Vahşi Final - Kitap kapağı

Vahşi Final

Kristen Mullings

Tehdit Notu

SAGE

SageBebeğim, bunu yaptığın için sana ne kadar teşekkür etsem az.
RomanElbette, mein kätzchen. Hafta sonu bize geleceği için mutluyum.
SageHepsi senin ve millerin sayesinde. Ha-ha.
RomanYardım edebildiğim için mutluyum.
SageSeni özledim.
Romanİşe geleli beş saat oldu.
SageEvet, değil mi? Beş saat çok fazla.
RomanBen de seni özledim, kätzchen. Sadece birkaç saat içinde tekrar kollarımda olacaksın.
SageSabırsızlanıyorum.

Telefonuma bakıp gülümsedikten sonra arabadan dışarıya baktım. Tanıdık bir yüz bana gülümsüyordu.

SageAh, işte geliyor. Gitmem lazım! Seni seviyorum!
RomanOna selam söyle. Ben de seni seviyorum.

Kingsley yaklaşırken telefonumu çantama soktum ve arabanın camından dışarıya baktım.

O daha kapıya ulaşamadan arabadan dışarı fırladım.

“Aman Tanrım, seni son gördüğümden beri ne kadar büyümüşsün?” dedim ona kocaman sarılırken.

“O kadar da uzun zaman olmadı, Sage,” diye güldü Kingsley.

“Çok uzun zaman olmuş gibi,” diye iç geçirirken çantasını alıp arka koltuğa ittim.

“Gidelim mi?” diye sordum arabayı işaret ederek. “Rosa’yla buluşmamız gerekiyor.”

Kingsley havaalanının otoparkına baktı. Arabaların sayısı bir hayli fazlaydı. Yolcu alma şeridine girip çıkıyorlardı.

Bu yepyeni dünya karşısında Kingsley’in gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

“Hadi yapalım şu işi,” dedi arabaya atlarken.

Kingsley’in yüzü yol boyunca gördüğü manzaralar karşısında zevkle parlıyordu. Gökdelenler ve eski binalar onu mimariye hayran bırakırken nefesini tuttu.

“Evden oldukça farklı, değil mi?” diye sordum gülümseyerek.

“Öyle de denebilir,” diye kıkırdadı otoparka girdiğimizde.

Rosa, onun için çalışmayı bıraktığımdan beri bana karşı neredeyse şaşırtıcı derecede yumuşamıştı.

Artık beni gerçek dünyaya karşı saf, masum, küçük bir kuş olarak görmüyordu. Bunun yerine, beni hesaba katılması gereken bir güç, kendine denk biri olarak görüyordu.

Rosa yeteneğim olduğunu ve bu sanatsal yeteneğin ailemden geldiğini kabul etmişti. Bu yüzden Kingsley’i desteklememe yardım etmekle yakından ilgileniyordu.

Rosa artık benim amirim değildi, bir meslektaşım, bir arkadaşımdı.

Kingsley’in ziyaretime gelmesi için ısrar eden oydu. Şehrin en seçkin bistrosunda bize görkemli bir öğle yemeği ısmarlayacağını söylemişti.

Binaya girdiğimizde Kingsley’nin gözleri neredeyse yuvalarından fırlayacaktı.

Kristal avizelerden gösterişli duvar kâğıtlarına, altın çatal bıçak takımlarına kadar Kingsley daha önce hiç böyle bir şey görmemişti.

Oturduğu yerde kıpırdandı. Masanın üzerine dizilmiş farklı çatallara, fincanlara ve tabaklara merakla bakıyordu.

Şarabından bir yudum alırken, “Ee Kingsley,” dedi Rosa keyifle. “Şu ana kadar Amerika hakkında ne düşünüyorsun?”

Kingsley, “Harika ama farklı,” diye sırıtarak omuz silkti.

Rosa, “Hmm,” derken duraksadı. “Aynı şeyi heykellerin için de söyleyebiliriz.”

Kingsley utancını gizleyememişti. Gözlerini kırpıştırdı. Kızarmıştı. Minnettar bir şekilde mırıldandı. “Çok naziksin Rosa.”

Onun bu sözleri beni gülümsetti. Eskiden birisinin Rosa’ya nazik diyeceğini hayal bile edemezdim.

Rosa’nın gardı düşüyordu, kalbindeki buzlar eriyordu. Kingsley’e yardım etmek istediğini görebiliyordum.

“Ciddiyim, seninle dalga geçmiyorum. Sadece gerçeği söylüyorum.” Dalgın dalgın salatasını karıştırırken gözleri Kingsley’e dikilmişti.

“Soyutlama’nın gelecek sayısında seni sergilemek istiyorum.” Rosa çatalını tabağının yanına koyduktan sonra kollarını kavuşturdu.

Kingsley sandviçi boğazını tıkayınca bir bardak suya uzandı. Suyunu yudumladı ve konuşmadan önce peçetesiyle ağzını sildi.

“Ne diyeceğimi bilemiyorum,” diye mırıldandı.

“Yapacağını söyle,” diye sırıttı Rosa.

Kolunu tutup, “Yap!” dediğimde Kingsley de sırıttı.

“Tamam, yapacağım,” diye güldü ve kadehini bizim şerefimize kaldırdı.

Rosa da kadehini kaldırdı. Hoş bir sohbet eşliğinde yemeğimizi bitirmeden önce kadehlerimizi tokuşturduk.

***

Öğle yemeğinden sonra Kingsley’i şehir turuna çıkarmıştım.

Şehrin dört bir yanındaki sanat galerilerini ve mağazaları ziyaret etmiştik.

Kingsley sokak sanatçılarının tuvalleri benzersiz ve heyecan verici şekillerde boyamasına hayran kalmıştı.

Sokak çalgıcıları, enfes şarkılar söylerken yabancılar bozuk para kavanozlarını tıngırdatıyordu.

Kingsley gülerek, “Sanki başka bir gezegendeyim,” derken müzisyenin kavanozuna birkaç dolar attı.

Adam şarkısına devam ederken, “Teşekkürler kardeşim,” diye bağırdı.

Gezmeye devam ederken güney yakasındaki bir sanat atölyesinde yerel bir fotoğrafçının sergisine denk geldik. Kingsley duvara bakarken gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

Siyah beyaz fotoğraflara bakarken, “Bunlar harika,” dedi hayranlıkla.

Terk edilmiş yapılar ve harap binalar ana temayı oluşturuyordu. Başımı sallayarak ona katıldım.

Yıkık dökük evi işaret ederken, “Gerçekten de akıllardan çıkmayacak kadar güzeller,” diye fısıldadım. “Buna bayıldım.”

“Zevklisin,” diye mırıldandı Kingsley. “Şu ışıklandırmaya bak, muhteşem.”

“Biliyor musun, bir gün sen de böyle bir stüdyoya sahip olabilirsin. Heykellerin sergilenebilir ve insanlar onları hayranlıkla seyredebilir.”

Kingsley omuz silkti. “Buna inanmakta hâlâ güçlük çekiyorum.”

“Rosa ile öğle yemeğinden sonra bile mi?” diye sordum kaşlarımı çatarak.

“Her şey benim için çok yeni. İnsanların beğenmesi bir yana, sanatımı paylaşmaya bile alışık değilim,” dedikten sonra saatine baktı.

“Ne demek istediğini anlıyorum,” diyerek sırtını sıvazladım. “Ama yeteneğinin tüm dünya tarafından görülmesi gerekiyor.”

“Eve gidelim mi? Akşam yemeğinden önce biraz kestirmek istiyorum, sorun olur mu?” dedi Kingsley esneyerek.

“Elbette,” diye gülümsedikten sonra çatı katına doğru yola çıktık.

Ön kapının kilidini açtım ve kapıyı iterek açtım. O sırada yerdeki zarfı gördüm.

Zarfı yerden aldıktan sonra Kingsley’e döndüm. “Misafir odası koridorun sonunda. Duş almak istersen koridorun karşısında bir banyo var.”

“Teşekkürler, Sage.” Kingsley bavullarını koridora taşırken zarfa baktım.

Zarfı evirip çevirdim. Üzerinde bir mühür vardı. Belki de Roman içindi.

Ama eğer öyle olsa üzerinde onun adının yazılı olması gerekmez miydi?

“Neden kapının altındaydı?” dedim kendi kendime. Ardından zarfı yırtıp açtım.

İçinde düzgünce katlanmış bir kâğıt vardı.

Katlanmış kâğıdı açıp yazılanları okudum. “Seni izliyorum, kleines kätzchen.”

Kelimeleri tekrar tekrar okurken kalbim bir anlığına durmuştu.

Bu bir şaka mıydı?

Gözlerimi yazılanlardan alamıyordum. Neden biri bana böyle bir not yazsın ki? Roman’a gelmemişti. Roman’ın bana taktığı isimle bana yazılmıştı.

Bunu kim, neden yapmış olabilirdi?

Düşmanım yoktu, artık yoktu. Hepsi hapisteydi. Başka kim beni tehdit etsin ki?

Yutkunarak notu tekrar zarfın içine ittim.

Bu konuda ne düşüneceğimi bilmiyordum. Bir şey düşünemeyecek kadar fazla şey yaşamıştım.

Kesin olan bir şey vardı. Biri beni korkutmak istiyordu ama ben korku içinde yaşamayacaktım.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok