Mühürlü Yaralar - Kitap kapağı

Mühürlü Yaralar

Sapir Englard

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Kimse, Daisy’nin iyi kalpli doğası ve Batı Yakası Sürüsü’nün baş şifacısı olması nedeniyle onu yeterince önemsememektedir. Ama o eşinin hiç beklemediği biri olduğunu keşfettiğinde, tüm gücünü toplamak zorunda kalır, aksi takdirde çiftleşme şansını kaybedecektir.

Yaş Sınırı: 18+

Fazla göster

Birinci Bölüm

DAISY

Elimi kot pantolonumun kemerine sıkıştırdığım tabancaya dayayarak satıcıların arasından geçerken, endişeyle etrafı kolaçan ediyordum.

Kendimi savunmak için onu çıkarmaya can atıyordum.

Bir şifacı olduğumdan insanların canını yakmak bir yanımı sızlatabilirdi ama ben bile bir tehdidin kafasına kurşun sıkmakta zorlanacak değildim.

Ağır ağır nefes alırken korkumun etkisiyle kokumu etrafa yaymadığımı umdum. Şu an ihtiyacım olan son şey, bir grup kuduz erkeğin kokumu alıp sorun çıkarmasıydı.

Bugün burada olduğumdan ve son birkaç aydır haftada bir buraya geldiğimden kimse haberdar değildi.

Çünkü biri buraya geldiğime dair en ufak bir ipucu bile yakalarsa, başım büyük belaya girerdi.

Batı Yakası Sürüsünün baş şifacısı bir yeraltı bilgi pazarına gitmemeliydi.

Bu pazarın adı Kızıl Pazar’dı, burası özellikle R12 olarak adlandırılan kan yerine geçen hapları satmak isteyen hem Doğuştan hem de Dönüştürülen vampirler ve vampyreler için vardı.

Bu pazarı, Milenyumun Alfasının eşi, kendisi de bir vampir olan Eve’in yakın çevreye buranın varlığından bahsetmesinden önce bile biliyordum.

Yakın çevreden kastım Milenyum Kurtları idi.

Neyse ki küçük kız kardeşim Daphne bu bilgiyi benimle gizlice paylaşmıştı. Ama Daphne, bu bilgiyle ne yaptığımla ilgili pek bir şey bilmiyordu.

Kızıl Pazar'da, tüm kan emici türleri tarafından kan hapları ve kurt adam kanından, süper kahraman-insan melezinin kanına kadar birçok yasadışı kan çeşidi satıldığına inanılıyordu.

Görünüşe göre herkesin bu noktada kendine özgü zevkleri vardı.

Ama bu pazarda aynı zamanda yüklü miktarda para karşılığında bilgi de satılıyordu ve bilgi tacirleri, bilgi satın almak için onlara kimin ya da neyin geldiği konusunda, alıcılar yanlarında değerli bir şey getirdikleri sürece seçici davranmıyordu.

Ya para ya da milyonlar değerinde bir antik eser işlerini görüyordu.

Bazen ödemeyi parayla yapmakta karar kılıyordum, çünkü baş şifacı olarak oldukça iyi kazanıyordum. Batı Yakası Sürüsü bölgesindeki tüm şifacılardan ben sorumluydum.

Ama çoğunlukla alışverişimi, dolardan çok daha değerli, tamamen farklı bir şeyle yapıyordum.

Daphne, Eve'in Kızıl Pazar'ın rastgele bir noktadan başka bir noktaya taşındığını düşündüğünü söylemişti ama ben durumun böyle olmadığını biliyordum.

Daphne bana bu bilgiyi verdikten sonra, Eve’in muhtemelen zahmet etmediği araştırmayı ben yaptım.

Sınırlı teknolojik korsanlık yeteneklerimi kullanarak internette bir korsan forumu bulup, orada bir sonraki pazarın nereye konumlandırılacağına dair bir haber kaynağına ulaştım.

Lumen, Oregon'daki görev yerimden taşınamayacağım için, pazarın yakın bir yerde olmasını umuyordum.

Haber kaynağını iki hafta boyunca takip ettikten sonra, olayı çözmeyi başardım.

Aslında pek de zorlu olmadı: Pazar, Avrupa turuna Paris, Amsterdam, Londra, Roma ve İstanbul’dan geçerek başladı.

Sonra Asya'ya, ardından Güney Amerika'ya, sonra da Kuzey Amerika'ya geçiş yaptı.

Pazar, Kuzey Amerika’da genellikle Wyoming ya da Montana gibi nüfusun seyrek olduğu yerlerde kuruluyordu.

Ama son birkaç aydır bu yerler yerine pazarı, Eugene, Oregon’da kurmaya başladılar.

Ve Eugene, Lumen'dan arabayla sadece birkaç saat uzaklıktaydı.

Kasım ayından beri haftada bir kez orada kuruluyordu, bu yüzden her açıldığında sırf bu küçük görevim için tahsis ettiğim motosikletimi sürerek kasabaya gidiyordum.

Bu akşam, Pazar terk edilmiş bir yeraltı otoparkındaydı.

Terk edilmiş otopark diye bir şeyin varlığından haberim bile yoktu ama belli ki insan her gün yeni bir şeyler öğrenebiliyordu.

Ve şimdi burada, stantlarla tezgahların arasından yürürken genellikle birlikte çalıştığım bilgi taciri Fred’i aradığım esnada, kan emicilerin herhangi biriyle göz göze gelmemeye özen gösteriyordum.

Buraya ilk kez gelmeden önce haber kaynağını araştırdığımda, onun en iyi ve en adil bilgi taciri olduğunu görmüştüm.

Haber kaynağı yanılmamıştı.

Fred'i her zamanki yerinde bir sandalyede oturmuş, bir kadeh şaraptan kan yudumlarken buldum.

Fred, birçok vampyrein aksine Dönüştürülen türünden bir vampyredi ve onları Dönüştüren tarafından yönetilen herhangi bir Ev’e bağlı değildi.

Dönüştüren kişi derken, elbette onları ölümsüz sülüklere dönüştürenlerden bahsediyordum.

Ama Fred başıboş, kendi başının çaresine bakmak zorunda bırakılmış bir vampyredi. Genel vampyrelik kurallarını çiğnemediği sürece de yalnız bırakılacaktı.

Fred kan içmenin etkisiyle içinde bulunduğu keyifli sarhoşlukla, neon mavisine dönmüş gözlerini bana çevirdi. Yutkunup kimsenin beni izlemediğinden emin olmak için etrafıma bakınarak ilerledim.

Çoğu vampyrein duyuları bir kurdunki kadar keskin olsa da, birçoğu özellikle de kalabalık bir alanda bir kurt adam kokusunu diğer vampyre kokularından ayırt edebilecek kadar yetenekli değildi.

Yine de gafil avlanmaktansa temkinli olmayı tercih ederdim.

Fred, ben karşısındaki sandalyeye tereddütle geçince, “Daisy Luxford,” diye mırıldanırken bariz bir şekilde beni süzüyordu. “Her zamanki gibi nefis görünüyorsun, güzel kız.”

Yüzümü tiksintiyle buruşturmamaya çalışsam da başaramadım. Yerimde huzursuzca kıpırdanarak, “Bacaklarıma bakmayı kes Fred,” dedim.

Gözlerini bana çevirene kadar kuzeyi tararken, “Oldukça güzel bacaklar,” diye mırıldandı.

Neon mavisi gözlerinin, mavi gözlerime bakarken aldığı ifade beni utandırıyordu.

“Teklifim hâlâ geçerli güzelim,” diye sırıttı.

“Teklifi”, yaklaşık bir ay sonra dünyayı saracak çiftleşme döneminde sevgilim olmaktı.

Dönemin ne zaman başlayacağı kesin olarak belli değildi ama Eve da Raphael de dönem yaklaştığında bunu hissettiklerinden, ben de onlara inanma eğilimindeydim.

Ölümsüzler bu tip konulara neredeyse hiç yanılmazdı.

“Cevabım hâlâ kocaman bir hayır,” dedikten sonra işe koyulmaya karar verdim.

Fred benimle birlikte olmakla ilgili konuşmaya devam edebilirdi ama on altı yaşımdan beri bu tür tekliflerle karşı karşıya kaldığımdan, artık bundan gına gelmişti.

Tanrı aşkına, artık yirmi üç yaşındaydım.

Ona ısrarcı bir bakış atarak, “Fred,” dedim. “Senden istediğim şeyi buldun mu?”

Fred iç çekip sandalyesinde arkasına yaslandı. “Şu Webb Montgomery denen adam hakkında mı? Pek bir şey bulamadım.”

Başını eğerek bana, benim “bilgi taciri bakışı” olarak adlandırdığım farklı bakışını attı.

“Tüm bağlantılarımı kontrol ettim, ama hepsi bana onun öldüğünü söylemesine rağmen, onun hakkında bulabileceğim pek bir şey yoktu. “

Yüzümü buruşturdum. “Sadece bir kurt adam olup olmadığını bilmem gerekiyor. Bunu öğrenmek o kadar da zor olmasa gerek.”

Fred omuzlarını silkerek, “Ne yazık ki o Webb denen herifle ilgili tuhaf bir şeyler dönüyor gibi,” dedi.

“Belli ki birileri o adamla ilgili sıra dışı bilgilere kimsenin ulaşamaması için elinden geleni yapmış. Bu daha çok bir sezgiden ibaret olsa da bu konuda şüphelerim var.”

Webb Montgomery hakkında bulabildiğim her şeyi bulmaya çalışıyordum.

Adını bile bulmadan önce, Fred’den kurt adam ya da insan olsun, Batı Yakası Sürüsü bölgesine izinsiz giren tüm adamları araştırmasını istemiştim.

Listeyi yirmi erkeğe indirmesi üç ayını almıştı ve tüm isimler de zaman, tarih vb. faktörlere bağlı olarak istediğim tanıma uyuyordu.

Daha sonra Fred'den bu yirmi adam hakkında bulabildiği her şeyi toplamasını istedim.

Üç ay sonra, yalnızca on dokuz tanesi hakkında her şeyi öğrendi.

Sona sadece Webb kalmıştı ve onun hakkında öğrendiği tek bilgi de ölünce Meksika Sürüsü bölgesinde bir yere gömülmüş olduğuydu.

Yirmi üç yıl önce Batı Yakası Sürüsü bölgesinde ortaya çıkan adam hakkında araştırma yapmaya başlamamın üzerinden altı, hatta neredeyse yedi ay geçmişti.

Artık umutsuzluğa kapılmaya başlamıştım. Fred’e, “Sezgilerin elimde hiçbir şey olmamasından daha iyi. Anlat,” dedim.

Fred beni birkaç dakika inceledikten sonra başını salladı. “İçimde küçük ölü dostumuzun kurt adam olmadığına dair bir his var,” dedi ve devam etmeden önce kanını yudumlamak üzere duraksadı.

“Ayrıca onun insan olmadığını da düşünüyorum. Ve gerçekten benim açık yürekli, naçizane fikrimi duymak istiyorsan…”

Parlayan gözleriyle, “O biz vampyrelerin gerçekten haberdar olmaması gereken gizli bir grup mensubu olabilir,” dedi.

Dudaklarımı büzüştürdüm. “Avcılardan mı bahsediyorsun?”

Sırıttı. “Bingo. “

Afalladım. Yüce Avcılar hiç aklıma gelmemişti.

Yüce Avcılar, kurt adamların doğal olmadığı inancında olan ve öldürebildikleri kadarını öldürmek için onlarla vahşice savaşan gizemli bir topluluktu.

Bu işe karışmış olabilirler miydi? İçimden bir ses bunun mümkün olmadığını söylüyordu.

Avcılar yirmi üç yıl önce olanlara dahil olmamıştı. En azından grup olarak.

Ama Avcılardan biri, belki de...

“Bunu araştırabilir misin?” Ona neredeyse yalvarırcasına sordum. “Avcıların gözlerden ırak olduğunu biliyorum ama Webb onlardan biriyse ve onu gömdülerse, orada mutlaka bir şeyler olmalı.”

Düşünerek dudağımı ısırdım. “Webb'in inançlı olup olmadığını öğrenmeye çalış, Yahudi bile olabilir. Yahudilerin cenaze ve anma törenleriyle ilgili kendilerine özgü kuralları olduğu bilir. Tıpkı diğer dinlerde olduğu gibi.”

Fred kaşlarını çattı. “Deneyeceğim ama dediğim gibi, hiçbir şey için söz veremem. Öğrendiklerim bu kadar.”

Sırıttı. “Ödemeyi alayım, lütfen.”

Yine yüzümü buruşturdum. Bu, Kızıl Pazar'dan bilgi almanın kavrayamadığım ve zerre hoşlanmadığım bir kısmıydı.

Genellikle sade para kabul etmezlerdi. Fred’in yaşamında para yalnızca ihtiyacı olmayan bir kâğıt parçasıydı.

Para yerine kanı istiyordu. Güçlü bir kanı. Özellikle büyülü ~kanı.

Ve ben Sürü Evi’nde Eve, Raphael ve kızları Snow gibi olağanüstü varlıklarla yaşıyordum.

Hatta doğuştan vampir soyundan gelen ve olağandışı bir güç enerjisi yaymaya başlayan kraliçe adayı Reyna Morgan'la.

Büyülü kanı bulmak bu yüzden kolaydı.

Eve ya da Raphael elbette ne yaptığımı anlarsa beni öldürürdü.

Ama iki ölümsüz ve güçlü varlığın gazabının, artık en büyük sorunum olmaması raddesinde çaresiz hissetmeye başlamıştım.

Sırt çantamı çıkarıp fermuarını açtım. İçinden, içi kıpkırmızı kanla dolu naylon bir torba çıkardım.

“Bu aynı kaynağa ait,” dedim kesin bir dille. Torbayı elimden kapıp açarak kanı kokladı.

Mest olmuş bir şekilde titredi. Sarhoş olmuşçasına, “Mana,” diye mırıldandı. “Bütün hafta bana gelip bunu getirmeni bekledim.”

Bu kan, dünya üzerinde mana ile beslenen tek canlı on altı yaşındaki ölümsüz Snow Knox’a aitti.

Dünyadaki tek büyücü kurt adam ve Milenyumun Betası Zachary Greyson’ın eşi Claire’e göre, mana genellikle sadece büyülü nesnelerde bulunan bir büyü biçimiydi.

İyi bir sihir türü değildi ve Claire ne zaman bundan bahsetse yüzünü ekşitiyordu.

Mana, Claire’i inanılmaz sinirlendiriyordu. Ama vampyreler için manaya bulanmış kan belli ki baldan tatlıydı.

Snow, her hafta muayene için şifacıları ziyaret ettiğinde, her şeyin yolunda olup olmadığını kontrol etmek adına bir torba dolusu değil yalnızca bir tüp kana ihtiyacım olduğunu bilmiyordu.

Geri kalanını Fred için saklıyordum ve ona kanı verdiğimde torbayı her zaman boşaltıyor, içinde bir damla bile kan bırakmıyordu.

Benim anlaşmadaki şartım buydu; en son istediğim şey Snow’un sırrının ortaya çıkmasıydı çünkü Fred onun kanından geride iz bırakabilecek kadar aptaldı.

Fred torbada hiçbir şey kalmayana kadar kanı içip onu attı.

Bana göz kırparak, “Yemek için teşekkürler,” dedi.

Eve’in son birkaç aydır yaptıklarımı öğrenirse, bana ne yapacağını düşünmemeye çalışarak sertçe yutkunup ayağa kalktım.

Sert görünmeye çalışarak, “Senden istediğim şeyi araştırmaya devam et,” dedim.

Ama gerginliğim geri dönünce, kimsenin bizi gözetlemediğinden emin olmak için etrafıma bakmaya başladım.

“Hey, Luxford?” Fred aniden ayağa kalkıp bana yaklaşmak için öne doğru bir adım attı. “Ölü bir adamın geçmişini öğrenmek için neden bu kadar çabalıyorsun?”

Fred bunu ilk defa yapmıştı. Başından beri, Webb Montgomery’nin gerçekte kim olduğunu öğrenme çabam hakkında herhangi bir konu açmamıştı.

Işıldayan gözlerine bakıp kısaca, “Geri dönüşü olmayan, ölümün bile bedelini ödeyemeyeceği bir şey yaptığından şüpheleniyorum,” dedim.

Fred bu kadar doğrudan olacağımı belli ki beklemiyordu, bu yüzden kısaca başıyla beni selamladıktan sonra geri çekilip beni yalnız bıraktı.

Sırt çantamı toplayıp omzuma attıktan sonra Kızıl Pazar’dan çıktım.

Motosikletimle Eugene'den Lumen'a, Deschutes Ulusal Ormanı'na giderken, aklım Webb'e gitti.

Esasen Webb’i değil, gerçekte olduğu adamı bulma takıntım birkaç yıl önce, on altı yaşımdayken başlamıştı.

Zalim bir şerefsiz olan Gabriel Fernandez, bir önceki alfaya meydan okumuş ve mücadeleyi kazanarak Batı Yakası Sürüsünün alfası olmuştu.

Gabe alfa olduktan sonra, Zavier Greyson'ı beta olarak yanına almıştı.

Daphne ile güçlü iyileştirme yetilerine sahip olduğumuz için, ikimizden birini baş şifacısı yapmaya karar vermişti.

Sonra Milenyumun Alfası geldi. Gabe kardeş olduklarını iddia etse de aralarında bazı benzerlikler olmasına rağmen, durumun böyle olmadığı barizdi.

Ama Gabe, Raphael'in kardeşlerinden birinin soyundan geliyordu, yani akraba sayılırlardı.

Her neyse, Rafe'in halihazırda Betası olarak, Zavier’in daha genç ve daha güçlü kardeşi Zachary yanındaydı ve Gaması olarak da Shade’i seçmişti.

O da ekibi için bir şifacı arıyordu.

Bu yüzden Gabe ona Daphne ile benden bahsedince, hangimizin daha güçlü olduğunu belirlemek için ikimizin de bir şifa testine girmesi gerekmişti.

O zamanlar on dört yaşında olan Daphne, kimin daha güçlü olduğunu umursamadığını ve macerasında Tek Gerçek Alfa ile yürüyeceğini söylese de, bunu gerçekten istediğini görebiliyordum.

Yaşça daha büyük ve sorumluluk sahibi olan taraf olarak ne yapılması gerektiğini biliyordum.

İyileştirme yetenekleri genellikle bir kurt adam on yaşına geldiğinde tam potansiyeline ulaşırdı, ama benim yeteneklerim daha beş yaşımdayken bile tam anlamıyla gelişmiş vaziyetteydi.

Daphne'den daha güçlü olduğumu ve gelmiş geçmiş en güçlü şifacı kurt adamlardan biri sayıldığımı biliyordum ama bu kardeşimin kıskançlığına neden olacaksa Milenyum Kurtlarının bir parçası olmak istemiyordum.

Daphne benim için önemliydi ve onu böyle bir şey yüzünden kaybetmeye hiç niyetim yoktu.

Bu yüzden testi geçemedim. Daphne, Milenyumun Şifacısı pozisyonunu kazandı ve ben Batı Yakası Sürüsünün baş şifacısı oldum. Bu benim için kafiydi.

Daphne Milenyum Kurtlarına kabul edildikten ve onlarla seyahat etmeye başladıktan sonra, ebeveynlerimizi ziyaret etmek için onların evine geri dönmüştüm.

Eve vardığım anda, annemin gözyaşları içinde olduğunu ve babamın karşısına çıkan her şeyi tekmelediğini gördüm.

Onları bu halde bulunca nutkum tutulmuştu; bu hiç onların yapacağı bir şey değildi. Lyra ile Cyrus Luxford genellikle aklı başında, rahat, eş bağı olan bir çiftti.

Şifacı bir aileden gelen annem, son derece sakin biriydi.

Ama o gün kendilerinde değillerdi. Belli ki içmişler ve sapıtmışlardı.

Beni evde gördüklerinde hınçlarını benden çıkardılar.

Daphne'nin henüz on dört yaşındayken evi terk etmesinin, onu korumadığım için benim hatam olduğunu söylediler.

Onlara Raphael Fernandez'in yanında çok daha güvende olduğunu, bunu kendi seçtiğini ne kadar anlatmaya çalışsam da dinlemediler.

Sonra annem sandığım kişi olmadığımı söyleyiverdi. O esnada ağladığımdan sözleri belli belirsiz duyuluyor olsa da ben her kelimesini net bir şekilde işitmiştim.

Sözlerini hâlâ duymaya devam ediyordum.

”Seni doğurmayı kabul ettiğimiz için bile şükretmelisin Daisy. Sen sandığın insan değilsin. Sen insanlık dışısın ve seni bize veren canavarın vücut bulmuş halisin,” diye bağırdı.

”Bundan daha iyi olacağını düşünmüştük ama yanılmışız. Şu yaptığına bak, küçük kız kardeşini bir grup ölümcül katille öylece gönderdin!”

Parmağını bana doğrulttu. “Sen bir illetsin! Bu evden ve hayatımızdan defol!”

Ertesi sabah ayıldıklarında, ailem özür dilemek için beni aramıştı.

Ama ben hissiz bir şekilde özürlerini kabul ederken, annemin söyledikleri kafamda yankılanmaya devam ediyordu.

Bana hiçbir zaman Daphne’den farklı muamele yapmamışlardı. Eşit yetiştirilmiştik. Eşit sevilmiştik.

Ama Daphne'nin kazanmasına izin verdiğim gün bir şeyler değişmişti. Bu yüzden bunu peşine düşmeye başladım.

Daha sonra Daphne ziyarete geldiği zaman hep birlikte ailemin evinde akşam yemeği yediğimizde, tuvalete gideceğimi söyleyerek onları kandırdım. Tuvalet yerine ailemin kütüphanesine gittim.

İkisi de akademisyen ve Lumen Üniversitesinde profesör oldukları için kendi kütüphaneleri vardı.

Tüm önemli dosyaları orada tutuyorlardı, bu yüzden orada doğum belgemi aramıştım. Hemen bir yargıya varmadan ya da daha fazla meseleyi deşelemeden önce emin olmadık istedim.

O gece, annemin gerçekten annem olduğunu ama babamın adının bilinmediğini öğrendim.

Sonraki birkaç yıl boyunca gerçek babamın kim olduğunu bulmaya çalıştım.

Annemin bir eşi varken nasıl başka bir adamdan hamile kaldığını anlamayı denedim.

Aşikâr bir sonuca ulaşmam biraz zamanımı aldı.

Annem tecavüze uğramıştı.

Ve ona yapılanlara rağmen, annem bebeğini aldırmamıştı. Beni kurtarmıştı.

Ve eşi de, her ne kadar karısının böylesine acımasız bir şekilde tecavüze uğradığını öğrendikten sonra biraz vahşileşmiş olsa da onun yanında olmuştu.

Aynı zamanda tecavüzcü babam hakkında fark ettiğim diğer bir detay, onun bir kurt adam olamayacağıydı.

Kurt adamlar başka bir kurdun onların eşi olup olmadığını kilometrelerce öteden anlayabilirdi.

Ve öncesinde çiftleşmiş kişi çekici olsa bile, ona bir daha bakmaya yeltenmezlerdi bile. Kurt adamlar, hatta en kötülerimiz bile eşlerine saygı duyardı.

Tecavüzcünün kurt adam olma ihtimali düşüktü ve içimden bir ses de onun kurt adam olmadığını söylüyordu.

Bir insan olması bir sonraki bariz seçenekti.

Ama insanlar kurt adamların arasında yaşarken, birinin çiftleşmiş olup olmadığını nasıl anlayacaklarını gayet iyi biliyordu.

Bu yüzden tecavüzcünün insan olduğunu ihtimaline de ikna olmamıştım.

Webb Montgomery'nin başka bir tür olduğunu düşünüyordum.

Bu da benim başka bir tür olduğum anlamına geliyordu.

Bunun ne olduğunu öğrenmeyi diliyordum.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok