Dayanılmaz Sevda - Kitap kapağı

Dayanılmaz Sevda

S.S. Sahoo

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Zachary ile Juliette, yıkıcı bir kaza dünyalarını paramparça edene kadar muhteşem bir hayat yaşıyorlardı. Ancak Bay Alexadru Lascar'ın gelişi ve onları koruyacak yeni kimlikleriyle, tüm eski düşmanlarını alt etmeye hazırdırlar. Ama ileriye doğru attıkları her adımda karşılaştıkları tehlikenin hayal ettiklerinden çok daha sinsi ve geniş kapsamlı olduğunu fark ederler. Bu kargaşada aşkları daha da güçlenmiştir ve kendilerine yaklaşan gizemli figürlerin kimliklerini ortaya çıkarmaya kararlıdırlar. Bu bir hayatta kalma savaşıdır ve düşmanlarına karşı zafer kazanana kadar durmayacaklardır. Düşmanlarının maskesini zamanında düşürebilecekler mi? Zachary ve Juliette birbirlerini korumak ve geleceklerini güvence altına almak için zamana karşı yarışırken her şeyi zaman gösterecek.

Yaş Sınırı: 18+

Fazla göster

Birinci Bölüm

İkinci Kitap: Dayanılmaz Sevda

ZACHARY

Seni seviyorum.

Uykumdan sıçrayarak uyanıp kanepede doğruldum. Vücudum terden sırılsıklam olmuştu âdeta. Sesi hâlâ kulaklarımda yankılanmaya devam ediyordu.

Tek istediğim bir an önce uyumaktı. O gittiğinden beri üç ay, sekiz gün, beş saat geçti. Bana ihanet etmişti. Tüm o şefkat dolu sözlerinin yalandan ibaret olduğu ortaya çıktı. Sadece gözümü boyamaya çalışmıştı.

Sonsuza kadar benimle kalacağını söylese de sözünü tutmayarak beni terk etmişti.

Ofisimdeki koltuğumdan kalkıp cam pencereye doğru yürürken derin bir nefes aldım.

Saat sabahın beş buçuğunu gösteriyordu. Masama dönüp baktığımda darmadağın bir yığın önemli evrak gördüm.

Ellerimi pantolonumun ceplerine sokup gökyüzünün aksine simsiyah görünen ağaçları seyrettim. Güneş doğmak üzereydi. Hem kuşlar da çoktan uçmaya başlamıştı. Muhtemelen kahvaltı zamanları gelmişti.

Trafik nispeten azdı. Ofisimden sabahın erken saatlerinde koşuya çıkan birkaç kişi görünüyordu.

Son üç aydır bekleyen tüm işleri bitirmek için gece geç saatlere kadar çalışıyordum.

Masama yönelmek üzere arkamı döndüğümde dizlerimin bağı çözülür gibi oldu. Birden sanki biri kafama vuruyormuş gibi başıma keskin bir ağrı saplandı.

Tüm bunlar uykusuzluğum yüzünden başıma geliyordu. Nasıl uyuyabilirdim ki? O bana ihanet etmişken nasıl uyuyabilirdim?

Yine de bir türlü onu aklımdan çıkaramıyordum. Sanki nereye gitsem benimle geliyor, yanımda olmasa bile varlığını her fırsatta hissettiriyordu.

Polislerin onun cesedini sudan çıkardıkları anı hâlâ hatırlıyordum. Kendime hiç bu kadar kızmamıştım. Neden gitmesine izin vermiştim?

Hepsi benim suçum.

Kalbimi paramparça etmekle kalmamış, dünyamı âdeta başıma yıkmıştı.

Polisler yüzündeki kefeni çıkarmamı söylediklerinde ellerim titremişti. Kaza yüzünden paramparça olmuştu. Polisler öldüğünü söylediğinde ona bakacak cesareti kendimde bulamamıştım.

Babası feryat figan bağırırken onlara karşı koymuş, kızının onu böyle bırakamayacağını söylemişti. Bir yandan sağlık ekipleri yerde yatan annesine müdahale ediyordu.

Arkadaşı Kiara ile erkek kardeşi Jace hüngür hüngür ağlarken, ben sırtım bedenine dönük bir şekilde orada öylece duruyordum. Benim gömleğimi ve pantolonumu giymişti. Bu, ondan başkası değildi.

Yine de de kalbim, uğruna ağladığım kişinin o olmadığını söyleyip duruyordu. Olamaz.

O gün dört kişi ölmüştü. Juliette’imin arabasına çarpan kamyon şoförü, taksici, siyah arabalı bir kadın ve…

Beni bırakıp gittiğine hâlâ inanamıyordum. Sonunda hayatımızda yeni bir sayfa açabileceğimizi sanmıştım. Buldukları cesedin Juliette’e ait olduğuna inanmayı reddediyordum.

Kadın benim kıyafetlerimi giymesine, saçı ve boyu Juliette’in fiziğine uymasına rağmen inanmadım, inanmak istemedim.

Ondan sonraki süreçte de ölümünü kabullenecek cesaretim olmadığı için iyice içime kapandım. Acım dinmemiş, beni bazen yere yığacak kadar alkol bağımlısı birisine dönüştürmüştü.

Max, Kristian ve Willi sayesinde biraz olsun ayakta durabilmiştim. İnsanların içinde oldukça duygusuz, donuk bir insan, bir zombi gibi dolaşıyordum.

Önceden de böyleydim. Sadece o hayatıma girdiğinde bambaşka birisine dönüşmüştüm. Oysa şimdi sadece kendisi değil, hayatıma kattığı mutluluk ve neşe de beni yalnız bırakmıştı.

Yere çömelip zonklayan başımı sıvazlarken, “Neden?” diye sordum.

Uyku hapları alsam da işe yaramamış gibiydi. Rüyalarımı istila etmiş, kan ter içerisinde uyanmama neden olmuştu.

Tam bu sırada aniden başım dönmeye, midem bulanmaya başladı. Yavaş adımlarla kanepeye geri dönüp sehpadaki sürahiyi aldığım gibi yüzüme su çarptım.

Hiçbiri işe yaramıyor.

Derin bir nefes alarak kanepeye yaslanıp aynı pozisyonda uykuya dalmadan önce birkaç dakikalığına gözlerimi kapattım.

“Affedersiniz? Efendim?”

Yanağımda soğuk bir şey hissettiğimde nefesim kesildi.

“Efendim?”

Birisi bana mı sesleniyor?

İyi de kim?

Yavaşça gözlerimi açmaya çalıştım. İki simsiyah varlık endişeyle bana bakıyordu. Kara saçlı, soluk tenli bir kadın yanağımı okşadı.

“İyi misin? Doktor çağırayım mı?” diye sordu. Elinin hâlâ yanağımda olduğunu fark edince kaşlarımı çattım.

Elini bir hışımla yakaladıktan sonra derin bir nefes alıp bıraktım. Doğrulup ayağa kalkmaya çalışırken dengemi kaybettim. Bacaklarım güçten kesilmiş gibiydi.

Neyse ki birisi hemen kollarımdan yakalayıp düşmemi engelledi. Aynı kadın ayağa kalkmama yardım etmeye çalışıyordu.

Juliette’imden başka bir kadının bana dokunmasını istemiyordum. Ellerini iterek ona ters ters baktım.

“İyiyim,” diye homurdandım. Bunun üzerine gülümseyerek teslimiyet içerisinde ellerini kaldırdı.

“Neden öylece uyuyordun?”

“Sen kimsin ve burada ne yapıyorsun?” diye sordum, onu incelerken.

Mor bir bluz ve bej rengi topuklu ayakkabılarıyla uyumlu krem rengi bir etek giymişti. Elbisesi resmiydi ve masanın üzerinde ona ait olduğunu tahmin ettiğim dosyalar gördüm.

“Ben Cristina Dimir. Kişisel asistanınızım,” deyince kaşlarımı kaldırdım.

“Yani Bay Kristian’ın asistanıydım ama artık siz de aramıza katıldığınız için Bayan Cosmina tarafından yeni asistanınız olarak atandım.” Bir an kafamı çevirip olan biteni idrak etmeye çalıştım.

Gerçekten de Kristian benim yokluğumda şirkette büyük bir rol oynamıştı. Kendimi bulmaya çalıştığım bunca zaman boyunca gıkını çıkarmadan işlerimizle ilgilenmişti.

“Peki, son on gündür neredeydin?” diye sordum. Döndüğümden beri onu buralarda görmediğime emindim.

“Tatildeydim,” dedi gülümseyerek. Gamzeleri bana Juliette’i anımsatıyordu. Bir an hülyalı gözlerle ona baktıktan sonra boğazımı temizleyip kendimi toparladım.

“Bana bir fincan sade kahve ve Bay Pachia’nın dosyasını getir,” dedim, ayağa kalkarken. Bu sırada dünyam dönmeye başlayınca inleyerek başımı tuttum.

“Efendim, siz bana bırak...” Uzanıp bana dokunamadan önce bir parmağımı ona doğru kaldırarak yaklaşmasını engelledim.

“Sadece söyleneni yap,” diye emrettim, katı bir tavırla.

Bir an şaşkınlıkla bana baktıktan sonra başıyla onayladı. Arkasını dönüp dosyalarını topladıktan sonra son kez bana şöyle bir bakıp dışarı çıktı.

İç çekerek kanepedeki blazer ceketimi üzerime geçirdim. Masaya doğru yürürken düğmelerini iliklemeyi ihmal etmedim. Saat dokuzu çeyrek geçiyordu.

Çalışanların çoğu çoktan ofise geçmiş olmalıydı. Artık Juliette’i kafamdan atmalı, kendi işlerime, hayatıma odaklanmalıydım.

Bir elimi saçlarımın arasında gezdirerek konsantre olmaya çalışsam da işe yaramadı. Onu unutmaya çalıştıkça zihnime daha da fazla nüfuz ediyordu.

O benim hayatım, ruhum, kısacası her şeyimdi. Varlığını hâlâ yanımda hissedebiliyordum. O benim nefesimdi.

Telefonumu çıkarıp resimlerine bakmaya başladım. Tüm aile pikniğe gittiğimizde zorla çektirdiğim fotoğrafı gözüme çarptı.

Bu fotoğrafı bir hatıra olarak çektiğimi söyleyerek onunla şakalaşmıştım. Bana ailemle mutlu anılar biriktirmemi, onarla iyi vakit geçirmemi söylemişti.

Benim için onunla birlikte olmak başıma gelen en güzel şeydi.

Onu yanıma çekmiş, benimle fotoğraf çekilmesini sağlamıştım. Ben telefonun kamerasına bakarken o da bana bakmıştı. Bunun onunla tek fotoğrafım olacağını bilseydim, asla ama asla...

“Kahveniz efendim.” Bayan Dimir’in sesi beni düşüncelerimden çekip çıkardı. Kahve fincanını masama bırakıp Bay Pachia’nın dosyasını önüme koydu. Durmadan gülümsemesi canımı sıkmaya başlamıştı.

Neden diğer insanlar bu kadar mutlu?

Bu hayat sadece bana mı böyle?

“Başka bir şeye ihtiyacınız var mı, efendim?” diye sorunca kafamı salladım.

Başıyla onaylayıp gitmek için arkasını döndüğü sırada onu durdurdum.

“Bayan Dimir!”

Durup gülümseyerek arkasını döndü. “Evet, efendim?” diye sordu, klasörleri göğsüne bastırıp.

“Bir dahaki sefere içeri girerken kapıyı çalmayı unutma,” dedim, lakayt bir şekilde. Ardından parmağımla kapıyı işaret ederek gitmesini söyledim.

Önce kapıya sonra da bana baktı. Dalgınca başıyla onaylayıp odamdan çıkarken yüzünden düşen bin parçaydı.

“Herkes çok mutlu görünüyor, Juliette.” Bir yandan Juliette’in fotoğrafına bakıyordum.

“Ben hariç,” diye tamamladım, gözlerim dolmaya başlamıştı. Bir süre sonra gözyaşlarım yanaklarımdan aşağı süzülmeye başladı.

Resmini öpüp bir mendille yüzümü silerken telefonu bir kenara bıraktım. Sıcak kahve fincanını dudaklarıma götürsem de içemedim. İştahım kapanalı bayağı olmuştu.

Hiçbir şey yanan ruhumun ateşini söndürmüyor, yalnızlığımın acısını dindirmiyordu.

“Lütfen bana geri dön, Juliette’im.” Anılar tekrar kafamı doldurmaya başlamıştı. Onu o gün yalnız bıraktığım için kendimi asla affetmeyecektim

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok