Ejderha Kanı - Kitap kapağı

Ejderha Kanı

C. Swallow

Bölüm 2

Luvenia

Requiem Dağları benim evim, yine de kölelerle dolu bu turuncu donuk mağara duvarlarının ötesini keşfetme isteğim hep oldu. Köleler sürekli meşgul. Hael onları çok çalıştırıyor.

Kraliyet Ejderhaları'nın yaşadığı ve akşam yemeğinin servis edileceği Kraliyet Odalarına doğru yürürken, ormanı keşfetmek için şimdiden büyük bir istek duyuyorum.

Dışarıyı, burada olmaya tercih ederim.

Evde fazla kalmıyorum ama genellikle geceleri keşfe çıkmam yasak. Lochness ve Hael bunun çok tehlikeli olduğunu söylüyor. Madeline, yani annem, bana o ormanlarda gizlenen adamların dolaştığından söz ediyor.

Belki Ejderhaya nasıl dönüşeceğimi bilseydim, daha güvende olurdum.

Aslında, herkes bunu söylüyor. Bunu duymaya alışkınım, özellikle de Lex'ten. Lex hâlâ kendi ejderhasına nasıl dönüşeceğini bulmaya çalışıyor.

Yarı kanlar ancak kanlarındaki Ejderha genleri ve sihirleri çoğunluktaysa dönüşebilirler. Yani yeteneğinizi kazanabiliyorsanız bu çok iyi.

Yürüyüş gittikçe dikleşiyor ve dağın tepesine yaklaştığımı biliyorum.

Giysilerime göz atıyorum. Üzerimde siyah deri pantolon ve göbeğimi açıkta bırakan siyah bir üst var.

Bu giysiler kendimi serin tutmama yardımcı oluyor. Çünkü dağ bazen havasız kalabiliyor. Ayrıca bu giysilerle manevra yapmak çok daha kolay. Elbise giymenin büyük bir hayranı sayılmam.

Son virajı dönüyorum. Mağara koridorları burada genişliyor. Yemek odasına girmeden önce duruyorum.

Ailem ve Althor'ın yanına girmeden önce düz siyah saçlarımı omuzlarımın ardına atarak derin bir nefes alıyorum.

İleri doğru yürüyor ve zarif bir şekilde odaya giriyorum.

Ortaya konmuş büyük bir ahşap masa var. Üzeri yiyecekler ve şarapla dolu. O masada oturanlar benim ailem. Masanın bir ucunda Althor, diğer ucunda Lex var.

“Selamlar, sevgilim,” diyor Althor bana bakarak. Ben içeri girerken başını sallayıp gülümsüyor.

Servet Sürüsü'nün Ejderha Lordu'nu sevmiyorum. İttifakımızı güçlü tutmak için sık sık Requiem Sürüsü’nü ziyaret ediyor. Ama... Onda karanlık bir taraf var. Gözlerinde de soğuk bir bakış var.

Onda hiç güvenmemem gereken bir şey var sanki.

Yanına oturmak için ilerlerken Lex bana bakıp başını sallıyor.

Hael'in mini versiyonu. Tıpkı onun gibi zümrüt yeşili saçları ve gözleri var.

Zümrüt yeşili irislerin de hakkını vermem gerekir. Kölelerin Ejderhaların bakışlarıyla tanışmaya cesaret edenlerinden, sık sık ne denli güvenlerini delici bakışlarımız olduğunu duyarım.

Benim için sorun değil, çünkü zaten insanlara bakmak istemem.

Althor tanıdığım tüm Ejderhalardan farklı. Açık mavi gözleri ve uzun kehribar rengi saçları var. Dayanıklı ve iri yarı bir cüssesi var. Sanki savaş için tasarlanmış bir varlık gibi. Ama iki babam kadar da uzun değil.

“İlk kez bize katılmaya mı karar verdin, Luvenia?” diye soruyor bana Madeline. Burada olduğum için memnun ama aynı zamanda da üzgün görünüyor.

Onu görmezden geliyorum ve hemen ardından Hael'in hırıltısını duyuyorum.

“Saygı, Luvenia,” diyor Hael. O beni azarlarken Nessy de tehditkar bir şekilde bana bakıyor.

Madeline'in giydiklerini yargılamadan edemiyorum. O lanet yaka ve tasma. Benimkilere benzeyen savaşçı kıyafetinin üzerine, farklı olarak üstü sarkan tüylerle kaplı bir sütyen giyiyor.

Neden güçlü bir kıyafeti, onur kırıcı aksesuarlarla birleştiriyor, anlamıyorum.

“Anladığı tek kelime velet çünkü o da bir velet,” diyerek Lex benimle alay ediyor. Buna karşılık ben de keskin tırnaklarımla bileğini çimdikliyorum.

Elimi ezip attığında, gözlerimi Althor'a odaklayıp kötü bir şekilde gülümsüyorum.

Benden ne istediğini öğrenmek istiyorum.

“Mavi ve Daha Mavi ne zaman gelecek?” diye soruyor Lex, Althor'a. “Bizi yemekten alıkoyuyorlar.”

Kardeşimin sözleri üzerine, iki gölge girişten uzanan ateşin ışığını alan odaya düşüyor. Thaddeus ve Sylvan'ın gelişlerini seyrederken sinirli bir şekilde göz kırpıyorum.

Deri pantolonlarını gördüğümde kaşlarım çatılıyor. Formlar arasında sık sık dönüşen ve taşıması kolay bir giysiye ihtiyaç duyan erkek Ejderhalar için ortak bir seçim.

“Hoş geldiniz,” diyor Madeline sırıtarak, iki genç Ejderha odaya girerken.

Benden yedi ay kadar büyükler ama onların yanında kendimi sanki daha yaşlı ve akıllı gibi hissediyorum.

Thaddeus ve Sylvan güvenle sırıtarak amcalarının yanına oturmak için yavaşça ilerliyorlar. Yanıma oturmaya cesaret edemiyorlar. Onların bakışlarından ve varlıklarından kaçınır gibi onlar yerine babalarıma bakıyorum.

Tahmin ettiğim gibi, ikisi de rahatsız görünüyor.

Her zaman Thad ve Sylvan'ın sığ zihinlerine neler yapabileceğimi görebileceklerini düşünmüşümdür.

Genç Ejderha zihinleri, güvenleri ve kibirleri tavan yaparken zar zor gelişir.

“Artık hepimiz yiyebiliriz,” diyor Hael dişlerinin arasından. Althor'a bakarak, “Luvenia'ya sormak istediğini sorabilirsin. Eğer kızım sana yardım etmek istemiyorsa, başka birini bulman gerekecek,” diyor.

“Ah! Anlıyorum, elbette,”~ diye zarifçe cevap veriyor Althor. İfadesi ise genelde olduğu gibi aynı soğukluk belirtisini taşıyor.

Yeşil gözlerimle buluşuyor. Aynı anda yeğenlerinin bakışlarını da üzerimde hissediyorum.

Kendimi şimdiden rahatsız hissediyorum.

Bu, aynı odada bana en çok yaklaştıkları ilk an.

“Bir iyiliğe ihtiyacım var canım,” diyor Althor, mümkün olduğunca kibar konuşarak. “En güçlü zihinlere dahi sızabilirsin, öyle değil mi?”

“Evet,” diye cevap veriyorum, sızamadığım tek zihin Althor'un zihni. Güçlü bir zihinsel engeli olduğu için değil, başka bir sebep yüzünden.

Aklı bulanık ve okunmuyor. Kafasından zehir gibi sihir sızıyor.

“Yanımda getirdiğim bir mahkum var. Bana ne düşündüğünü söylemeni istiyorum. Aklını çözemiyorum. Baban Lochness da çözemiyor.”

Althor'un sözleriyle, şaşırmış bir halde doğrudan babama bakıyorum.

“Birinin aklını okuyamadın mı?” diye soruyorum Lochness'e. Gözünde bilir gibi bir ifade parıldıyor ama yine de soruma başını sallamakla yetiniyor.

“Yapamadım,” diyor Lochness omuz silkerek. Bunu şüphe uyandırıcı bir şekilde yaptığını belirtmeliyim. “Belki sen yapabilirsin, tatlım,” diye ekliyor.

Bir şeylerin peşinde olduğu belli. Her zaman öyledir.

“Karşılığında ben ne kazanacağım?” diye soruyorum Althor'a. Her iki tarafında yer alan iki popüler Ejderha'yı görmezden gelmeye çalışıyorum.

Akıllarını okuma zahmetine girmiyorum. Ne düşündüklerini bilmek istemiyorum.

“Sadece bir iyiliğe ihtiyacım var. Eminim karşılığında Thad ve Sylvan seni uçmaya götürebilirler. Dönüşemeyen yarı kanlar her zaman uçmaya isteklidir.”

Althor daha küçümseyici olamazdı.

“İlgilenmiyorum,” diye cevap veriyorum. Artık Thad'e bakıyorum, sandalyesinde oturuyor ve tamamen gücenmiş görünüyor. Reddetmem karşısında inançsızlık içinde gözleri genişliyor.

Sylvan kehribar gözlerini daraltıyor ve çenesini katlanmış ellerine yaslıyor.

“Ve ayrıca aç da değilim,” diyerek hızla ayağa kalkıyorum. Odadaki gerginlik artıyor.

“Luvenia,” diyor Madeline bana gözlerini daraltarak. “Bir şeyler yemelisin! Neredeyse hiçbir şey yemiyorsun.”

“Hayır anne, yanlarında olmak istediğim ~insanların yanında yiyorum,~” ~diye cevap verdikten sonra ona bakıyorum. Yaralanmış görünüyor ve ben de ağlamak istiyorum, ama bunu yapmıyorum.

“Ben de,” diye alaycı bir yorumda bulunuyor Sylvan. Delici gözlerle ona bakıyorum ve sonra aynı derecede sinir bozucu ikizine çeviriyorum bakışlarımı.

“Neye bakıyorsun?” diye soruyorum Thaddeus'a. Gözleri kararıyor ve kızgın görünüyor.

“Eğitilmesi gereken bir ata bakıyorum,” diyor cesurca, olması gerekenden fazla cesurca.

Bir şeyler yapması için Hael'e bakıyorum.

“Kız kardeşimle, bir hayvanmış gibi konuşma,” diye beni destekliyor Lex. Bunu sadece Thad ve Sylvan'ın yaş olarak rakibi olduğunu düşündüğü için yaptığını zannediyorum.

“Terbiyeli olalım, gençler,” diyor Lochness beklenmedik bir şekilde. Hael'den önce araya girmesine şaşırıyorum.

Yavaşça ve mizahla, Thaddeus ve Sylvan'a doğru göz kırpıyor. “Bilmiyor musunuz? Terbiyesizliği yatak odasına saklarız.”

”Baba!” Onun kelime seçimine inanamıyorum. Madeline bile Lochness'in kelime seçimine çok kızmış gibi görünüyor.

Madeline, Nessy'sine, “Tabii ki kendini eğlendirmek ve böyle bir şey söylemek zorundaydın,” diyor hırlayarak, bakışlarını bana çevirmeden önce.

“Cidden mi? Şimdi kendini savunmak için öne mi çıkıyorsun yani?” diye soruyorum Madeline'e kızarak. Lochness'e söylenmesi beni çok şaşırtıyor.

O, asla haddini aşmaz.

Odana git, Luv. Annenle bu kadar saygısızca konuşuyor olmandan bıktım. Seni sevmekten başka bir şey yapmıyor. Diyor Lochness bana. Sanki sözleriyle beni hırpalıyor. Gözlerimin arkasına yaşların biriktiğini hissediyorum.

Kimsenin beni ağlarken görmesine izin veremem.

Odadan çıkarak uzaklaşıyorum. Ejderhalardan ve onların kadınlara olan haksız davranışlarından bıktım.

Çok fazla düşünmemeyi seçtiğim bir konu bu. Ama tek hissedebildiğim, annemin bu kadar itaatkâr olmasına duyduğum nefret. Ve tabii tasmayla dolaşması ve bundan büyük bir mutluluk duyması.

Asla annem gibi olmayacağım. Zihinsel bağımızla iki babama da fısıldıyorum.

Daha sonra kimsenin kıramayacağı ateşli bir zihinsel güç duvarı oluşturuyorum.

Thad ve Sylvan'ın sözlerini düşünürken sessizce küfrederek odama koşuyorum.

Odam dağın en tepesinde. Ben doğmadan önce Hael'in eski yatak odasıydı ama benim için yeniden dekore edildi.

Ailem de bunun, onların haberi olmadan ormana gitmemi engelleyebileceğini düşünüyor. Ne de olsa, onlara ve diğer herkese göre henüz dönüşemediğim için uçamıyorum.

Ama bu benim sırrım.

Bir dakikadan az bir sürede odama ulaşıyorum.

Yatak odamın kapısını çarparak kıyafetlerimi çıkarıyor ve yatağıma atıyorum.

Odanın dışarıya bakan çıkıntısına doğru koşuyorum. Bunu yaparken kanımın ve vücudumun gevşeyip saflığa dağıldığını hissedebiliyorum.

Sihrime dönüşüyorum.

Siyah pullar, keskin pençeler, ölümcül dişler ve dayanıklı bir vücut ile yeniden beliriyorum.

Ejderham oluyorum.

Ve gece gökyüzünde kayboluyorum.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok