Ganimet - Kitap kapağı

Ganimet

Ellie Sanders

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Ödül. Herkesin gözünde bir ödülden ibarettim. Yeryüzündeki en acımasız ve en vahşi canavarla bir barış anlaşmasının parçası olarak evlendirilecektim ama onun gibi mahluklar mevzubahis olduğunda barıştan söz etmek imkânsızdı. O canavar babamı öldürdüğünden beri, sözde ağabeyime sığınarak ondan kaçıyordum. Ama malum kişinin nefesi ensemizdeydi ve ağabeyim muhtemelen ikimizin de hayatına mal olacak çok büyük bir hata yapmıştı!

Yaş Sınırı: 18+

Fazla göster

Birinci Bölüm: Öncesi

Katelin sanki arkasında çabalamıyormuşum gibi kısık bir sesle, “Gitmeliyiz. Hemen,” diye çıkıştı.

Çevremizdeki paniği, çığlıkları ve boğuşmaları duyabiliyorduk. Tüm hisar resmen kuşatılmış gibiydi.

Annemin vefatından beri burası benim güvenli sığınağım olmuştu ama şimdi bir hırsız misali kaçıyordum.

Katelin’in kapıyı açmasıyla birkaç kişi dönüp bize baksa da hiçbiri oralı olmadı. Çünkü beni tanımaları imkânsızdı. Topladığım saçlarımı şapkanın altına saklamış ve güzel elbisemi çıkarmıştım.

Artık bir oğlana, bir hizmetkâra benziyordum. Katelin de aynı şekilde.

Koridordan koşarken bir grup insanın duvarı yıkmasından kıl payı kurtulduktan sonra, onların kasaya ulaşıp ailemin hazinesini yağmalamadığını gördük.

Artık ailemin bir hazinesi yoktu. Ailemin mahvolduğunun resmiydi.

İçinde bulunduğum tehlikeye, adrenaline ve korkuya rağmen bir anlığına duraksayıp; soyumun binlerce yılda elde ettiği hazineyi ele geçirmelerini, yağmalamalarını ve onun kutsallığını hiçe saymalarını izledim.

Katelin bileğimden tutup, “Hadi,” diye tıslayarak beni öne doğru çektiğinde ona neredeyse çarpacaktım.

Merdivenlerden hızla inerken, karşılarına çıkanları umursamadan koşan askerlerin bize yaklaştığını görünce duvara doğru sindik. Ama askerler kimse için durmuyordu.

Dikkatlerini çekmemek için başımı çevirdim. Onlar sadece benim için ya da hırsızlar için değil, hazineden nemalanmak için de buradaydı.

Hisarda anarşi baş gösterdiği için, o anda hem etrafımı sarmış insanlar hem de kapımıza dayanmış düşmanlar benim için tehlike teşkil ediyordu.

Daha da eğilip mutfaklardan ve hizmetçilerin geçitlerinden geçerek avluya çıktık.

Birisi acı içinde bağırıyordu. Çığlık atıyordu.

Dönüp sesin kaynağını bulmaya çalıştığımda, kaos etrafını sararken öylece kalakalmış küçük bir çocuk gördüm.

“Çekin ellerinizi üzerimden,” diye bağıran bir kadını iki asker yakalayınca, kadınla dehşet içinde göz göze geldim.

Çok önceden tanıştığım hanımefendilerden biriydi. Kraliçenin nedimesiydi. Askerler elbisesini yırtmaya başlayınca kadın bağırırken ona yardım etmeye yeltensem de Katelin beni tekrar yakaladı.

Beni sürükleyerek, “Hayır. Elinden hiçbir şey gelmez,” dedi.

“Ama onun canını yakıyorlar,” diye çıkıştım.

Beni sürüklediği aynı güçle kolumu sıkarak, “Ona canını yakmaktan çok daha fazlasını yapacaklar,” dedi. “Ve olur da senin kim olduğunu anlarlarsa sana daha beterini yaparlar.”

Başımı iki yana salladım.

Genç, hatta toy olabilirdim ama erkeklerin yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını düşündüklerinde kadınlara neler yapabileceğini gayet iyi biliyordum. Nişanlımın beni eline geçirdiğinde bana yapacaklarını az çok kestirebiliyordum.

Katelin’i zorla durdurduğumda bana, “Gitmeliyiz,” diye tıslasa da bunu yapamazdım. Onu öylece bırakamazdım.

Ona karşılık vermek için ağzımı açtım. Bana itaat etmesini söylemeyi planlıyordum. Ama ben ağzımı açar açmaz, büyük ahşap kapıların açılmasıyla atların avlunun açıklığına doluşmaya başladığını gördüm.

Katelin başını iki yana sallayarak beni saklamak için harekete geçse de gelenlerin onlar olmadığını anladık.

Düşmanım olmadığını. Ödülünü almaya gelen Savaş Lordu olmadığını.

Gelenler ağabeyimin adamlarıydı. Onun askerleriydi.

Geri çekilip doğrularak başımı öne doğru eğdim.

Emet de oradaydı. Varlığını hissedebiliyordum.

Aramızda onlarca adam olmasına rağmen aurasını olduğum yerden hissedebiliyordum. Korkumla savaşırken sertçe yutkundum.

Çünkü ağabeyim beni kurtarmaya gelmemişti.

İnsanları öldüren, öldürmeye devam eden ve beni ele geçirene kadar öldürmeye devam edecek bir adamdan kaçmama yardım etmeye gelmemişti.

Beni kendi için almaya gelmişti.

Bana sahip olmaya. Üzerimde tahakküm kurmaya. Beni ömür boyu bir yere tıkmaya.

Katelin o anda elimi daha sıkı tuttu. Ağabeyimin gerçekte kim olduğunu biliyordu ve bunu hiç konuşmamış olsak da sadece nişanlımın ordularından kaçmadığımı, aynı zamanda ağabeyimin pençesinden de kaçtığımın farkındaydı.

Ama kaçamamıştım, değil mi? Kapıdan bile çıkamamıştım.

Askerler hisara saldırıyor, herkesi topluyor, hepimizi taş duvarlara dayıyor ve karşı koymaya kalkışan herkesi öldürüyordu.

Ağabeyim saklandığım kalabalığın arasında bakışlarıyla beni bulunca, sırıtarak atından inip bana doğru ilerledi.

“Ne yapıyorsun, küçük kardeşim?” diye sordu.

Yutkunarak geri çekilirken başımı iki yana salladım.

Ona bağırarak baş kaldırmak istesem bile, onun varlığının etkisiyle boğuluyormuş gibi hissediyordum. Felç olmuş gibiydim. Çaresizdim. Acınası hâldeydim.

Gülerek beni diğerlerinden uzaklaştırıp ayaklarının dibindeki sidik ve kan içindeki zemine fırlattı.

Üzerime doğru çömelerek, “Kaçmayı mı düşünüyordun?” diye sordu.

Bakışlarımı yerden ayırmadan, “Hayır,” diye cevap verdim.

“Sahiden mi? O zaman bu kılık ne?”

Hızlıca, “Seni o zannettim,” dedim. Her ne kadar fena bir yalan olmasa da ağabeyimin bunu yutmadığını anlayabiliyordum.

“Beni ezip geçebileceğini mi düşünüyorsun?” diye çıkıştı.

“Ben…” Sesim titriyordu. Üzerimdekilerin kalın kumaşlarına rağmen zemindeki kiri ve nemi hissedebiliyordum. Keskin kötü kokunun tadını alabiliyordum.

Etrafına bakınırken aralarında Katelin’in de bulunduğu grubu görünce duraksadı. Onu tanıyıp tanımadığını, orada olduğunu anlayıp anlamadığını bilmesem de içimden bunun olmaması için Tanrılara dua ediyordum.

Komutanı yanına yaklaşıp ona doğru eğildi.

Komutanı, “Kral Emet,” dediği anda nefesim kesildi.

Nişanlım babamı öldürdüğünde ağabeyim deliye dönmüş olmasına rağmen, ağabeyim utanmadan babamın unvanını kullanıyordu.

Emet o sırada bana dik dik baktı.

Komutanı, “Hisar güvende,” dedi.

Emet, “Güzel,” diye yanıt verdi. “Değerli ziynetleri toplayın. At arabalarına yükleyin. Geri kalan her şeyi yok edin.”

“Peki ya hisardaki insanlar?”

Emet dudağını yukarı kıvırdı. “Dediğim gibi. Geri kalan her şeyi yok edin.”

Gözlerim fal taşı gibi açıldı. “Hayır. Bunu yapamazsın.”

Benim ensemden tutup yukarı kaldırarak hırladı. “Artık Kral benim,” diye çıkıştığında tükürükleri yüzüme geldi. “İstediğim zaman istediğim kişiye istediğimi yapabilirim. Beni anladın mı?”

Başımı hızla onaylarcasına salladım.

Oldu olası çabuk sinirlenen biriydi. Neyse ki bu zamana kadar o ince çizgiyi geçmemiştim ama artık beni koruyabilecek kimse yoktu. Ne ailem ne de babam vardı.

“Sen, kardeşim, artık benim malımsın. Tıpkı babamıza itaat ettiğin gibi bana da itaat edeceksin.”

Başımı tekrar salladığımda güldü.

“Uslu bir kız ol. Ben de senin canını yakmayayım,” dedikten sonra beni bırakınca, tekrar sidikli kaldırım taşlarına dizlerimin üzerinde sertçe düştüm.

Başımı eğmek üzereyken bir hareketlilik gördüm. Hareketliliğin beraberinde yayılan pırıltıları. Zırha vuran güneş ışığının parıltılarını.

Çığlıklar yankılanmaya başladığında ben de çığlık attım. Askerler önümdeki insan kalabalığını katletmeye başladığında dehşet içinde haykırmaya başladım.

“Hayır,” diye bağırarak ayağa kalkmaya yeltensem de daha bir şey yapmaya fırsat bulamadan Emet beni yakaladı.

Beni tekrar yere çarpınca başımı taşa vurduğumda bulanıklaşan görüşümle karanlığa teslim olurken, ağabeyim artık ondan kaçmak için yapabileceğim hiçbir şey olmadığını bilerek başını eğmiş beni seyrediyordu.

Artık onun merhametine kalmıştım. Ve ikimiz de onda merhametten eser olmadığını biliyorduk.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok