İyilik Meleği A.Ş.:Siren Tutsağı - Kitap kapağı

İyilik Meleği A.Ş.:Siren Tutsağı

F.R. Black

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Erkek ajanlar Peri Anne A.Ş.'de yeni bir şey değil, ama Jensen... pardon, "King" çok farklıdır. Yeni düşmanlarla yeni bir dünyaya sürüklenen ve açık denizlerde bir gemiye kaptanlık yapan King, hedeflerinin eşini bulmasına yardım edebilecek mi yoksa kayalıklara mı çarpıp alabora mı olacak? Peki ya karanlık geçmişini geride bırakıp korsan kraliçesini bulabilecek mi?

Fazla göster

27 Chapters

Chapter 1

1. Bölüm

Chapter 2

2. Bölüm

Chapter 3

3. Bölüm

Chapter 4

4. Bölüm
Fazla göster

1. Bölüm

Yedinci Kitap: Delilah

İyilik Meleği A.Ş.’deki erkek ajanların hafife alınmaması gerektiği bilinirdi ama Jensen, daha doğrusu ‘King’ tamamen farklı bir hikâyeydi. Yeni düşmanlarla yeni bir dünyaya açılan ve açık denizlerdeki gemiye kaptanlık yapan King, hedefin eşini bulmasına yardım edebilecek mi yoksa kaya toslayacak mı? Ve kendi karanlık geçmişini geride bırakarak korsanların kraliçesini bulabilecek mi?

Yirmi yıl önce

Ben yeraltı depolarının balkonundan babamın Tony amcamı sorgulamasını izlerken annem kulağıma, “Jensen, dikkatini veriyor musun?” diye fısıldadı.

Babamın adamları onu dövmek için kollarını sıvamaya başlarken, amcamın tepesindeki parlak ışık sayesinde onu görebiliyordum.

Yutkunarak başımı salladım.

Psikolog annem Bruna Di King, “Ne görüyorsun?” diye sordu. “Bana ilk fark ettiğin şeyi söyle.”

Tony amcamın masanın altında ayağını yere vurduğunu görünce boğazım kurudu. Sonra gözlerimi masanın üzerindeki ellerine çevirdiğimde, kimse farkında olmasa da parmağını metalin altına sertçe soktuğunu gördüm.

Bakışlarımı ona odakladığımda, amcam başını önce bir yana sonra diğer yana eğdi. “Gergin olduğu.”

Annem, “Evet, Jensen,” diye fısıldarken ses tonundaki gülümsemeyi hissedebiliyordum. “Ama gerginliği suçluluk duygusundan mı kaynaklanıyor? Yoksa yalnızca gergin mi?”

Babamın ona sorular sormasını izlerken sakin bir nefes aldım. “Bilmiyorum.”

Hâlbuki biliyordum. Annem ayakkabılarımı bağlayabildiğim yaştan beri beni eğittiği için, on iki yaşında olmama rağmen yaşıtlarımın büyük çoğunluğundan çok daha fazlasını biliyordum.

Tony amcamı seviyordum. Babamın birkaç kez dile getirdiği gibi, asabi ve fevri biriydi. Yine de iyi bir adam olduğunun farkındaydım.

Tony bana her zaman ailesindenmişim gibi davranır, sıcak günlerde bana dondurma alır ve kimsenin aklına gelmezken başımı okşardı.

Babamın haz etmediği insanlarla takılıyor olması onu kötü biri yapmazdı.

Hatta bir gün, bana müstehcen kadın dergilerini gösterip bir kadında aramam gerekenleri öğrettikten sonra sigara içmeme bile izin vermişti.

Gerçek bir kadın sayesinde bir gün benim de gerçek bir erkek olacağımı söylediğinde ona inanmıştım.

Kimseye söylemeye niyetim olmasa da, o bir mutfakta arkadaşlarıyla esrar içerken ben de odasından birkaç dergisini çalmıştım.

Kadınlar çok güzeldi.

Onlar tarafından büyülenmiştim.

Özellikle kameraya gülümsemeyenleri, daha ciddi ve sinirli ifadelere sahip kadınları seviyordum.

Sebebi annemin bana bunca yıldır verdiği eğitim olabilirdi ama gizemli görünenlerden özellikle hoşlanıyordum. Böylelikle derinlere inme dürtüsü beni ele geçirdiği için onların ne düşündüklerini ve kim olduklarını öğrenmek istiyordum.

Gözleri beni büyülüyor, onlara bakmam gerekenden daha uzun süre bakakalıyordum.

Evet, Tony’yi seviyordum. Bana bir çocuk gibi değil, kendi arkadaşlarından biriymişim gibi davranıyordu. Yine de yanlış anlaşılmak istemezdim, başka insani bağlantılarım da yok değildi.

Annem şefkatli olsa da bana çoğunlukla onun evladı değil projesi olduğumu düşündürecek kadar profesyonel davranıyordu. Kişisel bir düzlemde, benimle ilişkisinde asla geçemediği ya da belki de zihinsel olarak aşamadığı bir mesafe vardı.

Yine de Bruna’nın elinden geleni yaptığını biliyordum.

Israrı üzerine ona anne demiyor, kendi adıyla hitap ediyordum.

Onu hem gözlemleyerek hem de bana öğrettiği aynı becerilerle analiz ederek onun anaç biri olmadığını öğrenmiştim. Yani onun için beni eğitmesi ve dünyasına dâhil etmesi, benimle bağlantı kurmasının bir yoluydu.

Bruna tekrar dikkatimi çekti. “Ama bu güvenli bir çıkarımda bulunmak için yeterli değil. Daha fazlasını okumaya çalış, Jensen. Başka ne görüyorsun?” Sessizliğimi korurken ensemden bir damla ter aktığını hissedebiliyordum.

Annemin ses tonundaki bariz hoşnutsuzluğu duymaktan ve onu hayal kırıklığına uğratmaktan nefret ediyordum. “Jensen, ilk kuralı çiğniyorsun. Neydi ilk kuralımız?”

Olanlardan hiç memnun değildim.

Tony’nin başını belaya sokmak istemiyordum.

Sertçe, “Jensen,” dedi.

Midem kasılırken, “Duygularının kararlarını etkilemesine izin verme,” diye fısıldadım.

“Başka ne görüyorsun?”

Bundan hoşlanmadığımdan gitmek istediğim için yalvarırcasına, “Bunu yapmak istemiyorum, Bruna,” dedim.

“Başka. Ne. Görüyorsun?”

Dişlerimi sıkarken Tony’yi daha detaylıca inceledim.

“Kaç kere ııı diyerek es verdi?”

“Altı.”

“Peki sesi nasıl?”

“Yüksek ve savunmacı, gereğinden gürültülü.”

“Peki ya gözleri, Jensen?”

“Göz teması kuramıyor.”

“Başka dikkatini çeken nedir?”

“Dudakları, dudaklarını sürekli ıslatıyor.”

“Bunun sebebi nedir?”

Bruna gibi davranıp işin içine duygularımı karıştırmamaya çalışarak iyice sıktığım çenemle bir anlığına duraksadım. “Sinir sistemi.”

“Aynen öyle, peki sinir sistemi suçlu birinde başka nelere yol açar?”

“Tere.”

“Neresinden terliyor?”

Gözlerimi kapattıktan sonra açıp dikkatle Tony’yi izledim. Birkaç dakika sonra başını sağa çevirmesiyle ışığın vurduğu hafif bir parlaklık gördüğümde, “Üst dudağından,” diye fısıldadım.

Heybetli duruşuyla çoğunluğu gölgede bırakan babamın bize doğru yürüyüp başını yukarı kaldırdığını görünce derin bir nefes verdim. “Bruna. Tony’miz hakkında ne diyorsun?”

Babam tüm kararları Bruna’nın ellerine bırakırdı.

Bruna zihinsel liderliği yaparken, babam kas gücünü konuştururdu.

Tony’nin dehşet dolu gözleriyle buluştuğumda, içimin burkulmasıyla yüreğim ağzımda atmaya başladı. Neden böylesi bir ahmaktı? Neden başını düşmanla belaya sokmak zorundaydı?

Neden, neden, neden, neden?

Yanımdaki annem boynumu kavrayarak beni olduğum yerde tutarken, “Kararı Jensen verecek,” diye emretti.

Ne?

Ciddi olamayacağını düşünerek anneme baktım. Yanaklarım utanç ve şokun etkisiyle alev alırken belli belirsiz, “Hayır,” diye fısıldadım.

Gri gözlerini bıçak keskinliğiyle bana çevirerek sertçe, “Jensen,” dedi. “Burası senin yerin, yakında benim pozisyonumu devralacaksın. Bunu yapmak zorundasın.”

Tüm bakışları üzerimde hissederken yalan söyleyemeyeceğimi biliyordum. Bruna kesinlikle anlardı. Babamın adamları, babamın kumarhane krallığının küçük varisi Jensen King’in bebek gibi zırlamasını izlerken sırıtarak gülüşüyordu.

Aldığım titrek nefesleri hissederken, beni böylesi bir duruma soktuğu için amcama içimden küfrediyordum.

***

Günümüz

Bende derin bir travma yarattığı için o günü hiç unutamadım. Adamların onu öldüresiyle döverken Tony’nin attığı çığlıklar hâlâ zaman zaman bana musallat oluyordu.

Bruna bunu bana zorla izlettirirken, beyzbol sopasından sıçrayan yan yüzümün yarısına ve tişörtüme gelince kalbimin taşlaştığını anladım.

Tony’nin anıları çoğunluk yalnız ve sarhoş olduğumda, zihnim benim rızam olmadan gömülü anıların kilidini açtığında geri geliyordu.

Yirmi yıl sonra, çok sevgili Bruna sayesinde becerilerimi geliştirip mükemmelleştirdim.

Bir tilki kadar kurnaz yetişerek Rau King’in Las Vegas imparatorluğunu devralıp Bruna’nın çocuğu olarak zirveye çıktım.

Artık Tony’nin uzaktan yankılanan çığlıkları bir cızırtı, zamanda bir dalgalanmaydı.

Hiçbir anlamı yoktu.

Koltuğumda arkama yaslanıp puromdan derin bir nefes çekerken, Las Vegas Kumarhanesindeki özel locamda poker masasındakileri inceliyordum.

Masadakilerin yarısı her şeyi ele veren kaçamak bakışlarıyla oynarken, diğer yarısı da güneş gözlüğü takmayı akıl ediyordu.

Bana güvenmiyorlardı. Bazen ben de kendime güvenemediğim için benlik bir sorun yoktu.

1, 2, 3, 4.

Tepemdeki ışıklar titreşirken, bu züppelerin bana kaptıracakları binlerce dolar yüzünden ter dökmelerini izliyordum.

Elim berbat olmasına rağmen dumanı üflerken gülümseyerek her birine baktım. Hepsi elimin güçlü olduğunu düşündüğü için bu oyunu hakkını vererek oynuyordum.

Ya da blöfümü göremeyecek kadar benden korkuyor olabilirlerdi.

Elimde çift beşlik vardı.

Kıkırdamamak için kendimi tuttum, çünkü hiçbirinin deliliğimi okuyamadığını bilerek sinir stresimden arınıyordum. Bu aptalların korkudan altına sıçmasını izlemeye bayılıyordum.

Bir tahtamın eksik olduğu gayet iyi bilindiği için, istediğim gibi davranarak onların akıllarını karıştırabiliyordum.

Duygularımı dışa vurduğum nadir zamanlarda Bruna’nın sesi zihnimin içinde yankılanırdı.

”Jensen, asla duvarlarını yıkarak zayıflığını ortaya çıkarma. Duygularının yüzünden okunmasına mahal vermemelisin.”

Asıl ironik olan, benim deliliğimi ve uçuk ~duygularımı onun yaratmış olmasıydı.~

Yıllarımı onun kobaylığını yaparak geçirirken, beni travma temelli deneylerle eğitmişti. Bruna, zihnin duyarsızlaştırıldığında yenilmez hâle geldiğine tamamen inanıyordu.

Bana bir köpek yavrusu gösterip, Bruna’nın kurbanının beden dilini doğru okuyamazsam öleceğini söylediğini hatırlıyordum.

Başarılı olamadığımda, yanlış kararlarım yüzünden ölen masum canlara biri daha eklenmişti.

Beni kendisine dönüştürmeyi istiyordu, nitekim bunu başardı.

Artık hem hissizleşmiştim hem de narsist ve benmerkezci duygular dışında herhangi bir duyguya sahip olup olmadığımdan emin değildim.

Kendime teşhis koymam gerekirse, “sınırda kişilik bozukluğu” hastalığı bulunduğum hâli tam anlamıyla açıklamama yeterli olurdu.

Bir kargaşa üzerine salonumun kapısı açıldı. Daha önce hiç görmediğim bir adam güvenliğimin eşliğinde içeri girerken tek kaşımı kaldırdım.

Aramıza yeni bir oyuncu mu katılmıştı?

Kuzenim Billy’e, ”Bu lavuk da kim?” diye sorarcasına baktım.

“King, bu adam seninle bir görüşmesi olduğunu söylüyor.” Billy’nin silahını çıkarması üzerine herkesin nutku tutuldum.

Hm, hayır olsun.

Puromu söndürürken, “Görüşme mi?” diye sorduktan sonra masadakilere doğru başıma salladım. Başımı siktirin gidin ~dercesine salladığım için kimse tek soru sormadan hızla salondan çıktı.~

Dışarıdan sakin görünmeme ve durumu ele almak için koltuğuma yaslanmama rağmen içgüdülerim çoktan tetikteydi. Gerildiğim için ensemdeki tüyler diken diken olmuştu bile.

Omuz kayışlarımdaki silahları hissettiğimde, kendime rahatlamam gerektiğini hatırlattım.

Karşımdaki adamı inceleyerek hızla veri topladım.

Karşımdaki adam, gangsterler ve dolandırıcılarla dolu bu kulüp gecesi için gerçek görünemeyecek derecede iyi giyinmişti.

Burnuma gelen parfümünün kokusu bana kraliyet ailesindenmiş gibi hissettirse de ne koktuğunu tam olarak çıkaramıyordum.

İlgimi cezbetmişti.

Normalde tüylerim hiç ürpermemesine rağmen ürpermişti.

Yaydığı enerji oldukça güçlüydü.

Havalı şekillendirilmiş sarı saçlarına odaklanırken koltuğumda doğruldum. Saçları ne çok uzundu ne de yeni kestirilmiş gibi kısaydı.

Saçlarının bu denli derli toplu olması etkileyiciydi. Çoğu kadın ve erkek sosyal statüsünü gösterebilmek için bu tarz konularda aşırıya kaçardı.

Bu adamın saçları kalıp gibi yapılmamış, sadece kusursuzluk ve zarafet izlenimi vermesine yetecek kadar şekillendirilmişti.

Peki ya takım elbisesi? Karşımda dikilirken hızlıca kesimine ve kalitesine baktım.

Gucci olabilir miydi? Sanırım hayır ama çakma olmadığı barizdi.

Ya İtalyan idi ya da bu masadaki kumar fişlerinden çok daha pahalı bir takımdı. Üzerine cuk oturması hem çok para hem de ustalık gerektiriyordu.

Görüntüsüyle dikkatimi çekmişti.

Kendimi en kötüsüne hazırlarken masmavi gözlerine bakarak rahat bir tavırla, “Sen de kimsin lan?” diye sordum.

Adam gülümseyerek önce adamlarıma, sonra da bana baktı. “Herhâlde dünkü mektubumu almışsındır?”

Duraksayarak kaşlarımı çattım. Herhangi bir hamlede bulunursa diye tepki vermeye hazır hâlde, “Mektup mu?” diyerek onu tepeden tırnağa süzdüm. Gözlerimi davetsiz misafirden ayırmadan Billy’ye seslendim. “Bu neden bahsediyor?”

Billy’nin sesindeki mahcubiyeti duyabiliyordum. “Aldığımız tek mektup zamanını ayırmana değecek türden bir şey değildi.”

Bana suyu bile dondurabileceğim söylenen malum bakışımla gülümseyerek, Billy’nin kızarmış suratına baktım.

“Demek zamanımı ayırmama değmezdi.” Elimi havaya kaldırdım. “Bu adam belli ki aynı fikirde değil.” Adama baktım. “Adın ne?”

Adamın keyifli görünmesi beni şaşırttı. “Bana Pierce diyebilirsin.”

“Pierce?”

“Evet, Pierce.”

Sakin kalmayı kendime hatırlatarak, “Soyadı?” diye çıkıştım.

Usulca gülümserken gözlerimin içine bakarak sakinliğiyle, “Charming,” diye cevap verdi.

Bruna’nın, ”Ne görüyorsun, Jensen?” ~diye sorduğunu duydum.~

Göz teması istikrarlı ve sağlamdı.

Vücudunun ne herhangi bir yerini kaşıdı ne de tırmaladı.

Duruşu rahat olmasına karşın kararlıydı.

Yüzündeki kaslar olası bir gerginlik ya da kötü niyetin ibareleri taşıyacak şekilde gerilmemişti.

Sakin sesi rahat bir mizah tınısı taşıyordu.

Kahretsin.

Bu adam zerre kadar gergin değildi.

Yalnızca birini öldürmek üzereyken kullandığım kısık ve ölümcül ses tonuyla, “Ne istiyorsun?” diye sordum.

Pierce etrafında duran adamlara bakarak, “Özel olarak konuşabilir miyiz?” diye sordu. “Yanlış anlamayın lütfen,” diyerek adamlardan özür diledi.

“Patron…”

Bu adamın ne kadar cesur olduğunu görmek istediğim için, “Üzerini ara,” diye emrettim. “Sonra da siktir git.” Yine de Pierce’ın herhangi bir şeye kalkışacak kadar aptal olmadığını görebiliyordum.

Hele ki üzerindeki o takım elbiseyle.

Üzeri arandıktan sonra Bay Ayaklı Gizem önümdeki kart masasına oturdu. Para mı yoksa fahişe mi istediğini ya da bana iş teklifi mi yapacağını bilmiyordum.

Aksanı İngiliz aksanına benzese de biraz farklıydı.

Sakince, “Söyle bakalım,” dedim. “Beni kızdırma riskini göze alarak bu gece seni buraya getiren nedir? Meramını anlatmak için on dakikan var.”

Kâğıt destesini alıp karıştırarak bana bakarken, “Seni kızdırmayı hiç istemem, Jensen. Yoksa kızdın mı?” diye sordu.

Kızdım mı?

Lavuk bana Jensen ismiyle hitap etmişti.

Ama benim bilinen adım King idi.

Artık kimse bana Jensen diye seslenmiyordu.

Amacını kestirmeye çalışarak ona bakarken, “Henüz değil,” dedim. “Ne mektubu?” Sakinliğimi koruyordum. Kartları masaya bırakıp ceketinin cebinden parıltılı bir mektup çıkarınca gerildim.

Kaşlarımı çatarak, “Ne oluyor be?” diye sordum. “Bu da ne sikim?”

Kahrolası şey resmen parlıyordu.

Üzerinde hangi kimyasal madde var da parlıyor diye merak ederken hemen gardımı aldım. Bakışlarımı gözlerinin içine diktiğimde sakinliğinin hâlâ yerli yerinde olduğunu fark ettim.

Panikleyen yalnızca bendim.

Pierce, “Sakin ol ve şunu oku. Bu bir teklif mektubu, senden hizmet talep ediyorum.”

“Ben hizmet falan vermiyorum. Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye sordum. Bir yanım onun bu cüretkârlığı karşısında afallarken, diğer yanım ise bunu takdir ediyordu.

Pierce desteyi yeniden karmaya başladı.

“Bruna ve Rau King’in oğlu, Jensen King. Annen hâlâ hayatta ama bir huzurevinde demans hastası olarak yaşamını sürdürüyor ve baban ise cinayete kurban gitti.”

“İnsanları okuma yeteneğin var, detaylara karşı oldukça titizsin. Seninle bir anlaşma yapmak için buradayım.”

Biraz araştırmayla bunları bulmasının kolay olduğunu bilerek dikkatle, “Demek araştırmanı yaptın,” dedim. Belli ki birini kiralayacak kadar parası vardı.

“Anlaşma mı? Anlaşmanın karşılığında ben ne alacağım?”

Pierce öne doğru eğilip kartları yüzleri yukarı bakacak şekilde gelişigüzel dizdi.

Kartlara baktıktan sonra kalbim hızlanırken bakışlarımı anında ona çevirdim. Silahımı çekmeme iki saniye kalmıştı.

Kartların hepsi astı.

Hepsi.

Bu nasıl mümkün olabilirdi?

Onu dikkatle izliyordum ve böyle bir numarayı yapabilmesi için herhangi bir hızlı el hareketini yakalayamamıştım. “Mektubu bana ver.”

Pierce mektubu bana uzatınca, ben de neyle karşı karşıya olduğumu merak ederek okumaya başladım.

Jensen, duygusal tepki vermeden önce tüm ayrıntıları gözden geçirmelisin.

Gördüklerime inanamadığım için, zihnim tüm bunlara anlam vermeye çalışırken mektubu iki kez baştan sona okudum.

Bakışlarımı yavaşça ona doğru kaldırdım. “Şimdi bu mektubun neden bana ulaştırılmadığını anlıyorum.

Pierce sandalyesinde arkasına yaslandı. “Her ne sebeple olursa olsun kader seni istiyor ve ben de bu durumu ciddiye alıyorum. Ayrıca senin biçilmiş kaftan olduğunu düşünüyorum. Her zaman bir önsezim vardır.”

“Ve önsezilerim,” diyerek duraksadı. “Nadiren yanılır.”

“Sen aklını kaçırmışsın. Tony’yi nereden biliyorsun? O geceyi nerden öğrendiğini bana anlatmak için beş dakikan var.” Bakışlarımı daraltırken tehdidimi fısıldayarak söyledim.

“İyilik Meleği A.Ş. de ne?”

Mektupta travmatik yetiştirilme tarzım için üzgün oldukları yazıyordu. Bir çocuğun çocukluk döneminin asla bu şekilde elinden alınmaması gerektiği de. Burada neler dönüyordu?

Ayrıca Tony’nin olanlarla ilgili beni suçlamadığı yazıyordu. Bu kadarı fazlaydı.

“Jensen.” Pierce öne doğru eğildi. “Bizim için ajan olmakla ilgili kısmı okudun mu?”

“Gerçek aşkı bulmak mı? Ve diğer erkeklerle yarışmak mı?” Ben de öne doğru eğilip gülerek bağırdım. “Oradan aptal gibi mi görünüyorum? Farklı bir dünyaya seyahat etmek de nereden çıktı?”

Karşımdaki herif benden daha deliydi.

Pierce kararlı bakışlarıyla ve kendinden emin ses tonuyla, “Açıkçası aşk konusunun ilgini çekmeyeceğini biliyorum. Zaten âşık olmak zorunda değilsin, Jensen,” dedi.

“Ama her ne hikmetse kader seni çağırıyor. Gerçek, kurgudan daha tuhaftır ve sen de bu konuda hızlandırılmış bir ders almak üzeresin.”

Yutkundum.

Aldığım eğitime göre karşımdaki adam yalan söylemiyordu.

Ama bahsettikleri imkânsızdı.

Konuşmaya devam etti. “Teklifim şu.” Pierce bir cihaz çıkarmasıyla havaya sanal bir görüntü yansıttı.

Daha önce böyle bir teknolojiye şahit olmadığım için nabzım hızlandı. Bu Rus yapımı bir cihaz olabilir miydi?

Pierce sinsi bir tilki edasıyla, “Bu sana tanıdık geldi mi?” diye sordu.

Görüntüye bakarken kalbim tekleyince kaşlarımı çattım. “Bu benim…” diyerek düşüncelerimi toparlamak için duraksadım. “Bu benim Altın Aslan’daki kasam.”

Bunun bir şantaj olduğunu anlayarak gözlerimi Pierce’a diktim. “Söyle, neler oluyor?”

Pierce’ın tek el hareketiyle farklı bir görüntü havaya yansıyınca öfkem tavan yaptı. “Orada ne haltlar dönüyor lan?”

Siyahlar içinde bir grup insanın tavandan aşağı indiğini gördüm.

Pierce dikkatle, “Seni soyuyorlar, Jensen. Takribi beş yüz milyon,” dedi. “Ve bu yanlarına kâr kalacak.”

Öfkeden kızarırken zar zor nefes alarak Pierce’a baktım. “Bana şantaj mı yapıyorsun?”

İç geçirdi. “Asla, sadece seni motive ediyorum.”

“Onlar senin adamların mı? Seni orospu çocuğu!” Silahıma davranmak üzereydim.

“Kesinlikle değil.” Pierce her zamanki sakinliğiyle kıkırdayarak takım elbise ceketinin kolunun tozunu aldı.

“Geldiğim yerde dünyevi paranın hiçbir değeri yok. Bunu ben yaptırmıyorum, senin hırslı düşmanların yapıyor.”

Öfkeden köpürmek üzereyken yavaşça ayağa kalktım. “Seni öldüreceğim.”

Pierce bana bakarak sakince, “Jensen,” dedi. “Üç ay boyunca benim için çalışacaksın ve ben de hemen şimdi alarmı çalarak milyonlarını kurtaracağım.”

Öfkemi dizginlemeye çalışarak ona baktım.

”Jensen, duygularının seni yönetmesine asla izin verme. İşte o zaman hataya düşersin.” Zihnimde Bruna’nın sesini duydum.

Pierce ellerini sanal görüntünün üzerinde gezdirerek, “Bak, ajanlarım soygunu basmaya hazır hâlde benim emrimi bekliyor. Bu tamamen senin ellerinde,” dedi.

Göğüslerinde İMA yazan siyah silahlı kuvvet kıyafetleri giymiş, ciddi manada kısa boylu dört kişi gördüm.

İMA mı?

Ne söyleyeceğimden ya da ne düşüneceğimden emin olamayarak Pierce’ı tepeden tırnağa inceledim.

Bir kez olsun şok içindeydim.

Sanal ekranda bir sürü ekipmanla kasanın şifresini kırmayı çalışan adamları izlerken, “Bu gerçek olamaz,” diye fısıldadım.

Sonra uzun sarı saçları kar maskesinin altından görünen birini tanıyınca gözlerim fal taşı gibi açıldı. Boynundaki kelebek dövmesini görür görmez onu tanıdım.

Jenna.

Yok daha neler!

Altı aydır düzenli olarak takıldığım kızdı.

“Tehlikeli adamlara şaka yapmak gibi bir alışkanlığım yok.” Pierce bana göz kırptı. “Meşhur Jensen King’i kızdırmaktansa, yapacak daha iyi ve eğlenceli işlerim var.”

Ona sert bir bakış attım. Jenna’nın altı ay boyunca, ezik kuzeniyle beraber benimle oynadığına inanamıyordum.

Sorunun ne olduğunu biliyordum. İlgisizliğim ve umursamazlığım yüzünden, Jenna’ya dikkatimi vermediğim için gözümün önündeki sülüğü görememiştim.

Bruna bunu duyunca büyük hayal kırıklığına uğrayacaktı.

Ardından yüzümde bir gülümseme belirdi. “Kanıtla.” Sakinleşmek için derin bir nefes aldım. “Senin de benimle oynamadığını nereden bileceğim?”

Pierce takım elbise ceketinin cebinden bir kalem çıkardı. “Sözleşmeyi imzala, ben de bundan fazlasını yapayım. Hayatını değiştireceğim.”

Bu herifin bunu nasıl kanıtlayacağını merak ederek kaşlarımı çattım.

Düzenbaz küçük bir hırsız izlenimi vermediği için, bunu fazlasıyla merak ettiğimi itiraf etmem gerekirdi.

Mektuba baktım. “Üç ay mı?”

İçimden olayın absürtlüğüne gülmek geliyordu. Bunun berbat bir dolandırıcılık olduğu ortaya çıkarsa onu öldürüp mektubu yakabilirdim. Ama bu delinin ne yapacağını sahiden görmek istiyordum.

“Önce dur emri için aramayı yap.”

“Önce sözleşmeyi imzala.”

Kendinden oldukça emindi. İnsanların büyük bölümü benimle aynı fikirde olmadığında genellikle endişe belirtileri gösterdiği için, bu oldukça ilgi çekiciydi.

Önce parlayan mektuba, sonra Pierce’a, ardından da sanal ekranda kasamı soyan şerefsizlere baktım. “Eğer bir yamuk yapayım dersen seni gebertirim.”

Sesinin soğuk tonundaki eğlence tınısıyla, “Hiç şüphem yok,” dedi.

Merakımın sınırına gelmiştim.

Nasıl olsa yakacağımı bile bile sözleşmeyi imzaladım. Yine de normal şartlar altında asla yapmayacağım bir şeyi bana yaptıran adama bakarken garip bir sinir harbi yaşıyordum.

Beş yüz milyon doların motive edici olduğu su götürmez bir gerçekti.

Pierce gülümseyerek kulağına dokununca kaşlarımı çattım. “Alarmı çal, Chad ve Steven’a da araçtaki ekibi o kadar hırpalamalarına gerek olmadığını söyle.”

Pierce dönüp bana bakarak, “Kumarhanenin üç blok ötesindeki siyah ciplerde düşmanlarının devamı ekibim tarafından tutuluyor,” diye fısıldadı.

Bu da ne böyle? ~Adamlarıyla açıkça konuştuğunu izlerken gerildim.~

Pierce alnının çatını ovuşturarak döndü. “Polislerin onları sorgulamasını zorlaştırması için kafaları günlerce iyi gezecekler, Steve’e bunun yalnızca bir uyarı olduğunu söyle.”

“Tamam. Dion’a çıkış için hazır olduğumuzu bildir. Son oyuncumuz da tamam.” Pierce bana göz kırptı.

“Dalga mı geçiyorsun?” Ayağa fırlayıp silahımı çıkardım. “Dinleniyor muydun?”

Adamlarım üzerini didik didik aramıştı!

Pierce sanal ekrana doğru başını salladı. “Arkadaşların bir saniye sonra orada olduklarına pek mutlu olmayacak.”

O kısa boylu küçük insanların sirk göstericileri gibi birbirlerinin üzerine tırmandıklarını, sonra alarmlardan birine tekme atarak tüm güvenlik sistemini aktive ettiklerini ve sihirli bir şekilde tüm küçük insanların ortadan kaybolduğunu gördüm.

Jenna’nın adamlarının deliye dönerek bunun kim yaptığını sorgularken soygunu iptal etmeye çalışmalarını seyretmek heyecan vericiydi.

Herkes kendini kurtarma peşindeydi.

Pierce’a baktım. “Yalan söylemiyordun.” Tenimin karıncalanmaya başladığını hissederek duraksadım. “Bunu yapacaklarını nerden biliyordun?”

Bu… Bu mümkün değildi.

O mektup…

Bedenimdeki yeni hislerin nabzımı hızlandırmasıyla ona kocaman gözlerle bakarken Pierce, “Derin bir nefes al, Jensen,” dedi.

“Neler oluyor?” diye sorduktan sonra görüşüm kararmaya başladı.

Sikeyim!

”İyilik Meleği A.Ş.’ye hoş geldiniz.”

En son duyduğum şey bu oldu.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok