Ateş ve Şifa - Kitap kapağı

Ateş ve Şifa

Silver Taurus

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Bir köle olan Valkyrie, Dimitri olarak da bilinen Kara Ejderha tarafından alıkonulur. Ancak Valkyrie onun, kaderindeki eşi olmasını beklemiyordu. Öncesinde esir hayatından başka bir şey bilmeyen Valkyrie, ejderhaların kraliçesi olma yolunda oldukça zorluk çekecektir, özellikle de puslu anılar ve içinde tuttuğu güçlerin korkusuyla boğuşurken. Dimitri'nin yeni eşinin haberi her yere yayılırken, komşu krallıklardaki diğer aktörler Valkrie’ye ve karanlık geçmişine ilgi duymaya başlayınca da işler iyice sarpa sarar...

Yaş Sınırı: +

Fazla göster

74 Chapters

Giriş

VALKYRİE

Karanlık pullarının altındaki alevler alacakaranlıkta parlıyordu. Ben ise elimde tuttuğum kılıcı cesaretle ona doğrultmuştum. Bana olan saygısını tüm gücüyle korumaya çalıştığını görebiliyordum.

İçimden güç ve arzu geçerken bedenim titredi. Ben onurlu bir kadınım, kayıp bir savaşçı gibi küllerinden doğabilen bir köleyim. Ateşli kızıl saçlarım rüzgârda savruldu.

Canavar dimdik, tüm kudretiyle tepemde dikilmiş bana bakıyordu.

Sen kimsin?” diye yankılandı canavarın sesi zihnimde. “~Bana adını söyle.”~”

“Benim adım? Valkyrie,” dedim özgüvenli bir şekilde.

Ölüm meleği Valkyrie, diye mırıldandı ejderha.

Bedeninden alevler çıkıyor, altın rengi gözleri içimi delip geçiyordu ama kalbimin korkuyla değil, beklentiyle çarptığını hissediyordum. Bu, kılıcımı indirip kollarına koşmak istememe neden olan bir duyguydu.

Onun her şeyi olmak istememe neden olan bir arzu…

Bu umut muydu?

Yaklaş,” diye fısıldadı canavar baştan çıkarıcı bir şekilde.

Olduğum yerde kıpırdamadan duruyordum. Hafif bir hareketlilik olduğunda bakışlarımı yere indirsem de bir kez daha yukarıya baktığımda onu gördüm.

Gecenin karanlığı kadar siyah saçları, altın rengi gözleri, kocaman gülümsemesi ve sert göğüslü adam yeterince yakınımda duruyordu. Elimi uzatsam ona dokunabilirdim.

Bakışlarım daha da aşağılara kaydığında mükemmel karın kasları gözlerime çarptı; tamamen aşağılara indiğimdeyse kılıcı elimden bıraktım.

Nefes nefese geri çekildim. Karşımda çırılçıplak duruyordu. Onun gibi bir canavar nasıl bir tanrı gibi görünebilir?

Güçlü kolları aniden belime dolandı, bu canavar beni şaşırtıyordu.

Baştan çıkarıcı bir şekilde, “Başka bir yere bakma Valkyrie,” diye fısıldadı yüzüme doğru. “Sadece bana bak, başka kimseye değil.”

“Sen kimsin?” diye sorarken yüzümün utançtan yandığını hissedebiliyordum.

“Ben mi? Ben ejderhaların kralıyım ve sen de benim biricik kölem, eşim ve kraliçem olacaksın,” dedikten sonra canavar bileğimi dudaklarına götürüp hafifçe sırıtmıştı.

“Yeni evine hoş geldin, Onyx Ejderhasının Kölesi.”

DİMİTRİ

İnleyerek yatakta kıpırdandım. Boynumdan göğsüme doğru yumuşak bir şey iniyordu. Tenimdeki bu dokunuş oldukça garipti. Yavaşça homurdanarak arkamı döndüm ve çarşafları çekiştirdim.

Ama aynı his devam ediyordu. Sinirlenerek doğruldum ve yanımdakine hırladım. Gümüş rengi gözleri bana korkuyla bakıyordu.

“Siktir git!” dedim hırlayarak. “Kaybol!”

Geri çekilen çıplak kadın koşarak kendini odadan dışarıya atmakta bir saniye bile gecikmemişti. Kapıyı kapatırken küçük bir hıçkırık sesi duydum ve öfkeyle inleyerek yatağın kenarına oturdum. Huzursuz bir gece daha…

Boynumu çıtlatarak ayağa kalktım ve balkona doğru yürümeye başladım.

İçimde yükselen o öfkeyi hissedebiliyordum. Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Sinirlenmek bana iyi gelmiyordu. Sabahın erken saatlerinde olay çıkarmama gerek yoktu.

Gerinirken birden arkamda birinin varlığını hissettim.

“Orada olduğunu biliyorum; öne çık,” dedim kaşlarımı çatarak.

“Sevgili kardeşimin morali bozuk görünüyor. O kadın sana kahvaltı niyetine sakso çekmedi mi yoksa?” dedi kırmızı gözlü adam sırıtırken.

“Damian, kes şunu,” dedim kaşlarımı çatarak. “Neden buradasın?”

“İhtiyarlar heyetinin seni görmek istediğini haber vermeye geldim. Trollar Krallığı ile ilgili bir mevzu var sanırım,” dedi Damian kaşlarını çatarak. “O piçler savaş istiyor.”

Trollar, içinde ejderha terbiyecilerinin yaşadığı bir krallıktı. Alçaklar o kadar vahşiler ki kendi türlerini umursamıyorlar bile.

O krallıkla birkaç savaşımız olmuştu. Bizi alt etme istekleri diğer krallıkların çok daha ötesindeydi. Özellikle de o kralları…

Kral Gabriel, karşılığında yavru bir ejderhaya sahip olmak için kendi kızını bile öldüren acımasız, lanet bir piçti. Onun gibiler yeryüzünde var olmamalıydı bile.

“Sinir bozucu ihtiyarlar. Bununla başa çıkamıyorlar mı?” derken arkamı dönüp uzun kollu bir tişört kaptım. “Onlardan korkuyorlar mı? Bensiz idare edemeyeceklerse, ne diye ihtiyarlar heyetimiz var?”

“Onları öldürebiliriz. En azından sinir bozucu olanları öldürmek çok da umurumda olmazdı,” dedi Damian gözleri parlarken.

“Hadi gidelim,” dedim, arkamı dönüp uzun koridora doğru ilerlerken.

Ben ejderhaların kralı, Dimitri. Küçük kardeşim Damian benim sağ kolum ve en iyi arkadaşım Leo da sürümüzün generali.

Trollar Krallığı'nın sınırına kadar uzanan, oldukça büyük Errigal Dağı'nda yaşıyoruz.

Son 26 yıldır Trollar Krallığı'yla bir savaşın içerisindeyiz. Açgözlü piçler sadece kalplerimizi almak için türümün peşindeler.

Kalplerimiz değerlidir. Yeterli parası olan herkes bu kalplerden birine sahip olabilir. Özellikle de terbiyeciler ve büyücüler.

Bir ejderha kalbi, sahibine ezici bir arzu, eşsiz bir güç verir. Zihniniz arzu ettiğiniz bir şeyi seçebilir ve onu ejderhanın kalbiyle bir büyüye veya silaha dönüştürebilir.

Trollar Krallığı'ndaki birçok insanın elinde ejderha kalbi var. Ancak son dört yıldır kalpleri elde etmeyi başaramıyorlar.

Bunun nedeni, bir büyücüden yardım alıyor olmamız. Kendisini yakaladığımızda bize sadakat yemini etmişti.

Bir keresinde nedenini sorsam da, kimliğini gizlemesi gerektiğini söylemişti. Bu yüzden, çok fazla üzerine gitmedim ve akışına bıraktım. Ne yazık ki, büyücünün kimsenin bilmemesi gereken bir şeyi sakladığını hissedebiliyordum.

İki devasa altın çift kapıyı açarak içeriye girdim. Göğsümde hafif bir hırıltı titreşmişti. İhtiyarlar bana bakarken gücenmiş görünüyorlardı.

“Majesteleri, hoş geldiniz,” dedi içlerinden biri eğilirken.

“Sadede gel,” diye çıkıştıktan sonra benim gibi iki kişinin daha sığabileceği altın tahtıma oturdum.

Yeşil gözlü ihtiyar, “Trollar Krallığı’nın takas için köle gönderdiğine dair haber aldık,” dedi. “Bu sefer ejderha pullarıyla pazarlık yapmak istiyorlar.”

Geriye yaslanırken yüzümü elime dayadım. Kral Gabriel pul takası mı istiyor gerçekten? Diğer ihtiyarlara bakarken yüzümde alaycı bir ifade vardı.

“Enteresan,” diye mırıldandım, “Kral Gabriel böyle bir şey istiyor olamaz. Bana söylemediğiniz başka bir şey olabilir mi?”

Bütün ihtiyarlar birbirleriyle bakışıyordu. Biri hariç; büyükbabam. Yavaş yaşlanmamıza rağmen, gerçekten kaç yaşında olduğunu belli eden kaşlarını çattı.

Ela gözleri benimkilerle buluştu ve ortamdaki gerilimle herkes sustu.

“Aklında bir şey mi var?” diye sordum kaşlarımı kaldırarak.

Büyükbabam İhtiyar Jerium, hâlâ hayatta olan en yaşlı ejderhalardan biridir. Bir zamanlar bir kral, büyük bir hükümdardı ve merhum babam onun yerini alana kadar sürümüzün koruyucusuydu.

Babam tahta geçtikten on yıl sonra ölünce de tahta ben geçtim.

İhtiyar Jerium, görüşlerini dile getiren birkaç kişiden biriydi, ancak bunu yaptığında her zaman ciddi tartışmalar oluyordu.

Gözlerimi ela gözlerinden bir an olsun ayırmıyordum. Bir an için gözlerinin titrediğini fark ettim ama ifadesiz yüzü bunu çabucak gizlemişti. Tahta dokunurken bir şeyler söylemesini bekliyordum.

İhtiyar Jerium’un yüzüne bir sırıtış yayılırken, “Hepsini öldürmen gerektiğini düşünüyorum, bir kişi bile hayatta kalmamalı,” dedi.

“Öyle kolay pazarlık yapmadığımızı görmeliler. Özellikle de köleler için.”

Benden yapmamı istediği şeyi mırıldandım. Bizden istediklerini o kadar kolay alamayacaklarını göstermek kötü bir fikir değildi.

“Müsaadenizle. Bence İhtiyar Jerium haklı,” dedi bir ihtiyar. “Onlara hiçbir şey vermemize gerek yok. Sadece daha da açgözlü olmak istiyorlar.”

Bütün ihtiyarlar anında tartışmaya başlamıştı. Sinirden gözümün seğirdiğini hissedebiliyordum. Boynumu çıtlatarak elimi tahtın koluna çarptım.

“Yeter! Ne yapacağıma ben karar veririm. Şimdi, kaybolun.”

Herkesin gözleri kocaman açıldı. Bakışlarına bakılırsa, dönüşmeme ramak kala omuzlarımı dikleştirdiğimi görmüşlerdi. Bir iki kez derin bir nefes aldım. Kardeşim Damian gerekirse her an müdahale etmek için pür dikkat bana bakıyordu.

Kimsenin hareket etmediğini görünce ayağa kalktım ve hemen arkamda Damian'la birlikte taht odasından ayrıldım.

“Kardeşim, sakinleşmen gerek,” dedi Damian yanımda dururken.

Yumruklarımı sıkarken içimdeki canavarı sakinleştirmeye çalışıyordum. Son on yıldır eşimin olmaması beni hiç beklemediğim bir şekilde etkiliyordu. Bir ejderha çok uzun süre eşsiz kalamaz.

Diğer yarısına, tam olmaya ihtiyaç duyar. O kişi ejderhanın canavarını evcilleştirebilen tek kişidir.

Ama ne kadar arasam da o kişiyi bulamamıştım. Her kasabaya, her köye, her krallığa, hatta diğer sürülere bile bakmıştım. Sonuç koca bir hiçti.

Diğer yarıma karşı duyduğum özlem benim için dayanılmaz hâle geliyordu. Eşimin tadına bakmayı arzularken huzursuz geceler geçiriyordum.

Bir sürü farklı kadını, insanı, canavarı becersem de, bu içimdeki yangını asla hafifletmiyordu.

Zihnim nefret, intikam ve karanlıkla doluydu. Bu duygular, akıl sağlığımı kaybetmeme neden olacaktı. Basit bir tartışmada bile hemen yer değiştirmeye başlıyordum.

Ve günler geçtikçe, zihnim daha fazla canavarlaşıyor, insan tarafım yok oluyordu.

“On ya da on iki ejderhalık bir grup oluştur. Bakalım bu sefer bize ne tür köleler gönderiyorlar,” dedim, insanın kaskatı kesilmesine neden olan sırıtmam yüzüme yayılırken.

Havalanıp uçmayı beklerken olduğum yerde dimdik duruyordum.

Sarayım, dağ silsilesinin en yüksek zirvesinde yer alıyordu. Etraftaki ağaçlar ve nehirler manzarayı daha da hayranlık uyandırıcı kılıyordu. Burayı seviyorum, evimi.

“Hazırız, Majesteleri,” dedi Damian, tam arkamda durarak. Başımı salladıktan sonra bir kez daha manzaraya baktım ve toplanıp hedefimize doğru uçmak için uçuruma yöneldim.

Uçuruma ulaştığımda, en iyi adamlarımı bir daire oluşturmuştu. Başımı salladığımda hepimiz soyunmaya başladık ve etrafa uçuşan kıyafetlerin arasında senkronize bir şekilde canavarlarımıza dönüştük. Aslında olduğumuz şeye; bir ejderhaya.

Öne geçerek uçurumdan atladım ve ardından hep birlikte Kral Gabriel'ın adamlarıyla buluşmak için güneye doğru ilerlemeye başladık.

Unutmayın, bekleyip ne planladıklarını göreceğiz. Kimse aptalca bir şey yapmayacak. Anlaşıldı mı?” Bütün adamlarım benimle göz göze geldiğinde cevap olarak hırladı.

Hedefimize yaklaşıyorduk. Ay tepede görünmeye başlamıştı.

Dolunay ~sanırım. Dolunayları her zaman severim; beraberinde bir parça huzur getiriyorlar.

Yumuşak bir şekilde hırıldayarak havada dönüp yerde bekleyebileceğimiz bir alana doğru yöneldik.

Uzaktaki meşaleleri görebiliyorduk. O piçler kayalıklara yakın açık bir alana meşaleler dikmişlerdi. Ellerindeki kılıçları ayırt edebiliyordum.

Kaşlarımı çatarak daha ileriye baktım. En az beş adam küçük bir kapıyı koruyordu.

Kardeşim, görünüşe göre köleleri bizimle savaşmaya gönderiyorlar,” dedi Damian zihin bağlantısıyla.

Adamlarımdan biri, “Majesteleri, bakın,” deyince başımı kapıya doğru eğdim.

Köleler vagonlarla gelmeye başlamıştı. Açık alanda en az 40 köle vardı, korkmuşlardı. Bazıları kayalık uçurumların yakınında duruyor, bazıları ağlayarak birilerinin onları kurtarması için yalvarıyordu.

Adamlarıma üç kişilik gruplara ayrılmalarını emrettikten sonra yanımda kalanlarla bir süre daha olanları izledik.

Gözlerim tüm o köleleri ve özellikle de şu anda derin bir sohbete dalmış gibi görünen gardiyanları tarıyordu. Gülerek, iki adamıma da başımı salladıktan sonra yolumuza devam ettik.

Unutmayın, tek bir kişi bile sağ kalmayacak.

Bulut yığınlarının arkasına saklanarak alanı çevrelemiştik. Ay ışığı, öleceklerinden habersiz kölelerin üzerinde parlıyordu.

Ardından, bölgenin ön tarafından gelen tiz bir çığlık duyuldu ve bu işaretle tam hızla aşağıya inmeye başladık.

Yere inerken gözümüzün gördüğü her köleyi öldürüyorduk. Kan kokusu burnuma dolarken zihnim bulanıklaşıyordu.

Kan arzusu her geçen dakika daha da güçleniyordu. Yan taraftan gelen çığlıkları duyunca açıklığın diğer tarafına doğru koşan birkaç köle gördüm.

Kardeşim o tarafa doğru ilerlerken hırlıyordu. Başımı bir bacağı eksik olan gardiyanlardan birine doğru çevirdikten sonra kardeşimi takip ettim.

Hızla uçuruma vardığımda bölgeyi taramaya başladım. Gözüme kırmızı bir parıltı çarpmıştı. Başımı çevirerek arkamı döndüm ve büyük bir gümbürtüyle yere indim.

Kızıl saçlı bir kadının uçuruma baktığını fark ettim. Tam önünde durduğumda dudaklarından bir çığlık kaçmıştı. Bakışlarımı indirip onunla göz göze geldim.

Göğsümde beliren o duyguyu idrak etmeye çalışırken kalbim bir anlığına durmuştu sanki.

Gözlerim karşımdaki kadını içine almıştı. Bilinçsizce bir adım öne attım ama o geri gitti. Korkudan gözleri daha da genişlemişti. Homurdanarak tekrar hareket ettiğimde elindeki kılıcı fark ettim.

Kaşlarımı çatarak ona baktım. Göğsü hızla inip kalkıyor, tüm vücudunu adrenalin kaplarken kalbi çılgınca atıyordu.

Alevlerim yüzünü aydınlatırken yüzündeki ifadeyi görebiliyordum; kararlılık. Hayır, hayal görmüyordum. Elinde bir kılıçla gerçek bir savaşçı gibi görünen bu kadın kararlılıkla tam karşımda duruyordu.

Damian'ın zihin bağlantısıyla, “Ne yapıyorsun, Dimitri?” diye sorduğunu duydum. Tam üzerimizde süzülüyordu. Etrafımdan gelen küçük hırlamalarını duyabiliyordum ama aklım sadece karşımdaki bu kadındaydı.

DİMİTRİ!” diye bağırdı öfkeyle Damian.

Zihin bağlantısından homurdandığını duyabiliyordum.

Bi sakin ol!

Ne bekliyorsun? Öldürsene şunu!

Yapamam,” diye fısıldadım. “~O benim eşim.~”

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok