İyilik Meleği A.Ş.:Canavarın Varisi - Kitap kapağı

İyilik Meleği A.Ş.:Canavarın Varisi

F.R. Black

Bölüm 2

23:34

Çoktan çıkmış olmalıydım.

Geç kalmama neden olan şeyin ne olduğunu bilmiyorum.

Derin bir nefes alıp mide bulantımla birlikte aynadaki yansımama bakıyorum. Gerçekten kendimde miydim?

Kaşlarımı çatıyorum ve avuç içi kadar banyomun içinde gözlerimi aynadaki soluk yansımama dikiyorum. Kesinlikle rengim atmış, ya da sanırım, emin olamıyorum. Sevimli yüzüme ve uzun siyah saçlarıma uzun uzun baktığımda kafam karışıyor.

Eskiden kutsanmış egzotik görünüşümün beni hayatta çok ileriye götüreceğini düşünürdüm, ama dürüst olmak gerekirse bunun daha olumsuz etkiler yarattığını söylemek isterim.

Şimdi, benim hakkımda yanlış bir fikre kapılmadan önce, onların kıymetini bildiğimi söylemek istiyorum. Cidden biliyorum. Bu yüzden beni Houston, Teksas'taki Su Doruğu bakımevine bırakan anneye bu özelliklerim için teşekkür ederim.

Ama bir bakıma, güzel olmamın tıpkı diğer şehirliler gibi beni sağduyu gibi güçlü olmam gereken alanlarda tembelleştirdiğini düşünüyorum.

Genç halime, bilinen bir uyuşturucu satıcısının yakışıklı oğluyla ilişki yaşamaktan ne pahasına olursa olsun kaçınılması gerektiğini söylerdim.

Çünkü ayrılıkları pek iyi karşılamıyorlar. Seni bulup konuşmak istiyorlar.

23:49

"Olamaz," diye kendi kendime söylendim.

Çantamı ve iPhone'umu kapmak için koşarken elim ayağıma dolandı. Parıltısı azalmış mektubu alıp leopar desenli çantama atıp kapıdan çıkarken dua ediyordum.

Elimdeki parlayan bu mektubun hayal gücümün bir ürünü olmadığını ya da yaşayacağım şeylerden pişman olmayacağımı umuyordum.

Bu adamı sekiz dakika içinde bulacaksam yardıma ihtiyacım olacaktı. Üzerimdeki menekşe rengi tulumum, sevimli ve tehlikesiz olduğumu, beyazlar içindeki adamı bulmama yardım etmesi için savunmasız bir adam bulabileceğimi söylüyordu.

Neyse ki Fransız Mahallesi'nden bir blok ötede oturuyordum. Yardım bulabilirdim.

Yardıma ihtiyacı olan genç kadın imajı çizip sevimli görünebilirdim.

5 dakika sonra..

Yanıldığımı gördüm.

"Affedersiniz,—"dedim. Parlak mor pelerinli ve aşırı kostümlü vampir gibi görünen biri omzunun üzerinden dönüp öylece bana baktı.

"Hey!" Yolundan çekildim ve ona ölümcül bir bakış attım. Bu gece acı içinde ölecek. Ya da belki karma en azından bu gece onu uyutmayacak bir ishalle şereflendirecektir.

Birileri bir şeyler biliyor olmalıydı! Bardakları iyice dolmuş gibi görünen, şen ve yüksek kahkahalarla dolu bir grup orta yaşlı turist grubuna doğru yöneldim.

"Merhaba, yardım eder misiniz?!” dedim. Onlara altın mektubumu göstermeye çalışıp, "Büyüleyici bir adam bulmalıyım, kulağa garip geldiğini biliyorum, ama bir tür oyun şovu için."

"Takım elbise giyeceğini tahmin ediyorum—" diye açıklarken elimi salladım.

Deli benmişim gibi yanımdan geçip gittiler!? Utanç içinde dişlerimi sıktım. Kameralı adam cırt cırtlı sandaletleriyle beyaz çorap giymişti.

Bu manzara gerçek bir insanlık suçuydu.

Karmanın bu geceki işi onun için biçilmiş kaftan.

Tek başımaydım.

İki buçuk dakikamı böylelikle kaybettim. “İyilik Meleği A.Ş.! Buraya hanımlar!” yazılı herhangi bir işaret göremiyordum.

Bu gizemli adamı bulmak için kendime sadece 10 dakikayı yeterli görmüştüm. Kendimi ne zannediyordum ki?

Ben berbat bir şekilde her şeyi erteleyen biriyim, zaman kararımı vermek için son dakikaya kadar beklerim. Böylelikle her şeye heyecan katıp yapmam gerekenleri kendim için ilginç bir hale getiriyordum. Tam şu an bunları kendime tekrarlamaya devam edecek ve sakin kalacaktım.

Etrafımdaki insanlara çarparak ilerleyip, sonunda siyah topuklu ayakkabım yere her çarptığında yapışkan bir ses çıkaran sıcak bir sakıza basmayı başardım.

Harika.

Telefonumu kontrol ettim.

11:59

"Ben bir balkabağıyım!" Yaşadığım mağlubiyetle bağırıyor, başarısızlığın vücudumun her santimine sızdığını hissediyordum. Mektubu tekrar okudum ve net bir yol tarifi olmadığından tekrar emin oldum. Nasıl böyle bir şey yapabilirlerdi!

"Ben çürümüş bir balkabağıyım,” diye kendi kendime inledim.

Gözlerim doldu.

Muhtemelen iki gözüm iki çeşme ağlamaya başlayacaktım. Genelde bu kadar duygusal değilimdir.

Yalan.

Garip suratlı çocuğuyla yanımdan geçen bir kadın sanki çocuğuna uzanıp agu-bugu demişim gibi onu kendine çekip hızlıca yanımdan uzaklaştı!

"Oh harika!" Onlar geçerken yoldan çekildim. Şimdi de “Çocukların korkulu rüyasıyım,” diye bağırdım. Burnumu çekip düşündüm, nasıl bir anne çocuğunun bu saate kadar uyanık kalmasına müsaade ederdi ki?

Koluma bir el değdiğini hissettim. Kafamı çevirip uzun boylu, güzel, saçları omuzlarında kızıl bir kadınla göz göze geldim.

Beyaz yazlık elbisesi güzel ama gülümsemesi çok daha güzeldi. Güneyli bir güzel gibi görünüyordu.

"Yardımcı olabilir miyim?" diye sordum, ses tonum istediğimden çok daha kızgın çıkmıştı.

Keyfim hiç yerinde değil, hanımefendi.

"Elinde tuttuğun mektubu fark ettim,” dedi elimdeki kâğıda bakarak başını salladı. "Görünüşe göre ikimiz de Bay Büyüleyici’yi bulmakta zorlanıyoruz."

Ne?!

Söylediği şeyden sonra resmen içime su serpilmişti. Bu demek oluyordu ki, bu geceki tek aptal ben değildim. “Gece yarısı oldu bile,” dedim sesimdeki yenilgiyle.

"Şey," diye başladı, işlek caddelere bakarken, "Söyledikleri yere geç kalırsak kızmazlar. Yani, bu zaten en başından aptalca," diye bitirdi.

Gülüyor ve bana düşüncelerini doğrulamam için umutsuzca gözlerini dikiyordu.

Ve gerçekten, bu çok aptalcaydı. "Sanırım Büyüleyici’yi aramaktan bile utanıyorum. Ama merakıma yenik düştüm.”

Kıkırdadı ve derin bir nefes alıp kendi yüzüne doğru üfledi. "Biliyorum ve bu gece çok sıcak. Eminim şu anda bizi çekiyorlardır. Muhtemelen sadece ikimiz geldik."

Söylediklerine katılıyordum, zira şu an kendimizle dalga geçmekten başka opsiyonumuz yoktu.

Etrafımızda gizli bir kamera ya da yolumuza bakıp işaret eden bir grup insan arıyorduk.

Ama beklemediğim şey, çok yakışıklı bir adamın beyaz bir takım elbise giydiğini görmekti. Bizden çok uzakta değil, sokağın karşısındaki sokakta duruyordu.

Hem olaya uyanıp hem de ona bakarken kahkahalarımız azalarak sessizleşti.

Daha önce o yöne baktığıma yemin edebilirdim ve orada bize doğru gelen parlak bir gülümsemeyle durmadığından emindim. Bu o muydu?!

Başım dönmeye başlamış ve mideme kramp girmişti, nabzım deli gibi atıyordu.

"Sen de onu görüyor musun?" diye zar zor sordum. "Adamı."

"Tabii ki görüyorum."

"Ne yapacağız?" diye sorup gözlerimi kaçırdım, nabzım hızlanıyordu.

"Öpücük atalım? Hiçbir fikrim yok," dedi nefes nefese, onun da sesi titriyordu.

Sırıtamayacak kadar şok olmuştum. Adama dönüp baktığımda, zihnim bu adamın inanılmaz derecede yakışıklı olduğunu fark etmişti.

Bir kapıya yaslanmış, sadece büyüleyici olan eğlenceli bir sırıtışla bize bakıyordu.

"Sence onun da hoşuna gider mi?"

"Ne hoşuna gider mi?"

"Öpücük atsak."

Elimi tutup beni kendine doğru çekiştirdi.

"Oraya gitmeliyiz."

Buna karşılık olarak sanki bir şey söylemiştim de nemli gece havasında kaybolmuştu.

Ona doğru yürümek sinirlerimizi rahatlatmıyordu, çünkü Uzun Kızıl saçlı kadın elimi ölümcül derecede sıkı tutuyordu.

Önce bana, sonra ona parlak bir şekilde gülümsedi ve duruşunu düzeltti. Bakışlarını yine bana çevirdiği an mükemmel mavi gözlerinde garip bir şey parladı ve tüm tüylerim diken diken oldu.

"Siz kızlar geç kalıyorsunuz," dedi, sesi pürüzsüz ve güzeldi. Sarı saçları mükemmel bir şekilde taranmış ve yüzü bir prensinkini andırıyordu.

Konuşmak için ağzımı açtım ama hiçbir şey diyemedim.

Sanki beynim bomboştu.

"Lütfen, içeri gelin. İyilik Meleği, programın dışına çıkılmasından nefret ediyor," dedi tamamen normal bir şeyden bahsediyormuşuz gibi.

Üst kata ve ilerisine açılan ahşap kapıyı açtı.

Yukarısı karanlıktı.

Akıl hastanesine mi gidiyorduk? Beyaz tıbbi kıyafetli adamlar bizi yakalayıp yastıklı bir odaya sokup boğazımıza hap tıkayacak mıydı?

"Bize tecavüz mü edeceksin?" diye sordum ve sormamla kızarmam bir oldu.

Ağzımdan çıkanı kulağım duyuyor muydu?

Yanımdaki kızıl saçlının rengi attı ve adama bir baktı.

Aklında bile yoksa artık fikri ona vermiştim, değil mi? Dürüst olalım, onun tarafından tecavüze uğramak o kadar da kötü olmayabilirdi. İlk başta diretebilirdim, ama sonra tamamen kendimi kollarına bırakırdım.

Ben cidden hasta ruhlu biriyim.

Şoke olmuş yüzünü bana doğru çevirip yüksek sesle güldü ama hiçbir şey söylemedi, yoluna devam etti. "Hadi hanımlar," dedi.

Yanımdaki omzunu silkti ve onun peşinden gitti.

"Bu bir evet miydi?" diye, onları körü körüne takip ederken fısıldadım, tenimin kaskatı olduğunu hissediyordum.

Kadın, karanlık merdivenden çıkarken bana doğru döndü. "Sanırım bu bir belki cevabıydı."

Bahse girerim, işler boka sarsa kızıl saçlıdan daha hızlı kaçabilirdim. Hey, hiçbir zaman asil olduğumu iddia etmedim, bu üzerinde çalıştığım kişilik kusurlarımdan biri.

Merdivenin sonuna geldik, büyük bir gümüş kapı açıldı, ben ise gergindim ama kendimi sakinleştirmeyi deniyordum. Hemen serin, sıra dışı, muhteşem hava bize çarptı. Önümdeki manzara nefesimi kesmişti.

Bu da ne..

Oda öyle güzeldi ki ağzım açık kaldı. Yanımdaki kızılın nefes nefese olduğunu duyar gibiydim.

Her şey beyaz ve gökyüzü mavisiydi. Zeminler açık mavi parıltılı girdaplar ile ışıldayan beyaz mermerlerden yapılmıştı.

Tavan, ışıltılı cam parçalarıyla donatılmış ve oturma alanı, göz kamaştırıcı beyaz kanepeler ve safir renkli vurgularla döşenmişti.

Buradaki hiçbir şey gerçek gibi görünmüyordu. Titrek bir nefes alıp içimden ona kadar saydım.

"İyilik Meleği A.Ş.'ye hoş geldiniz hanımlar. Lütfen resepsiyona giriş yapın," dedi Bay Büyüleyici ritmik bir sesle. "Lütfen acele edin."

Bay Büyüleyici’ye bakıp ağzım açık, "Check-in mi yapacağız?" diye sordum.

Bize gülümseyen güzel bir kadınla, U şeklinde büyük bir masayı işaret ediyordu.

Kadın bir yandan bilgisayara bir şeyler yazıyor bir yandan kulağına takılı kulaklıkla başka biriyle konuşuyordu. Kraliyet kalesinde bir öğlen yemeği için makul görünen beyaz bir elbise giymişti.

Altın sarısı saçları tuşlara bastıkça sallanıyordu, belli ki işini yapmaktan keyif alıyordu. Kadından ürpertici bir Stopford eşi havası almıştım.

Histerimi bastırarak potansiyel bir tehdit için tetikte bekliyordum. Ona doğru yürüdük, o da ışıltılı kâğıt ve kalemi işaret ederek konuşmasına devam etti.

"Evet, yeni geldiler," deyip duraksadı, sonra karşısındakini dinlemeye devam etti, "Elbette, geç kaldıklarını biliyorum," diyerek sert bir bakışla gözlerini bize dikti.

"O zaman onları hızlı bir şekilde kontrol ettireceğim—Anlaşıldı. Onlara eşlik edeceğim leydim. Zamanın çok önemli olduğunu biliyorum," dedi.

Bize bakarak kendini gülümsemeye zorladı. "Lütfen imzalayın ve şuraya oturun, sonra Pierce herkesi arenaya getirecek."

Arena?

Neyden bahsediyordu?

Burası bir arena için yeterince büyük değil ve ben bile bunun mümkün olabileceğini düşünecek kadar saf değilim. İmzayı attım ve listedeki diğer beş ismi fark ettim. Yedi kız mı olacaktı? Mektupta yalnızca beş kızdan bahsedildiğini sanıyordum.

Hmm, büyüleyici. Yine de bir reklam gösterisi için daha fazlasını bekliyordum. Beyaz kanepelerde oturan beş güzel kadını görmek için köşeyi dönüp onlara baktım, en az benim kadar gergin görünüyorlardı.

Kızıl saçlı onlara bakarak hafifçe kafasını salladı ve biz de içeceklerin olduğu masanın yanındaki boş kanepeye oturduk. Tamam, her şey şu an yeterince garipti.

"Burası neresi?" diye fısıldadı kızıl saçlı.

Yutkunup omuzlarımı silktim, güzel oturma odasının etrafına göz attım. "Bu her geçen saniye daha da garipleşiyor," diye fısıldadım.

Kızıl saçlı diğer kızlarla konuşmaya başladı. "Merhaba." "Benim adım Cherie, bu sabah hepinize bir mektup geldi mi?" diye sorup boğazını temizledi. Demek adı Cherie idi, not edildi.

Hepsi anlaşılmaz şekilde mırıldanıp kafalarını salladı.

Havalı sarı saçlı bir kız burnunu çekip etrafa bakıyor, kırmızı topuklu ayakkabılarının topuklarıyla zemine ritmik bir şekilde vuruyordu.

Havalı diyorum çünkü onda tam olarak kötü kız bakışı vardı. Parlayan sarı saçlar, Barbie vücudu, pembe yazlık bir elbise ve benimkinden bile daha iyi olan kusursuz bir memnuniyetsiz yüzü.

Bunun için yıllarca pratik yapmış olmalıydı. Sahiden bravo.

"Benim adım Laura Rogers. Eminim kardeşimi duymuşsunuzdur. Luke Rogers? Kırmızı Çorap'ın atıcısı." Gülümsüyor ve çok kendini beğenmiş görünüyordu.

Laura manikürünü inceleyerek herkesin imrenen bakışları arasında odada dolaşıyordu. "Umarım bu televizyonla ilgili bir şeydir."

"Beysbol izlemiyorum, çok sıkıcı,” hatalı filtrem devreye girerken inledim. Cherie'nin beni ilk bakışta bana kötü bir bakış attığını hissettim ama sonra sırıtıp, gülümsemesini eliyle kapattığını gördüm.

Laura'nın bakışları benim üzerimde yoğunlaştı ve beni tepeden tırnağa süzdü. Hafifçe bir kaşını kaldırıp dudaklarını büzerek bana doğru yürüyordu. O esnada dudaklarının ince olduğunu fark ettim, adete bir çizgi gibiydiler.

"Peki sen kimsin? Vampir mi? Karanlık Leydi mi?" diye sordu alaycı bir şekilde gülerek.

Bu komik bile değildi.

Gözlerimi devirmemek için kendimi tuttum. "Benim adım Viola Spear ve yalnızca merakımdan dolayı buradayım,” dedim. Ona neden sahte bir soyadı söylemeye gereği duyduğumdan emin değildim.

"Her neyse," diye karşılık verdi. "Hepimiz bu yüzden burada değil miyiz?"

Karşımdaki kanepede oturan siyahi bir kız öne eğildi. "Merhaba, ben Destiny. Burası beni ürkütüyor, her şey fazla steril. Başka böyle hisseden var mı?" diye sordu.

Kotunu ve beyaz askılı üstünü düzeltti. Tatlı gümüş ayakkabılar giymişti, bunu da not aldım.

Destiny'nin yanındaki kız, kısa platin saçlı, onunla aynı fikirdeydi. Elini kaldırdı,

"Ben April. Tüm bu olayla ilgili biraz gerginim. Umarım seçme falan yoktur. Kalabalıkların önünde iyi değilim, muhtemelen panik atak geçiririm," dedi.

"Bir belgesel veya film setindeyiz," dedi Laura, kimsenin bir şey bilmemesinden rahatsız olmuş görünüyordu.

Uzun boylu bir esmer güldü. "Bay Büyüleyici’nin ne kadar seksi olduğunu unutmayalım," diye hepimizin duyabileceği bir şekilde fısıldayıp köşeye baktı. "Ah bu arada ben Ivy, eski bir denizciyim," diye ekledi.

Hepimiz onun ülkemiz için yaptıklarıyla ilgili bir şeyler mırıldanmaya başladık.

Buğday tenli ve Küba topuzu olan son kız kendini tanıtmak için elini kaldırdı ama Bay Büyüleyici devreye girdi.

Herkes sustu ve dikkat kesilerek ona baktı. Kalbim sanki kutularca enerji içeceği içmişim gibi şiddetle atıyordu.

Sırıtıp beyaz takım elbisesinin içinden elini uzattı.

"Hanımlar, hepinizin tüm sorularının cevaplanacağı Arena'ya gitmeye hazırız. Programın biraz gerisindeyiz, bu yüzden lütfen İyilik Meleği’ni daha fazla bekletmeyelim.”

Solumda boğuk bir kıkırdama sesi duydum.

Hepimize gözlerini dikip baktı. Bizi incelerken çekici özellikleri daha da dikkatimizi cezbediyordu.

"Lütfen bunu ciddiye alın. Görmek üzere olduğunuz şey gerçek. Hepiniz Kader'in eliyle bir nedenden dolayı seçildiniz ve girmeden önce derin bir nefes almalı ve iç sakinliğinizi korumalısınız."

Kaşlarımı çatmıştım, duyduklarım hoşuma gitmemişti.

Eğer Gri’nin Elli Tonu’ndaki kız gibi bir seks zindanına götürülürsek Laura'ya çelme takıp kaçacaktım. Hiç şakam yok, sonuçta güçlü olan ayakta kalır, gerekirse vahşi bir kedi gibi bile dövüşebilirdim.

Hepimiz sıraya girerek Büyüleyici'yi camdan yapılmış büyük bir sürgülü kapıdan geçip takip etmeye devam ettik.

Evet, bunu yavaşça açıklamam gerek ki kapıdan geçerken ne gördüğümü anlayabilesiniz.

U şeklinde büyük bir oturma alanına girdik, üniversitede göreceğiniz bir şey gibi, yüksek oturma alanına sahip bir ders odasıydı.

Kendimi bir sandalyeye tutunup sabitlerken sakinleştirmeye çalıştım.

Ama sorun şuydu ki ..

Normalde bir kara tahta ve duvarın olacağı yerde hiçbir şey yoktu. Büyük beyaz masa ve sahnenin arkasında hiçbir şey yoktu.

Hayır, hiçbir şey demek istememiştim. Ne diyordum ben?!

Kusacak gibi oldum.

Masanın arkasında lanet olası bir uzay boşluğu vardı.

Eğer yeterince anlaşılır olmadıysa, tekrar edeyim, bir duvarın olması gereken yerde UZAY BOŞLUĞU vardı.

Evrenimizin büyük siyah girdabına bakıyordum. Sanki birisi bir uzay gemisini ikiye bölecekti ve bizse kenarda duruyorduk.

Uzakta kayan yıldızlar, kuyruklu yıldızlar ve atmosferin etrafında hareket ettiğini görebileceğiniz mesafede muazzam bir gezegen vardı.

Bir de esinti hissediliyordu. Bebek saçlarımın esintiyle birlikte uçuştuğunu hissedebiliyordum.

Cherie'nin eli kolumda, kolumu sıkıyordu, kolu titrerken eklemleri beyazlamıştı. Onun ölüm pençesinin acısına karşı tepkisiz kaldım.

Yavaşça yukarı bakıp Büyüleyici’nin soluk mermer merdivenlerden aşağı, büyük masanın bulunduğu yere doğru indiğini gördüm.

Tanrım, masanın üstüne sanki ilkokuldaymışız gibi kırmızı parlak bir elma bile konulmuştu.

"Hanımlar!" diyerek ellerini masaya doğru açarak uzattı. "Lütfen dilediğiniz yere oturun.

"Gördüklerinize inanamadığınızı biliyorum, ancak yakında bu odanın endişelerinizin en küçüğü olduğunu öğreneceksiniz. Tüm kalbimle söylemek isterim ki, hoş geldiniz."

Titrek bacaklarımızla yerlerimizi alırken odadaki herkese bakıyordu. Bakışlarını herkesten çevirip bir saniyeliğine bana yöneltti.

İçimde benimle ilgili bir şeyler bildiğine dair garip bir his vardı, ama o an bunu düşünemeyecek kadar çok kafam karışmıştı.

“Sakin kafayla tüm olanları sindirebilmeniz için içecek servisi yapılacak. İsterseniz pas geçebilirsiniz ama denemenizi şiddetle tavsiye ederim.”

Beyaz giyinmiş iki kadına ellerindeki tepsilerle pembe köpüklü şampanyaları servis etmesi için işaret etti.

"Bu size yardımcı olacak, hanımlar, lütfen için. Panik atak veya bayılma nöbetleri için zamanımız yok," dedi.

Destiny kafasını bacaklarının arasına sokmuş derin derin nefes alıyor ve April’in nabzının şiddeti uzaktan bile fark ediliyordu. Laura sessizce oturmuş, gözlerini açmış boş gözlerle etrafa bakıyordu.

"Viola? Size bir içki ikram edebilir miyim?" Cevap bile beklemeden bana bir kadeh şampanyayı vermek için bana doğru eğildi.

"Evet," diye cevap verdim ama sesimi kendim bile duyamıyordum. Zaten tavşan deliğinden aşağı atlamıştım, bu yüzden çığlık atmadan düşsem iyi olurdu.

Sağıma baktım, Cherie'nin ve diğerlerinin umutsuz yutkunuşlarla içkilerini içtiklerini gördüm.

"Tecavüz ilacından korkan var mı?" diye devam ettim, söylediklerimin gerçekten duyulup duyulmadığını bilmiyordum bile. "Bu gerçek bir şey, millet."

Muhtemelen kilometrelerce uzakta kayan, nefesimi kesen bir yıldız gördüm. Evet, kendimden geçmeye başladım. Sol gözümün seğirmeye başladığını hissedebiliyordum. Aşağıdan yukarıya.

Meyve aromalı içeceği indirdim ve boğazımın yanması sonucunda geğirdim.

Eh, artık geri dönüş yok. Vücudumun uğultusunu, kaslarımın gevşediğini hissedebiliyordum.

Zihnimde artık Matrix’in içindeydim.

Farklı bir gerçekliğin içine çekilirken bilgisayarın sesini duyabiliyordum.

"İki dakika içinde kendinizi daha sakin hissetmeniz gerek," dedi hepimize sırıtırken, kollarını göğsünün üzerinde bağlamıştı. Parlayan mavi gözleriyle bizi izliyordu.

"Odaklanabileceğinizi hissettiğinizde bana haber verin, biz de başlayalım."

Büyüleyici masaya yaslanıp evde şöminenin önünde oturur gibi bir puro yaktı. Ya da üst düzey bir salonda.

Bir nefes alıp sinirlerimin yatıştığını hissettim; bir sıcaklık dalgası yavaşça hareket eden bir lav nehri gibi içimde yayılıyordu. Derin bir nefes daha aldım, kollarımın titremesi geçti ve gözlerim sabitlendi.

Tamam..

Tamam.

Bunu yapabilirdim. Etrafıma baktım, diğer herkes gözle görülür bir şekilde rahatlamış, sandalyelerinde daha dik bir pozisyonda oturuyordu. O içkinin içinde ne vardı? Harika hissediyordum. Şimdi önümdeki muhteşem manzaranın tadını çıkarabilirdim.

Bu gerçekti ama bir o kadar da inanılmazdı. Bunca zaman, inanamadığım o mektup gerçekti.

"Tamam, hepinizin başlamaya hazır olduğunu görebiliyorum," dedi gülümseyerek ve elini kara boşluğa doğru uzattı. "Hanımlar, size İyilik Meleği’nizi takdim ediyorum.”

Aniden bir kapı açıldı ve çarpıcı bir kadın geçitten geçti. Yoksa yıldızlar ve gezegenler sadece bir yanılsama mıydı? Eğer öyleyse bile inanılmaz bir teknolojiydi.

Gece mavisi elbisesi parlıyordu ve gümüş saçlarıyla tepede bir topuz yapılmıştı. 1950'lerdeki ünlülere benziyordu.

Elbise dar belinden aşağıya akıyor ve diz altına uzanıyordu. Omuzları açık yakası zarifti, muhtemelen her umutsuz ev kadınının gıpta ile baktığı bir şeydi.

Şeytan Prada Giyer filmindeki Meryl Streep'in bir versiyonuna benziyordu. Çünkü o da onun kadar korkutucu görünüyordu.

Yürürken yüzüne oturan ifadeden tepki sızmıyordu. Efsanevi İyilik Meleği’ne baktığıma inanamıyordum. İçinde bulunduğumuz gerçeklik herhangi bir kurgudan daha tuhaftı.

Hala yüzünde Bay Büyüleyici gibi ne bir gülümseme ne de bir selamlama vardı. Sadece Büyüleyici'ye yüzünde memnun bir ifadeyle bakıyordu.

"Pierce, başlamaya hazır mıyız?" diye sordu odayı tararken, bakışlarını bana çevirmişti.

Nefesimi tuttum.

Yüzümde bir şey mi vardı?

Başını eğdi ve sanırım yüzünde bir gülümseme gördüm. İyilik Meleği Büyüleyici'ye baktı, adam da ona bakarak, "Sahne senindir," dedi.

İyilik Meleği başını sallayıp bize doğru birkaç adım attı, adım attıkça elbisesi parıldıyor ve topuklularının sesi yankılanıyordu. Kafasını topluyormuş gibi bir dakikalığına duraksadı.

"Tüm dikkatinizi buraya vermenizi istiyorum.”

Kimse tek kelime etmedi.

Şimdi neden burada olduğumuzu öğrenecektik.

"Bu sabah size gönderilen mektubu okuduğunuzu varsayıyorum. Her biriniz peri masalı mücadelelerine yarışmacı olarak katılmak için seçildiniz," diye devam etti.

"Korkarım ki bu sefer talihsiz koşullar nedeniyle her şey biraz farklı olacak."

Kaşlarımı çattım.

Nefes alıp burnunun köprüsüne elini götürdü.

"İyilik Meleği Anonim Şirketi'ni iki yüz yıldır işletiyorum, her zaman bu yarışmayı bir evlilikle sonlandırdım." İstediğini söylemekte zorluk çekiyormuş gibi tekrar duraksadı.

Büyüleyici öne çıktı, bir elini onun omzuna attı ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Kadın da başını sallayıp çok üzgün bir şekilde Büyüleyici’nin kulağına bir şeyler söyledi.

Neler oluyordu? Koltuğumda doğrulurken Cherie'ye bir baktım, herkesin endişeli göründüğünü fark ettim. Cherie omuzlarını silkip ikisine tekrar bakışlarını çevirdi.

Pierce'ın ona sarıldığını gördük ve İyilik Meleği elini ağzının üstüne kapatarak odadan çıktı. Büyüleyici ona kapıya kadar eşlik etti, sonra bize dönüp derin bir nefes verdi.

"Gecikme için özür dilerim." Masaya doğru somurtup kenarda oturdu.

"Tartışmayı bugün ben yöneteceğim; İyilik Meleği’nin çok işi ve kaçıramayacağı randevuları var. Kısa bir süre sonra soruları alacağım, ama şimdilik sadece dinleyin."

Mavi bakışlarını önce bana doğrulttu, sonra da diğer herkese.

"Eğer buradaki herkes şartları kabul ederse, o zaman hepiniz başka bir dünyaya, başka bir krallığa götürüleceksiniz.

"Ve evet hanımlar, bunu yapabiliriz. Evrende birçok farklı boyut bulunur, bu nedenle tıpkı Dünya gibi işleyen farklı gezegenler de vardır. Söylediklerime inanın, çünkü bu doğru," dedi.

Masanın arkasında durup yazmaya başladı, 3D görüntüler ortaya çıkarken ellerini havada hareket ettiriyordu.

Bir anda evrenin görünümü değişmişti.

Nefes nefese kalmıştım.

Burada inanılmaz derecede yüksek teknolojiye sahip bir PowerPoint ekranına bakıyordum.

3D ekranda, 1’den 1000'e kadar olan bir listede gezegenler vardı, en azından öyle düşünüyordum. Listenin üst kısmı beyaz, ortadakiler mavi ve alt kısım farklı kırmızı tonları ile renklendirilmişti.

"Gördüğünüz gibi, bunlar şu anda İyilik Meleği A.Ş. ile sözleşmeli gezegenler. Bu yarışmacılarımıza yaptığımız normal konuşma değil ve bunun için özür dilerim.

"Yardıma ihtiyacımız var; çaresizlik burada yetersiz kalır. İyilik Meleği A.Ş. batmanın eşiğinde. Durumu tam anlamıyla anlamanız için en iyi bu şekilde ifade edebilirim.

"Nedenini açıklayacağım, perde arkası bilgilerini duyan ilk grup siz olacaksınız. Şirketin tüm amacı evrendeki barışı kontrol etmek ve sürdürmektir.

"İyilik Meleği, ona tüm dünyalar arasında belirli bir barış seviyesini koruma sorumluluğunu veren daha yüksek bir otoriteye çalışır.”

Etrafına bakarken duraksadı.

"Tüm gezegenler görünmez bir şekilde birbirine bağlıdır ve biri kötülüğü barındırdığında, diğerlerini karanlık baskı, olumsuzluğun zincirleme reaksiyonu gibi etkiler. Söz konusu kötülük tehlike arz ederse, kontrol altına alınması gerekir.

"İyilik Meleği, tüm kötülüklerin sevgiyle iyileştirilebileceğine inanır; bu her zaman onun sloganı olmuştur. O inanılmaz bir kadın, her zaman kurtuluşun en yozlaşmışlar için bile bir anlamı olduğunu düşünür.”

Hala kafası karışmış ifadelerimize duraksayıp baktı.

"Her gezegeni yüzde ellinin üzerinde tutmalıyız—kötülük ve iyilik oranı olarak. Kötülüğü asla tamamen ortadan kaldıramayız, ancak yüzlerce yıldır kullandığımız bu sistemle kötülüğü yönetilebilir hale getirebiliyoruz.

"Kötülüğün içinde yaşayan, ruhları bu yüzdenin içinde bulunan insanlardan bahsediyoruz. Bunu bir dönem boyunca yapamazsak işimizden oluruz ve farklı bir güç devreye girer.”

Elimi kaldırdım.

Bana bakıp başını salladı.

Tüm gözler üzerimdeydi. "Yani, boğazımı temizliyorum, "İyilik Meleği kötülüğü yüzde ellinin altında tutmakta zorlandığı için işinden olacağını mı söylüyorsunuz?"

Bu karmaşık ikilemi anlamaya çalışıyordum. Aptalca bir soru sormadığımı umarak yüzüm kızarmıştı.

Biraz düşündü. "Evet, bir gezegenle ilgili bir sorunumuz var. Her gezegenin ayrı ayrı yargılandığını unutmayın." Büyüleyici, 3D ekrana işaret ederken anlatmaya devam ediyordu.

"Söz konusu gezegen en altta bulunan parlak kırmızı işaretlenmiş olan gezegen. Gördüğünüz gibi, üstündeki diğer gezegenler de ondan etkileniyor, kırmızıya dönmeye başlıyor.

"Bu bir enfeksiyon gibi, hızlıca tedavi etmezsek yayılıyor."

Laura yüksek sesle gayri ihtiyari "Anladım,” dedi ve etrafa baktı. "Bir krallığın liderini bizden birinin kendine aşık etmesini istiyorsun. Kötü ruhlarını iyileştirmek için. Ne kadar da romantik bir kahramanlık."

Gözleri heyecanla aydınlandı, "Yani biz kahramanlar gibiyiz, aşk kahramanları."

"Yozlaşmışların kalbini değiştirmek için,” dedim sessizce, Barbie'yi görmezden gelerek.

"Evet," dedi. Bize bakıyordu. "Bu gezegen bizi yok etmek için tetikte. Halihazırda kontrol altına almayı üç kez denedik ve başarısız olduk. Bu daha önce hiç olmamıştı. Kahraman olacaksanız, bunların kolay görevler olmayacağını bilmeniz gerekiyor."

"Bizim gibi üç grup mu kahraman olacak?" diye sordu April kaşlarını çatarak.

"Evet,” dedi ve bize doğru birkaç adım atarak, derin bir nefes verdi.

"Bu bizim son şansımız, bu yüzden İyilik Meleği’nin ne kadar perişan olduğunu tahmin edebilirsiniz. Uğruna çalıştığımız her şeyi kaybedecek. Son görevde hedefe çok yakındık, yüzde kırka geldik.

"Ama ne yazık ki, bu yeterli olmadı, yarı yarıya olan dengenin de biraz üzerinde olmamız gerekiyor. Peri konseyi bu evreni dengede tutan kurallara bağlı kalma konusunda çok katıdır.

"Peri Annemizin yerine başka biri gelecek.

"İyilik Meleği’mizin inandıklarına inanmayan biri, —ismini söylemeyeceğim.— Ama o kadın aşağılık bir yaratık ve İyilik Meleği’mizin kız kardeşi. "

"Peri Annemizin bir adı var mı?" diye sordu Destiny." Yoksa ona sadece İyilik Meleği mi diyeceğiz?"

Büyüleyici gülümsedi. "Onun adı Zora ve bunu benden duymadınız." Masaya yaslanıyordu. "Kaltak kız kardeşinin adı ise Mildred. Ve evet, aynı ismi gibi itici biri."

Kıkırdamadan edemedim. Kıskançlıkla dolu bir aile kavgaları vardı. Ne kadar insaniler.

Baskı yoktu.

Ama bu kafamı karıştırmıştı. Bu görev meselesi de neydi? Aşkı bulmak için bir maceraya çıkacağımızı sanıyordum.

"Peki, ne demek başarmaya yakındık? Son görevde neredeyse bir kıza aşık mı oluyordu?” Nedense, hiç kafama yatmamıştı.

Kıkır kıkır gülerek boynunun arkasını ovuşturuyordu. "Alakası bile yok,” dedi ve nefes verdi.

"Bunu tarif etmenin en iyi yolu, bu kısa sürede bu. Bunu, yaptığınız görevlerin size puan getirdi bir video oyunu olarak düşünün.

"Ana hükümdarın doğru nedenlerle âşık olması yüzde kırklık bir artış gibidir. Geri kalan her şey küçük etkiler yaratır. Kötü adamdan kurtulmak, açlık sorunlarını çözmek, kölelik ve bunun gibi küçük meselelerle bu liste devam eder.

"Sadece üç ayımız var; Kader'in bu duruma müdahale etmemize izin verdiği mühlet bu. Yani, âşık olmak yerine dünya sorunlarını çözmeyi seçerseniz, bu üç ayda tamamlanması zor bir yoldur.

"Ve tehlikeli olduğundan bahsetmiyorum bile. Beni yanlış anlamayın, aşık olmak da zor ama çok daha makul," diye devam etti, "Ve genellikle cetveli düzelttiğinizde tüm küçük sorunları da düzeltirmiş olursunuz.

"Sevinç ve mutluluğun zincirleme reaksiyonları gibi. Bu nedenle Zora gerçek aşka inanıyor çünkü ona göre aşkla, kalan diğer her şey düzeliyor."

İşte bu biraz karışıktı.

Disney filmlerinden çok daha farklı, ama bir nevi aynı şekilde.

"Yani, son görevde bir lideri değil, dünyayı düzeltmeye çalıştılar, öyle mi?” diye sordum, zihnim karman çorman olmuştu.

"Başka seçenekleri yoktu, çünkü liderleri gönderdiğimiz kadınların hiçbiriyle ilgilenmiyordu. Sadece zamanlarını en iyi şekilde geçirmeye ve Zora için ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştılar."

Cümlesini bitirdikten sonra sanki düşüncelerinin içinde kaybolmuş gibi kafasını öne eğdi.

Laura güldü ve başını salladı. "Bu adam seçici, seçici adamları ve zorlukları severim."

Büyüleyici kafasını kaldırıp ona baktı, muhtemelen onun ciddi olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.

"Sanırım onun seçici olduğunu söyleyebilirsiniz. Ama ne yaptığımız hakkında bir şeyler bildiğine dair içimde bir his var."

Masadan uzaklaşıp birkaç kez ellerini çırptı.

"Kuralları anlatmanın tam zamanı. Bunu yapmak için çok az zamanımız var çünkü konsey bize sadece başka bir takım gönderebilmemiz için bugünü verdi.”

Ağzında küfür mırıldandığını duymuş gibi oldum. Evet, evet küfretmişti, belli ki durumdan memnun değildi.

"Her biriniz Kader’in ellerinde olacaksınız. İşler tam olarak böyle ilerleyecek, dengeyi korumak için Kader’in bize sunduklarını takip etmeliyiz." Elini uzattı ve yeri titretti.

Sandalyeme taş gibi oturmuş olanları izliyordum, yerden bir —kuş banyosu— yükseliyordu ve haznesinde metalik benzeri bir sıvı vardı. Ne kadar da ilginç. Peki bu neydi?

"Bu çok basit hanımlar ve yine her şeyi aceleye getirdiğimiz için üzgün olduğumu söylemek istiyorum.

"Her biriniz ellerinizi Kader Kasesi'ne yerleştireceksiniz ve kader bu meydan okumada rolünüzün ne olacağını belirleyecek. Bir prenses ya da yoksul biri olabilirsiniz.

"Bu çok önemlidir, çünkü size bir unvan verildikten sonra bunu değiştiremezsiniz."

Gözlerim genişlerdi. Bu kâse, Harry Potter’ın Seçmen Şapkası gibiydi.

Odanın her yerinde mırıldanmalar duyuyordum, bazıları heyecanlı ve bazıları endişeliydi. Ben ise bir deliler hastanesinin içinde oradan oraya koşturan hastalar gibi karmaşık duygular içindeydim.

Ama ben büyük oranda.. Heyecanlıydım. Rollerimizi Kader’in seçmesinden memnundum, çünkü bu her şeyi daha da heyecanlı kılıyordu. Çünkü hepimiz biliyoruz ki şans verildiğinde herkes prenses olmayı seçerdi. Evet, ben de öyle.

"Unvanınızı aldıktan sonra, seyahat edeceğiniz gezegen olan Delorith hakkında kısaca konuşacağız.

"O zaman Apollo Augustus Garthorn'un kalbini ele geçirmek için kendinizle ilgili üç şeyi değiştirebileceksiniz.

"Görünüşünüzü değiştirmeyi veya bir yeteneği edinmeyi seçebilirsiniz. Bu seçim tamamen sizindir."

"Vay canına," diye fısıldadım. Cherie geniş gözlerle bana doğru döndü ve “Aman Tanrım,” diye fısıldadı. Gülümseyip kafamı tekrar Büyüleyici’ye çevirdim.

Apollo Augustus Garthorn. İsmi kulağa ateşli ve güçlü geliyordu, bu karanlık hükümdarın neye benzediğini gitgide merak ediyordum. Sevimli miydi? Yakışıklı mıydı? Ortalama mıydı? Yoksa seksi miydi?

Bunu düşünüyordum. Ama bir şekilde iyi görünüşlü olmalıydı, değil mi? Belki de değildi ve bu yüzden hiçbir kız onu kendine aşık etmeye çabalamadı. Tüh. Eğer öyleyse zor olacaktı. Ama belki de komik biriydi. Komikse bunu yapabilirdim.

"Tamam, unvanlardan sonra daha çok konuşacağız." İyilik Meleği Zora içeri girerken ayağa kalktı. Son halinden çok daha toparlanmış görünüyordu.

Büyüleyici'nin yanında dururken şöyle dedi: "Lütfen başlayalım, artık geri dönüş yok. Şimdi gitmek isteyen varsa kapı orada. Eğer gitmek isteyen yoksa, Kader’in zamanını boşa harcamayalım."

Sadece çok gergindim, hatta midem bulanıyordu. Bu gerçekti. Geri dönüş veya başka çıkış yoktu. Yutkundum ve herkesle birlikte ayağa kalkıp gergin bir şekilde derin bir nefes aldım.

Peki, Viola, görünüşe göre mavi hapı seçip Matrix’ten kaçacaksın.

Al bakalım.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok