Batı'nın Kurtları: Av - Kitap kapağı

Batı'nın Kurtları: Av

Abigail Lynne

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Morda Moran liseden yeni mezun oldu ve zorbalarla dedikoduculardan kurtulduğuna memnun... Ta ki bir sınıf arkadaşı tarafından kurtlara atılıncaya kadar.

Kelimenin tam anlamıyla atınca!

Kurtlar Roseburg'daki ormanda dolanıyor ve Morda onlardan kaçmalı. Ama Morda yaklaştıkça, ailesi, yeni arkadaşları ve kendisi hakkında uzun süredir gömülü sırları ortaya çıkaran tamamen yeni bir dünya açılacak.

Fazla göster

Birinci Bölüm

MORDA

Onu yalnız bırakamazdım.

Daha doğrusu daha fazla yalnız bırakamazdım.

Yaralı kargayı avcuma almak için eğildiğimde uzun saçlarım dizlerimi kapattı. Ciddi şekilde yaralanmıştı. Bir kanadı aşırı bükülmüş, diğeri ise neredeyse parçalanmıştı.

Tüyleri tırnaklarım gibi simsiyahtı. Dokunuşum iyi niyetli olmasına rağmen paniklemesine neden oldu. Minik göz bebeği yuvarlanıp oluşturduğum tehdidi değerlendirdi.

Güven vermek için kuş gibi ses çıkardım. Rahatsızca kıvranıp sert kanatlarını kaldırmaya çalıştı. Ayaklarını avcumda hareket ettirirken güçlükle nefes alıyordu.

Onu kavrayan elimin hassas kısmına kalın gagasını saplayınca yaşadığım şokla kavrayışımı yitirdim. Elimden yuvarlanırken bir kanadı inişini yavaşlatmak için yorulmadan çırpınıyordu.

Yere çarptı ve hareketsiz kaldı. Önce kuşa sonra kanayan elime baktım. Mideme saplanan hafif bir sancı hissettim. Bazı şeylere engel olunamıyordu.

“Morda?”

Ormanın ortasında adımı duyunca şaşkınlıkla yukarı baktım. Sınıf arkadaşlarımdan birkaçı benden biraz uzakta duruyordu. Ellerinde bira kutuları ve uyku tulumları vardı.

Teknik olarak artık sınıf arkadaşım değillerdi. İki hafta önce liseden mezun oldum. Grup dikkatle beni izliyordu.

Britt Aiken ayaklarımın dibindeki kargayı fark etti. “Az önce o kuşu mu öldürdün?”

Kargaya baktıktan sonra kafamı onlara çevirdim. Hayır desem de bana inanmaları pek mümkün değildi. Evet desem kafayı yerlerdi. Ben de hiçbir şey söylememeyi tercih ettim.

Britt'in erkek arkadaşı Kale elime baktıktan sonra kaşlarını çattı. “Ellerinde kan var. Sence o...?”

“Düştü,” dedim.

Britt bir kaşını kaldırdı ve arkadaşı Amanda da aynısını yaptı. “Nereden düştü? Boynunu kırmadan önce mi yoksa sonra mı düştü?”

Gözlerimin dolduğunu hissettim ve gözyaşlarımın dökülmesini önlemek umuduyla hızla gözlerimi kırpmaya başladım. Asla, aptalca bir düşünceydi, mezun olduktan sonra sınıf arkadaşlarımla karşılaşmayacağımı düşünmüştüm.

Bunu düşünürken hepimizin aynı küçük kasabada yaşadığını unutmuştum.

“Kuşa yardım etmeye çalışıyordum ama beni ısırdı ve onu düşürdüm.”

“Yani onu sen öldürdün,” dedi Kale. “Düşmesine izin vererek ölümüne sebep oldun.”

“B-ben… Hayır…” Kelimeler ağzımdan çıkarken bocaladım. Niyetimi çarpıtmaya çalıştıkları için üzülmüştüm. Sadece kuşa yardım etmek istemiştim, ölmesini değil.

Amanda, “Muhtemelen kuşun bedenini kurban edecekti, kanını akıtacaktı veya başka bir şey için kullanacaktı,” dedi. “Annesi de bunun gibi delice şeylerle uğraşıyor, biliyorsun.”

Büyük ihtimalle annemin amatörce fal bakmasından ve şehirde doğaüstü malzemeler sattığı dükkanından bahsediyordu.

“Ne yapacaktın, Morda? Şeytan mı çağıracaktın?”

Kızardım ve tüm bedenim uyuşmaya başladı. “Hayır, yardım etmek istedim.”

Britt, kocaman ve yuvarlak gözlerini üzerimden ayırmadan Kale’in kazağını çekiştirdi.

Kale sırıtırken onu başından savdı. “Yardım edecektin, öyle mi? Ona yardım edecektin böylece o da ölülerle konuşmanı sağlayacaktı. Annen bir cadı, değil mi? Bu durumda sen de öylesin?”

Utanç beni duyarsızlaştırıyordu. “H-hayır.”

“Hayır ne?”

“Ben bir şey...”

“Sen sadece bir ucubesin,” diye beni küçümsedi Amanda. “Sen her zaman bir ucubeydin. Giyinme tarzınla, yürüme şeklinle, konuşma şeklinle.” Britt'in ağzı şaşkınlıkla açılırken beti benzi attı.

“Sadece yardım etmeye çalışıyordum,” dedim. Çoktan mağlup geldiğim için artık kendimi savunabildiğim söylenemezdi.

Kale beyaz dişleri görünene dek duygusuzca gülümsedi. Elli kilo fazlası olduğu, tel taktığı sivilceli halini anımsadım.

Onunla oyun oynamak için buluşur ve birlikte zorbalardan kaçardık. Belli ki tüm bunları unutmuştu.

Britt dikkatini çekebilmek için çaresizce Kale'e elini uzatıyordu. Daha önce üzerimde olduğunu düşündüğüm bakışları arkama sabitlenmişti.

Kale onu görmezden geldi ama ben yapamadım. Gözlerindeki bakış ensemdeki tüyleri ürpertti.

“Sen sadece...”

“KOŞ!” Britt çığlık attı ve elindeki biraları yere attı. Birkaç şişe kırıldı ve ikisinin de üstü başı bira oldu.

Kale ıslanmış pantolonuna baktı ve sonra arkamda ne olduğunu gördü. Kaçmadan önce bir saniye bile tereddüt etmedi.

Britt Kale’in arkasında koşarken Amanda onun da arkasındaydı. Arkamdaki şey her neyse onu görür görmez dönüp kaçayım derken tökezlemişti.

Nefesim hızlanmıştı ve midem kaskatıydı.

Korkudan ölmeyeyim diye kendimi sakinleştirmek için derin bir nefes aldım. Yavaşça arkamı döndüm. Bir an için gözlerim çılgınca ağaçları taradı. Onları gördüğümde her şey donup kaldı.

Önümde beş tane kurt duruyordu. Alacalı gözleri beni incelerken hafifçe kısıldı. İçlerinden biri ağzını açtı ve dişlerini ortaya çıkardı.

Koşmak için komut beklerlerken pençeleri toprağı eşeliyordu. Güçlükle nefes alıyorlardı.

Kaçmaya başladım ama saniye geçmeden kurtlar peşime düşmüştü.

Ormanda yaşayan diğer canlılara aldırış etmeden diğerlerinin peşinden koşmaya başladım. Dalların altından geçerek ağaçlara çarpa çarpa koştum. Sertçe çarptığım yerlerimi ovuşturuyordum.

Açıkta kalan ağaç köklerine takıldım ama ileri devam ettim. Arkamdaki uğuldamalar ve havlamalardan kaçmak zorundaydım.

Çabucak diğerlerine yetiştim. Ağaçların arasında benden daha zor zaman geçirmiş gibiydiler. Kurtlar hemen arkamızdaydı. Bizi paniğe sürüklemek için sürekli korkunç sesler çıkarıyorlardı.

İş av olmaya gelince telaşlanmak odaklanmaktan daha çok işe yarıyordu.

Hızlıca diğerlerini solladım. Hıçkıran Amanda'ya acımayacak kadar hızlıydım. Kale tam arkamdaydı. Soluk alışverişi ağırlaşmıştı. Belli ki yorulmuştu. Parmaklarının sırtıma değdiğini hissettiğimde panikledim ve daha hızlı koşmaya başladım.

Bacaklarım yerdeki kütüğe çarptı ama ben ileri doğru düşmeden önce Kale tişörtümün arkasından yakaladı ve beni geriye çekti.

Sırtımı ve kafamı sert zemine çarptım ve Kale’i tepemde görene kadar gözlerim karardı. Üzerimde durmuş bana bakarken kirli suratından terle karışık sümükleri akıyordu.

“Üzgünüm, Morda,” diyerek soluklandı. “Ama ya sen ya da biz.”

“KALE!” Britt çığlık attı.

Kale kafasını kaldırdı ve bize birkaç dakikalık mesafedeki kurtları gördü. “Lanet olsun,” diyerek soludu.

Tekrar bana baktı. Dişlerini sıkıp küfretmeden önce bir anlık kararsızlık onu içine çekti. “Üzgünüm.”

Kale koşmaya başladı. Minik Britt'i ve sürekli tökezleyen Amanda'yı yakaladı. Yüzümü siyah toprağa bastırdım ve hıçkıra hıçkıra ağladım. Her şey buraya kadardı.

Kokusunu aldığım tek şey ter, kir ve yosundu.

Kurtların ayak seslerini duydum. Sürü yakındı ve avlanmaları neredeyse son bulacaktı. Gözlerimi açtım ve birkaç metre ötede çalılık gördüm.

Kendimi çalılığa sürüklemeden önce umutla zeminde ilerledim. Sonra çalıların altına girdim.

Kurtlar arkamdaki son ağaçlığın içinden geçerken yüzümün bir tarafını toprağa bastırıp nefesimi tuttum.

Benim ve Kale’in kokusunun olduğu bölgeye geldiklerinde hızlarını yavaşlattılar.

Ellerim titrediği için onları altıma sakladım. Çalıların yaprakları görüşümü engellediği için neredeyse hiçbir şey göremiyordum. Tam önümde duran kurdun pençeleri hariç.

Nefesimi tuttum. Nefesimin sesi olmasa da kalbimin çılgın ritmi yankılanıyordu. Tüm vücudum korkudan ve gerginlikten tir tir titriyordu. Gözlerim yanıyordu ama onları kapatamıyordum.

Kurt dar alanın etrafında dolaşırken yere eğdiği burnunu gördüm.

Dilimi öyle sert ısırdım ki neredeyse kanatacaktım. İçimdeki basıncı serbest bırakırsam histerik bir şekilde ağlamaya başlayacağımdan emindim.

Yakın mesafede bir kurt uluması duyuldu. Önümdeki kurt kaskatı kesilip ardından ulumaya karşılık verdi. Kısa bir süre sonra Britt, Kale ve Amanda'nın koştuğu yöne doğru koşmaya başladı.

Kurtların ayak sesleri kaybolup orman tamamen sessizliğe bürününceye dek bekledim. Tuttuğum nefesi bıraktım ve dudaklarımdan kan aktı.

Çenemi silmek için elimi kaldırdığımda göğsüm kalkıp iniyordu.

Titreyen parmaklarımı uzattım ve kendimi çalılığın altından çıkarmadan toprağı eşeledim. Alçaktaki dallar saçlarıma ve kıyafetlerime takıldı. Çıplak kollarımı çizdi.

Çıkıp yola oturduğumda gözlerimin arkasındaki bu acıyı dindirebilmek için zorla nefes alıp verirken hızla gözlerimi kırpıştırdım. Bu esnada orman gitgide kararıyordu.

Kale'in hamlesi kuyruk sokumuma ve kafatasıma darbe almama sebep olmuştu.

Başka bir uluma durgun ormanın sessizliğini bozarken ağaçların arasında yükselen yankı sesin nereden geldiğini anlamamamı imkansız bir hale getiriyordu. İlk ulumanın aksine bu sefer diğer kurtlardan karşılık gelmemişti.

Ayağa kalktım ve üstümdeki pisliği silkeledim. Yavaşça etrafımda dönüp ağaçları tararken tanıdık bir işaret aradım.

Bu ormanda çok zaman geçirmiştim ama oldukça büyük bir ormandı ve bana yabancı bir bölgesindeydim.

Paniklemeye başladığımda kalp atışlarımın tekrar hızlandığını hissettim. Diğerlerinin ya da sürünün nerede olduğuna dair en ufak fikrim yoktu. Ve ormanın bu bölümünde başka yırtıcılar olduğuna emindim.

Kollarımı göğsümde bağladığımda güneşin alçalmaya başladığını fark ettim. Kuşu elime aldıktan sonrasında saatler geçmiş gibiydi ama bir saatten fazla olmuş olması imkansızdı.

Geriye dönüp baktığımda neden ormana geldiğimi hatırlamak zordu.

Annem ve teyzem yeni açan herhangi bir çiçekten toplamamı istememişler miydi? Ben de portföyüm için birkaç fotoğraf çekmek istememiş miydim?

Birdenbire sırt çantamı nereye bıraktığım hakkında hiçbir fikrim olmadığını fark ettim. Bir kez daha etrafımda döndükten sonra hangi yoldan gideceğime karar verdim.

Doğru yönde gidip gitmediğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sadece hareket etmeye devam etmenin en iyisi olduğunu düşünüyordum.

Bir adım bile atmamıştım ki çığlık sesleri duydum. Duyduğum ses vücudumun her bir zerresinin donmasına sebep oldu. Bu kesinlikle bir erkeğin çığlığıydı ve çok da uzaktan gelmiyordu.

Çığlıklar uzun ve derindi. Kim çığlık atıyorsa kesinlikle acı çekiyordu.

Çığlık önce ıstıraplı, ardından yalvarışı anımsatan acınası bir inlemeye dönüşürken tüylerim diken diken oldu.

Parçaları bir araya getirdiğimde midem bulanmaya başladı. Kurtlar Kale'i yakalamışlardı. Çığlıklara doğru koşmaya başladım. Zihnim ona yardım etmemi söylüyordu.

Yavaşlamadan önce sadece birkaç adım attım. Çığlık çoktan durmuştu. Artık çok geçti.

O an için sadece Kale'in yakalanmasının Amanda ve Britt'in kurtulduğu anlamına geldiğini umuyordum.

Birkaç saniye içinde kusmaya başladım.

“İyi misin?”

Kalbim ağzımda doğruldum. Birkaç metre ötede kot pantolonlu, yırtık tişörtlü ve uzun boylu bir adam bana bakıyordu.

Boyu neredeyse iki metre gibi duruyordu ama loş ışıkta pek de anlaşılmıyordu.

Hemen yanımdaki kusmuktan utanamayacak kadar çıldırmıştım ve cevap veremeyecek kadar paranoyaktım. Bunun yerine aceleyle geriye adım attım.

Neredeyse dengemi kaybediyordum. Adam bana doğru birkaç adım attı ve sanki beni yakalamak istiyormuş gibi ellerini uzattı.

“Kayıp mı oldun?”

Çok mantıksız geliyordu. Kim bu saatte yürüyüş yapardı ki? Daha da garibi kim bu saatte yırtıcılarla dolu olduğu bilinen bir yerde herhangi bir teçhizat olmadan tek başına yürüyüş yapardı?

Adamın bakışları sabitti ama gözlerinin arkasında hareket eden başka bir şey vardı. Nedense içimde incelendiğime dair bir his vardı.

“Burada tek başına dolaşmamalısın.”

“Neden tek başınasın?”

Adam tek kaşını kaldırdı. Belki de dilsiz olduğumu düşünmüştü. “Çığlık sesi duydum,” dedi. “Onun peşine düştüm ve karşıma çıkan ilk şey sen oldun.”

Hikayesi mantıklıydı ama hâlâ gizlediği bir şeyler vardı.

“Kurtlar vardı.”

“Kurtlar mı?” diye tekrarladı. Sesi alçak ve inançsızdı. “Bu bölgede kurtlar olduğunu bilmiyordum.” Sert bir şekilde yutkundum ama hiçbir şey söylemedim.

Arkasına bakmadı veya yerinden kıpırdamadı ve bu bana garip geldi. Tehlikeli bir şeyin etrafta olduğunu öğrendiğinizde içgüdüsel olarak bir şey yapmaz mıydınız? “Patikaya geri dönmeliyiz.”

“Seninle hiçbir yere gelmiyorum.”

“Burada tek başına kalmayı mı tercih edersin?” diyerek dudak büktü.

Gözlerim doldu. “B-ben…”

Kelimeleri ağzımda evirip çevirmem yüz ifadesinin değişmesine sebep oldu. “Çığlık atan kişiyi tanıyor muydun?” diye sordu. Başımı salladım. “Sence... Kurtlar tarafından mı yakalandı?”

Tekrar başımı salladım.

Adam uzun bir süre sessiz kaldı ve sonra kendine geldiğinde bana doğru bir adım attı. Hareket etmedim.

“Patikaya geri dönüp şehre inelim. Bekçileri çağırıp onların bakmasını sağlarız. Eğer biri yaralandıysa yardım çağırmalıyız.”

“İki kız daha vardı,” dedim.

“Tamam,” dedi adam tekrar bana yaklaşarak. “Tamam, onlara yardım edebiliriz.” Tereddütle eliyle koluma dokundu. Bana dokunduğu an dengemi yitirmiş gibi hissettim.

Beynimde derin ve uzun bir uykudan uyandıktan hemen sonra çok hızlı hareket etme hissine benzer bir kan akışı hissettim.

Bu duygu kısa bir süre sürdü ve zihnimin merkezindeki çırpınışı hissettim. Bu dokunuş üzerimde garip bir his bıraktı.

Bana nazaran adam sabit bir şekilde duruyordu. Birden kokusu burnuma çarptı.

Misk kokuyordu. Nahoş ya da baskın bir şekilde değil, sadece fark etmemi sağlayacak kadar yoğundu. Çam, toprak ve ne olduğunu anlayamadığım bir tür odun kokusu.

“Adın?” diye sordu adam birdenbire. Sesi bile farklı, alçak ve daha boğuk geliyordu.

“Morda,” diye yanıtladım. Hiçbir şey demedi. Ormanın içinden geçerken kolumdaki dokunuşu nazikti. Tesadüfen olduğum yola sapmış biri için yolu fazla iyi biliyordu.

Anlattıklarından çok daha fazlasını bildiği aşikârdı.

Birkaç dakika içinde patikaya ulaştık. Tam zamanında gelmiştik çünkü güneş artık ufukta görünmüyordu ve neredeyse her yer karanlıktı.

Adam, yürürken kolumu bırakmıştı ama parmak uçları sırtımdaydı.

Çok konuşmadı. Sadece beni alçak dallar ve ayağımızın altındaki kalın kökler hakkında uyardı. Ormana hakimdi ve bu açıkça görülüyordu.

Eskiden dinlediğim hikayeler kulaklarımda yankılanırken aklıma korkunç görüntüler geldi. Tecavüzcüleri, seri katilleri düşündükçe kalp atışım hızlanmaya ve avuçlarım terlemeye başladı.

Adam sert bir şekilde bana baktı ve koyu renk kaşları yukarı kalktı. Mantıksız bir parçam bir an için aklımı okuyabileceğinden korktu.

Tabii ki çok saçma bir düşünceydi ama buna engel olamadım.

“Endişelendiğin bir şey mi var?”

Elimden geldiğince çaktırmadan birkaç derin nefes aldı. Bu kaygı sakinleşmeme yardımcı olmuyordu. “Hayır,” diye yanıtladım. “Sanırım şoktayım.”

“Seni ne kadar süre kovaladılar?”

Ona baktım. “Beni kovaladıklarını nereden biliyorsun?”

“Sadece varsayım,” diye yanıtladı.

Başka bir şey söylemedim. Sadece önümdeki yola odaklandım. Görüşüm bulanıklaşıyordu ve üzerime binen yorgunluğu ve stresi hissedebiliyordum.

Yalnız kalır kalmaz yıkılacağından emindim.

On dakika daha yürüdükten sonra nerede olduğumuzu anladım. Tanıdık bir alana girmiş olmak beni biraz olsun rahatlattı.

En azından adam bana saldırırsa nereye kaçacağımı biliyordum.

Patikada biraz daha yürüdükten sonra ölü kuşa rastladım.

“Dur.” Çantamı sakladığım ağacın altına giderken kuşun yanından geçtim ve kırık camların üzerine bastım.

Tüm eşyalarımın yerinde olduğundan emin olmak için hızlıca çantamı karıştırdım.

“Gitsek iyi olur,” dedi adam.

Başımı salladım ve ona katıldım. Yürümeye başladığımda yanımda olmadığını fark ettim. Geri dönüp baktığımda ormana, geldiğimiz yola baktığını gördüm.

Yüzü geriye dönük olduğu için yüz ifadesini göremiyordum ama hafifçe başını salladığını görebiliyordum.

Döndü ve bana yöneldi. Beni ileri itmek için sırtıma elini koydu. Yürürken yüzünü izledim ama bakışları hiç bana dönmedi.

Elini çektiğinde sırtımda yanan bir el izi bıraktığını hayal ettim.

“Buradan,” diye mırıldandı alçak bir sesle.

Son ağaçlığı geçtik ve hemen Roseburg'un dışındaki geniş bir alana çıktık.

Çoğu yerleşim yerine kıyasla küçük olan kasabayı görmemizi sağlayan ufak bir tepedeydik.

“Hadi,” dedi adam, “Ne kadar hızlı hareket edersek, arkadaşların için o kadar iyi olur.”

İşkence dolu çığlıkları hatırlayınca titredim ve peşinden gitmeye başladım.

Kasabada ormanda olduğundan çok daha dikkatli bir şekilde yürüdük. Sanki gerginmiş gibi sürekli etrafı tarıyordu.

Karakola giderken annemin boş dükkanının önünden geçtik. Geçerken içeri baktım ama içerisi karanlıktı. Hemen ilerisinde karakol vardı.

Roseburg, polis ve bekçiler için ayrı bir karargaha sahip olamayacak kadar küçüktü. Bu yüzden departmanları tek bir yerde birleştirilmişti.

Adamın tempolu yürüyüşünden dolayı karakola çabucak geldik.

Neden bir gencin kurt sürüsü tarafından avlandığı ormanda değil de, Oregon’un en sakin kasabası olan Roseburg sokaklarında böyle hızlı davrandığını çok merak ettim.

“Açıklamayı bana bırak,” dedi adam alçakgönüllülükle. “Çok korktun ve neler olduğunun farkında değilsin.”

Ben bir şey söylemeden kapıyı açtı, beni içeri buyur etti ve ön büroya gitmeden önce beni kapının yanındaki koltuğa oturttu.

Anladığım kadarıyla masanın arkasındaki görevli binadaki tek kişiydi. Roseburg’ta her yer erken kapanırdı. Güneşten önce evine girmeye meyilli yaşlı popülasyonu daha fazlaydı.

“Biz ormandaydık ve karanlıkta yalpalayan bir grup genç gördük. Kırılmış bira şişelerini de görünce fazla içmiş olabileceklerini düşündük.”

“Babalarının zulasını ele geçiren çocukların nasıl olduğunu bilirsiniz. Her neyse, çok karanlıktı ve epey uzaklaşmışlardı. Sanırım onların peşinden birkaç adam göndermeniz iyi olur.”

İtiraz etmeye hazır bir şekilde ayağa fırladım ama adam bana sert bir bakış attı. İlk defa ona düzgünce bakabildim. Uzun boyluydu. Işıkta görünce de emin oldum. Neredeyse iki metre vardı.

Geniş omuzları ve beline doğru incelen bir gövdesi vardı. Saçları siyaha yakındı, gözleri alacalı bir elaydı. Burnu sert görünüyordu ama çarpıktı. Belli ki geçmişte biraz hasar görmüştü.

Görebildiğim kadarıyla yüzünde bir yara izi yoktu ama kolunun üst kısmında bir yara izi gördüm.

Görevliye geri döndü. Kurtlardan bahsetmiyordu.

Bekçilerin sürüden haberdar olması gerekmez miydi? Silahlanmaları gerekmiyor muydu? Peki ya Kale ve duyduğumuz çığlıklar? Bunlar da açıklanması gereken önemli ayrıntılar değil miydi?

“Referans olacak bir isme ihtiyacım var, efendim,” dedi görevli.

Adam başını salladı ve boğazını temizledi. “Steve,” dedi. “Steve Bartley.”

“Teşekkür ederim Steve. Oraya hemen birkaç bekçi yönlendireceğim. Size iyi geceler dilerim.” Steve dönüp bana yürümeye başladı ama sonra duraksayıp görevliye döndü.

“Onlara bir şey olup olmadığını nereden bileceğim?” diye sordu. “İçimin rahatlaması gerek.”

“Haberleri izleyin,” dedi memur acımasızca. “Eğer onlarla ilgili bir şey duyarsan muhtemelen kötü haberdir. Eğer duymazsan güvendedirler.”

“Teşekkür ederim, memur bey,” dedi Steve. “İyi geceler.” Steve doğruca yanıma geldi ve ben karşı koymadan beni kaldırıp dışarı çıkardı. Neredeyse beni itiyordu.

Kaldırıma çıkar çıkmaz ona döndüm. Önce onu azarlamak ardından karakola dönmek niyetindeydim.

“Neden ona tüm hikayeyi anlatmadın?” diye sordum.

“Bütün hikaye bu,” dedi Steve yumuşak bir sesle. “En azından önemli olan tek şey bu.”

“Kurtlardan bahsetmen gerekmez miydi sence?”

“Hayır, gerekmezdi.”

“Ya silahsız bir şekilde oraya giderlerse ve kurtlar onlara saldırırsa? Ona Kale'den bahsetmeliydin, onu bulmaları için onu uyarmalıydın...” Midem ağzıma geldiğinde durup olduğum yerde eğildim.

Yarı yenmiş bir ceset bulma olasılığı.

“Morda?” diye sordu sesi tiz bir şekilde yükselirken. Elini sırtımda hissettim ve mide bulantısı gittikçe büyürken gözlerimi kapattım. “İyi misin? Ne oldu? Seni hastaneye götürmeli miyim?”

“Hayır, Steve,” dedim zayıf bir sesle. “Sadece eve gitmem gerekiyor.”

“Benim adım Steve değil,” dedi Steve olmayan Steve.

Kafamı kaldırıp ona baktım. Yüzümün yeşilin bir tonuna büründüğüne emindim. “Ne?”

“Memura gerçek ismimi söylemek istemedim.”

“Gerçek ismin ne?”

“Ben Harlow,” diye yanıtladı. Kesinlikle bu isim ona daha uygundu.

Doğruldum ve bakışlarımı ona dikerken elimi karnıma götürdüm. “Pekala, Ben. Bence oraya geri dönmeli ve her şeyi anlatmalıyız. Dürüstçe.”

“Hiçbir şey değişmez,” diye savundu Ben. “Tek yapacağın onları korkutmak olur.”

“Kaç bekçi hayatını tehlikeye atma pahasına gecenin bir vakti yatağından kalkıp bir avuç aptal sarhoş ergenleri kurtarmaya gider ki?”

“Yetkililerin güçlü olduklarına inanmayı seviyoruz ama değiller. Sadece sabah olana dek etrafta dolanıyorlar. Ayrıca arkadaşın ölmedi ve artık etrafta kurt yok.”

“Bunu nereden biliyorsun?” diye sordum.

“Kurtlar hızlı katillerdir. Saniyeler için bir hayvanı öldürürler. O çığlıklar fazla uzundu. Son ulumayı duymadın mı? Diğer kurtlar ona cevap vermediler.”

“Bu etrafını sarmadıklarını gösteren bir geri çekilme ulumasıydı. Bahse girerim, kurtlar bölge hattının dışına çıktıklarında pes ettiler.” Cümlesini bitirdikten sonra omuz silkti.

“Ayrıca kurtlar besleniyor olsaydı hırıltı duyardık. Bunların hiçbirini duymadım.”

Başımı salladım. Ben'in söylediği her şey mükemmel bir şekilde mantıklıydı. Bir şey hariç. “Kurtlar hakkında bir şey bilmediğini sanıyordum.”

Ben donup kaldı ve gözleri büyüdü. Yüzü gerilirken ağzı hafifçe açıldı. “Ben...” Cümleye başladı ama devamını getiremedi. “Ben sadece...”

“Bana söylemediğin şey ne?”

Ben boğazını temizledi ve benden uzaklaştı. Gözlerini benden kaçırıyordu. “Buradan eve dönebilirsin. İyi geceler, Morda.”

Aceleyle sokaktan aşağı inip gözden kaybolmasını izledim. Eğer biraz aklım olsaydı bu geceyi, kurtları, onu unuturdum. Ama hiçbir zaman uzak duramadım.

Onu yalnız bırakamazdım.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok