Dayanılmaz Sevda - Kitap kapağı

Dayanılmaz Sevda

S.S. Sahoo

İkinci Bölüm

ZACHARY

“Silahlar nerede?” diye sordum, elimden geldiğince sakin bir şekilde.

“Bilmiyorum.” dedi, titrek bir sesle. Önümde diz çöküp avuçlarını birleştirmiş, hayatını bağışlamam için yalvarıyordu.

“Seni zavallı,” deyip silahın dipçiğiyle yüzüne vurdum. Yana düşerken Willi aramıza girerek beni durdurdu.

“Bırak ben halledeyim,” deyince ona ters ters baktım. Bir süre sonra ciddi olduğunu fark edip oflayıp puflayarak arkamı döndüm. Bu durum iyiden iyiye canımı sıkmıştı.

Bugün teslim edilmesi gereken yasadışı silahlar yolun ortasında ortadan kaybolmuştu. Elimize geçen tek şey ise şoförden başkası değildi.

Ona göre, bazı haydutlar kamyonu durdurup kontrolünü ele geçirmiş, onu yola atmış, sonra da silahları çalmışlardı.

Şoför umurumda değildi, sadece silahlarımı istiyordum. Onları bir an önce müşterime transfer etmem gerekiyordu.

Willi bitkin bir ifadeyle, “Aynı şeyi söylüyor. Birkaç haydudun işiymiş,” dedi.

“Bitir işini,” dedim, şoförün yüzüne dahi bakmadan.

Şok içinde, “Ne?” diye sordu. Şoför bunu duyar duymaz inleyip ağlamaya başladı.

“Öldürün onu,” dedim, duygusuz bir ifadeyle.

“Bunu yapamayız. Silahların nerede olduğunu bize söyleyebilecek tek kişi o,” dedi Willi. Bu sırada çalmaya başlayan telefonumu pantolonumun cebinden çıkardım.

Muhbirimden gelen mesajı okuduğumda yüzümde kızgın bir ifade belirdi. O lanet olası şoförü öldürmeye hazır bir şekilde arkamı döndüm.

“Sana silahların nerede olduğunu söyleyebilirim.” Alaycı bir kahkaha attım. Hemen ardından bir silah sesi odada yankılandı.

Şoförü bacağından vurmuş, şimdi ise namluyu yüzüne doğrultmuştum. Onu oracıkta öldürecektim.

“Ne yapıyorsun sen?” diye bağırdı Willi. Şoförü öldürmemi istemiyordu. Ona mesajı gösterince yaralı bacağından dolayı bağıran şoföre hınçla baktı.

“Seni piç! Kamyonu lanet polislere mi teslim ettin?” diye çıkıştıktan hemen sonra karnına bir tekme attı.

“Seni ahmak!” diye bağırdım. Acı içinde kıvranmasını izlemek içimi tarifi zor bir zevkle dolduruyordu.

“Dur,” deyince Willi bana baktı.

“Ama o…

“ “Kimin emriyle yaptın?” diye sordum, elimden geldiğince sakin bir şekilde. Şoför elleri bağlı bir şekilde yerde yatıyordu.

“Söylemeyeceğim,” dedi gülerek. Ağzından yere kan damlıyordu.

“Bunu göreceğiz,” deyip Max’e döndüm.

“Şok tabancasını getirin. Gerçeği söyleyene kadar uyumasına ya da ölmesine izin vermeyin. Biraz acı çeksin.” Ağır ağır nefes alan şoföre baktım.

“Ne duruyorsunuz!” diye bağırdıktan sonra dışarı çıktım.

Ben depodan çıktıktan sonra bile acı dolu çığlıkları duyulabiliyordu. Adamlarım işlerini mükemmel bir şekilde yapmış, ona yaptığının bedelini ödetmişlerdi.

“Jeremiah’ı arayıp olan biteni anlat.”

Willi başıyla onaylayıp polis olarak çalışan adamımızı aramak için cebinden telefonunu çıkardı. Arabama geçip içine bindikten sonra motoru çalıştırarak ofisime doğru yola çıktım.

Ofisime gitmeyeli üç ya da dört gün olmuştu. Son zamanlarda yasal olanların yanı sıra pis işlerimi halletmekle meşguldüm.

Masasının önünden geçerken Cosmina beni, “İyi günler efendim,” diye selamladı.

Olduğum yerde durup kafamı Cosmina’ya çevirdim. “İmzalamam gereken tüm önemli dosyaları odama gönder. Bugün bekleyen tüm işleri bitirmek niyetindeyim,” dedim, emrivaki bir ses tonuyla.

Yan tarafıma döndüğümde Cristina’nın fal taşı gibi gözlerle elime baktığını gördüm.

“Efendim, elinizde ve kollarınızda kan var. Yaralandınız mı?” Bana dokunamadan elimi çekip ona ters ters baktım.

Sert bir tavırla, “Kendi işinize bakın, Bayan Dimir,” dedikten sonra Cosmina’ya döndüm.

“Ama…”

“Bana dosyaları gönder Cosmina,” deyip gitmek için arkamı döndüm.

Odama geçer geçmez yaptığım ilk şey raflıktan temiz bir gömlek almak oldu. Kanı yıkamak ve gömleğimi değiştirmek için banyoya yöneldim.

Hayatım karmakarışık Elimdeki kanı temizlerken lavabonun kırmızıya boyanmasını izledim. Ardından kafamı kaldırıp kendime şöyle bir baktım.

Sen bir hiçsin.

Yüzümde herhangi bir duygu ibaresi yoktu. İfadesizdim. Yorgun. En önemlisi, Zachary Udolf Sullivan’a hiç benzemiyordum. Oysa gerçek buydu. Yansımama baktım. Her şeyini kaybetmiş bir zavallıdan başka bir şey göremiyordum.

Yüzüme bir avuç su çarpmadan önce yansımama bakarak, “Mutluluğu hak etmiyorsun,” diye mırıldandım.

Artık hayatıma devam etmeliydim. Kendimi harap etmiştim. Eminim Juliette de beni bu halde görmekten hoşlanmazdı. Yine de hiçbir şey yapamazdım. Ne zaman hayatıma devam etmek istesem, işler daha da kötü gidiyordu.

Hayatımın geri kalanını onunla birlikte geçireceğimi sanmıştım. Bu durumda olmam tabii ki onun suçu değildi.

Yine de kendime her baktığımda bunlar yaşanmasaydı hayatımın nasıl olacağını düşünüyordum.

Onu ilk kaçırdığım zamanki gibi benden nefret etmediğini biliyordum. Nefretinin kısa sürede sevgiye dönüştüğünü, beni gerçekten sevdiğini biliyordum. O zaman neden? Neden ya? Neden böyle olmak zorundaydı?

İnsanları öldüren, en çok günah işleyen bendim. O zaman neden hayatını kaybeden o olmuştu? Onun yerine ben olmalıydım.

Neden benim günahlarımın cezasını o çekmişti?

Hayır, aslında ikimiz de cezalandırılmıştık. Ben hayatımda herkesten çok sevdiğim tek kişiyi kaybetmiştim, o ise bir günahkâra aşık olmuştu.

Tanrı tövbe eden günahkârlarını affetmez, onların en sevdikleriyle cezalandırır. Benim için en değerli kişi Juliette’imdi.

“İstediğiniz dosyalar.” Bayan Dimir dosyaları önüme koydu. Okuma gözlüklerimin üzerinden gözlerimi kısarak ona baktım. “Cosmina’ya getirmesini söylemiştim, sana değil.”

“Aslında gelirken genel müdür çağırdı. O yüzden dosyaları size vermemi istedi,” dedi, gülümseyerek.

“Kristian bugün ofiste,” diye mırıldandım kendi kendime. Bunu duymuş olacak ki sessizce, “evet,” dedi.

“Ona beni bulmasını söyle. Şimdi gidebilirsin,” dedim, yüzüne bakmadan. Dosyaları okumakla meşguldüm. Yine de göz ucuyla hâlâ durduğunu görebiliyordum.

“Ne oldu?” diye sordum. Birden irkilir gibi olsa da kendine gelip elime baktı.

“Yaranız nasıl oldu? Az önce kollarınız kan içindeydi. Bir şeyler…”

“Dimir Hanım,” diye araya girdim, bana baktı. “Kendi işinize bakın, tamam mı?” Ona sert bir bakış atıp gözlerimle kapıyı işaret ettim.

Derin bir nefes alıp başıyla onayladıktan sonra arkasını dönüp kapıya yöneldi. Dışarı çıkmadan önce son kez şöyle bir bakmayı ihmal etmemişti.

“Ne kadar sinir bozucu,” diye mırıldandıktan sonra dosyalara göz gezdirmeye devam ettim.

***

“Ne zaman görsem daha da yaşlanıyorsun,” dedi Kristian, kapıyı çalmadan içeri girerken.

“Kapıyı çalmayı ne zaman öğreneceksin?” diye sordum, dizüstü bilgisayarımda bir şeyler yazarken.

“Ne zaman kendine bakacaksın?” diye sordu. Bunun üzerine başımı kaldırıp ona baktım.

“Parmaklarına bir baksana,” dese de onu duymazdan geldim. O herifi çok kötü hırpalamıştım. Öyle ki, eklemlerin kıpkırmızı olmuş, yer yer morarmıştı.

“Yeni bir şey değil,” diye mırıldandım.

“Tabii ki değil. Sadece alışkanlık haline geldiğini görmelisin. Artık kendine bakmıyor gibisin. Kendine hakim ol, yoksa işin de etkilenecek,” dedi.

Gözlerimi ona diktim. Masamın köşesine oturmuş, sırıtarak bana bakıyordu.

“Masamdan kalk,” dedim, ters ters bakıp. Beni hiçbir zaman ciddiye alan biri olmamıştı.

“Ah dostum! Şu havalarını yesinler.” Omuz silkerek masamdan kalktı. Etrafımdan dolaşıp sandalyeye oturduktan sonra başını arkaya atıp derin bir nefes aldı.

“Olanları duydum. Silahlara polis tarafından el konulmuş, ha?” Sandalyeye rahatça yaslanırken eline aldığı kâğıtlarla oynamaya başladı.

“Seni bulmaları an meselesi. Bu işin peşine düşeceklerdir.” Elindeki kâğıtları masaya geri koyduktan sonra pencereye baktı.

“Bununla benim ilgilenmemi ister misin?” diye sordu, durup dururken.

“Sen mi?” diye sordum, alaycı bir tavırla.

“Evet, ben!” Gözlerini kısarak bana doğru baktı. Sandalyeden kalkmadan önce avucuyla gözlerini ovuşturdu. Bu sırada dizüstü bilgisayarı kapattım.

“Bu iş için Willi’yi görevlendirdim. O halledecektir.”

“Son zamanlarda çok safça davranmıyor musun?” diye sordu, ellerini masama vurarak.

“O adama körü körüne güveniyorsun. Hatırladığım kadarıyla kuzenimi ve kız kardeşini öldüren oydu, değil mi?” diye sordu, kaşlarını kaldırarak.

Buna karşılık dirseklerimi masaya koyup ellerimi kavuşturdum.

“Güvenimi kazandı, emin ol. Yine de hareketlerini yakından takip ediyorum.”

Bir an bana bakakaldıktan sonra kahkaha attı. “Hım, ilginç. Gerçekten de çok ilginç.”

“Peki o zaman, ben artık gideyim. Yapacak işlerim var. İhtiyacın olursa beni ararsın. Melbourne’a gidiyorum.” Kravatını düzeltirken dudaklarında bir gülümseme belirdi.

“Melbourne mu? Neden?” Bütün işleri Romanya’dayken Melbourne’da ne işi olabileceğini merak ediyordum doğrusu.

“Ha?” Konuşmadan önce kaşlarını kaldırarak bana baktı.

“Ah, önemli bir şey değil. Senin aksine, değer verdiğim ve hayatta olan bir kadınım var.” “Hayatta” kelimesini kullanmasına hiç gerek yoktu. Bir anda ayağa kalktım. Bu küstahlığı karşısında iyice öfkelenmiştim.

“Kristian, sözlerine dikkat etsen iyi olur,” dedim elimden geldiğince sakin bir şekilde. Kuzenimi incitmek istemiyordum.

“Bak…” Ellerini ceplerine sokarak bana doğru eğildi. “Ne istersem onu derim, canım.” Sırıtarak ofisimden çıktı. Beni öfkeden deliye döndürmeyi başarmıştı.

“Aptallar! Hepsi aptal!” diye mırıldandım kendi kendime, bir elimi saçlarımda gezdirip.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok