Hayalimdeki Hayat - Kitap kapağı

Hayalimdeki Hayat

Lois Scott

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Anna on yedi yaşında hamile ve tek başına kaldığında, kendisi ve çocuğu için rüya gibi bir hayat kurmaya yemin etti. Ailesi onu evden kovduktan sonra Seattle'a taşındı ve burada bir fırında iş buldu. Şimdi çocuğu üç yaşında ve vekil ebeveynleri olan bir çiftin desteğiyle neredeyse üniversiteyi bitirmek üzere. Hayalindeki hayata neredeyse ulaşmıştı, ancak tıbbi bir kriz ve çocuğunun babasının beklenmedik dönüşü, inşa etmek için mücadele ettiği her şeyi yıkmakla tehdit etti. Anna şimdiye kadar istediği her şeyi kaybedecek miydi, yoksa sonunda hayallerini yaşayabilecek miydi?

Yaş Sınırı: 18+

Fazla göster

52 Chapters

Chapter 1

Bölüm 1

Chapter 2

Bölüm 2

Chapter 3

Bölüm 3

Chapter 4

Bölüm 4
Fazla göster

Bölüm 1

ANNA

“Anna Johnson?” Profesör yoklama alırken sordu. Başımı defterimden kaldırıp gözlerinin içine baktım.

Elimi kaldırarak “Burada,” dedim.

Kimseyi kaçırmadığından emin olarak yazdı.

Ders biraz sıkıcıydı: Ekonomi. Ama ben yirmi bir yaşında ve daha üniversitede ikinci yılımdaydım. Bu yüzden de herkes aptal olduğumu düşünüyor gibiydi ama değildim.

Sınıftaki öğrenciler on dokuz ya da en fazla yirmi yaşındaydı, ama benim onlar gibi hemen okuma ayrıcalığım olmadı. Bulunduğum yere gelmek, üniversite masraflarımı karşılayabilmek için çalışmak zorundaydım.

Üniversiteye kayıt yaptırıp rahatça yaşayabilmek için iki yıl boyunca her gün çift mesai çalıştım.

Eğer iki işim ve ekstra mesailerim olmasaydı, burada olamazdım. Hafta içi evimden çok uzakta olmayan küçük bir fırında ve hafta sonları bir kafede vardiyalı çalışıyordum.

Artık üniversitede olduğum için her hafta sonu çalışamayacağımı biliyorlardı. Buna saygı duyuyorlardı, o yüzden sadece bir gün gitmem gerekiyordu. O da geç bir mesai değil, Pazar öğle mesaisiydi.

Gece mesaisi kadar kazandırmıyordu ama artık o kadar paraya da ihtiyacım yoktu. Bazen oluyordu ama o zaman fazladan mesai istiyordum. Daha iyi bir gelecek için bu diplomaya ihtiyacım olduğunu biliyordum.

Hâlâ her sabah fırında çalışıyordum. Sabah beşte başlıyor, okula gitmeden önce dokuza kadar orada oluyordum. Okuldan sonra fırına geri dönüyor, ertesi günün hamur işlerini yapmaya başlıyordum.

Mutfakta iyi olduğumu hep biliyordum; özellikle de turta ve benzeri şeylerde çok iyiydim. Bu iş benim bildiğim işti ve fırın, beni kanatları altına alan insanlarla birlikte beni birden fazla kez kurtardı.

Ders ilerledikçe sorduğum sorular yüzünden diğer öğrencilerin bakışlarıyla sırtımı deldiğini hissediyordum. Üzgünüm millet, ama gerçekten yakında mezun olmak istiyorum diye düşündüm.

Normalde bu yıl mezun olabilirdim.

İşletme diplomamı alıp mezun olmak için sadece bu dersle İşletme 3.1'i almam gerekiyordu. Önümdeki yılı iple çekmiyordum. Daha fazla dersim vardı, bu da evde daha az zaman geçireceğim anlamına geliyordu.

Benim güzel küçük evim. Neredeyse yok pahasına almıştım çünkü çok fazla tadilata ihtiyacı vardı. En başta satın alma sebebim buydu. Bazı ucuz malzemeler ve parayla onu küçük evim haline getirdim.

İnanın, fazla bir şey değildi ama fırındaki işimin yardımıyla evin parasını ödeyebilecektim.

Patronumun eviydi. Daha yakın olmak için fırının üstündeki daireye taşındılar ve çocuklarının hepsi büyüdüğü için artık o kadar odaya da ihtiyaçları yoktu.

Her ay eski dairem için ödediğim miktarı ödemek zorundaydım ve gururla söylüyorum ki neredeyse hepsini ödemiştim.

Hayırseverliği sevmiyordum. Kendi başımın çaresine bakabilirdim; bu yüzden ev için -istemeseler de- makul bir fiyatta anlaştık.

Profesör Stanford, “Sınıf dağılabilir,” dedi.

“Anna Johnson, sen kal lütfen.” Odayı Aaa! sesleri ~doldurdu ama neden kalmamı istediğini biliyordum.

Başımın belada olduğunu düşünmeleri umurumda değildi. Hiçbiri beni gerçekten tanımadığı için akıllarını istedikleri kadar dedikoduyla doldurabilirlerdi. Onlardan daha büyük olduğum ve sosyalleşmediğim gerçeğini sevmiyorlardı.

Yani benden uzak durmak için dedikoduya ihtiyaçları varsa, benim için sorun yoktu.

Duyduğum en incitici dedikodu, iki yıl akıl hastanesinde kalmış olmam ve bu yüzden şimdi okula devam etmemdi. Gerçekten o kadar deli mi görünüyordum?

Ben sadece açık kahverengi saçlı, kahverengi gözlü normal bir kızdım. Kıvrımlarım vardı ama şişman değildim.

Gözlerim en çekici özelliğimdi: Bir geyiğin rengini nasıl tarif ederseniz öyleydiler... Çok açık kahverengi, neredeyse kehribar rengi.

Kıvrımlarımı da lisedeyken ortaya çıktıklarından beri pek sevmezdim.

Lisedeyken utangaç biriydim. Kıvrımlarımla dalga geçtikleri için zor zamanlar geçirmiştim. Kalçalarım belirgindi, ne olmuş yani? Vücudumu sevmeyi öğrenmem gerekiyordu. On altı yaşındayken kendime hiç saygım yoktu.

Bana o kadar kötü davranmışlardı ki eve ağlayarak gitmiştim. Çok kırılmıştım. Ailemin çok dindar olması da bana zorbalık yapmaları için onlara daha fazla koz veriyordu.

Yıllar geçtikçe derim kalınlaştı ve diğer çocukların yeterince iyi olmadığımı düşündükleri gerçeğini aştım. Sadece kıskandıklarını düşünmek istiyordum. Artık büyümüştüm ve artık kimsenin beni ezmesine izin vermeyecektim.

Ama dedikodulara aldırmıyordum. Sırf onlardan büyük olduğum için uydurdukları hikâyeler bence çok komikti.

Farklı göründüğümü anlıyordum.

Daha büyük olmanın yanı sıra, bazılarının yaptığı gibi kendime süslü kıyafetler alacak param da yoktu. Ayrıca işim yüzünden uykusuz kaldığımdan, filmlerden fırlamış bir zombi gibi görünüyor olmalıydım.

Ama dediğim gibi, umurumda değildi.

Profesör Stanford'a doğru yürüdüm. Yanımdan geçip kapıyı kapattı.

“Anna, nasılsın?”

“İyiyim, Jim.” Yüzündeki ifade bana olması gerekenden fazlasını söylüyordu. Bunun nereye varacağını bildiğim için gözlerimi devirdim.

“O iyi, Jim. Bu akşam Liz teyzeyle yemeğe gelmeye ne dersiniz? O zaman kendi gözlerinle görürsün.”

“Çok korktum, Anna.” İç çektim, haklıydı.

Birkaç hafta önce, küçük kızımın hastaneye gitmesi gerekti. Merdivenlerden düşüp başını çarpmıştı.

Birkaç dikiş atılması gerekti, hemen ardından da soğuk hava nedeniyle zatürre oldu ya da bize öyle dediler. Bu yüzden beş gün boyunca eve gelemedi.

Jim'in eşi Elizabeth, neredeyse her gün yaptığı gibi, düştüğü sırada ona bakıyordu. Kendini çok kötü hissetti ama bu onun hatası değildi.

Çoğu annenin, özellikle de çoğu genç annenin sinir krizi geçireceğini biliyordum ama Olivia bebek kapısının üzerinden tırmanmayı başarmıştı.

Bunu yapmaması gerektiğini biliyordu. Onu her seferinde uyarmıştım ama sanırım o da babası gibiydi. Bazı şeylerin iyi bir fikir olmayabileceğini kendi başına öğrenmesi gerekiyordu.

İç çektim.

Jim, “Liz kendini çok kötü hissediyor,” dedi.

“Gelin ve kendi gözlerinizle görün! O iyi. O tıpkı babası gibi. Merdivenlerden düşmek pahasına da olsa, bir şeyleri kendi başına öğrenmeye ihtiyacı var. Sadece o sırada yanında benim yerime Liz teyze vardı.”

“Öyle ya da böyle olacaktı. Olivia her şeyi kendi başına denemeyi seviyor. Zatürre büyük bir korkuydu, bu doğru, ama şimdi nefes alması düzeldi. Antibiyotikler etkisini gösterdi, neredeyse bitirmek üzere.”

Rahatlayarak iç çekti, ama bir kaşını kaldırdı.

“Tıpkı babası gibi, ha?”

Elimi ağzıma götürdüm. Babası hakkında hiç konuşmazdım, artık aklıma bile gelmiyordu. Bu onuru hak etmiyordu.

“Kahretsin.”

“Anna, öyle deme. Onun kim olduğunu bilmiyorum ve dürüst olmak gerekirse, eğer öğrenirsem başına gelecekler belli.” Kendini işaret ederek, “Eğer karma yapmazsa, Jim amca yapacak,” dedi. Başımı salladım.

“Jim amca, yapma, lütfen. Bu onun suçu değil.” İç çektim. Vicdanım bana Bir kısmı öyle, ~dedi.

“Çok şey bilmiyorum Anna, ama küçük kızını tek başına büyüttüğünü biliyorum. Kimse bunu tek başına yapmamalı.”

Derin bir iç çektim.

Ayaklarıma bakarak, “Bilmiyor ki...” diye mırıldandım.

“Ne demek bilmiyor?”

Başımı salladım. Sesi acayip hayal kırıklığına uğramış gibi geliyordu... Benim yüzümden hayal kırıklığı yaşamasına izin veremezdim. O Olivia ve benim için çok şey ifade ediyordu.

“Bilmiyor. Hayatının fırsatını -hayalindeki işi- yakaladı. Ben de 'iyi bir kız arkadaş' gibi hayallerinin peşinden gitmesini söyledim. Sadece birkaç hafta sonra hamile olduğumu öğrendim.”

“Onu aramaya çalışmadın mı?”

Başımı salladım.

“Onunla temasa geçmeye çalıştım ama ilgilenmedi diyelim.”

“Nereden biliyorsun?”

“Ayrıldığımızda temasta kalacağına söz vermişti. Eğer iletişimde kalmak isteseydi, neden telefon numarasını değiştirsin ki?”

Jim amcanın yüzü öfkeden kızardı.

“Sorun değil, Jim. Ben iyiyim. Olivia da iyi. Ona ihtiyacım yok, Olivia'nın da yok. Numarasının değiştiğini öğrendiğimde şaşırmadım bile.”

“Bu sadece onun yapacağı bir şey. Sonuçlarını düşünmeden yeni bir başlangıç...

Ben kapıya doğru ilerlerken gülümseyerek “Bir sonraki dersine git. Ama bil diye söylüyorum, sen daha iyisini hak ediyordun, Anna,” dedi.

“Biliyorum, ama hiçbir şeyi değiştirmezdim. Akşam yedide görüşür müyüz? Makarna gecesi.” Bu onun yüzünü aydınlattı.

“Oh, orada olacağız. Senin makarnan en iyisi.” Odadan çıkarken ona gülümsüyorum.

Bir sonraki dersim olan İşletme 3.1'e doğru yürüdüm. Geç kaldığımı biliyordum ama önemli değildi. Sınıftaki öğrencilerin yarısı geride kalmam gerektiğini biliyordu ve son dedikodu olduğu için bunu kesinlikle öğretmene söyleyeceklerdi.

Aceleyle sınıfa gidip kapıyı çaldım.

“Gir,” dedi karanlık bir ses. Bu ses neden bu kadar tanıdıktı? Ama bu, son altı aydır bu öğretmenin dersine girdiğimden dolayı da olabilirdi. Ama bu ses hiç de kadın öğretmenimin sesine benzemiyordu.

Kapıyı açıp karşımdaki kişiye bakmadan içeri girdim.

Kapıyı arkamdan kapattım. Arkamı dönünce de bir daha asla görmek istemediğim kişiyle yüz yüze geldim.

Eski erkek arkadaşım lanet olası James Brown’la yüz yüze geldiğimde yüksek sesle “Siktir!” dedim.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok