Savanah: Bir Lycan Kraliçesi Öyküsü - Kitap kapağı

Savanah: Bir Lycan Kraliçesi Öyküsü

L.S Patel

Bölüm 3

Ne diyeceğimi bilemez hâldeydim. Zihnim bomboştu.

Lycan'ım boş zihnimin içinde bir yerlerde kükrüyordu. Eşimizin kendi çıkarları için bizi böyle satmasına duyduğum öfke ile sırf ona daha yakın olabilmek için evet deme arzusu arasında gidip geliyordum.

Ama sonra Kral Dimitri'nin yüzü gözümün önüne geldi.

Mükemmel, koyu kahverengi saçları…

Ciddi yüzündeki hafif muziplik ile ışıl ışıl parlayan ela gözleri…

Etrafına dalga dalga yayılan iktidar havası…

Lycan'ım istese de istemese de, insan kalbim hâlâ Dimitri’ye aitti.

Beni zindana atmış olmasına rağmen, hâlâ şansım olduğuna inanıyordum.

Belki Bradley haklıydı. Belki kral zindana geri gelip beni affettiğini söylerdi.

Belki de haksız yere zindana atılmamdan dolayı büyük bir suçluluk duyup sarayında kalmama izin verirdi.

Asla bilemezdik. Önümüzdeki birkaç yıl içinde eşini bulamazsa ve Bradley zindanda kalmaya devam ederse, belki de Dimitri’yi beni ikinci şansı yapması konusunda ikna edebilirdim.

Eşim olsun ya da olmasın, Bradley'e güvenmiyordum. Onun entrikaları olmadan da kralın sevgisini kazanabilirdim.

"Birçok gücüm var, küçüğüm. Ama ne yazık ki zihin okuyamıyorum.”

Bradley'nin kadife sesi çıt çıkmayan zindanda yankılanınca hafifçe irkildim.

Öne doğru adım atınca yerde sürtünme sesleri duydum. Hipnotize edici yeşil gözleri yüzümden sadece birkaç santim ötede duruyordu.

Nefes aldığını hissedince içimdeki ürpertiye engel olamadım. Dudaklarının yakınımda olduğunu biliyordum. Uzanıp öpebileceğim kadar yakınlardı.

Lycan’ım, EVET! diye haykırdı ama içimden homurdanarak onu susturdum.

Bir karar vermem gerektiğini biliyordum. Yapabileceğim başka bir şey yoktu.

Derin bir nefes alıp ağzımı açtım.

"Savanah Willows?"

Gür bir ses zindanda yankılanırken hafifçe havaya sıçradım.

Hücrenin kapısı açıldı. Beni buraya sürükleyen altın giysili muhafızlardan biri görününce eşim hırlayarak gölgelerin içine çekildi.

Olduğum yerde sırtımı olabildiğince dikleştirip, "E-evet?" diye kekeledim.

Muhafız içeri girip bana yaklaştı, altın rengi parlak gözlerini yüzüme dikti.

"Kral sizi görmek istiyor."

Beni kabaca kolumdan tuttu. Ben daha ne dediğini anlayamadan beni zindandan dışarı çıkardı.

Bir dakika! Kral beni mi görmek istedi?

Muhafız beni zindandan çıkarıp kapıyı arkamızdan çarparak kapatırken omzumun üzerinden bir kez daha baktım.

Bradley hücrenin ortasında duruyordu. Yüzünde hırladığını belli eden bir ifade vardı. Yeşil gözleri parlıyordu.

Muhafız beni sürükleyerek götürürken Bradley, "Teklifimi unutma, ufaklık," diye seslendi.

***

Kraliyet kütüphanesi muazzamdı. Hayatım boyunca hiç o kadar çok kitap görmemiştim.

Hiçbir zaman kitap kurdu olmamıştım, ama ben bile orada saatlerce vakit geçirebilir, rafları gönlümce karıştırabilirdim.

Ama o anda bunu düşünecek hâlde değildim tabii ki. Çünkü dehşete kapılmış hâldeydim.

Muhafızlar beni zindandan çıkarıp sarayın içine sürükledikten sonra kütüphaneye açılan bir kapıdan içeri atmış, tek kelime etmeden kapıyı kilitlemişlerdi.

Kütüphanenin köşesindeki küçük, süslü okuma köşesine büzülüp kalmıştım.

Kütüphane ile zindan arasındaki tezat çarpıcıydı. İçinde bulunduğum ortamın güzelliğine bakarken sersemlemiş hissettim.

Beni oraya kralı beklemem için kilitlediklerini düşündüm. Beni affedecek miydi yoksa ölüme mi mahkûm edecekti, hiçbir fikrim yoktu. Böyle düşününce bir kez daha korkudan bayılacak gibi oldum.

Ancak saatler ilerledikçe endişem yerini can sıkıntısına bıraktı.

Her ne kadar kralın benim için planladıklarından korkuyor olsam da, bu işi bir an önce bitirmesini diliyordum. Orada öylece oturup korku içinde beklemek beni çıldırtıyordu.

Sonunda daha fazla dayanamadım. Ayağa kalkıp odanın ortasındaki bir kaidenin üzerinde duran eski, tozlu, devasa defterlere doğru ilerledim.

Defteri açtım; aradığım kişinin ismini bulmak için sayfaları çevirmeye başladım.

Bradley.

Madem orada kralı beklemek zorundaydım, o zaman en azından eşimin neden zindana atıldığını anlamaya çalışarak vakit geçirebilirdim.

B harfiyle başlayan kayıtların olduğu sayfayı bulunca durup eşimin adını bulmak için listeyi dikkatlice taradım.

Braalin the Bold

Braccian Savaşları

Braen Lycan Lady

Çok garipti. Listede "Bradley" adında kimse yoktu. Tekrar baktım, ama yine de adını göremedim. Tüm kataloğa göz gezdirdim ama Bradley'den bahseden tek bir satır bile bulamadım.

Bu doğru olamazdı. Kralın hapsettiği Lycan'larla ilgili bir kayıt mutlaka olmalıydı.

Sonunda Hapishane Kayıtlarını bulmayı başardım. Tam sekiz ciltlik isim listesinin tamamını taradım, ama eşime dair herhangi bir iz bulamadım.

Önümdeki kayıt defterlerini yerlere saçarak aramaya devam ettim, ama hiçbir yerde Bradley ismini göremedim. Sinirlerim bozulmaya başlıyordu.

Tam üstünde Tehlikeli Lycan’lar ve Ölümcül Eylemleri yazan defteri elime almıştım ki, kapının oradan gelen tanıdık sesle irkildim.

"Oo! Burada kimler varmış!”

Hafifçe yerimden sıçradım. Arkamı dönüp bakınca yüzünde tehlikeli bir ifadeyle kapıda duran adamla göz göze geldim.

Kralın ta kendisiydi! Adonis Dimitri Grey.

Alçak bir sesle, "Majesteleri," dedim. Hafifçe eğilerek selam verdim.

Kral beni şöyle bir inceledikten sonra içeri doğru bir adım attı.

"Kitap mı okuyorsun bakalım?” diye sordu. Zindan kayıtlarından birini alıp şöyle bir karıştırdı.

"Özür dilerim, Majesteleri. Beklemekten sıkılmıştım da," diye açıkladım. Söylediklerimin tek kelimesine inanmıyormuş gibi kayıtsız bir ifadeyle yüzüme baktı.

Köşedeki iki sandalyeli küçük masayı işaret ederek, "Otur," dedi. Endişeyle oraya yürüyüp oturdum. O da geçip karşıma oturdu.

Onu karşımda otururken görünce tekrar bir şeyler hissetmeye başlamıştım. Zindanda geçirdiğim o korkunç saatler, bana kralın ne kadar mükemmel bir adam olduğunu unutturmuştu. Ama artık karşımdaydı işte.

Elimde bir fırsat vardı. Bana idam cezası vermediği sürece, onu ikinci şans eşi olabileceğime ikna etme ihtimalim vardı.

Kral soğukkanlı bir tavırla, "Özür dilemek istiyorum," dedi. Sanki “özür dilemek” asla yapmadığı bir şeymiş gibi bir yüz ifadesi vardı.

Heyecanlandığımı belli etmemeye çalışarak, "Öyle mi?" diye sordum.

Başını hafifçe salladı. "Bana ortalıkta bugünkü konseye sızmaya çalışan bir haydut olduğu söylenmişti. Görünen o ki, yanlış kişiyi yakalayıp zindana atmışım.”

"Amcan... O…"

Bir an için duraklayıp ne söyleyeceğini düşünüp tarttı. Bu tavrı, bana amcamdan en az benim kadar nefret ettiğini düşündürdü.

"...Alfalar Konseyi’nin önemli üyesi, senin onun ailesinden olduğunu ve bir eşin olmadığını söyledi.”

Kalbim deli gibi atmaya başlamıştı. Yoksa umduğum şeyi mi söylemek üzereydi?

Kral, "Bu yüzden,” diye devam etti. "Sana konseyimin alt kademelerinden bir koltuk teklif etmekten mutluluk duyacağımı söylemek isterim.”

"Burada, sarayda kalmana izin vereceğim. Eşinin saraydakilerden biri olmasını umuyorum. Bu, sana yapılan haksız muamele için özür niteliğinde olacaktır.”

Ben inanılmaz mutluydum, ama Lycan’ım öfke doluydu. Kralın yüzüne kükreyip eşimizi zaten bulduğumuzu haykırmak istiyordu. Ama bu mücadelede insan aklım galip geldi.

Yalnızca, "Teşekkür ederim, kralım. Benim için onurdur," diyebildim. Heyecanım giderek artıyordu. Her şey planladığım gibi gidiyordu!

Kral, "Yalnız bir şey daha var,” deyince hemen başımı kaldırıp yüzüne baktım.

Gergin bir şekilde, "Nedir, Majesteleri?" diye sordum.

"Ben içeri girmeden önce ne arıyordun? Bilmem lazım. O kayıtları sadece sıkıldığın için karıştırmadığını biliyorum.”

Yutkundum. Sanırım Bradley’le eş olduğumuz detayını vermeden onunla tanıştığımı anlatabilirdim.

"Ben... Ben hücre arkadaşım Bradley adında bir Lycan hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışıyordum, Majesteleri,” diye itiraf ettim.

Kralın yüzü anında düştü.

Kral, "Bradley... Uzun hikâye. Sarayımda yaşayan bir Lycan'dı. İktidar hayalleri kurup dururdu,” diye söze girdi. Açık sözlülüğüne şaşırmıştım. Bana bilgi vermeyi kabul etmez sanmıştım.

"Tahtımı ele geçirmek istiyordu. Sanırım hiçbir zaman başaramayacağını bilmek de onu çıldırtıyordu. Bazı Lycan’lar hayatta kalmak için iktidara ihtiyaç duyarlar. Bunu elde edemeyince de karanlık tarafları galip gelir.”

"Bradley taht için bana meydan okumuştu. Kaybedince de çok yakınımdaki bazı insanları öldürdü.”

"Ben de izini sürüp onu cezalandırdım. Yüzündeki yara izlerini görmüşsündür sanırım.”

Sessizce başımı salladım.

Kral cümlesini, "İşte o zamandan beri zindanımda. Onunla aynı hücreyi paylaşmak zorunda kaldığın için çok üzgünüm," diye bitirdi.

Kralın yüzüne bakarken içim acıdı. Eşim yüzünden çok sevdiği insanları kaybettiği belliydi. Onun için bir şeyler yapmalıydım.

Bir elimi uzatıp sıkı sıkı kenetlediği ellerine dokundum.

"Çok üzgünüm, Adonis." Bunu ne söylediğimi fark edemeden söyleyivermiştim.

Kralın gözleri kıpkırmızı kesildi. Hapı yuttuğumu o an anladım.

Bir anda masayı ters çevirip beni duvara yapıştırdı, tek eliyle beni duvara sabitleyip diğer eliyle de boğazımı sıkarak beni boğmaya başladı.

Güçlükle nefes almaya çalışıyordum, yüzüm giderek kızarıyordu. Ama beni asıl korkutan şey bu değildi.

Beni asıl korkutan, kralın, sevgilimin, bakışlarıydı. O güzel gözleri artık ela değildi; ölümcül bir kan kırmızısına dönmüştü.

Köpek dişleri iyice sivrilmişti. Boynumu kavrayan ellerinin pençeye dönüştüğünü hissedebiliyordum. Lycan'ı kontrolü ele almıştı.

"Sakın adımı ağzına alarak lekelemeye cüret etme!" diye kükredi. Korkudan bayılacak gibiydim.

Pençesinden kurtulmaya çabalarken nefes nefese, "Özür dilerim," diye yalvardım ama bir işe yaramıyordu.

"Biz eş değiliz! Sen benim için bir hiçsin!" diye kükredi.

Birinin ona seslendiğini duydum. "Dimitri!" Kapıya bakınca daha önce hiç görmediğim bir adamın krala dehşet içinde baktığını gördüm.

Bir an için kral daha da öfkelendi.

Sonra boynuma dayadığı pençelerinin kaybolduğunu hissettim. Bir adım geri çekildi. Beni bıraktığı gibi yere yığıldım. Korku içinde titriyordum.

Kral zehir gibi bir sesle, "Defol git! Bir daha asla yüzünü görmek istemiyorum!” diye hırladı.

Sonra arkasını dönüp kütüphaneden çıktı.

Kapıdaki gizemli adama, "Benimle gel, Gabe," diye çıkıştı. İkisi birlikte gözden kayboldu.

Uzunca bir süre kıpırdayamadım.

Kendimle savaş hâlindeydim. Lycan’ım sevinçten havalara uçarken insan tarafım kan ağlıyordu.

Yüzümü bir daha görmek istemiyor muydu? Asla mı? Benden nefret ediyordu! Hayatımın aşkı benden nefret ediyordu!

Her şeyi nasıl bu kadar hızlı bir şekilde berbat ettiğimi anlayamıyordum. Hâlbuki benimle uzlaşmaya, beni affetmeye hazırdı!

Aslında onu hiçbir şekilde baştan çıkaramayacağımı içten içe biliyordum.

İlk adını söylediğim için beni az kalsın öldürüyordu. Artık beni sevmesi kesinlikle mümkün değildi.

Ne yapman gerektiğini biliyorsun.

Bu ses zihnimdeki bir fısıltıdan başka bir şey değildi, ama söylediğinin doğru olduğunu biliyordum.

Eğer kral konusunda hâlâ bir şansım varsa, tek bir seçeneğim vardı.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok