı bıraktığında, ayağa fırladılar. Bir kurt ve bir tür büyük bir kedi, belki de bir dağ aslanı, hem dişlerini gösteriyor hem de ölümcül bakışlarla birbirlerine bakıyorlardı.

Kalbim sıkışmıştı.

Ben bittim. ~

MİLO

MiloNe yapıyorsun?!
JacksonDefol buradan. O benim.
MiloSaçmalık! Onu ilk ben gördüm. Kim bulduysa onundur.
JacksonDefol dedim Milo. Hemen. Sana zarar vermeden hemen önce.
MiloElinden geleni ardına koyma, kedicik.

Hırlarken ensemdeki kürk dimdik olmuştu, jilet gibi keskin dişlerimden kan damlıyordu.

Jackson’ı boynundan ısırmak için tekrar öne atıldım. Kilolarımız ve boylarımız birbirine çok yakındı.

Sonunda dövüşüp zirveye çıkabileceğim bir rakip! ~

Jackson’ın üzerine atlayacakken dişleri boynumu sıyırdı.

Lanet olsun hızlı bir kedi! ~

Üzerime atlamaya, boynumu koparmaya çalışmıştı ama onu devirerek yere indirdim.

Tekrar çenemi şaklatarak dişlerimi Jackson’ın omzuna sapladım.

Leopar arka ayaklarının üzerine kalkarak beni tekmeledikten sonra bir hışımla yere savurmuştu.

Kediyi unut, diye çıkıştaki içimdeki insan. ~Kızı almalıyım. Onu al ve gidelim.~ ~

Ama kurdum, damarlarımda dolaşan öfke ve hüsranı görmezden gelmeyi reddetti.

Bunun yerine tekrar ileriye atıldım ve pençelerimi suratına geçirdim; leopar acı içinde tıslıyordu.

BLYTHE

Sürünerek geri dönmeye çalışıyordum.

Ağaca tırmanmam gerekiyordu ama kavgaya sırtımı dönme korkusu tüm vücudumu ele geçirmişti.

Önümdeki iki canavar hiç yorulmadan biri kazanana kadar dövüşecek gibi görünüyordu. Her yere kanları fışkırıyordu.

Gözlerim mızrağı takıldı. Ona ulaşabilirdim.

İşte fırsat! ~

Silahımı kapmak için dövüşün ortasından ileriye atıldım.

Elime aldığım mızrağın ağırlığı ve kendi hızım birleşince, öne doğru sendeleyerek ellerimin üzerine düşmüştüm. Canavarları tıslatacak kadar sert bir şekilde yeri kazıdım.

Ama başarmıştım. Mızrağı aldım! Yine silahlıydım.

Ama neden boğuşma sesleri kesildi? ~

Ayağa kalkıp arkama döndüğümde gözleri kocaman açılmış, sivri kulaklı leopar ve bana bakan kurdun gözleriyle karşı karşıya geldim. Kana susamış, aç gözler.

Yutkundum ve mızrağımı iki elimle kavrayarak duruşumu genişlettim. Babamın bana yapmamı söylediği şey buydu.

Gözlerim köpek ve kedi arasında ping-pong topu gibi gidip geliyor, kaslarının kürklerinin altında dalgalanmasını izliyordum.

Acaba kameralar şu anda beni çekiyor muydu? İzlediğim her sene, kameralar kızları en zor durumda bulmayı başarırdı.

Ölümün ağırlığını omzumun üzerinde hissedebiliyordum.

Dünyanın beni yutmasını, bu ölümcül hayvanlardan ve röntgenci halktan kurtarmasını istiyordum. Korkak. ~

Ellerim titriyordu ama duruşu sağlamlaştırdım. Savaşmadan ölmeyeceğim. ~

MİLO

İnsan formumda olsaydım gülerdim. O mızrakla kimi kandırdığını sanıyorsun prenses? ~

Jackson’ın hâlâ arkamda olduğunu hissedebiliyordum ama umurumda değildi. Bu kız benimdi.

Üst dudağımı bükerek kıza doğru hırladım. Aptal olma. O şeyi nasıl tutacağımı bile bilmiyorsun. Sessizce bana gel. ~

Ama tabii ki de dinlemedi.

Neden beni duyabileceğini düşündüm ki? İnsanlar zihinleriyle nasıl bağlantı kuracaklarını asla öğrenemediler. ~

Bunun yerine, kadın mızrağın ucunu bana doğrulttuğunda hızlıca ondan kaçtım. Bu işte acınası bir şekilde bu denli kötü olması neredeyse sevimliydi.

Kız tekrar saldırmak için harekete geçtiğinde, hemen mızrağın üstünü kavrayarak onu elinden sertçe çekip aldım. İyi deneme, prenses. ~

Avım -hayır, müstakbel eşim- dehşet içinde bana bakarken çenemi kenetleyerek mızrağı ikiye bölüp parçaladım.

Kıymıkları tükürüp adım adım ona yaklaşırken ağzımdan salyalar akıyordu.

Bunu zor yoldan mı yapmak istiyorsun? Peki. ~

Kesin olarak bildiğim bir şey vardı; kızı ya yiyecek ya da becerecektim...

Açlıktan ölüyordum.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok