İlk Işıkta Aşk - Kitap kapağı

İlk Işıkta Aşk

Wen

Çoraplarını Sevdim

Cami

Başımı sesin geldiği tarafa çevirip gözlerimi kısarak karanlıkta adamın yüzünü seçmeye çalıştım. Gözlerim fal taşı gibi açıldı. “Uf, o da ne öyle!”~

“Bilmiyorum belki de sarhoşumdur... Ama uf ki ne uf! Bu adam sanki Calvin Klein reklamından fırlamış gibiydi.”~

Deri bir ceket giymişti ama kalın kumaşın altından bile o yakışıklı yüzü destekleyecek kaslarının olduğunu anladım.

Yüz demişken...

“Bir resim daha çok işe yarar, tatlım,” dedi sırıtarak. Yanaklarımın ısındığını hissettim.

“Şey… Özür dilerim,” deyip utanç içinde başımı bir kez daha direksiyona dayadım. Çok açık bir şekilde adamı süzüyordum!

Adam, verdiğim yanıta kıkırdayıp motosikletinin üzerinde rahatça öne doğru eğildi. “Rahatça, ama sanki Vogue ~için modellik yapıyormuş gibi görünüyordu.”~

“Sadece şaka yapıyorum, çok takılma,” deyip gülümsedi. Yanaklarındaki gamzeler belirdi. Lanet olsun, gamzeleri bile vardı!

Yandan göz ucuyla bakınca daha geniş bir şekilde gülümsediğini gördüm.

Çok yakışıklıydı. Deri ceketinin üstüne bir de motosikletinin olması zaten var olan kötü çocuk cazibesine katkıda bulunuyordu.

Adama önüne bakıyordu. Ben de manzarayı hayranlıkla seyretmekten kendimi alamıyordum. Benden o kadar da yaşlı görünmüyordu. En fazla üç, belki beş ya büyüktü.

Sanırım yine dik dik bakıyordum. Aniden bana dönünce yüzündeki alaycı gülümsemeyi gördüm.

“Sonra görüşürüz o zaman,” dedi göz kırparak. Ben daha cevap veremeden çoktan uzaklaşmıştı. Motosikletinden gelen mırıltı gibi bir ses eşliğinde gözden kayboluşunu izledim.

Gideceğim yere sürmeye başlamadan, “Az önce ne oldu öyle?” diye kendi kendime mırıldandım.

“Dikkatimi daha fazla dağıtamam,” ~diye düşündüm. Onarıma ihtiyacım vardı ve beni asla incitmeyeceğini bildiğim iki adama gitmek en büyük önceliğimdi.

***

Arabamı park ettiğimde camları kapatıp kapıları kilitledim. Arabam süslü değildi ama yine de benim bebeğimdi.

Binaya doğru ilerlerken telefonum çaldı. Kim olduğuna bakmadan telefonu açıp kulağıma götürdüm. O sırada kapıları açtığımda sessiz bir bip sesi geldi.

“Alo…”

“NEREDESİN ŞU AN? UMARIM BARIN TEKİNDE KÜFELİK OLMUYORSUNDUR, ÇÜNKÜ YEMİN EDERİM…” diye bağırıyordu Hugh.

Hugh'un yüksek sesinden irkilerek sakinleştiğini duyana kadar telefonumu kulağımdan aldım.

“Aman Tanrım, Hugh! Bara falan gelmedim, sakin ol! Sadece Ben & Jerry's alıyorum, tamam mı?” diye açıklama yaptım.

“Evet, Ben & Jerry, beni asla incitmeyeceğini bildiğim iki adam. Tamam, belki kilo sıkıntısı yaşayabilirim ama konumuz bu değil.”~

Dondurulmuş ürünler reyonuna gidip bir tane Kurabiye ve Kremalı Çizkek, bir tane Brownie ve tabii ki bir tane de Çikolata Terapisi aldım. Çikolata Terapisi’ni unutamazdık, değil mi?

“Alo? Alooo? Cami, ne oluyor, hâlâ orada mısın?”

Hugh'un hâlâ telefonda olduğunu unutmuştum. Dondurmamla meşguldüm.

“Evet, pardon. Aromalardan seçiyordum... “

Konuşmaya devam edemeden, diğer koridorda bir tutam siyah saç gördüm. Kasiyere doğru yürüdüğünde hemen gerildim. Az önce gördüğüm seksi motorcu adamdı.

Beni görmemiş olmasını umarak hızla rafların arkasına saklandım. Onun üzerinde pek de iyi bir izlenim bırakmamıştım ve beni böyle görmesine izin verecek değildim. Hem de tüylü çizgili çoraplarımla!

Hugh, “Cami? Beni bir kez daha unutursan yemin ederim...” diye tehdit ediyordu.

“Pardon! İşte şey, az önce gördüğüm o adam burada…” diye fısıldadım.

“Ne adamı? Seksi mi?” diye sordu en iyi arkadaşım. Gözlerimi devirdim ama telefonda olduğumu unutmuştum.

Karşılaşmamızı hatırlayarak bilinçsizce, “Hem de çok...” dedim.

Düşüncelerimi bastırıp telefona fısıldayarak, “Yani hayır… Evet. Ah, seninle sonra konuşuruz, tamam mı?” dedim.

Görüşmeyi sonlandırıp koridorun köşesinde sessizce çenemi kullanarak dondurma kutularını dengeledim.

Kapıdan gelen tanıdık zil sesini duyduğumda adamın gittiğine dair işaret aldığımı düşündüm. Tuttuğumu fark etmediğim nefesimi bırakarak kasaya doğru yürüyüp dondurmalarımı tezgâha koydum.

Sırık gibi olan genç kasiyer bana ve üç kutu dondurmama baktı. Yargılandığımı hissedebiliyordum ama artık umurumda değildi. Ürünleri tarayıp plastik bir torbaya yerleştirdi.

Parasını ödeyip mırıldanarak teşekkür ettim. Kapıları açtığımda soğuk rüzgar yüzüme vurdu.

Bir adım daha atamadan tanıdık, derin bir ses, “Zor bir gün müydü?” diye sordu.

İrkilerek küçük bir çığlık attım. Elimdeki değerli paketimi neredeyse düşürüyordum. Başımı sese doğru çevirdim. Karşımdaki daha önce gördüğüm adamdı. Motosikletine kayıtsızca yaslanmış, sağ elinde bir kutu bira tutuyordu.

“Al, buyur. Tüm dağınık saçlı, bol giysili, aptal tüylü çoraplı ihtişamımla seksi bir adamın önündeydim. Beni görmeme şansı yok olup gitmişti. Bugün gerçekten benim günüm değil.”~

“Özür dilerim, seni tekrar korkutmak istememiştim,” dedi kıkırdayarak.

Gözlerimi devirerek, “Beni eğlendirici bulmana sevindim,” dedim.

“Öyle buluyorum,” dedi sırıtarak.

“Ne dedin sen?” diyerek bakışlarımı ikinci kez ona diktim.

“Ee, zor bir gün mü geçirdin?” dedi sorumu geçiştirerek. Dondurma kutularıma bakıyordu ve ben, yanaklarımın her saniye daha da ısındığını hissediyordum.

Neden ben?”~

Bir kaşımı kaldırıp bira kutusuna bakarak cesurca, “Ben de aynı şeyi senin için söyleyebilirim,” dedim.

“Touché, tatlım. Ama bence benimkini seninkiyle karşılaştıramayız. O torbadaki kutuların sayısına bakılırsa,” diye alay etti.

“Özür dilerim ama fikrini sorduğumu hatırlamıyorum,” diye karşılık verdim.

Adam bana güldü. Güldü ya...

“Vay be, çok iyi gidiyorum. Onu her gördüğümde kendimi aptal durumuna düşürüyorum,” ~diyedüşündüm kederle.

“Cesursun. Senden hoşlandım. Adın ne senin?” diye sordu.

Bu söylediğini duyunca gözlerim büyüdü. “Hoşlanmak” sözcüğünü duyduktan sonra algılama yetim yavaşladı. Çok uzun süre bakmış olmalıydım, çünkü yüzünde yine o kendini beğenmiş ifade vardı.

Kendimden emin olamayarak, “Cami,” diye cevap verdim. “Ve sen...?” derken sesim kısıldı.

“Kim olduğumu bilmiyor musun?” diye sordu. Sorum karşısında şaşırmıştı. Samimiyetle soruyordu. Hiç de kibirli görünmüyordu.

“Seni tanımam gerekiyor çünkü...?”

Düşünceli bir ifadeyle, “Gerçekten kim olduğumu bilmiyor musun?” diye sordu.

“Biliyorsun, ikinci kez sorunca seni bir anda tanıyacak değilim,” diye cevap verdim.

“Bu adamı tanımalı mıydım? Onu nerede görmüş olabileceğime dair ipuçları bulmak için beynimi zorluyordum ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu.”~

“Belki de aldatılarak terk edilmek olayıyla kafamın meşgul olması durumuma hiç yardımcı olmuyordu.”~

Kendi kendine bir şeyler mırıldandı ama söylediklerinden hiçbir şey anlamadım.

“Ne dedin?” diye sordum.

“Ben Nick,” diyerek kendini tanıttı. Doğrudan yüzüme bakıyordu. Muhtemelen tepkimi ölçüyordu.

“Peki... Hayır, bir şey çağrıştırmıyor,” diye bitirdim.

Gülümsemesiyle gözlerinde bir mizah parıltısı gördüğüme yemin edebilirdim.

“Seninle tanıştığıma falan memnun oldum Nick, ama gitmem gerek,” dedim.

Her ne kadar kalıp onun gibi yakışıklı bir adamla sohbet etmek istesem de önceliklerim vardı. Dondurma.

Motosikletine atlayıp kaskını takarken, “Tabii ki o dondurmalar kendi kendini yemez, değil mi tatlım?” dedi.

Yüzümü buruşturarak, “Ha, ha,” deyip alaycı bir kahkaha attım.

Arabamın kapısını açıp içeri eğilerek torbayı yolcu koltuğuna yerleştirdim.

Kafamı kaldırdığımda Nick bana ciddi bir şekilde dik dik bakıyordu. Boğazını temizledikten sonra o kendini beğenmiş gülümsemesi geri geldi.

“Tanıştığımıza memnun oldum Cami. Yine görüşürüz sanırım,” dedi.

“Evet, tabii...” diye cevap verdim kararsızca.

“Yine mi? Belki de bunu sadece kibarlık olsun diye söylemişti. Evet, kibarlık olsun diye.”~

Daha kapımı kapatamadan sesi aniden araya girdi.

“Bu arada,” dedi.

“Ne?”

“Çoraplarını sevdim,” dedikten sonra göz kırpıp tepkime güldü. Kaskını kapatıp otoparktan uzaklaşarak beni aptal gibi kızarmış bir hâlde arkada bıraktı.

Elimle yüzümü sıvayıp, “Neden ben?” dedim ve eve doğru yollandım.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok