Alfa'nın Misafiri - Kitap kapağı

Alfa'nın Misafiri

Michelle Torlot

Kurt Adam Hapishanesi

GEORGIE

Metal çubukların çınlama sesiyle uyandım. Hücre dün gece olduğundan daha aydınlıktı, aydınlığın duvarın tepesindeki parmaklıklı bir pencereden geldiğini fark ettim.

Hücre kapısının önünde bir tepsi yemek görünce şaşırdım.

Kapımın önünde duran iri gardiyan bana küçümseyerek baktı. Dün gecekinden farklı biriydi.

Battaniyenin altından sürünerek çıktım. Sırtımdaki ve göğsümdeki ağrının daha da kötüleştiğini fark edince acı içinde yüzümü buruşturdum. Tepsiyi aldım ve yan hücreyi benimkinden ayıran parmaklıklara yaslandım.

Gardiyana baktım ama çabucak gözlerimi kaçırdım. Bir yerde kurt adamların gözünün içine bakmanın onları gerçekten kızdırabileceğini duymuştum.

Gardiyanın yüzüne ve duruşuna bakınca neden böyle dediklerini anlamıştım. Tüm enerjisi, herhangi bir insanda görülemeyecek bir hakimiyet yayıyordu. Ayrıca isterse beni ikiye bölebilecek gibi görünüyordu.

Ne kadar kızgın da olsam, kendimi korumam devreye girdi.

Tepsideki yemeklere baktım, bir çeşit yulaf lapası ve bir küçük ekmek vardı. Ayrıca bir bardak su. Beslenmeyi beklemiyordum, bu yüzden tadını çıkaracaktım.

Yan hücreden gelen sesi duyduğumda henüz birkaç kaşık yemiştim.

“Kokuyorsun!”

Bu, dün gece bana çenemi kapatmamı söyleyen sesle aynı sesti.

“Sen de öyle!” diye tısladım.

Bir el parmakların arasından çıkıp ve kirli sarı saçlarımı yakalayıp başımı parmaklıklara doğru geriye doğru yapıştırdığında kelimeler ağzımdan güçlükle çıkmıştı.

“Bütün insanlar kokuyor!” diye hırladı. “Ve biraz terbiye almalısın!”

Saçımı bıraktı, parmaklıklardan anında uzaklaştım.

“Sen de defolup gitmelisin!” deyip tükürdüm.

Kıkırdadı, sonra başını yana eğdi.

“Bir de alıngansın, öyle mi!”

Gözlerimi devirdim ve yatağa oturdum. Bu yemeği ziyan etmeyecektim. Bir daha ne zaman yemek yiyeceğimi bilmiyordum. Gerçi burada tıkılıp kalmak o kadar da kötü değildi. En azından yemeğim ve bir yatağım vardı.

Beni dövmedikleri sürece makuldü.

Yan hücredeki kurt adam bana baktı ve sırıttı.

“Siz ne zaman çelimsiz insanları dövmeye başladınız adi herifler!” diye bağırdı.

Yüzümdeki morlukları görmüş olmalıydı. Yüzümdekiler morlukların yarısı dahi değildi; vücudumun kalanını görmemişti bile.

Sadece kurt adamların insanları dövebileceğini düşünmesi oldukça eğlenceliydi.

Parmaklıklardan adama daha yakından baktım; en az gardiyan kadar iriydi.

Hapsedilme sebebini merak ediyordum. Ne kadar yakışıklı olduğunu fark edince şaşırmıştım. Kahverengi saçları omuzlarına dökülüyordu ve gözleri sarıya çalan bir kahverengi tonundaydı.

Gardiyanın hücre kapısına yaklaşmasını izledim.

“Kes sesini Ash, yoksa yüzündeki sırıtışı sileceğim!” diye hırladı.

Mahkûm Ash gözlerini devirdi. “Beni bu bokla beslemeyi ne zaman bırakacaksın? Çelimsiz bir insan yavrusu için sorun olmayabilir, ama benim ete ihtiyacım var!” diye hırladı.

Gardiyan hücrenin kapısını açtı ve Ash’i boğazından tutup hücrelerimizi bölen parmaklıklara yapıştırdı.

“Çeneni kapamayı öğrendiğinde, haydut!” diye hırladı gardiyan.

Anlık bir korkuyla nefesim kesildi. Aynısını bana yapsalardı, muhtemelen beni öldürürlerdi.

Gardiyan, artık adının Ash olduğunu bildiğim mahkûmun boğazından elini çekerken küçümser gözlerle beni süzdü.

Ash ayağa kalktı. Parmaklıkların arasından bana baktı ve göz kırptı. Sonra hücrenin önüne doğru yürüdü.

Bunu sadece gardiyandan kurtulmak için yaptığını fark ettim. Ayrıca henüz lafını bitirmemiş gibi görünüyordu.

“Belki gözlerini kullansaydın, seni değersiz it, dün gece buraya sürüklediğin insan yavrusunun yaralanmış olduğunu anlardın!” diye hırladı.

Gardiyan hücremin kapısına doğru yürüdü, bana baktı.

“Yaralandın mı?” diye sordu, göğsünden düşük bir hırıltı duyuluyordu.

Omuz silkip hızlıca yemeğime geri döndüm. O an ihtiyacım olan son şey hücrenin demirlerine savrulmaktı.

Cevabımdan memnun kalmadı, kapıyı açtı ve içeri girdi. Boğazımdan tutup duvara doğru itti.

Sırtım duvara çarptığında acı içinde yüzümü buruşturdum, sonra gömleğimi çıkardı, karnıma baktı.

“Hey!” diye hırladım. “Ellerini üzerimden çek!”

Koluna vurmaya çalıştım ama bir duvara vurmaktan farksızdı.

“Bunu kim yaptı?” diye nefesi altından hırladı.

Sadece ona baktım. O beni boğmaya çalışırken tartışacak halim yoktu!

Sonunda boğazımı bıraktı ve geri adım attı. Gömleğimi düzelttim ve boğazımı ovdum. Kırmızı bir iz bırakmıştı ama kalıcı bir hasar değildi. Yine de bunu yaptığı için ona kızgındım.

“Neden buradasın? Neden bir insan yavrusu hücremde?” diye hırladı.

Ash’in güldüğünü duydum. “Ne kadar iyi bir gardiyansın, insanları neden hapsettiğini bile bilmiyorsun,” dedi.

Gardiyan derinden hırladı ve arkasını döndü.

Hücreden bir hışımla çıktı ve kapıyı arkasından çarptı.

Ash’e baktım. “Bunun için teşekkürler!” diye fısıldadım.

Ash bizi ayıran metal çubuklara yaslandı.

“Merak etme insan yavrusu, genelde insanları burada tutmazlar; farkına bile varmadan çıkacaksın.”

Ona bakmak için başımı çevirdim.

Gözlerimi devirdim. “Neden bana yardım ediyorsun?” diye boğuk bir sesle mırıldandım. Galiba gardiyan boynuma düşündüğümden daha fazla zarar vermişti.

“Görünüşe göre bir arkadaşa ihtiyacın var, yavru.” Ash gülümsedi.

Gözlerimi devirdim. “Görünüşe göre senin de!”

Ash tekrar gülümsedi; biraz önce boğulmak üzere olan biri için fazla neşeli görünüyordu.

“Bir adın var mı?”

Başımı salladım. “Georgie,” diye cevap verdim.

Ash mırıldandı, “Ne yaptın? Yani böyle dayak yemenin sebebi neydi?”

Yüzüne bakıp gülümsedim. Ash’in iyi biri olduğunu anlamıştım.

“Sen ne yaptın?” diye karşılık verdim.

Güldü ve başını salladı. “Bilmek istemezsin, ufaklık!”

Kaşlarımı kaldırdım, ama konuyu çabucak bana çevirdi.

“Bunu sizinkiler mi yaptı?”

Gözlerimi devirdim. “Diğer insanları kastediyorsan, evet, yaptılar, ama onlar benim halkım değil!”

Ash kafasını salladı. “Bir de bize canavar diyorlar!”

Gözlerinin içine baktım. “Canavarların şekli ve boyutu önemli değildir. Sizinkiler de sizi çok fazla önemsemiyor gibi görünüyor.”

Ash sırıttı. “Onlar da benim halkım değil!” diye fısıldadı.

Hücremin kapısının açılmasının sesi dikkatimi dağıttı.

Önceki gardiyan içeri girdi.

“Yürüyebilir misin, insan?” diye sordu gardiyan.

Gözlerimi devirdim ve ayağa kalktım. Ona doğru yürümeye başladım. O an yalnızca gövdemin değil bedenimin kalanının da hasar aldığını fark edince topalladım.

“Dur!” diye bağırdı gardiyan.

Kafamı salladım. “Ne var! Yürümemi istediğini sanıyordum, lanet olası kararını ver!”

Kurt adamların süper hızlı olduğunu duymuştum; şimdiyse buna kendi gözlerimle şahit olmuştum.

Gözümü bile kırpamadan, kendimi Ash ile hücremi ayıran metal parmaklıklara yapışmış halde buldum.

“Ne oluyor!” diye inledim.

Şimdi gerçekten canım yanıyordu. Gözlerimi sıkıca kapattım ve dişlerimi sıktım.

Kazandıklarını görmelerine izin verme,~diye kendimi azarladım.

“Saygıyı öğreneceksin, insan,” gardiyan hırladı.

Bileklerimi kavradı ve bunun üzerine bir tıkırtı duydum. Bileklerim arkamdayken soğuk metalin onları sardığını hissettim.

“Küçük sikli iri adam!” diye ağzımın içinde mırıldandım.

Ash’in kıkırdadığını gördüm. Yanağım parmaklıkların arasına doğru sıkışmışken, sırıtmaktan kendimi alamadım.

“Ne dedin?” diye sordu gardiyan.

Cevap vermedim. Bu onu daha da kızdırmış gibi görünüyordu; beni kendine doğru döndürdü ve parmaklıklara tekrar yapıştırdı.

“‘Ne dedin?’ dedim,” yine hırladı.

Dudağımı ısırdım, kafamı salladım ve gözlerimi indirdim, itaatkâr görünmeye çalıştım.

İstediği buydu. Kolumu tuttu ve beni kapıdan dışarı itti.

Beni nereye götürdüğünü merak ediyordum. Sonra, diğer gardiyanın sözleri kafamda çınladı.

Alfa sabah seninle ilgilenecek.

Bildiğim kadarıyla kurt adamların kendi aralarında katı bir hiyerarşisi vardı. Alfa, beta. Bunlardan sonra hangi kıdemin geldiğinden emin değildim. Ama gardiyanların, bu kıdem düzeninde oldukça altlarda olduğunu düşünüyordum.

Bu pek iç açıcı bir durum değildi. Çünkü bu pislik kimi dövdüğünü umursamıyor gibiydi.

Yine de kıdemi, muhtemelen kimseyi öldüremeyeceği anlamına geliyordu. Bu iş alfaya bırakılacaktı.

Yani alfa ya gitmeme izin verecekti ya da beni öldürecekti.

Gardiyan beni itip kakarken bir koridora girdik. Hücrelerden farklıydı. Düz metal bir kapının önünde durdu. Tabelada Sorgu Odası 1 yazıyordu.

Buraya kadardı; sıçtığımın resmiydi. Beni ne hakkında sorgulayacaklarını merak ediyordum. Belki de bu yalnızca beni öldüresiye dövmek için bir bahaneydi.

Ash haklıydı; burada insanları tutmuyorlardı. Mümkün olduğunca çabuk onlardan kurtuluyorlardı. Belki de kurt adamların bir sonraki öğünü ben olacaktım.

Öğünlerinde iyi şanslar, çünkü zayıf bedenimde dişlerine göre et yok!

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok