Milyarder CEO - Kitap kapağı

Milyarder CEO

Marie Hudson

Danny ile Tanışma

DANIELLE

Resepsiyon görevlisi bunu tekrar yapmaktan ölümüne sıkılmış gibi soğuk, düz bir sesle, “Otuz beş numara,” diye seslendi. “Bay Tucker şimdi sizinle görüşecek.”

Yavaşça ayağa kalkıp, uyuşmuş bacaklarım üzerinde yürümeye çalışırken kalp atışlarım hızlanmaya başladı. Önüme çıkan devasa kapılara yürürken zarif görünmek için elimden geleni yaptım.

Bir yandan dosyayı göğsüme bastırırken bir yandan da dualarımın cevabının o kocaman kapıların ardında olduğunu umuyordum. Buradaki herkesin kalbimin göğsümden çıkacak gibi attığını duyduğuna yemin edebilirdim.

Sade, mavi bir elbise ile düz, beyaz ayakkabılarla yanlarından geçtim. Geri kalan herkesin üzerinde pahalı mücevherlerle, tasarım elbiseler ve ayakkabılar vardı.

Derin bir nefes alıp en az bir metre uzunluğundaki devasa, altın kapı kollarını yavaşça ittim.

Danny Tucker'ın ofisine girdiğimde bacaklarım hafifçe titremekle kalmayıp gerginliğim de şimdiye kadarki en yüksek seviyesine çıktı.

Tasarımı oldukça lüks olan ofis benim gibi sıfırdan gelen biri için nefes kesici bir yerdi.

Adamlar, arkamdan sessizce kapanan kapıya bakan, kocaman, siyah bir masanın etrafında oturuyorlardı. Masanın benim olduğum kısmında şehri gören uzun pencerelere bakan büyük, siyah, deri bir koltuk vardı.

Duvarın karşısında siyah ahşaptan yapılmış devasa dolaplar, arkamda da sımsıkı kapalı olan başka bir ahşap kapı vardı.

Adamların karşısındaki sandalyeye geçip hepsini tek tek inceledim. En sağımda yaşlı bir adam vardı. Beyaz saçları, delici mavi gözleri ile dördünün en arasında en yaşlısı o gibi duruyordu.

Yüzü oldukça yumuşak olsa da sert bir çene hattına sahipti. Yaşlı olduğunu gösteren tek şey birkaç kırışıklıktı.

Yanında yirmi beş yaşından büyük görünmeyen genç bir adam vardı.

Yakından bakınca yaşlı adama neredeyse ikizi gibi benzediği, sadece onun daha genç bir versiyonu olduğu görülebiliyordu. Aynı mavi gözlere, pürüzsüz yüze sahip olmakla birlikte ince bir fiziği vardı.

Yanında ondan biraz daha büyük görünen başka bir adam oturuyordu. Çok keskin bir çene hattı; kalın kahverengi saçları; delici, sert kahverengi gözleri vardı. Yüzü çok tanıdık gelse de nereden tanıdığımı tam olarak çıkaramadım.

Sadece sert duruşuna bakmak bile tüylerimi diken diken etti. Adam standartlarına uymadığını düşündüğü her şeye saldırmaya hazır gibi sert görünüyordu.

Son sandalyedeki adam aralarında en genci gibi görünüyordu. Kahverengi saçları, yumuşak kahverengi gözleri, yumuşak gülümsemesiyle çok yakışıklı bir adamdı. Ona bakmak korkumu biraz olsun azalttı.

Vücut hatlarını belli eden takım elbiselerinin altında hepsi çok kaslı görünüyorlardı.

İçlerinde en hoşuma giden kişi sonuncusu oldu. Kocaman bir et parçasıyla kurtlar sofrasına girmişim gibi hissettirmeyen tek kişi oydu.

“Oturun, hanımefendi,” dedi, babadan sonra en büyük görünen adam. “Fazla zamanımız yok. Kişi başına en fazla beş dakika görüşme yapabiliyorum.”

Hemen sandalyeye geçip dosyamı oldukça pahalı görünen masanın üzerine bıraktım. Her an boynumu kırabilecekmiş gibi duran soğuk adam dosyayı hemen aldı.

Yüzünde hiçbir duygu belirtisi olmadan, kömür gibi kara bakışlarla hızlıca taramaya başladı.

Yaşlı beyefendi beni sakinleştirmeye çalışırmış gibi nazik bir ses tonuyla “Adınız nedir?” diye sordu.

“Danielle Campbell, efendim,” dedim, alçak sesle.

“Nerelisiniz?”

“Los Angeles'ın kuzey yakasından efendim,” dedim, gerginliğimi belli etmemek için yine alçak sesle.

Dosyamı tutan adam taş gibi donuk bir yüzle, “Fakirsiniz yani?” dedi.

“Evet efendim,” diye cevap verdim, sert bir sesle. “Ben hep fakirdim. İstediğimi elde etmek için hep çok çalışmak zorunda kaldım.”

Grubun en genci hafifçe öne eğilerek, “Neden ilana dönüş yaptınız?” diye sordu.

Gözlerim hemen ona kaydı. “Paraya ihtiyacım var. Kız kardeşim çok hasta. Hayatını kurtarmak için gereken tedavi ile ameliyatı karşılayamıyorum. Zamanım hızla azalıyor.”

“Vay canına, dürüstçe cevap veriyorsun, ha?” dedi ortanca kardeş.

“Biz de abimizi sevdiğinizi, onunla evlenmek için sabırsızlandığınızı, ona istediği çocuğu vereceğinizi söyleyeceğinizi düşünmüştük. Buraya gelen tüm kadınlar böyle söyledi.”

“Kusura bakmayın efendim ama,” dedim, daha sert bir şekilde. “Bir insan hiç tanımadığı ya da iki gün öncesine kadar bir gelin aradığından bile haberi olmadığı bir adamı sevdiğini nasıl söyleyebilir?”

“Okuduklarıma göre adam asla bir yuva kurmayacak, kendisine ayak bağı olan biri olmadan lüks hayatının tadını çıkarmaya devam edecekmiş.”

Ortanca kardeş arkasına yaslanıp katıla katıla güldükten sonra parlak gözlerini gözlerime dikti.

“En azından, senin için ne kadar mükemmel olduklarını göstermeye çalışan tüm o kendini beğenmiş kadınların aksine dürüst cevaplar veriyor.”

“Kapa çeneni, Steven! Bu konudaki görüşlerine ayıracak vaktimiz yok,” dedi tam karşımda oturan adam.

Sonra bana dönüp, “Paraya neden ihtiyacın var? Ama lafı dolandırmadan, dürüstçe cevap vermeni istiyorum. Anlaşıldı mı?” diye sordu.

“Küçük kız kardeşim birinci evre lösemi hastası. Bu yüzden tedavisini ya da ihtiyacı olan ilaçları karşılayabilmek için paraya ihtiyacım var.”

“Evet, etrafta hastaneler var ama on sekiz yaşında olduğu için bir çocuk hastanesinden ücretsiz tedavi alamıyor. Ayrıca onu başka bir yere götürmek için gereken uçak biletini de karşılayamıyorum.”

Kucağımda duran ellerimi yavaşça sıktım.

“Yani kız kardeşinin tedavi ve ameliyat masraflarını karşılamak için hiç tanımadığın biriyle evlenip ona bir çocuk vermeye hazırsın, öyle mi?” dedi adam, hafifçe tıslayarak.

Soğuk, karanlık gözlerine bakıp başımı salladım. Ne kadar göz korkutucu olurlarsa olsunlar kimsenin meydan okumasından geri adım atmazdım.

“Evet, efendim. Kız kardeşim benim her şeyim. Onun hayatını kurtarmak için ne gerekiyorsa yaparım. Birbirimizden başka kimsemiz yok, bu yüzden onu hayal kırıklığına uğratmayacağım,” dedim, başımı dik tutarak.

“Anladığım kadarıyla anne ve babanız bir uçak kazasında öldükten sonra sizi büyükanne ile büyükbabanız büyütmüş, öyle mi?” diye sordu Danny.

“Evet, ikisinin de kalp rahatsızlıkları vardı. Bir ay arayla kalp krizinden öldüler.”

“Eski bir değirmen köyünde, bize bıraktıkları küçük bir evde yaşıyoruz,” dedim, canlarının istediği her şeye sahip olan bu adamların yanında yaşadığım yerden utanarak.

“Evet, özgeçmişinizin ne kadar ayrıntılı olduğunu görebiliyorum. Başka şeyler de var. Sadece liseden mezun olmuşsunuz. Yani, çok eğitimli biri değilsiniz. Hiç yüksek sosyeteden insanlarla bir arada bulundunuz mu?”

Beni konuşmaya bile değer görmeyen adama ters ters baktım.

“Hayır. Büyürken fazla paramız yoktu. Liseyi birincilikle bitirdikten sonra Harvard dâhil birçok üniversiteden onlarca burs teklifi aldım.”

“Büyükannemle büyükbabamın hasta kız kardeşimi tek başlarına büyütmelerine izin veremezdim, bu yüzden tedavi için para biriktirmeye çalışırken diğer masraflarımızı da karşılayabilmek için iki işte birden çalıştım.”

En genç olanları dirseklerini dizlerine koyup, öne eğilerek, “Saç renginiz doğal mı yoksa boya mı?” diye sordu.

Alt dudağımı ısırıp hafif kızıl ışıltılara sahip kıvırcık, sarı saçlarıma dokundum.

“Saç rengim doğal. Büyükannemin saçı da aynı renkteydi. Babamın da tıpkı erkek kardeşi gibi koyu kahverengi saçları olduğu için saç rengim bir nesil atlamış sanırım.”

“Bakire olman dışında seni eşim olarak düşünmemi sağlayabilecek hiçbir özelliğin yok. İçinde bulunduğum çevrelere girecek sosyal becerilerden de yoksunsun.”

“Çok kibar olman da karım olmana yetmez,” dedi adam, o soğuk gözlerini yüzüme dikip, çenesini sıkarak.

Dosyamı kapatıp, pahalı ahşaptan yapılmış masanın üzerine bırakarak yavaşça bana doğru itti.

Kardeşlerin en genci neşeli bir sesle, “Yine de sana bir teklifim var,” dedi.

“Neymiş o?” dedim, dönüp ne kadar fakir olduğumu umursamıyormuş gibi görünen gözlere bakarak.

“Kız kardeşinin tedavi masraflarını karşılamak istiyorum. Hemen şu an arayıp günün uygun bir saatinde randevu alabileceğimiz bir sürü doktor var.”

Bunları söylerken gözleri parlıyordu.

Kız kardeşimin tedavi masraflarını kolayca karşılayabilecek dosyayı masanın üzerinden alıp ayağa kalktım. Gözleriyle beni takip eden dört adama hafifçe gülümsedikten sonra başımı salladım.

“Hayır, teşekkür ederim. Buraya parayı doğru şekilde almak için geldim.”

“Çevrelerine sokmaya bile layık görmedikleri fakir bir kızın tedavisine nasıl yardım ettiklerini sosyetedeki dostlarına anlatarak övünmek isteyen birilerinin hayır işi olmak için değil.”

Sesim giderek daha da yükseldi. Beni bu şekilde kullanmaya nasıl cüret ettiklerini anlayamıyordum.

Dosyamı kolumun altına sıkıştırıp, kapıya yürürken omzumun üstünden arkaya baktım.

Adamların yüzlerindeki şok ifadesini görünce değerli zeminlerine düşmesini istemediğim dosyamı sımsıkı tutarak gülümsedim.

“Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim, beyler. İlanda belirttiğiniz kriterleri karşılayamadığım için üzgünüm,” dedim, çok nazik bir ses tonuyla.

“Prim yapmak için hayır yapabileceğini düşünen zengin birinin ha demesiyle sadaka alacak kadar yardıma muhtaç değilim.”

“Kız kardeşimin ne kadar ihtiyacı olsa da gereken parayı eski usullerle kazanacağım.”

Bununla birlikte, iç tarafında altın bir plaka bulunan büyük kapıyı iterek açtım.

Ben çıkarken grubumdaki diğer kadınların tümünün başları bana çevrildi.

Odadan diğerleri gibi gözyaşı dökmeden, başım dimdik çıkışımı şaşkınlık içinde izliyorlardı.

Bir sandalyeye oturup grubumuzun işi bitip hepimiz binadan çıkarılana kadar beklemeye başladım. Bu sırada, dualarıma cevap vereceğini sandığım kapıların kapanışını izliyordum.

Sonunda hepimiz asansöre bindiğimizde, görevli kadın lobinin düğmesine bastı ve asansör bizi otuz kat aşağıdaki gösterişli lobiye götürmeye başladı.

Mükemmel bir şekilde cilalanmış zeminden geçip dışarı çıktıktan sonra iç çekip başımı öne eğdim. Köhne mahallemdeki evime ulaşmak için işlek caddelerde yirmi dakika kadar yürüdüm.

Minik verandamıza çıktığımda çok neşeli bir kız tarafından sımsıkı kucaklandım.

Dört odalı küçük evimize girip her an paramparça olacakmış gibi gıcırdayan eski püskü kanepeye yayıldım.

Elinde bir bardak suyla yaklaşan Bailey güzel gözlerini kocaman açarak gülümsedi.

Umut dolu bir sesle, “İşi aldın mı?” diye sordu.

Yavaşça başımı salladım. Ona işin ne olduğu konusundaki gerçeği söylememiştim. Tedavi parasını bulmak için bedenimi zengin bir adama satmaya çalıştığımı bilseydi çıldırırdı.

Kendimi kütüphanede okuduğumuz bir kitaptaki kadına benzetiyordum. O kadın da bedenini taşıyıcı anne olarak bir adama satıyordu. Adama âşık olmamak için ne kadar dirense de sonunda birbirlerine âşık oluyorlardı.

“Adamların pozisyon için aradıkları niteliklere sahip daha iyi adaylar vardı. Aradıkları şey için yeterli deneyime sahip değilim,” diye cevap verdim.

Bailey, gülüşü solsa da kurtarıcısıymışım gibi bakmaya devam ediyordu.

Kendimi bildim bileli bu evde olan kanepeden yavaşça kalkarak, “Aç mısın? Bize yemek hazırlayacağım,” dedim.

Kardeşim başını sallayıp, bir paket ramen eriştesinin olduğu mutfağa gelerek tencereye su koymaya başladı.

Elimizde ne varsa yemeye çalışıyorduk. Yiyecek almak için haftada bir kez gıda bankasına gitsem de sahip olduklarımız ancak hayatta kalmamıza yetiyordu.

Erişte hazır olunca iki kişilik küçük masaya oturup yemeye başladık.

Bir süre sonra, tam yemeğimizi bitirdiğimiz sırada dış kapı iki kez sertçe çalındı. Sonra iki kez daha…

Bailey ayağa fırlayıp, “Ben bakarım,” diyerek kapıya gitti.

Saate bakınca akşamın sekizi olduğunu fark ettim. Bu saatte kim gelirdi ki?

Kardeşim o tatlı, neşeli sesiyle, “Evet? Yardımcı olabilir miyim?” dedi.

Daha önce de duyduğum bir ses, “Danielle burada mı yaşıyor?” diye sordu.

Sesin kime ait olduğunu anlayınca donup kaldım. Aklımdan Neden burada? Ne istiyor? Ofisinde durmasını istemediği bir şey mi bıraktım? ~gibi sorular geçmeye başladı.

Bailey nazik bir şekilde, “Evet, lütfen içeri gelin,” dedi.

Danny’yi küçük mutfağımıza götürdüğünü gördüm. Danny hiçbir şeye dokunmak istemiyor gibi ellerini cebinde tutuyordu.

Sanırım evimiz standartlarının çok aşağısında olduğu için bir şeye dokunursa aşağılık pisliğimizin ona bulaşacağını düşünüyordu.

“Merhaba, Danielle. Hayatın sonsuza dek değişmek üzere,” dedi yanıma gelip, gözlerimin içine bakarak.

“Ne demek istiyorsun? Ofisinde bir şey mi unutmuşum?” dedim, şaşkın bir şekilde.

“Hayır, eşyalarını topla. Benimle geliyorsun,” diye cevap verdi, sert bir sesle.

Ayağa kalkıp, kollarımı bağlayarak ters ters baktım.

Sert bir sesle, “Ne? Seninle hiçbir yere gelmiyorum,” dedim.

“Evet, geliyorsun. Bu konuda tartışmaya bile gerek yok,” diyerek emrivaki yaptı.

Bailey'i tutup yanıma çekerken, karşımda durup ezmek istediği bir böcekmişim gibi bakan uzun boylu adamı izlemeye devam ettim.

“Seninle hiçbir yere gitmiyorum. Onu geride bırakamam. Burada tek başına yaşayamaz,” diye itiraz ettim.

“Onu geride bırakmayacaksın zaten. Kardeşin de bizimle geliyor. İkiniz de geliyorsunuz, bu yüzden bir an önce eşyalarını topla da gidelim,” dedi, aynı sert ses tonuyla.

“Ne için? İşi alamadım ki… Kardeşime yardım etmek için başka neler yapabileceğime bakmalıyım,” diye fısıldadım, buruk bir şekilde.

“İşi aldın. Yoksa neden seni almaya gelelim? Hadi ikiniz de eşyalarınızı toplayın da gidelim. Geç oluyor. Eve gitmeye hazırım,” dedi Danny, daha da sert bir şekilde.

“Ne? Yani diyorsun ki...” Neler olduğunu anladığımda sustum.

“Sanırım bunu en basit şekilde şöyle ifade edebilirim: Piyangoyu kazandın ve evleniyoruz,” dedi Danny, sanki bana söylemek istediği asıl şey bu değilmiş gibi sıradan bir şekilde.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok