Vahşi - Kitap kapağı

Vahşi

Kristen Mullings

Teklif

Sage

Bay Heinrich'in gülümsemesini gördüğümde bir an doğru dürüst düşünemedim. Ve sonra vücudumda bir adrenalin patlaması hissettim ve tüm vücudumu yeniden bir öfke sardı.

İşim.

Hayatım.

Amcığım.

Her şeyi berbat etmişti.

Hiç tereddüt etmeden yüzüne doğru bir tokat salladım ama piç kurusu benden daha hızlı davranmıştı.

Sert avuç içiyle bileğimden yakaladı ve parmaklarıyla bileğimi kavradı.

"Ah, hayır. mein alıngan kätzchen," dedi, elimi indirerek.

Aynı zamanda da, rıhtıma süzülen bir denizaltı gibi masanın altından bacağı açık bacaklarıma doğru uzanıyordu.

Ayağı da vücudunun geri kalanı gibiydi, büyük, mükemmel ve bütünüyle orantılı. İstemsizce, bacaklarımı araladım.

Bay Heinrich ayağını uyluklarıma hiç dokundurmadan bacaklarımın arasına doğru yavaşça sandalyenin kenarına koydu.

Ayak tabanının sıcaklığını hissedebiliyordum. Sıcaklığı bana kadar gelmişti. Kalbimin kanı beynime pompalaması gereken yerde kan aşağılarıma doğru yönünü değiştirmişti.

Duygularım bana ihanet etti. Bu kabalığı karşısında sinirlenmem gerekirdi ama aksine bu beni hareket tahrik etmişti. Donuk, buz gibi suratının altında ateşli bir ifade gizliydi.

"Şu an her ne kadar seni becermek istesem de," dedi, "Şimdi zamanı değil."

Bunu der demez yanaklarıma bir ateş basmıştı. Sonrasında yüzündeki kendini beğenmiş ifadesi kayboldu, ayağını indirip dünyanın en şaşırtıcı sözlerini söylerken daha da ciddileşmişti.

"Aslında, önce seni tanımayı tercih ederim."

"Sen... Ne?" diye kekeledim.

"Bana eski kafalı diyebilirsin. Ama seni yakından tanımak isterim."

"Bay Heinrich…"

"Roman," diyebilirsin.

Bu daha da garipti. Onun şirketinde çalıştığım zamanlarda prensiplerini biliyordum. Asla ilk isimleri kullanmazdık. Bu tür bir samimiyet...

Aramızdaki durumu değiştirecek gibi görünmüyordu. Yine de iç çektim ve bu isteğini yerine getirerek devam ettim.

"Roman, dinle. Bana yaptıklarından sonra, dünyanın herhangi bir yerinde senin yanında bir saniye bile geçirmek isteyeceğimi nereden çıkardın?"

"Çok basit," dedi, sırıtarak. "Senin mülakatın."

Kaşlarını çattım. Bunu nereden biliyordu? Eğer...

"Sence seni bu şirkete kim önerdi?"

Nefesimi tuttum. Piç kurusu. Bütün bunları o planlamıştı. Beni küçük bir piyon gibi etrafında dolandırıyordu. Benimle resmen oyun oynuyordu.

Hayır.

Bu işi tek başıma alacaktım. Onun yardımı olmadan.

"Beni şirkete tavsiye ettiğin için minnettar olsam da," dedim dişlerimi sıkarak ve sonra devam ettim. "Gerisini kendim halledebilirim. Çok teşekkürler."

Kafasını salladı.

"Hayır, hayır, Sage. Hala anlamıyorsun. Design Group şirketinin hisselerinin büyük çoğunluğu da benim. Yani, bu, mülakatın şimdi resmi olarak başlıyor demek."

"Bunun komik olması mı gerekiyor?" diye sordum.

"Yüzüme bak."

Gülmüyordu.

"Şunu açıklığa kavuşturmama izin verin, Bay Lanet Heinrich. Beni ofisinden kovup işten çıkarıyorsun. Bir sonraki iş görüşmemi ayarlıyorsun. Ve sonra bana arkadaş olmak istediğini mi söylüyorsun?"

"Adım Roman."

Eğer benimle uğraşacaksa, ben de onunla uğraşacaktım.

"Her neyse. Şimdi de bana şantaj mı yapıyorsun?"

"Evet, doğru anladın. Kahvaltı sipariş edelim mi?"

***

Buna inanamıyordum. Bu etik dışı olmanın da ötesindeydi. Adam beni zor durumda bırakmıştı ve şimdi de lanet bir yumurta ve kreple bana yağ çekmeye çalışıyordu.

Her ne kadar sinirli olsam da Bay Heinrich’i ya da Roman’ı daha önce hiç bu kadar rahat görmemiştim. Her zamanki gibi gösterişli bir takım elbise giymiyordu.

Hayır, üzerinde sadece sıradan bir tişört ve kot pantolon vardı. Kolundaki dövmeleri ilk defa görmüştüm. Böyle bir adamın dövmeleri olabileceğini asla düşünmezdim.

Başka ne sırları vardı? Merak etmiştim.

Roman genel sorularla başladı. Yaş. Eğitim. Nereli olduğum vesaire. Tüm bunları özgeçmişimi okuyarak öğrenebilirdi ki, neyin peşindeydi?

"Saçmalamayı kesmemizde bir sakınca var mı?" diye sonunda araya girdim.

"Peki," dedi, geriye yaslanarak. Hala sırıtıyordu. "Bana sormak istediğin herhangi bir şey var mı?"

"İlk olarak. Beni neden kovdun?"

"Çünkü eğer seninle olacaksam aynı çatı altında çalışamayız."

Bunu o kadar gerçekçi bir tonda söylemişti ki bir an duyduklarıma inanamadım. Yemek boğazıma takıldı, boğuluyordum..

Gerçekten de boğuluyordum.

Roman ayağa kalktı ve yanımda diz çöktü. Sırtımı sıvazlayıp bana su doldurdu, endişeli görünüyordu.

"İyi misin, kätzchen?"

Ellerini yüzüme koyup beni kendisine çevirdi. O kadar sıcaklardı ki, karşı koyamadığım zincirleme bir reaksiyona neden olmuştu.

Tüylerim diken oldu.

Meme uçlarım dokunuşuyla sertleşti.

Beynimin yönlendirdiği kan amıma pompalandı.

Bacaklarımın arasında bir şişlik hissettim.

Bu sefer iç çamaşırımı lekelemesine izin vermeyeceğim.

Bacaklarımı birbirine kenetleyerek, akmaya başlayan nehri tutmaya odaklandım. Gözlerimin tam içine bakarak nefes almamı söylüyordu. Al, ver.

Benim için bunu sürekli tekrarladı.

Sonunda kendime geldiğimde bir yudum su içtim. Roman sandalyesine geri oturduğunda ona bakıyordum. Söyledikleri karşısında hala şoktaydım.

"O da ne demek?"

"Sorunun cevabı."

"Cevap olduğunu anlayabiliyorum ama çok ani oldu."

"Gerçeği söylememi istemiyor musun? Gerçekleri duymayı sevmez misin?"

"Ama... Seninle olmak istediğimi nereden çıkardın?"

"İstiyorsun."

Başka yere baktım. Hem haklı hem de hatalı olduğu için. Beni bu kadar küçük düşüren biriyle olmayı nasıl isteyebilirim?

Ama aynı zamanda da bütün cinsel dürtülerim aksini haykırıyordu.

Ve o bunu hissedebiliyordu.

"Benim geldiğim yerde aklımızdan geçenleri söyleriz. Burada çok fazla tanık olduğum gibi lafı dolandırmayız. Mesela, az önce yanında oturduğumda, üzerindeki başka bir adamın kokusunu alabiliyordum. Doğru mu?"

Lanet olsun.

Bu adamın burnu ne kadar iyiydi böyle? Wong'un kokusunu alabiliyor muydu? Duruşu ve sesi her ne kadar sakin olsa da gözlerinde şu an şiddetli bir fırtına esiyordu.

"Bu ne tür bir…"

"Soru sordum, bu doğru mu?"

"Benim geldiğim yerde vergi ödeyen vatandaşlar sadece polisin sorduğu soruları cevaplamak zorundadır. Yani herhangi bir rozetin yoksa ve bir polis değilsen sorunu alabilir ve müsait bir yerine…"

"Ateşle oynuyorsun, kätzchen. Eğer birlikte olacaksak, buna izin veremem."

"Seninle olmak istediğimi varsayıyorsun."

Sandalyesinin arkasına yaslanmış vereceği cevabı düşünerek beni inceliyordu.

"Dürüst olma sırası sende, Sage," dedi. "Söyle bana. Ne istiyorsun?"

"Ben... Bilmiyorum."

Gülümsedi ve ayağa kalkarak kredi kartını garsona uzattı.

"Gerçeği söylediğin için teşekkür ederim. Yakında ne istediğini bileceksin. Sana sadece bunu söyleyebilirim."

"Nereye…"

"Mülakatın geri kalanını kendin halletmen gerekiyor. İşim var."

Roman gitmek için arkasını döndüğünde ayağa kalkmıştım ama sandalyemdeki ıslak noktayı görünce hemen geri oturdum.

Kahretsin.

Elbisem lekelenmiş.

En azından siyah renkti.

Hala kafamı kurcalayan bir şey vardı.

"Bay, yani Roman. Bu iş anlaşmasını farklı kılan şey nedir?"

"Ne demek istiyorsun?"

"Yine senin sahip olduğun bir şirkette çalışıyor olacağım. Hala bir... Çıkar çatışması mevcut."

Roman omuz silkti.

"Orada hisselerim var. Tek kontrol bende değil. Gerçekten, bu endişeleneceğin en son şey olmalı."

"Başka bir yerde çalışamaz mıydım?"

"O zaman sana nasıl göz kulak olurdum?"

Ve o şeytani gülümsemeyle Roman Heinrich arkasını döndü ve kafeden çıktı. Girmek üzere olduğum önceden ayarlanmış mülakatımla beni kendi halime bırakarak gitmişti.

Ne tür bir oyun oynuyorsak daha yeni başlamıştık...

***

WongHey bebek!
WongTekrar sikime boşalırken çığlık attığını duymak istiyorum bebeğim.
WongŞu anda sıkı küçük amına çok sert soktuğumu görebiliyorum.
SageBoşalıyorsun. 💦
WongHer yeri sperm kaplıyor.
WongHemen.

Wong'dan mesaj aldığımda yatağımda uzanmış Ronnie ile takılıyordum.

Telefonumu ondan uzakta tutuyordum.

Elbette, Roman'ın şartlarını kabul etmemiştim. Henüz. Bu yüzden istediğimi yapmakta özgürdüm. Ama garip bir şekilde, kendimi suçlu hissediyordum.

Ronnie, "Tüm bu olanlara hala inanamıyorum," dedi. "Heinrich'in yaptığı şey çılgınca. Neredeyse bir sapık gibi. Korkunç."

"Biliyorum."

"Ve yine de onunla ilgileniyor musun?"

"Bundan henüz emin değilim."

"Eninde sonunda bir cevap isteyecek, değil mi?"

Omuz silktim. Mülakatın beklediğim gibi gayet güzel geçtiğini göz önünde bulundurursak bunu, ne Roman’a ne de Wong’a hiçbir lanet adama borçlu değildim.

Henüz bir iş teklifi almış değildim. Top hala Roman’daydı.

Ama işi kabul etme konusunda kendimi artık rahat hissediyordum.

Ronnie'ye bu gizemli nişanlısı Jav hakkında daha fazla şey sormak üzereydim ki başka bir mesaj aldım. Yine Wong olduğunu sanmıştım. Ama...

RomanGuten Morgen, Bayan Sauvignon. Mülakata çağırıldığınız pozisyon için seçildiğinizi bizzat bildirmek istedim.
RomanTebrikler. Önümüzdeki Pazartesi işe başlayacaksın.
SageVay, teşekkürler! Mesajla bilgilendirme ha...
RomanNasıl tercih ederdiniz?
SageHm... Bir şey yok. Sadece telefonla bilgilendirilmeye alışkınım.
RomanPeki bu, diğer teklifimle ilgili kararını nasıl etkiler?

Son mesajını okurken biraz kıvrandım. Ne diyeceğimi bilememiştim. Bu olanların hepsini bir kerede sindirmem çok zordu.

"Ne oldu?" diye sordu Ronnie.

"Hiçbir şey. Sadece kafamı boşaltmam gerekiyor, sanırım."

"Yani seks yapman gerekiyor. Seni tanıyorum, Sage."

İkimiz de güldük ama Ronnie haksız değildi. Kendime engel olamayıp telefonumdaki Wong ve Roman'ın mesajları arasında gidip geldim.

İkisi de cevap bekliyordu.

İkisi de benden bir şey istiyordu.

Ama sadece biri istediği şeyi elde etmek üzereydi…

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok