Başıboş - Kitap kapağı

Başıboş

Anxious Coffee Boy

Ara Sokaktaki Tehlike

Axel

Evsizlerin birçoğunun uyuşturucu bağımlısı olduğunu ve paramı uyuşturucu için kullanacağını bildiğimden evsizlerden mümkün mertebe uzak dururdum.

Bunun için para harcayamazdım.

Bir evsizle karşılaştığımda, ona yiyecek alır ya da ona iş vereceğini bildiğim bir arkadaşımın adresini verirdim.

Fazlasını yapmazdım. Etrafa öylece para saçmaktansa, işletmem gereken bir kulüp, maaşını ödemem gereken insanlar ve memnun etmem gereken müşteriler vardı.

İşlettiğim kulüp BDSM topluluğunun en gözdesiydi. Kulübü insanların sıra beklerken kabalığa maruz kalacağı bir yerden, sadece gelip eğlenebilecekleri bir yere taşımıştım.

Burayı satın alırken arsa sahibi binanın yanındaki ara sokakta yaşayan evsiz bir adamdan bahsetmişti.

Onun içe kapanık çok sevimli biri olduğunu ve yıllardır orada yaşadığını söylemişti.

İnsan kalabalığının ve müziğin onu kaçıracağını düşünerek bunun üzerinde durmamıştım.

Mevzubahis adamı hiç bizzat görmesem de çalışanlarımdan birkaçı işe gelirken sokakta uyuyan birini gördüğünü söylemişti.

Müşteri şikâyetlerinin sebebinin o olduğunu biliyordum.

Müşteriler paçavralarla etrafta dolanan adamın gitmesini talep ediyor, hastalık derecesinde zayıf olduğu için bazı köleleri rahatsız ettiğinden ve baskınların onun boğazına zorla yemek sokmak istediğinden şikâyet ediyordu.

Sürekli üstünün başının kir içinde olduğunu ve koktuğunu söyledikleri için durumdan gına gelmişti.

Ama tahmin etmediğim bir şey olmuş; mülkümden uzaklaşması için rüşvet vermem gereken yaşlı bir adam beklesem de taş çatlasın on dokuz yaşındaki bir gençle karşılaşmıştım.

Üzerinde yırtık pırtık bir tişört ve zayıf bacaklarını gösteren bir şort vardı.

Bana verdiği tepkiye de hazırlıksız yakalanmıştım. Bölgesine girdiğimden ciddi bir tehdit altında hissederek hayatta kalmak için ilkel bir tepki vermiş, neredeyse panik atak geçirmişti.

Kulaklarını kapatma şekli, kulüpteki müziğin sesinden hoşlanmadığını gösteriyordu.

Bu durum bir noktada anlaşılabilir olsa da sanki daha önce hiç insanlarla sosyalleşmemiş ya da müzik dinlememiş gibiydi.

Yorgunluktan, açlıktan ya da yalnızca zihni ve bedeni üzerindeki stresten bayıldığında yüreğimin burkulduğunu hissettim.

Güzelce bir banyodan ve sağlam bir yemekten sonra kendine geleceğinden emindim.

Dominant tarafımın ortaya çıkmasıyla, ona yardım ederek onu içeri alma dürtüsü hissettim.

Tahmin ettiğimden daha fazla yardıma muhtaç olduğunu bildiğim için onu burada öylece bırakamazdım.

Bu yüzden çocuğu alıp evimdeki kanepeye serdiğim eski bir battaniyenin üzerine yatırdım.

Televizyonun sesini tamamen kıstım. Onu ürkütmemek için radyoyu da kapattım.

Dikkatlice yanına oturup yüz hatlarını incelemeye başladım.

Neredeyse transparan görünen kireç gibi teni yağ, kir ya da çamurla kaplıydı.

Siyah saçları darmaduman ve yağlıydı.

Elmacık kemikleri fazla belirgindi. Yüzünde muhtemelen hiç yağ olmadığı için çene hattı da keskindi.

Dilediği kadar uyuyabilmesi için onu kendi hâline bırakıp sessizce televizyon izlemek için arkama yaslandım.

O kirli yerde ne kadar uyuduğunu ya da daha öncesinde bir döşekte uyuyup uyumadığını bile bilmediğim için şimdilik ona ilişmemem en iyisiydi.

Saatler geçmesine rağmen çocuk kılını bile kıpırdatmamıştı. Tek hareketi küçük ve kemikli elini battaniyenin üzerinden kaydırmasıydı.

Aniden sıçrayarak kanepeden düşünce, onu huzursuz eden bir şey hissettiğini tahmin ettim.

İyi olduğundan emin olmak için ayağa kalksam da dizlerinin üzerinde doğrulmaya çalışırken beni görünce donup kaldı.

Yüzüne düşmüş yağlı saçlarıyla küçük bedeni yeniden titremeye başlarken, yeşil gözlerinin korkuyla dolu olduğunu görebiliyordum.

Ayaklarını sızlanarak geriye doğru sürüyüp benden uzaklaştığında, ışıklandırılmış apartman dairesine ve şehre bakan boydan boya pencerelere baktı.

Pencerelerden anında uzaklaşarak kanepenin arkasına atladı.

Yalnızca içgüdüleriyle hareket ettiğini fark ettiğimde onunla işimin çok zor olduğunu anladım.

Bildiği tek şey buysa bunu aşamama ihtimali bile olduğu için, ona başka türlüsünü öğretmek hiç kolay olmayacaktı.

Sokaktaki yaşama uyum sağlamak için beyni kendini yeniden şekillendirmiş olabilirdi.

Mümkün olduğunca ondan uzak durarak yavaşça kanepenin etrafından dolanıp, daha sakin görünebilmek için korkmuş bir hayvanın yapacağı gibi yere eğildim.

Büyük yeşil gözleri dolarken, tıpkı ara sokakta yaptığı gibi dizlerini yüzüne çekti.

“Şş, şş, bir şey yok. Canını yakmayacağım, söz veriyorum. Burası güvenli. Burada başka kimse yok. Sadece sen ve ben.”

Gözünü korkutmamak için kaslı yapımı olabildiğince küçük göstermeye çalışırken, yatıştırıcı ve nazik bir tonda konuşmaya özen gösteriyordum.

Dakikalarca bana baktıktan sonra arkasına dönse de gözünün ucuyla beni kontrol ediyordu.

Büyük ihtimalle evini yağmaladığım ve küçük çatı brandasını mahvettiğim için güvende olduğuna inanmıyordu. Bu yüzden taktiğimi değiştirmeye karar verdim.

“Aç mısın ufaklık? Sana yiyecek bir şeyler hazırlayayım mı?”

Bakışları anında bana kayınca benden yemek kabul etmek için verdiği iç mücadeleyi gördüm. Karar veremeden midesinin guruldadığı duyuldu.

Bunun üzerine kıkırdadım. “Midene kulak versen iyi olur, aç kalmak istemezsin, değil mi? Bir şeyler hazırlayayım. Hemen dönerim.”

Ben ayağa kalkıp basit bir sandviçin midesine iyi geleceğine karar vererek tertemiz mutfağa yürürken beni izliyordu.

Zaten daha fazlasını bünyesi reddederdi. Bu kadarı şimdilik yeterliydi.

Sandviçi hazırlamam beş dakika sürdükten sonra mermer adaya tabağı koyarken, yerinden kıpırdamadan beni izleyen çocuğa baktım.

“Yerde yiyemezsin, gel buraya otur. Bunu bitirebilirsen, sana bir tane daha yapacağım. Ama sandviçi oraya getiremem. Biz masada yemek yeriz.”

Kilim serili parke zemine nasıl yürüyeceğini bilmiyormuş gibi bakarken tereddütlü görünüyordu.

Ayağa kalkmak yerine, yerdeki sahte kürklü halılardan kaçınarak yerde sürünerek ilerliyordu.

İçimdeki dominant oldukça keyifliydi, çünkü o yeni sahiplendiğim küçük bir evcil hayvan gibiydi ve ona bakmam gerekiyordu.

Onu sokaktan kurtardığımı, ona başını sokabileceği bir çatı ve yemek verdiğimi bilmek bile inanılmaz bir düşünceydi.

Şimdilik bunun değerini anlayamasa da birkaç hafta sonra eskisinden daha iyi hissettiğinde buna şükredecekti.

Benden birkaç adım ötede durup sandalyeden destek alarak yavaşça ayağa kalktı.

Göğsüme kadar geldiği için yaklaşık bir altmış beş boylarında olmalıydı, benim boyumun yaklaşık iki metre olduğunu düşünürsek yanımda ufacık kalıyordu.

Her ne kadar onu sandalyeye oturtmak istesem de dokunulmaktan hoşlanmayacağını biliyordum. Bunun yerine yavaşça ve temkinle sandalyeye oturmasını izledim.

Yerine yerleştikten sonra tabağı ona yaklaştırdığımda elim görüş alanından çıkar çıkmaz sandviçini yumuldu.

Birinin bu kadar hızlı yemek yediğini hiç görmemiştim. Muhtemelen hiçbir şeyin tadını bile alamamıştı. Durum içler acısıydı.

Sandviçini bitirdiğinde bir köpek yavrusu misali kocaman yeşil gözleriyle bana baktı.

Sırıtıp sessiz talebine karşılık vererek ona bir sandviç daha hazırlandım.

Sandviçi tabağa koyup hızla önünden çektiğimde şaşkınlıkla sızladı.

“Bu sefer yavaş ye. Çiğnemeden yemek tehlikeli, boğulmanı istemeyiz. Bunu benim için yavaşça yiyebilir misin?”

Gözlerini kırpıştırarak bana baksa da sonunda başını onaylarcasına salladı.

Gülümseyerek sandviçi geri verdiğimde, bir lokma ısırdıktan sonra sahiden çiğnedi. Tekrar geri almayacağımdan emin olmak için birkaç kez bana baktığında, gülümseyerek başımı salladım.

Yedikçe rahatlıyor gibiydi. Yemeğini bitirdiğinde titremesi geçmişti.

Nereden baksak bir başlangıçtı.

Etrafımda kölelerin olmasından yer etmiş bir alışkanlıkla onu, “İyi iş çıkardın, tebrik ederim,” diyerek övdüm. Gözlerinin içi parladığına göre bu hoşuna gitmiş olmalıydı.

“Sende bir şeyler var, kesinlikle iyi bir başlangıç. Şimdi benim için bir soruya cevap verip veremeyeceğini görmek istiyorum.”

Ona dokunmayacağım kadar mesafemizi koruyarak yavaşça adaya yaslandım.

Gözlerini kırpıştırdıktan sonra arkasını dönüp masaya, lavaboya, sandalyeye ve hatta mutfak havlularına baktı.

Dikkatini tekrar bana vermesi için parmaklarımı şıklattım.

Başını kaldırıp gürültünün nedenini bulmak için bana baktığında, ona göstermek için parmaklarımı bir kez daha şaklattım.

“Bana odaklanmanı istiyorum canım. Benim için bir soruya cevap verebilir misin?”

Tepki vermesi bir dakika sürse de endişeli görünmesine rağmen başını onaylarcasına salladı.

“Teşekkür ederim. Bana adını söyleyebilir misin?”

Soruyu anlamamış gibi göründüğü için açıklamaya karar verdim.

“Sana nasıl hitap edebilirim?”

Gözlerinin içi heyecanlı bir köpek yavrusu gibi parlarken kocaman gözlerle doğruldu.

“Ah! Oradaki adam Zyon dedi.”

Ergenliğe yeni girmiş gibi ara sıra çatallanan sesi yumuşaktı. Narin ve zarifti.

Oradaki adam da kimdi? Her kimse ona muhtemelen küçükken bu ismi vermişti.

“Zyon. Sevdim. Ne zamandır o ara sokaktasın, Zyon?”

Sokaktan bahsettiğim anda gözlerinin içi ışıldarken dudaklarında iyimser bir gülümseme belirdi.

“Ben şimdi eve gitmek mi?”

Sesinde saf bir mutluluk vardı. Onu üzmek zorunda kalmak canımı yaksa da oraya dönmesine izin vermezdim.

Başımı iki yana salladığımda aydınlık gözlerinin solduğunu gördüm.

“O sokakta yaşamana izin veremem, Zyon. Orası pis, kış kapıda ve senin daha iyi bir sığınağa ve hayatta kalmak için yiyeceğe ihtiyacın var.”

Sızlanarak, güvenli sığınağını terk etme düşüncesiyle yeniden titremeye başladı.

Birden ortaya çıkıp evini mahvettiğimi ve sonra onu bilmediği bir yere getirdiğimi bildiği için, onu neden burada tuttuğunu anlamadığını biliyordum

Ona adını veren adamı bulmalıydım. Bana Zyon’la ilgili daha fazlasını anlatabilirdi.

Karşımdaki çocuğun ne kadar süredir sokakta olduğunu anlayacak ya da daha fazla soruya cevap verecek kadar bilinçli olmadığını biliyordum.

“Şuna ne dersin? Bu gece bana ve buraya bir şans verirsen, dışarı çıkıp oradaki adamı ziyaret ederiz.”

Hevesi kırılmış gözleriyle başını onaylarcasına salladı. Neyse ki teklifimi kabul etmişti.

Gülümsedim. “Teşekkür ederim, canım. Şimdi güzel bir banyoya ihtiyacın var. Temizlenmene yardım etmeme müsaade eder misin?”

Bana ona dokunmama ya da onu çıplak görmeme izin verecek kadar güvenmediği için anında başını iki yana salladı.

Bunu tahmin etsem de gerektiği kadar iyi yıkanamayacağından endişeliydim.

“Peki. Gel, sana banyoyu gösterip temiz kıyafetler getireyim.”

Sandalyeden dikkatlice inip ayakları yere değdiği anda dizlerinin üzerine düştü.

İstediği sürece emeklemesine aldırmadığım için, hiçbir şey söylemeden onu oturma odasına, koridora, banyoya ve yatak odama götürürken ayak uydurabileceği kadar yavaş yürüdüm.

Onun emekleyişini duymak, sığınmak, beslenmek ve sahip olduğundan daha iyi bir yaşam sağlamak için bana güvendiğini bilmek dominant tarafımı rahatlatıyordu.

Banyom kocamandı. Yatak büyüklüğünde bir jakuzi ve tamamen camdan yapılmış duş kabinim vardı.

Onu önce duşla mı yoksa küvetle mi tanıştıracağıma karar vermeye çalışırken, uzunca süredir temizlenmediği için duşun onu biraz korkutacağını düşündüm.

O yüzden jakuzide karar kıldım.

Suyu açtığım anda ani su fışkırmasıyla irkildiğini duydum.

“Bir şey yok canım, sadece su, sana zarar vermez.”

Suyun onu yakacak kadar sıcak ya da üşütecek kadar soğuk olmasını istemediğim için, onu rahatlatırken sıcaklığı ayarlamaya çalışıyordum.

Kontrol etmek için elimi suyun altına koyunca, mükemmel ısıyı yakalayarak memnuniyetle mırıldandım.

Zyon daha önce hiç insan görmemiş gibi bana bakıyordu. Kıçının üzerine oturmuş elleriyle fayansı ovuşturuyordu.

“Şimdi beni iyi dinlemeni istiyorum, tamam mı?”

Ellerimi dizlerimin üzerine koyarak onun hizasına indim. Başını salladığında devam ettim.

“Köşede iki şişe var. Biri şampuan, diğeri ise duş jeli. İkisini de denemeni istiyorum. Şampuan saçın, duş jeli ise vücudun için. İkisini de gözüne kaçırmamaya dikkat et.”

Zyon talimatlar karşısında gözlerini şaşkınlıkla birkaç kez kırpıştırdığında, ne kadar yanlış bir düşünce olsa da kafasının daha da karışmasını istiyordum.

Şişeleri doğru tutamayacağını, kendini temizleyemeyeceğini ve köpükleri gözlerinden uzak tutamayacağını anlarsa yardım etmeme izin verirdi.

Üzerinde yılların pisliği olduğunu ve kirle yaşamaya alıştığı için nasıl yıkanacağını bilmediğinden doğru dürüst yıkanamayacağından emindim.

Tereddütle başını salladığında ona sırıtarak karşılık verdim.

“Teşekkür ederim. Küvet doldu. Soyunup suyun içine gir. Ben gidip kıyafet getireyim.”

Suyu kapattıktan sonra ona tekrar gülümseyerek banyoyla bağlantılı yatak odasına geçip kapıyı arkamdan kapatsam da onu duyabilmek için hafifçe aralık bıraktım.

Eski uzun kollu siyah bir tişört ve koyu kırmızı bir iç çamaşırı çıkardıktan sonra banyoda şaşkınlıkla inlediğini duydum.

Kendi kendime sırıtarak onu kontrol etmeye gidip kapıyı çaldıktan sonra onu küvette, köpüklerle sarılmış hastalıklı ve kırılgan bedeniyle gördüm.

“İyi misin? Yardım ister misin, canım?”

Bir anlığına yere bakarak başını onaylarcasına sallayıp yaklaştığımı duyunca tekrar yukarı baktı.

Küvetin kenarına oturup bir lif alırken ona nazikçe gülümsedim.

Köpüklerin kaynağı duş jelinin ve şampuanın suyun içinde yüzdüğünü gördüm.

“Yardım istemen sorun değil. Kaldı ki yardım istemeni istiyorum. Sana yardım etmek istiyorum.”

Lifi ıslatıp köpürtürken Zyon şaşkınlıkla önce bana sonra da ellerime baktı.

“Sana dokunabilir miyim?”

Yutkundu. Birkaç dakika sürmesine rağmen sabırla bekliyordum. Bir insanın ona yıllardır dokunmamış olma ihtimalinin bilincindeydim.

Başını onaylarcasına sallamasıyla, ben dikkatlice ama detaylı bir şekilde sırtını yıkamaya başlarken nemli saçlarının arasından bana bakıyordu.

Omurgasının çıkıntılarını, kaburgalarının çizgilerini hissettiğimde öfkeyle hırlamamak için kendini tuttuğunu görebiliyordum.

Duş jelini sırtına ve gövdesine masaj yaparak sürerken kaslarının yavaşça gevşediğini, sonunda ellerimin altında tamamen rahatladığını hissettim.

Onun memnun iç çekişini duymak kalbimi eritmek için yeterliydi.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok