Sessiz Yürek - Kitap kapağı

Sessiz Yürek

Mutemoonfairy

Üçüncü Bölüm

Sıcak bir yüzeye bastırılmış hâlde uyandım. Bu rahatlatıcı hissi elimden geldiğince uzun süre tatmak için iyice yanına sokuldum.

Bunun muhtemelen, herkesin evinde olduğu gibi, dairemdeki otomatik ışıkların birden yandığı, işe gitmek için kurduğum alarmın çaldığı anlardan biri olduğunu biliyordum.

Ne olacaksa olsun deyip gözlerimi açtım. Esneyip gerinirken belime dolanmış bir çift kalın kol tarafından sarmalandığımı fark ettim.

Başımı kaldırdığımda bir gün öncesini hatırlayarak paniğe kapılmama neden olan bir çift parlak zümrüt gözle göz göze geldim.

Sırtımı olabildiğince eğip tekmeler savurarak kaçmaya çalıştım ama ne kadar çabalarsam çabalayayım adam yerinden kımıldamıyordu ve mücadele ederek daha çok yoruluyordum.

Alçak, derin bir hırıltı duyunca zavallı kaçma girişimimi bırakıp başımı kaldırdım. Yaşlı gözlerimle o güçlü, erkeksi yüzüne baktım. Kızgın ve kırgın görünüyordu.

“Dur, Fawn. Sakin ol. Uzanıp biraz daha dinlenmeye çalış.”

Kalın, sert sesiyle adımı söylediğini duymak tüylerimi diken diken etti. Bir an için kendimi kaybedip itaatkâr, zayıf tarafımın devreye girmesine izin vererek söyleneni yaptım.

Kendime geldiğimde öfkeyle başımı sallayarak kapıyı işaret ettim. Paniğim her geçen saniye artıyordu.

“Hayır, Fawn, hiçbir yere gitmiyorsun. Bundan sonra benimle kalacaksın. Artık temizlik yok. Anlaşıldı mı?”

Başımı o kadar hızlı salladım ki neredeyse boynumu kırıyordum. Titreyen ellerimi kaldırıp işaret diliyle cevap verdim: “Lütfen hayır! Eve gitmem gerek. Bu, doğru değil. Burada bir yanlışlık var. Bırakın eve gideyim lütfen! Bana zarar vermeyin!”

Öncekinden daha yüksek sesle hırladığını duyunca hemen geri çekildim. Küçük ellerimi benimkilerden çok daha büyük ellerinden biriyle sıkıca kavrayıp tamamen avucuna aldı.

Elleri kafamdan bile büyüktü! Diğer eliyle çenemi kavradığı için başımı başka tarafa çeviremediğinden gözlerimi sımsıkı kapattım.

“Aç gözlerini, eşim!”

Dediğini yapıp titreyerek başımı kaldırdığımda gözlerimden yaşlar süzüldü.

“Bir yanlışlık yok, küçüğüm. Sen benimsin. Benim senin için yaratıldığım gibi sen de benim için yaratıldın. Her yönden mükemmelsin.” Büyük, sert eliyle gözyaşlarımı sildikten sonra beni göğsüne sıkıca bastırıp yüzünü boynuma gömerek uzun uzun kokladı. Memnun hırıltılarını dinlerken kaskatı kesildim.

Saatler gibi gelen bir sürenin ardından, beni güçlü kollarına alıp ayağa kalkarak kapısı açık banyoya yöneldi. Paniklemeye başlayıp göğsünü olabildiğince sert bir şekilde ittim.

“Şş... Sorun yok. Sadece seni biraz aklayıp paklayacağız, eşim.”

“Kendim yaparım! Lütfen bırak beni!”

Beni soğuk, siyah mermer tezgâha yatırıp üstümdeki hizmetçi üniformasını işaret etti. “Bu, çok kısa, küçük eşim.”

Hırlayıp üniformamı ikiye ayırdı. Yırtılma sesini yere saçılan düğme sesleri takip etti. Ellerini gömleğine götürüp soyunmaya başladı. Gözlerim fal taşı gibi açıldı.

Sıra şortuna geldiğinde tezgâhtan atlayıp küçük ayaklarımın elverdiği ölçüde hızla büyük banyoya koştum.

Büyük kapıya yaklaşmama fırsat vermeden belimden yakalayıp tekrar tezgâha yatırdı.

Neredeyse heyecanlı gibi gelen alçak bir hırıltı çıkardı. “Hayır, kaçmak yok, küçük eşim. Kovalamaca oyununu daha sonra oynayabiliriz.”

Kendinden emin bir şekilde sırıtarak göz kırpıp şortunu çıkardı. Gözlerim anında kalın penisine gitti.

Bakışlarımı tekrar yere indirirken yanaklarım kıpkırmızıydı. Derin kıkırtısını duyduğumda mermer zeminde ayakları göründü.

“İstediğin kadar bakabilirsin, küçük eşim. Utanmana gerek yok. Ne de olsa bana ait olanın her santimini ezberlemeyi planlıyorum.”

Ağlayarak göğsüne zayıf yumruklar attım. Hiç etkilenmemiş gibi önce sütyenimi, sonra iç çamaşırımı çıkardı.

Sonunda çırılçıplak kaldığımda vücudumu her köşesini ezberliyormuş gibi tepeden tırnağa inceledi.

“Mükemmel…”

Memnun bir hırıltı çıkarıp küçük bedenimi tek hamlede tezgâha geri ittiğinde mermerin soğukluğundan ürperdim.

Daha sonra, neredeyse hiç zorlanmadan bacaklarımı araladı. Çılgınca çırpınışlarıma aldırmadan gözlerini en mahrem yerime dikti.

Dehşete kapılarak kendimi korumaya çalıştığımda ellerimi bir anda başımın üzerine kaldırıp bacaklarımın arasına sokuldu.

Klitorisimi yalayıp dilini yavaşça vajinamın girişinde gezdirmeye başladığında nefesim kesildi, başımı arkaya atıp gözlerimi sıkıca kapattım. Bana ihanet ettiği için bedenimden utanıyordum.

Bırakın bir Lycan’ı, hiçbir erkeğin bana böyle dokunmasına izin vermemiştim. Tam içimde yoğun bir baskı hissi oluşmaya başlamıştı ki durup başını kaldırdı.

“Sakın bir daha benden kaçma, Fawn. Biz eşiz. Senin her şeyini görebilecek tek kişi benim.”

Artık ağlamaktan helak olmuş durumdaydım. Uzun, kahverengi saçlarım kızarmış yanaklarıma yapışmıştı. Bir yandan ağlayıp bir yandan ağır ağır nefes alıyordum.

Saçlarımı kulağımın arkasına atıp boynumu öptükten sonra nazikçe kucağına alıp banyoya götürerek ılık suyla dolu küvete bıraktı.

Beni kendine çevirip göğüslerimiz birbirine değecek şekilde sarılıp usulca çenemi kavradı.

“Gözlerime bak, eşim. Özür dilerim, küçüğüm, benim olana kokumu bırakmam gerekiyordu. Kurdumu sakinleştirmek için bunu yapmam gerekiyordu yoksa çok daha kötüsünü yapabilirdim.”

Sessiz kalıp etrafıma bakındım. Duvarlar, lavabo, içinde bulunduğumuz devasa küvet dâhil banyodaki her şey ham, kaba, siyah mermerden yapılmıştı.

Geniş banyonun sonundaki küvete en az on kişi sığabilirdi. Sanırım bu, mantıklıydı çünkü Lycanlar insanlarınkinden daha büyük küvetlere ihtiyaç duyarlardı. Çok daha büyük… Başımı alıp göğsüne yasladığında gerçek hayata döndüm. Yavaşça örgülerimi açmaya başladı. Başıma bir tas ılık su dökerek saçlarımı ıslattı. Daha önce kimse benimle böyle ilgilenmemişti. Bu, yabancısı olduğum bir duyguydu. Lycanların, özellikle de bir alfa kralın benim gibi zayıf bir eşi öldüreceğini düşünürdüm ama şimdi bir şekilde, el üstünde tutulduğumu hissediyordum.

Saçımı kendi şampuanı gibi kokan bir şeyle yıkamaya başladı. Odunsu koku sıcak kollarında gevşememe neden oldu.

Göğüs kafesimin yanlarını iri, kemikli elleriyle boydan boya okşayıp tekrar omuzlarıma yönelerek yavaşça sırtımı yıkadı.

Sonra, bir anda kucaklayıp sırtım ona dönük olacak şekilde çevirerek az önce girdiğim mutluluk hâlinden çıkardı.

Kalbim göğsümden çıkacak gibi atmaya başladı. Daha önce, göğsüne sarıldığım için mahrem yerlerim görünmüyordu ama şimdi her şeyim ortada olduğundan başlangıçta neler olduğunu hatırlamaya başladım.

“Şş, küçük eşim, sorun yok. Rahat ol.”

Göğsümü sabun köpükleriyle süsleyerek yıkadıktan sonra elini bacaklarımın arasına uzattı. Vajinamın yumuşak dudaklarını yıkarken şaşırtıcı derecede nazikti.

Hiç beklemediğim bir anda kalın parmaklarından birini içime soktuğunda irkildim. Elini sıkıca kavrayıp uzaklaştırmaya çalışırken içimde keskin bir acı hissettim.

“Bakiresin ki bu hem beni hem kurdumu çok mutlu etti, eşim.”

Parmağını biraz daha içimde dolaştırıp geri çekti. Çenemi kavrayıp başımı yana çevirerek boynuma sert bir öpücük kondurdu.

Gözleri yeşilin daha parlak bir tonuna dönüşüp şehvetle parlarken derin bir hırıltı çıkardı. Gözyaşlarımı görünce durdu. Beni nazikçe kucaklayarak küvetten çıkarıp yere bıraktı.

Üstüme büyük, yumuşak, siyah bir havlu dolayıp sanki yeni evliymişiz gibi kucaklayarak odaya götürdü. Kral boy yatağına yatırdıktan sonra kurulamaya başladı.

Büyük tişörtlerinden biri ile temiz bir iç çamaşırı giydirmeye başladığında altımdaki inanılmaz yumuşaklıktaki yorganı okşuyordum.

Hayatım boyunca hiç böyle bir şey yaşamamıştım. Benimle bir aile gibi ilgilenecek kimse olmamıştı. Belki biraz Melissa ilgilenmişti ama bu düşünce de içimi huzursuz ediyordu.

Benim gibiler hâlâ büyük acılar çekerken bu özel muameleyi hak etmediğimi düşünerek ağlamaya başladım. Özellikle de Melissa dışarıda, soğukta, aç ve yalnızken...

Ya tam da ilgilenilme hissine alıştığımda beni reddederse? Bunu neden umursuyorum ki? Bana neler oluyor? ~Dokunuşundan gelen sıcaklığı hissedene kadar hıçkırdığımı fark etmemiştim. Beni kucağına alıp yavaşça ileri geri sallanırken sırtımı yumuşak bir şekilde sıvazladı.

“Benim tatlı, küçük sevgilim, seni üzen ne?” diye sorduktan sonra yanıt verebilmem için göğsünden hafifçe uzaklaştırdı.

Derin bir nefes alarak hıçkırdım. “Daha önce kimse benimle bu şekilde ilgilenmemişti. Yakında daha güçlü, daha uygun bir Lycan eş için beni bırakacağından korkuyorum.”

Devam etmeye çekindiğim için tekrar işaret diliyle konuşmaya başlamadan önce bir süre gömleğinin kenarıyla oynadım.

“Ve kalıp bu durumun avantajlarından faydalanırsam kendi türümden olanların çektiği acıları görmezden gelmiş olurum. Bunu yapamam.”

“Küçük Fawn, ben…” Sözümü bitirmediğimi göstermek için hafifçe kalçasına vurdum.

“Günlerce aç kalıp sonunda komşumun otlarını yemek zorunda kaldım çünkü hastalanmıştım ve tüm param ilaca gittiği için bir daha yemek alamadım.”

“Halkınızın yasaları yüzünden kıt kanaat geçinebiliyorum. Çünkü hepiniz bizden çok nefret ediyorsunuz, bizi öldürmeye çalışıyorsunuz. Çünkü benim türümden nefret ediyorsunuz!” Beni kendime getirmek için bağırarak yüzümü kavradı. “Bu kadar yeter, ~Fawn!” Bana bakarken acı çekiyor gibiydi. “Onlar artık senin de halkın. Uğruna ölürler, onların lunasısın ama onlara saygısızlık etmene müsamaha göstermeyeceğim.”

Yüzünü ovuşturup iç çekti. “Eşimin yaşadıklarını duymak ve o zamanlar sana yardım edememiş olmak bana acı veriyor ama hepimiz bu savaşın travmasını yaşadık. Bunları daha sonra öğreneceksin.”

Bizim ~insanlarımızın bu kadar çabuk görmezden gelemeyeceği kadar çok şey var. Fawn, bebeğim, seni ~asla~ ~bırakmam, bırakamam. Seni terk etmem için cesedimi çiğnemeleri gerek. Sen benim diğer yarımsın.” “İnsanlara gelince yarın bu konuda daha fazla konuşacağız. Halkını bu kadar önemsiyor olman beni gururlandırsa da bu, aynı zamanda gerçek bir luna olduğunun işareti.”

“Birkaç değişiklik yapmayı planladığımı bilerek rahat uyuyabilirsin çünkü nihayet geçmişi geride bırakmaya hazır olduğumuzu hissediyorum. Şimdi, lütfen seni zor kullanmadan kucağıma almama izin ver ki uyuyabilelim.”

Söylediği her şeyi sindirerek ve muhtemelen bu yeni yerde uyuyabilmenin tek yolunun bu olduğunu bilerek sessizce başımı salladım.

Battaniyeleri üzerimize çektikten sonra beni göğsüne yatırıp başımı sıcak boynuna bastırdı.

Dövmeli göğsünü okşarken bütün gün sormak istediğim soruyu sorabilmek için titreyen ellerimi yüzüne doğru kaldırdım. “Adın ne?”

O güçlü, erkeksi kahkahasını duyunca yanaklarım kızardı.

Yaptığımız derin sohbetten ve banyoda olanlardan sonra, hâlâ adını bilmiyor olmak kendimi hem toy hem de biraz basit hissetmeme neden oldu.

Yüzümü boynuna sakladığı yerden çıkarıp parlak yeşil mücevherlere benzeyen gözlerini gözlerime dikti.

“Söylemeyi unutmuşum, eşim. Kusura bakma, benim kabalığım!” derken ağız dolusu güldü. Onu daha genç gösteren bu gülüş utancımı biraz olsun hafifletti. “Tüm kurt adam sürülerinin alfa kralı Alfa Night. Ama senin için, eşim, ben Mars’ım. Bana sadece ~Mars diyebilirsin.” Başımı salladım ve o sırtımda daireler çizerken göğsünde uyuyakaldım.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok