Melez Kanı - Kitap kapağı

Melez Kanı

Laura B.L.

Rüyalar

190 YIL SONRA

NALA

Karanlıkta yürürken, uzaktaki bir ateşten gelen ışığı görebiliyordum. Yanan odunun kokusu burnumu dolduruyordu. Gittikçe yaklaşıyordum. Isınmaya ihtiyacım vardı. Burası soğuktu.

Sıcacık ateşin etrafında dans eden bir grup insanı görebiliyordum. Şarkı söyleyip birbirlerine gülümsüyorlardı. Müzik çok tanıdıktı. Bu şarkıyı daha önce nerede duyduğumu hatırlamaya çalışıyordum.

Anılarımı hatırlamaya çalışıyordum. Soğuk bir esinti aniden yüzümü okşadığında sanki hafızamı da geri getirmişti. Şimdi hatırladım.

O şarkı kız kardeşimin her zaman dinlediği şarkıydı. Nedense, bu insanların yakınında rahatladım. Bir şekilde tanık olduğum bu ritüelden hoşlandığımı hissettim.

Gözlerim etrafta dolaşırken, birdenbire donakaldılar.

İşte oradaydı.

Onu her gördüğümde, sanki onu hayatım boyunca tanıyor gibi hissediyordum. Benim için muammaydı bu durum. Kendimi ona çekiliyor gibi hissettiren bir hakimiyet gücü vardı.

Siyah bir takım elbise giymişti. Elleri pantolonunun ceplerindeydi. Bana bakmıyordu. Ateşe bakıyordu.

İçgüdüsel olarak ona yaklaşmaya çalıştım. Tam karşısında durdum. Bizi ayıran tek engel ateşti. Ona bakmadan duramıyordum.

Kim bu adam? “Bana bak, lütfen,” diye fısıldadım. Diğerleri talebimi yerine getirdiler ama o hareket bile etmedi. Orada öylece durmaya devam etti. Hiçbir şey yapamadım.

Ateşin ışığı yüzünü görmeme izin vermiyordu. Gözlerimi kapatarak hissettiğim acıyı dindirmeye çalıştım. Gözlerimi tekrar açtığımda odamın tavanını seyrediyordum.

Ne baş ağrısı! Yine aynı rüyaydı.

Yataktan kalktım. Vücudumu örten ince yorganı bir kenara iterek birkaç hap almak için mutfağa yürüdüm. Geri döndüğümde tekrar uyumaya çalıştım.

Nealie'nin zihnimdeki sesi beni uykumdan uyandırdı.

”Sonunda! Dışarı çıkmam lazım. Koşmam lazım. Hadi!” Kurdum bu sabah sabırsızdı.

“Tamam, ben de beni seviyorum ama önce banyo yaparak bir şeyler yememe izin ver, Nealie,” dedim.

İyi, ama acele et. Uzun zamandır dönüşmedin.”

“Cidden mi, Nealie? İki gün önce dönüştüm. Sen neredeyse dört saat boyunca koşturup avlandın! Hala ağrılarım geçmedi.”

”Böyle bebek gibi olma, Nala! Benim sayemde böyle bir vücuda sahipsin!”

Güldüm.

“Ah evet! Sürekli koşarsan güzel bacakların olur. Şimdi işimi bitireyim. Sonra dışarı çıkalım, tamam mı?”

”Tamam,” dedi kurdum.

“Nala! Hadi. Şimdi gitmeliyiz,” diye seslendi tek kız kardeşim mutfaktan.

“Şimdi ne oldu, Maeve?” diye karşılık verdim banyoya yürürken. Sanki her iki ayağıma da birer kaya bağlanmış gibi hissediyordum. Acilen bir kahveye ihtiyacım var.

“Annem ve babam yarın dönecekler!”

“Yarın saat kaçta?”

Ailelerimiz Beta, Omega ya da Alfa değildi. İnsan Diyarı’nda, gözlerden uzak bir köyde yaşıyorduk.

Aynı türe ait olmayan tüm eşlerle aileleri, ebeveynlerimiz gibi, buraya gelmişlerdi.

Babam ile annem farklı türlerdendi. Annem kurt adam olarak doğmuştu, babam ise bir cadıydı.

Yıllar önce, cadılar krallığı ile kurt adamlar arasında bir savaş olmuştu. Kimse bu kanlı çatışmayı neyin tetiklediğini bilmiyordu.

Üzerinden neredeyse iki yüzyıl geçmişti. O günden bugüne, iki tür şimdiye kadar medeni bir şekilde bir arada yaşamayı başardılar.

Ailelerimiz Belfast'ta, bir fuarda tanıştıklarında, aralarındaki anlık bağlantı onlar için her şeyi değiştirmişti. Ayrı kalmaya dayanamadıkları için ailelerini terk edip buraya taşınmaya karar vermişlerdi.

Her iki krallık da iki farklı türün kendi bölgelerinde çift olarak yaşamasına izin vermiyordu. Kimse topraklarında melezler istemiyordu.

Krallıklarına melezlerin girmesine izin vermeyenler sadece cadılarla kurt adamlar değildi. Vampirler, faeler, ejderhalar da bunu kesinlikle yasaklamışlardı. Yarı ırkları aşağı varlıklar olarak görüyorlardı.

“Yarın 8:35'te uçakları iniyor. Market alışverişi yapmamız lazım,” dedi.

“Nealie?” diye seslendim kurduma.

”Evet?” diye karşılık verdi.

“Bugün koşuya çıkamayacağımız için üzgünüm. Ailemiz yarın geliyor. Maeve ile gidip hazırlıklara yardım etmeliyim,” dedim.

”Tamam, anlıyorum. Sonunda ailemizi göreceğimiz için mutluyum. Bu sefer ne zamandır yoklardı?”

“İki buçuk ay sanırım.”

Ailemiz son dört yıldır lycan krallığına sık sık seyahat ediyorlardı.

Alfa kral annemin Yedi Diyar Tarihi hakkında çok bilgili olduğunu biliyordu. Bu yüzden onu krallıkta öğretmenlik yapması için davet etmişti.

En azından, onu kendi memleketine, cadı kocasıyla birlikte davet etmek için buldukları bahane buydu.

“Hazırım, kardeşim,” diye bağırdım.

“Tamam, gitmeden önce evi kontrol edeyim,” dedi.

“Oh! Bir daha olmaz, lütfen. Ne zaman evden çıkmamız gerekse, hep aynı şeyi yapıyorsun. Her zaman beni aceleye getiriyorsun. Hazır olduğumdaysa, tüm evi kontrol ederek eşyalarını aramaya başlıyorsun.”

“Her neyse!”

“Maeve, bu sefer ben süreceğim.”

“Olmaz,” dedi.

“Neden olmaz? Ben mükemmel bir sürücüyüm.”

“Evet, öylesin, ama ben çok hızlı sürdüğünü düşünüyorum.”

“Maeve, lütfen. Sen araba kullanırken sanki tembel bir dev tarafından taşınıyormuşum gibi hissediyorum.”

“Bugün Pazar. Bir an önce geri dönüp bir şeyler izleyerek rahatlamak istiyorum. Hatta aklıma ne geldi biliyor musun? Biraz tekila alıp margarita yapmalıyız!”

“Hadi gidelim,” dedi. Her şeyin kapalı olduğunu üçüncü kez kontrol ettikten sonra mutfaktan ayrıldı. Süpermarkete gittiğimizde yiyeceklerle tekila aldık.

Eve döndüğümüzde aldıklarımızı yerleştirdik. Saat yaklaşık 18:00 civarı, margaritaları hazırlamıştım. Dışarıda oturmaya karar verdik.

Terasımız pek büyük değildi ama rahattı. İçecekleri yerleştirebildiğimiz küçük yuvarlak siyah bir masa ortada duruyordu. Etrafında rahat, siyah sandalyelerde oturuyorduk.

Oturduktan sonra bir yandan içerken diğer yandan da havadan sudan muhabbet ediyorduk. Önümüzde uzanan küçük ormana bakarak baharın temiz havasını içimize çekiyorduk.

“Bana ne zaman bir yeğen vereceksin?” diye sordu aniden.

“Lütfen, lütfen. Sen benden büyüksün. İlk senin sıran,” dedim gözlerimi devirerek.

Bana sempatik bir bakış attı.

“Onu yakında bulacaksın,” dedi güven verici bir sesle.

“Bilmiyorum, Maeve. Neredeyse yirmi altı yaşındayım. Bir eşim var mı bilmiyorum ama...”

Birden rüyamı hatırladım.

“Ne oldu?” diye sordu.

“Yine o rüyayı gördüm Maeve,” dedim iç çekerek.

“Gerçekten mi, yine mi? Bu sefer ne oldu?” diye sordu.

“Ormandaydım.”

“Ortada bir ateş yanıyordu. Etrafındaki insanlar, sevdiğin Omnia grubunun şarkısı eşliğinde dans ediyorlardı. Ateşin ardından onu tekrar gördüm.”

“Hayatım boyunca beklediğim kişi olduğunu hissettim.”

“Bu sefer sana yaklaştı mı? Gözlerini gördün mü?” diye sordu.

“Hayır, sadece bana baktı. Ama uyandığımda yüzünü hatırlayamıyordum,” dedikten sonra margaritamdan büyük bir yudum aldım.

“Anılarına bakarak o rüyayı bulup bulamayacağımı kontrol etmemi ister misin?” diye sordu Maeve.

“Hayır, bu sadece bir rüya. Belki de var olmayan bir yabancıyı aramak için zamanımı boşa harcamayacağım,” diye kestirip attım.

Maeve, “Belki de eşini rüyanda görüyorsundur, Nala,” dedi.

Kız kardeşim de babamız gibi bir cadı olarak doğmuştu. Rüyaları manipüle etme yeteneği vardı. Yeteneğiyle rüyaları hatırlayarak, bir şeyler öğrenmeyi, içinde hangi olayların geçtiğini görmeyi sağlayabiliyordu.

Benim aksime, onun kurdu yoktu. Ben kurt olarak doğmuştum.

Garip olduğunu biliyordum. Kardeşler olarak, ikimiz de kurt olarak doğmalı, biraz da sihir yapma yeteneğine sahip olmalıydık. Ama bizim başımıza gelen bu değildi.

“Eşimi bulmaktan vazgeçtim. Belki şimdiye kadar o da vazgeçmiştir.”

“Onu bulmaktan asla vazgeçmemelisin. O, şu anda eksikliğini hissettiğin diğer yarın.”

“Maeve, senin başına gelen olaydan sonra onu bulmaktan korkuyorum,” dediğimde, üzgün bir şekilde bana baktı.

“Benim durumum farklıydı, Nala. Benim eşim bir insandı. İnsanlar bağı bizim gibi hissedemez, biliyorsun.”

“Boşandım, evet. Beni aldattığını öğrendiğimde çok acı çektim, evet. Ama hiçbir şeyden pişman değilim.”

Ona bakarken düşündüm.

“Maeve, özür dilerim. Muhtemelen sonsuza kadar seni sevecek başka bir eş bulacaksın,” dedim.

Şimdi gülüyordu.

“Çok romantiksin! Sonsuza kadar,” diye tekrarladı. Gülümsedim.

“Bak,” diye başladı, “İçimden bir ses kaderinde büyük bir şey olduğunu söylüyor.”

“Neden bilmiyorum ama sana sevgilini rüyalarında görmeye başladığından beri kendime sakladığım bir şeyi söyleyeceğim.”

“Sevgilim mi? Gerçekten mi?” dedim kıkırdayarak.

Bana gülümsedikten sonra devam etti, “O adamın var olduğu hissine kapılıyorum. Rüyana girdiğimde onun gücünü hissedebiliyorum.”

“Rüyama girdiğin zamanlarda yüzünü göremedin mi?”

“Hayır, onu sadece senin gördüğün ateşin içinden görebiliyordum. Bu biraz garip. Sanki bir şey beni engelliyordu.”

“Bu arada, eşinle yapacağınız seks bu hayatta yaşayacağın en iyi deneyimdir,” dedi bana göz kırparak. Konuyu bir anda değiştirmişti. Şimdiden sarhoş olduğunu düşünüyordum.

“Peki, bir düşüneyim. Bunu yapmakta çok iyi olan birini tanıyordum,” dedim.

“Evet, onu hatırlıyorum. Adı neydi? Niall!” Artık histerik ama komik bir şekilde gülüyordu.

“Senin Niall'ın! Sana aşık olarak tüm çılgınlığını çekmek zorunda kalan, yarı fae yarı insan, zavallı adam,” dedi.

“Neden zavallı olsun? O hain beni Yunanistan'dan bir esmer için terk etti. Bu durumda, asıl ben zavallı bir kadınım,” diye karşılık verdim.

“Hadi ama Nala. Ciddi misin? Adam seni terk etti çünkü ona aşık değildin. Ormanda seks yapmaktan da bıkmıştı.”

İçkimi içerken neredeyse boğuluyordum.

“Maeve!” diye bağırdım.

“Ne? Doğru olduğunu biliyorsun Nala. Seninle her yere geldi. Aman Tanrım, o şarkıyı çok seviyorum,” diye çığlık atmasıyla neredeyse sandalyemden düşüyordum.

Radyoda Guns N' Roses'tan bir şarkı çalıyordu.

Ne zaman kız kardeşimi keyfi yerinde görsem, onu gördüğüme sevinirdim.

Ertesi gün işe gittim. Maeve de ailemizi havaalanından almaya gitti. Yılın büyük bölümünde iyi satışları olan yerel mağazalardan birinin yöneticisiydim.

Neredeyse sekiz saat çalıştıktan sonra, saat 18:00 sularında eve geldim. Kapıyı açtığımda ailemin öpücükleriyle karşılandım.

Lezzetli bir limonlu tavuk kızartmasının üzerine kahve içmek için terasa çıktık.

“Keşke kızlarım da Alaric'in krallığına gidebilseler. O kadar güzel ki. Değil mi, sevgilim?” diye babama sordu annem.

“Peki bir daha ne zaman gideceksiniz?” diye sordu Maeve.

“Mae, daha yeni geldik. Bu kadar çabuk gitmemizi mi istiyorsun?”

“Anne, öyle demek istemedim. Sadece basit bir soruydu.”

“Sanırım birkaç hafta içinde tekrar yola çıkıyoruz,” dedi babam.

“Bu kadar çabuk mu?” diye sordum.

“Evet, bu sefer oraya daha erken gideceğiz çünkü baban ile ben kralın balosuna davet edildik.”

“Balo mu?” diye sordum şaşkınlıkla.

“Evet, kral Alaric sadece eğlence için sürünün tüm üyelerini davet edeceği bir balo verecek.”

“Vay canına! Ne kadar yardımsever biri,” dedim ironik bir şekilde.

“Hala eşini bulamadı mı?”

“Hayır, onu henüz bulamadı,” diye cevapladı babam.

“Beklemekten yorulduğu söylenir. Öte yandan da hiç vakit kaybetmemiş, ne demek istediğimi anlıyor musun?” dedi annem geniş gözleriyle işaret ederek.

“Kral kaç yaşında?” diye sordum meraktan.

“Otuzlu yaşlarında gibi görünüyor ama kimse gerçekte yaşının ne olduğunu bilmiyor.”

“Bu sefer onunla tanışabildin mi?”

Annem içini çekti. “Evet. Sadece alışılmadık görünümlü bir adam olduğunu söyleyebilirim. Neden bizimle gelmiyorsunuz kızlar?” diye sordu.

“Anne, baloya sadece ikinizin davet edildiğini söylemiştiniz, tüm aile davetli değil.”

Benimle başa çıkarken sabırsızlanıyormuş gibi iç çekti. Alnına nazikçe masaj yaptığında bunu böyle zamanlarda hep yaptığını düşünerek içimden güldüm.

Annem özgür bir ruhtu. İnatçıydı. Kısa sarı saçları ile en cesur erkekleri bile korkutabilecek yeşil gözleri vardı.

“Nala, söylemeye çalıştığım şey ikiniz de bizimle gelip tüm şenliklerin tadını çıkarabilirsiniz. Kızlar, dinlenmek için biraz zaman ayırmaya ihtiyacınız var. Çok fazla işle uğraşıyorsunuz ve... Boşanmayı da unutmayalım.”

Kız kardeşime hüzünle baktı.

“Maeve, gidelim. Buna ihtiyacımız var. Yorgunum. Biraz dinlenmek istiyorum. Senin de temiz havaya ihtiyacın var bence. Ayrıca oraya hiç gitmedik.”

Maeve’in bunu düşündüğünü gözlerinden anlayabiliyordum.

“Tamam gidelim,” dedi sonunda.

Üç hafta geçtikten sonra sonunda çantalarımızı hazırlamamız gereken gün geldi. Hazırlanmayı bitirdikten sonra kız kardeşim kapıyı çalıp içeri girdiğinde uyumaya hazırdım.

“Neler oluyor?”

“Dün gece bir rüya gördüğümü söylemeye geldim.”

“Ne hakkında?”

“Bizim hakkımızda, özellikle de senin, Nala,” dedi endişeli bir yüzle.

“Tamam. Rüyanda ne gördün?” diye sordum dik oturarark.

“Biri yüzünden ağladığını, acı çektiğini gördüm ve...” dedikten sonra durakladı.

“Ve ne, Maeve?”

“Bence bunun nedeni yakında eşini bulacak olman.”

“Ne? Emin misin?”

“Böyle bir rüyadan asla yüzde yüz emin olamayacağımı biliyorsun,” dedikten sonra bir süre endişeli ifademi izledi. “Biliyor musun? Unut gitsin. Sadece bu gezinin tadını çıkaralım.”

“Cidden mi? Bana acı içinde ağlayacağımı söyledikten sonra mı?”

Güldü.

O gidene kadar birkaç dakika daha konuştuk. Sonunda gözlerimi kapatabilmiştim.

Küçük şekillerle gölgeler görünmeye başlamıştı. Orta Çağ kıyafetleri giyen yabancı insanlardan oluşan bir çemberin ortasında bulunan ateşten kör edici bir ışık geliyordu.

Ayaklarım vücudumun kontrolünü ele geçirdi. Merkeze yaklaşıyordum. Büyük şenlik ateşi gri taşlarla çevriliydi.

Gece gökyüzü açıktı. Hilal ay gecenin koyu mavisini aydınlatıyordu.

Yine oradaydım. Bütün bu insanlar kamp ateşinin etrafında dans ediyorlardı. Orta yaşlı bir kadın elimden tutarak beni kalabalığın ortasına götürdü.

İlk başta biraz utandım ama kısa bir süre sonra, kollarımı açarak müziğin ritmine kendimi bırakmıştım. Beyaz elbisemi tutup dizlerimin üstüne kaldırarak daireler çizip dönmeye başladım. Mutluydum. Özgür hissediyordum.

Gece gökyüzüne baktım. Etrafta dolanıp duruyordum. Derken kalbim hızlandı, aniden midemde kelebekler çırpınmaya başladı.

Oradaydı, ateşin diğer tarafından bana bakıyordu. Bakışları aç bir kurdun bakışları gibiydi. Ne yapacağımı bilemedim. Sadece bu adamın bana ait olduğunu hissedebiliyordum.

Gözleri gece gökyüzü gibi koyu maviydi. Muhteşem bir şekilde aynı siyah takım elbiseyi giymişti. Yakınlaşmak istedim ama bir şey beni ondan uzak tuttu.

Bir kadın elinin onun omzunu sahiplenerek okşadığını gördüm.

Kadının burada olması, ona dokunması beni rahatsız ediyordu. Kadının sırtı bana dönüktü.

Yüzünü göremedim. İzlediğim her hareketiyle rahatsızlığım büyüyordu. Orada olmak istemiyordum.

Ona gülümsüyordu.

Kendimi garip hissettim. Biri kollarımı tutarak beni döndürdü. Kendimi “Dur... Dur... Dur diye bağırırken buldum!”

Bu sefer terleyerek uyandım. Kalbim hızla atıyordu. Sadece yabancıyı düşünüyordum.

Sonunda yüzünü görebilmiştim.

Bu adam da kimdi? Neden o kadın da rüyalarıma girmişti?

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok