Azrail'in İddiası: Final - Kitap kapağı

Azrail'in İddiası: Final

Simone Elise

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Şeytan'ın Oğulları yollarını değiştirmişti. Azrail’le Abby'nin liderliğinde, artık kaos yaratmak için yaşamıyorlar, enerjilerini küçük kasabaları Yılan Vadisini korumaya yönlendiriyorlardı. İtibarsız kişileri ortadan kaldırmakta o kadar başarılıydılar ki, kanun onların yöntemlerini görmezlikten geliyor ve hatta onlardan yardım istiyordu. Abby’yle Azrail sonunda uzaklaşıp sonsuza dek mutlu yaşayacak mıydı?

Yaş Sınırı: 18+

Fazla göster

16 Chapters

Bir Yıl Sonra

Azrail

Limoni ve kadifemsi ışık yatak odamıza süzüldü.

İlk uyanan bendim, ki bu alışılmadık bir durumdu.

Abby erken kalkandı. Aynı zamanda en son yatan da oydu. Aslında, ikimiz arasında normal uyku düzenine sahip olan bendim.

Nefesi yumuşak ve ritmikti, derin uykuyla ilişkilendirilen türdendi.

Bu iyi bir şeydi.

Birçok değişiklikle dolu uzun bir yıl olmuştu. Belki de çok fazla değişiklik...

Ama nemli sabah ışıkları yumuşak çilli cildinin tozunu alırken ya da uzun, bebek gibi ince kirpiklerini aydınlatırken, tek yapmak istediğim ellerimi onun tüy gibi saçlarında gezdirmekti.

Tekrar sarıya dönmesine izin vermişti, bal gibi sıcacıktı. Sıcak taşra güneşine daha fazla maruz kaldıkça rengi daha da açılacaktı. Şimdilik kısa tutuyordu. O kadar kısaydı ki, onun için tıraş etmemi istediğinde iki numara makas kullanmak zorunda kalıyordum.

Bu en sevdiğim stil değildi, ama saçlarının nişan hattının önüne geldiğini söylüyordu. Eninde sonunda, Abby’yi mutlu ediyorsa, beni ve motorcu çetesinin geri kalanını da mutlu ederdi.

Şeytan’ın Oğulları Başkan Yardımcım için her şeyi yapardım.

Her şeyi…

Belki uyumasına izin vermek dışında…

Üzerinde siyah dantelli külot ve en sevdiğim atleti vardı. Pembe meme uçlarından biri dışarı çıkmış, bana göz kırpıyordu. Uzanıp göğsünü avuçladım ve başparmağımla hafifçe masaj yaptım. Boynunu gagalayıp kemirdim.

Kıpırdandı ve kalçalarını kasıklarıma bastırarak benden uzaklaştı. Bunun üzerine, onu gördüğüm için zaten yarıya çekilmiş olan penisim tam yelken açtı. Nefes alış verişi değişti ve elini saçlarımda gezdirerek bana uzandı.

Kolunun ön kısmında kuru boya lekeleri olduğunu fark ettim.

Bu kadar geç saate kadar ayakta kalmasının nedeni buydu. Resim yapıyordu.

Güzel…

Bu da ödülü olabilirdi.

Onu daha da yakına çekince, bir bacağını benimkinin üzerine atarak bizi birleştirdi. Kasıklarıma sürtündü. Külotunun penisimin üzerindeki yumuşaklığı inanılmazdı, ama ıslandığında, kendimden geçtim. Aşağı uzanarak bir parmağımı kenarından geçirdim ve Abby’yi aramıza giren kumaştan kurtardım.

O inlerken, daracık vajinasına girdim.

Güvenli ve sıcak, dalgalanıp bana karşı hareket ederek, kalbimin göğüs kafesimde küt küt atmasına neden oldu. Yoksa bunlar onun kalp atışları mıydı? Ritmimiz rahat ve tatlıydı. Boynunu öptüm, atletinin yanlarından uzanıp ipeksi göğüslerini sıktım.

Daha hızlı hareket ettik. Abby kendini bana doğru iterken omurgası kıvrılıyor, ben de ona karşılık veriyordum. Çıkardığı sesler hızımı artırıyordu. Bu, açık yolda bir motorun kükremesi gibiydi.

Her sabah bu güzel manzaraya uyandığım için ne kadar şanslıydım?

Bu kadar canlı hissedebildiğim için…

Daha hızlı ilerliyorduk ama yeterli değildi. Adımı haykırışını duymak istiyordum. Yavaşça, neredeyse ucuna kadar çıktım ve Abby hoşnutsuzlukla inledi.

Nefes nefese, “Sakın şimdi durma,” dedi.

Güldüm ve daha da yavaşça geri ittim.

Abby, “Kade,” diye homurdandı. “Lütfen…”

Kalçalarımı döndürerek her santimini doldurdum. Ama adımı bir kez daha duymak istiyordum. Dudaklarımı ensesinde gezdirdim ve ileri geri sallanırken bir kez daha omurgasının zarif kıvrımını izledim.

“Tanrım, Kade…” diyen Abby’nin nefesi kesildi. Ona daha sıkı sarılarak, tek vücut olana kadar onu kendime çektim. O adımı haykırmaya devam ederken ben daha hızlı pompalıyordum. “Kade! Kade! KADE!”

Aynı anda boşaldık. Zevk ve rahatlamadan dolayı nefes nefese kalmıştık.

Bir dakika daha öyle kaldık, hazzın tadını çıkarıyorduk.

Sonra Abby kollarımdan sıyrılarak ayağa kalktı.

Gitmesine izin verdim ama pişman da oldum.

Abby’yle böyle olurdu. Ne kadar sıkı tutunursanız, gitmek için o kadar çok mücadele ederdi. İkimiz de kalmasını ne kadar çok istersek isteyelim...

Şifonyere doğru ilerlemesini ve hışımla kurcalayarak aradığı kabı bulmasını izledim. Doğum kontrol haplarını çıkardı ve ambalajından çıkarıp bir tanesini ağzına attı.

Su şişesinden bir yudum alırken aynada bakışlarımı yakaladı.

“Bana öyle bakma,” diye azarladı.

Bakmamak çok zordu.

Onun vücudu. Onun seçimi.

Ama yine de canımı yakıyordu.

Çünkü bu benim de seçimimdi... Öyle değil mi?

Daha önce de böyle bir şey yapmış, kürtaj yaptırıp suçu düşüğe atmıştı. Hamileliğini öğrenmiştim ve bir çocuk fikri korkutucu olsa da, içten içe heyecan vericiydi.

“Hadi, Kade.” Abby tuvalete ilerledi. Ardından çeşmenin ve akan suyun sesi geldi. Kafasını tekrar uzattı. “Planlamamız gereken bir baskın var, unuttun mu? Bunu ne kadar çabuk bitirirsek o kadar iyi.”

***

Kalbimi attıran üç şey vardır: Parmak uçlarımda bir motorun mırıltısı ve sabit gürültüsü. Karımın çıplak görüntüsü ve bir baskının başlangıcı. Tabii bunların sırayla olması gerekmez.

İlk ikisini bugün zaten yaşamıştım, peki ya üçüncüsü? O da gerçekleşmek üzereydi. Saat geç olmuştu, gece beklentiyle doluydu. Abby’yle bu geceki operasyon için bir araya getirdiğimiz ekip küçük ama yetenekliydi. İyi motor sürüyorlardı ve silah kullanmakta daha da iyiydiler.

Zebanileri avlarken öyle olmak zorundaydılar.

Kaynaklarımızdan öğrendiğimize göre, Blake’in motorcu çetesi Avoca üzerinden bazı yükler taşıyacaktı ve bu gerçekten çok aptalcaydı. Avoca, en az Yılan Vadisi kadar Şeytan’ın Oğullarının bölgesiydi.

Bizim bölgemiz…

Ayrıca bu yeterince kötü değilmiş gibi, aptal herifler silah ya da uyuşturucu taşımıyorlardı. Hayır. İnsan taşıyorlardı.

Bu müsaade edemeyeceğimiz bir şeydi.

Avoca Rezervindeki kamp alanı uzak olduğu için motosikletlerimizi Pireneler Otoyolunda bırakmak zorunda kaldık. Onları ne kadar sevsek de, kükreyen motorların bizi ele vermesi riskini göze alamazdık. Sonraki üç kilometre boyunca kendimizi rezervin çalı ve sazlıklarının arasında iz sürerken bulduk. Yüksek gölgeleri gündüz vakti bir nimetken, gece bir lanete dönüşmüş, ormanı ve yirmi motorcudan oluşan ekibimizi karanlığa gömmüştü.

Abby sağ tarafıma doğru, “Daha ne kadar var?” diye sertçe fısıldadı.

Gözleri karanlıkta parlıyor, en büyük avı, Zebanilerin lideri Blake Campbell’ı sonunda yakalama düşüncesiyle kıvılcımlanıyordu.

Taktik saatimdeki GPS’i kontrol ettim.

“Yaklaştık,” diye fısıldadım.

İşte o zaman kötü müziğin gürültülü, gümbür gümbür bas sesini duyduk:

Bu bizim için iyiydi. Partilemekle meşgul olurlarsa, başlarına ne geldiğini asla bilemeyeceklerdi.

Ox, “Kim iş başındayken bu kadar yüksek sesle müzik açar ki?” diye homurdandı. Sorusu bir şey ifade ediyordu çünkü o, Şeytan’ın Oğulları’ndaki en güçlü adam olabilirdi ama kesinlikle en zekisi değildi.

Abby, “Aptalın teki,” diye cevap verdi.

Ox da, “Lanet olası aptallar,” diye onayladı. “Sırf orman rezervinde oldukları için güvenli olduğunu düşünerek yerlerini ele veriyorlar.”

Abby başını kaldırıp bana baktı.

Teni, gecenin karanlığında bile parlıyordu, tek isteğim ona dokunmaktı. O anda şortunu yırtabilir ve onu yapraklarla yıldızlardan oluşan tavan altında becerebilirdim.

“Pekâlâ, seni burada bırakıyorum,” diyerek beni söz konusu meseleye geri getirdi. “Hazır olduğunda mesaj at.”

“Ama burada hiç sinyal yok,” diye itiraz ettim. “Ağaçların arasına girdiğimizde taktik saatimdeki koordinatlar bile bir tahminden ibaretti.”

“Endişelenmiyorum. Sen bir yolunu bulursun,” deyip göz kırptı. “Her zaman buldun.”

Sonra tüfeğiyle birlikte karanlığın içinde kayboldu.

Ekibin geri kalanına işaret verdim ve tekrar hareket ettik. Ağaçlar seyrelmeye başlamış, kampın ana dinlenme salonunu ortaya çıkarmıştı. Çok sayıda penceresi ve üç çıkışı olan, tek katlı, oldukça büyük bir alandı. Solgun ışık hüzmeleri, kırık camlardan aralıklı dişleri olan bir ağız gibi dışarı sızıyordu. Yıpranmış dış cephe bas sesiyle birlikte titreşiyordu.

Bir avuç adamı arka taraftaki mutfak çıkışına, başka bir grubu ana kapılara gönderdim ve geri kalanları silahlarını çekmiş, hazır bir şekilde çömelerek pencerelerin altından geçmeleri için dağıttım.

Ox’la ben de sessizce yan girişe doğru ilerleyerek arkamızda hafif toz bulutları bıraktık.

Yan kapının kirli camından içeri baktım. Ana salonda Zebaniler ve Stonefish üyelerinden oluşan bir karışım vardı. Kimse nöbet tutmuyordu. Herkes ya bira içiyor ya da kokain çekiyordu. Hava nikotin ve mide bulandırıcı derecede tatlı vape sisiyle kaplıydı. Ana salonun köşesinde küçük bir kız grubu gördüm.

Hiçbiri on dört yaşından büyük olamazdı. Hepsinin bilekleri plastik kelepçelerle bağlanmış ve ağızları koli bandıyla kapatılmıştı.

Blake neyin peşindeydi?

Tüfeğimi öyle sıkı kavrıyordum ki dipçik basınçtan gıcırdıyordu.

Ox, “Patron? Ne yapmak istiyorsun?” diye sordu. “Öylece silahlarımızı ateşleyip dalamayız. Şimdi olmaz.”

“Biliyorum…” derken jeneratöre giden büyük elektrik hattını fark ettim ve kafamda bir fikir oluştu. Abby’nin bir sinyale ihtiyacı vardı, değil mi? Onu bulmuştum.

Ox’a kabloyu gösterdim. “Jeneratörü görüyor musun?”

Başıyla onayladı.

“Onu takip et, üçe kadar sayınca kes, sonra flaş bombalarını atarız. Bitmelerini bekle ve onları indir.”

Ox emirleri mürettebatın geri kalanına iletti ama tam atılacakken durdu.

“Ne oldu?” diye sordum.

Fısıldadı. “Azrail, sence Blake içeride mi?”

“Hayır,” diye dürüstçe cevap verdim.

Bir daha baktı.

“Sence Abby başka türlü gelir miydi?” diye sordum.

“Hayır,” diyerek başını salladı. “Çok kızacak.”

“Başka bir şey olabilir miydi?”

Homurdandı. “Asla.”

“Aynen öyle.”

Ox jeneratöre ulaştı, elektriği kesmeye hazırdı. Geri sayımı başlatmak için parmağımı uzattım. Sonra iki... Ama asla üçe ulaşamadım.

Abby, Zebanilere “Hey çocuklar,” diye seslendi. “Burada bir parti varmış, öyle mi?”

İçeri bir göz attım ve gördüğüm şey midemi bulandırdı. Abby, mutfakla Zebani üyelerinin takıldığı ana salon arasındaki döner kapılara asılmıştı. Hepsinin gözleri şüpheyle kısılmış, dik dik ona bakıyorlardı.

Sonra aralarından cesur (aptal) biri ayağa kalktı. “Sen kimsin?”

Abby, “Karma,” diye karşılık vererek tabancasını çıkardı ve onu tam alnının ortasından vurdu.

“Dur!” diye ağır çekim gibi gelen bir sesle bağırdım.

Kapıyı tekmeledim ama Abby çoktan iki Zebani motorcusunu daha vurmuştu. Birini göğsünden, diğerini boynundan... Kanları çığlık atan kızların sıçradı.

Sonunda elektriğin yüksek uğultusuyla derinden gelen müzik sesi kesildi ve herkes karanlığa gömüldü. Kızlar daha yüksek sesle çığlık attılar. Camlar kırıldı ve ardından namludan çıkan kıvılcımın ışığı geldi.

Abby’ye doğru koşup onu yere yatırırken, “Kızları koruyun!” diye emrettim. Yuvarlandık ve onu salon kapılarının arkasına sürüklemek için çabalarken, mutfakta bittik.

Yemek masaları yere çarpıp kalkanlara dönüşmeye başladı.

Abby, “Neler oluyor, Azrail?” diye bağırarak elimden kurtulmaya çalıştı. “Ben halletmiştim.”

“İşareti beklemen gerekiyordu.”

“Çok uzun sürdü,” diye karşı çıktı. “Ya Blake kaçtıysa?”

“Blake mi?” diye tekrarladım. “Onu gördün mü?”

Cevap vermedi.

Lanet olası karanlıkta onu göremesem bile ona gözlerimi diktim. “Abby, yemin ederim, sen benim sonum olacaksın.”

Gözlerim karanlığa alışırken bana bir öpücük atıp göz kırptı ve tabancasını salonun kapıları arasına sokarak kör bir atış yaptı.

“Hayır.” Silahı yana savurarak onu yere bastırdım. “Kızları vurabilirsin.”

Abby sabırsızlıkla çenesini sıktı, bir şeyleri ısıracak gibiydi, ama yutkundu. Bu çabayla göğsü kabarmıştı.

Onun yerine, “Ne yapmamı istiyorsun?” diye sordu. “Kibarca silahlarını bırakmalarını mı isteyeyim?”

“Bekle.” Alnından öptüm ve sinirden titretti. “Sadece bekle.”

Sonra yüksek sesli ve kısa bir ıslık çaldım.

Flaş bombaları düz, ağır gümbürtülerle yere çarparak salonu dumanla doldurdu. Herkes kesik kesik öksürdü, benim bile gözlerim doldu.

Abby tişörtünden bir parça yırtıp maske olarak kullandı. Rahatsız bir şekilde kaşlarını çatarken yöntemini onaylayarak göz kırptım. Hareket etmek için can atıyordu ama beklemesini sağlayacaksam, gerekirse üzerine bile oturabilirdim.

Zebanilerden bir adam, “Dışarı!” diye bağırdı. “Herkes dışarı!”

“İşte işaretimiz.” Abby’yi elinden tutup mutfaktan dışarı çıkardım. Kapıyı açtığımızda, göğsümüze doğrultulmuş silahların görüntüsüyle durdurulduk.

Ox, “Hey,” diye emretti. “Bunlar Azrail ve Abby. Silahlarınızı indirin.”

İndirdiler ve biz uzaklaşır uzaklaşmaz Abby elini benimkinden çekti.

“Adi pislik!” diye tükürdü. “Blake’in burada olmadığını biliyordun.”

Öfkesini kabul etmedim. Adamlarımla kızların güvenliğinden emin olmam gerekiyordu. Dinlenme salonunda dolaşırken planımın işe yaradığını gördüm.

Abby, “Azrail!” diye bağırdı. “Bana yalan söyledin. Blake konusunda ciddi misin? Kim senin için bir şey ifade etmiyor mu?”

Bunun üzerine hızla arkamı döndüm.

“Kim’i böyle kullanma,” diye çıkıştım. “O senin intikam hikâyende bir komplo aracı olmaktan daha iyisini hak ediyor.”

Bu onu susturdu.

“Memnun olmalısın.” Burnumun kemiğini ovuşturarak iç çektim. “Az önce bir sürü kızı seks ticaretinden kurtardık. Ekibimizden kimse ciddi şekilde yaralanmadı. Bu bir zafer. Neden kaybetmiş gibi davranıyorsun?”

Abby’nin dudağı titredi.

“Çünkü ben kaybettim,” derken sesi titredi ama üzüntüden mi yoksa öfkeden mi bilemedim. Belki de ikisi birdendi. “Ayrıca Blake’i bulup ona hak ettiği sonu verene kadar böyle olacak.”

Ardından, topukları üzerinde dönüp benden uzaklaştı.

Ox arkamdan, “Haklıymışım,” dedi. “Kızdı.”

Zarif formunun ağaçların arasında kaybolup gitmesini izledim.

“Başka bir şey olabilir miydi?” diye huysuzca sordum.

“Asla,” diye aynı anda cevap verdik.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok