Lanetli - Kitap kapağı

Lanetli

Samantha Pfundeller

Hesaplaşma

RAVEN

Pekala, bu epey hızlı oldu. ~

Elk Springs'e geleli yirmi dört saat bile olmamıştı ve biri beni daha şimdiden kendi kendime konuşurken yakalamıştı.

Cade bana bakıyordu, gözleri parlıyordu, peşimi bırakmak istemiyordu.

Düşün. ~

"Ben..." diye başladım, dudağımı ısırarak. "Kimseyle konuşmuyordum," konuşmayı başardım. "Ne duyduğunu sanıyorsun bilmiyorum."

"Pekala, bu biraz kafa karıştırıcı," diye karşı çıktı, bana patronluk taslıyordu, "çünkü seni duydum. Daha az önce. Ne yani, kendi kendine mi konuşuyordun?"

Yüzümün, utançtan ve bir miktar da öfkeyle kızardığını hissedebiliyordum.

"Karanlık sokaklarda mı takılıyorsun?" diye devam etti.

"Burada takılmıyordum," dedim gözlerimi kısarak. "Sadece eve gitmeye çalışıyordum ve yanlış bir yere saptım."

Hiçbir şekilde az önce bir hayaletle konuşmuyordum. ~

"Evet, burada takılıyordun. Seni gördüm. Ve birkaç dakika boyunca izledim."

Bir dakika, Onun burada ne işi var? O da benim kadar şüpheli görünüyor, belki daha da şüpheli. ~

Sabrımın taştığını hissederek kollarımı kavuşturdum. "Senin bahanen nedir?"

"Pardon?" Cade'in akıl almaz gülümsemesi sönümlendi.

"Neden bana böyle sinsice yaklaşıyordun? Beni gözetliyordun. Sapık falan mısın?

"Tabii ki değilim." Benim duruşumu taklit ederek kollarını kavuşturdu.

"Yani?" Eğer o böyle oynayacaksa, ben de sert olabilirdim.

"Bunu bana çevirmeye çalışma. Kendimi açıklamak zorunda değilim."

"Bence açıklamak zorundasın," dedim.

Dakikalar boyunca birbirimize baktık, ikimiz de göz temasını kesmeye cesaret edemedik.

Teslim olmak istemiyorduk.

Sonunda gözlerini indirdi ve ben bu karşılaşmayı kazandığıma şaşırmıştım. Onun buna razı olmasına.

Sanki neredeyse meydan okumaya alışık biri değil gibiydi.

Görünüşüne bakınca durumun böyle olduğunu düşündüm.

"Burası küçük bir kasaba. Burada hiçbir şey olmaz." Siyah gözleri tepkimi ölçmek için bana baktı.

"Buradaki herkes…” durakladı, doğru kelimeyi arıyordu, "...robotik."

"Sonra yeni kızın paranoyak göründüğünü ve buraya koştuğunu gördüm. Çok belirgin değildi." Cade omuzlarını silkti. "Merak ettim."

Dürüst bir cevaptı. Bunu hissedebiliyordum.

Ama yine de, yeterli değil...

"Yeni olduğumu nereden bildin?" Kaşlarımı kaldırdım.

"Taşınma araçlarını gördüm. Ayrıca seni tanımıyorum, bu da demek oluyor ki buralı değilsin."

Tanrım, çok sinir bozucu. ~

"Belki de beni daha önce hiç karşılaşmadık," dedim çabucak.

"Mümkün değil."

"Demek insanları izlemeyi çok seviyorsun, öyle mi? Bu senin olayın ~mı?"

Başını salladı. "İnsanları okumayı severim. Bu konuda oldukça iyiyimdir de."

Merakıma yenik düştüm

"Tamam, oku beni."

Cade inanamayarak alay etti. "Ne?"

"Hadi ama. Oku beni. Eğer çok yetenekliysen."

Bol şans. ~

Dudaklarının köşeleri yumuşak bir gülümsemeyle kıvrıldı, ondan gördüğüm ilk gerçek gülümseme.

"Peki."

Sorgulayan gözleri bir an benim gözlerimle buluştu, sonra beni süzmeye devam etti, kolsuz bluzum ve şortum, spor ayakkabılarım, boynumdan sarkan altın madalyon.

Belki de bakışları daha davetsiz hissettirmeliydi, yaralarımı arayan bir büyüteç gibi.

Kusurlarımı.

Ama öyle hissettirmedi.

"Kaçsın," diye düşündü, "on altı mı, on yedi mi?"

"On yedi."

Bunun neden önemli olduğunu anlamıyorum. ~

"Ailen zengin," dedi aniden, gözleri uzağa daldı, sanki hayatımın yamuk yumuk çizgilerini zihninde birleştirmeye çalışıyormuş gibi.

"Ama miras para değil. Ailen senden çok kariyerlerine odaklanıyor. Belki de boşanmışlardır."

Ona izin verdiğim için pişman olmaya başladım. ~

"Kolay kolay arkadaş edinemezsin. Belki de artık edinmeye bile çalışmıyorsundur."

Lanet olsun. Bu işte çok iyi. ~

"Ve sen solaksın." Cade sessizliğe büründü, değerlendirmesini onaylamamı bekledi.

Nutkum tutulmuştu. Biraz da sinirlenmiştim. Yani, ona kim izin verdi ki?

Ah doğru ya... Ben verdim. ~

Alaycı bir şekilde alkışladım.

"Tamam Sherlock, nasıl yaptın? Beni sadece ne kadar zamandır takip ediyorsan o kadardır tanıyorsun."

Cade sırıttı, eldivenli elini yine saçından geçirdi.

"Arkadaş edinme konusundaki çıkarımım, sosyal beceri eksikliğini göz önünde bulundurunca gayet barizdi," dedi, sanki bu tamamen aşağılayıcı değilmiş gibi.

"Bu ayakkabılar ne kadar, birkaç yüz dolar mı? Ama yıpranmışlar. Eskiler. Onları sadece ailenin parasını göstermek için giymiyorsun. Pratik olarak onları giymeye alışıksın."

"Ve ailene gelince," diye devam etti, "Buraya arabayla gelmediğini fark ettim. Ama ailenin gücü belli ki sana araba almaya yetebilir, bu da demek oluyor ki kimse öğretmek için zaman ayıramadı..."

Cade’in sözü ara sokaktan yaklaşan arazi aracının ani delice kornasıyla kesildi.

İçgüdüsel olarak yoldan kaçtım, Cade'in bileğini tutup onu da güvenli bir yere çektim.

Her şey ağır çekimde oldu.

Arabadaki gençlerin güldüğünü ve pis pis Cade'e baktığını gördüm, sürücü yolda döndü.

Serçe parmağım el bileğindeki deriyle kumaşın arasına girip çıplak etine bir en anlığına değince tüm vücudundaki irkilmeyi hissettim.

Sanki büyük bir acı çekiyormuş gibi gözlerini kapatmıştı.

Bir saniye sonra gözleri açılınca, tamamen ve düpedüz şok olmuş gibi görünüyordu.

Kolunu elimden çekti. Agresif bir şekilde.

Cade bana bakmayı reddederek geriye doğru adım attı.

"Özür dilerim," dedim aceleyle, ancak ne için üzgün olduğumdan tam olarak emin değildim. "Amacım..."

Ortaya çıktığı kadar çabuk yok oldu, uzun bacakları onu hızla sokaktan aşağı ve caddeye geri götürdü.

Görüş alanımdan çıktı.

Benden kaçıyor.

Dokunuşumdan.

Cade'in arkadaşlığı benim de özellikle hoşuma gitmemişti, ama itiraf etmeliyim ki ani çıkışını kişisel algılamamak zordu.

Bir de sosyal becerileri zayıf olanın ben olduğumu söylüyordu... ~

Bu tuhaf karşılaşmayı ve yeni tanıştığım yabancı çocuğu unutmaya çalışırken ayaklarımı ana caddeye doğru sürükledim.

Nasıl unutabilirim ki?

O kim ki acaba? ~

Çaba bile harcamadan içimi gördü.

Sanki kitap okuyormuş gibi.

Ve neredeyse hayatı tehlikedeymiş gibi kaçtı.

Bana mı öyle geldi? ~

Bende onu uzaklaştıran bir şey mi var? Onu korkutan? ~

Sokağın köşesinde ne kadar durduğumu, daldığımı, az önce olanları anlamak için ne kadar süre harcadığımı bilmiyordum.

Aptal gibi görünüyor olmalıydım.

"Hey," dedi bir kız sesi, beni hayalimden uyandırdı.

Avucuma yumuşak ve nemli bir şey sürtündüğünde dondurma salonunun dışındaki verandanın kenarında duruyordum.

Aşağı baktım.

Kocaman bir Doberman elimi kokluyordu.

"Fluffy için üzgünüm. Henüz tam olarak eğitilmedi," dedi kız, sesi yumuşak ama coşkuluydu.

Kabaca benim yaşlarımda görünüyordu, başının kenarından örgülü koyu kahverengi saçları sarkıyordu, rahat bir şekilde dağılmış ama aynı zamanda mükemmel saçları.

Bana gülümsüyordu, soluk mavi gözlerini kısmış güneş ışığına bakıyordu.

Sonuna kadar sıcaklık, güzellik saçan şu insanlardan biri.

"Sen Raven’sın, değil mi?" diye sorarken milkshake'inden bir yudum aldı.

Başını salladım. "Evet, nasıl bil..."

"Yan evde oturuyorum. Çitli pembe ev." Fluffy'nin kulağının arkasını sevgiyle okşadı.

"Benim adım Emily," diye gülümseyerek devam etti. "Ben de tam sizin eve birkaç kek bırakmıştım. Dadın Grace'le tanıştım. Burada olduğunu ve yapacak bir şeyler aradığını söyledi."

Öldürün beni. ~

Rahatsızlığımı bastırmaya çalıştım. "Aman Tanrım." Gülmeye çalıştım, içten içe utanıyordum. "Üzgünüm... Benim için endişeleniyor."

Emily sırıttı. "Çok tatlıydı. Oturmak ister misin? Buranın milkshake’leri çok iyidir. Hatta bu benim için bir sorun haline gelmeye başladı," dedi gülerek ve elini dümdüz karnına koyarak.

Pek de öyle görünmüyor. ~

"Hadi ama," diye ısrar etti Emily. "Gerçek bir mazeretin olmadığını biliyorum."

Çok teşekkürler Grace. ~

Aslında o kadar da kötü birine benzemiyor. ~

Yenilgiyi kabul edip onun karşısındaki sandalyeye oturdum.

Emily milkshake'inden büyük bir yudum daha aldı. "Şu ana kadar Elk Springs'deki vaktin nasıl geçiyor? Yani, bu lanet sıcak hava dalgası dışında."

İkna edici görünmek için elimden geleni yaparak, "Yani, bilirsiniz, iyi işte," diye cevapladım.

Bana beklentiyle baktı, sanki kısa ve öz tepkimi kabul etmek istemiyormuş gibiydi.

Küçük kasabaların böyle olduğunu düşünmüştüm.

Sınır yok. Kişisel alan yok.

Yine de çok kolay biriydi. Epey tatlı.

Normalde bu tür sosyal etkileşimler çok zor olurdu, ama Emily ile ilgili bir şey ona açılmak istememe neden oldu.

"Dürüst olmak gerekirse, şu çocuğa rastlayana kadar her şey yolunda gidiyordu," dedim.

Hemen kulaklarını dikti. "Bir çocuk mu? Bekle, Cade Woods ~değildir umarım?" Emily adı söylerken sesini alçalttı, sesinde neredeyse belli bir saygı vardı.

"Nereden bildin?"

"O benle yaşıt," dedi. "Senden tam iki saniye önce onu hızla o köşeyi dönerken gördüm. Tamamen korkmuş gibi görünüyordu. Bu neyle ilgiliydi?"

Sanki en cazip dedikoduyu yapıyormuşuz gibi sandalyesini daha yakına çekti.

Beni bir hayaletle konuşurken yakaladı ve benden bunu yüksek sesle söylememi istedi. Sonra derisine değince çekip gitti. Görünüşe göre erkekleri püskürtebiliyorum. ~

Ama ben bunu söylemedim.

"Dürüst olmak gerekirse," dedim, "Hiçbir fikrim yok. Ama o öylece kaçıp gitti. Bir anda. Gerçekten çok garipti."

Emily bilerek gülümsedi. "Onun yapacağı bir şey."

Bu sefer ben ona yakınlaştım. "Bu arada, onun olayı ne? O çok..."

"Seksi mi?" diye tahmin etti.

"Hayır, gergin diyecektim."

"Ah, evet, o da var." Bir an düşündü. "Cade çok… Cade’in ilginç bir hayatı oldu, diyebiliriz sanırım. Buradaki herkes onun kim olduğunu biliyor. Yani, herkes."

"Ne, ünlü biri gibi mi?"

Emily, cevap vermeden önce gizlice dinleyen biri var mı diye arkasına baktı ve sesini alçalttı. "Daha çok... kötü şöhretli diyelim."

Onun karanlık, korkutucu gözlerini anımsadım. Teninden yayılıyor gibi görünen saf düşmanlığı.

Tam olarak anlayamamıştım. Aklımdan çıkaramadığım onunla ilgili bir şeyler ~vardı.

Neredeyse garip bir cazibe gibiydi.

Fiziksel bir çekim gibi değil, tamamen metafizik bir şey.

Biriyle ilk tanıştığınızda hissettiğiniz o nadir duygu ve bu kişinin hayatınızı etkileyeceğini anında anlarsınız.

Dünyanızı değiştireceğini.

En azından bir şey biliyordum:

Cade Woods tehlikeliydi.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok