Anlaşma - Kitap kapağı

Anlaşma

S.S. Sahoo

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Xavier Knight, bir kızı etkilemeyi garanti eden iki şeyi iyi bilirdi: hızlı arabalar ve para. Her ikisi de onda vardı. Talihsiz bir skandal onu cebi delik Angela Carson ile zorunlu bir evliliğe zorladı. Kadının onun parasının peşinde olduğunu sanan Xavier, kendince onu cezalandırmaya yemin etti. Fakat dışardan görünen bazen aldatıcı olabilir. Ve bazen karşı kutuplar göründüğü kadar farklı değildir…

Yaş Sınırlaması: 18+

Fazla göster

Ruhunu Vermek

ANGELA

Herkes kendini kahraman sanır.

Kitaplarda ve filmlerde şahit olduğumuz zafer anlarının hayalini kurarız.

Bir köpeği kurtarmak için alevler içindeki bir binaya girmek mi? Hemen. Arkadaşın için böbreğini bağışlamak mı? Tabii canım. Silahlı soygunu engellemeye çalışmak mı? Çocuk oyuncağı.

Ama acı gerçek şu ki o an geldiğinde, soyguncu silahını başımıza dayadığında nasıl davranacağımızı kestiremeyiz.

O soyguncuya, “Beni seç. Vur beni, öldür,” diyebilecek kadar güçlü müsün?

Zaman geldiğinde hangisini seçeceksin?

Kendi hayatını mı yoksa başkalarınınkini mi?

***

Babamın elini sıktım, yüreğim ağzımdaydı. Onu bu halde görmek bana acı veriyordu. Kollarına ve göğsüne tüpler takılıydı, hastane yatağında bilinci kapalı halde yatıyordu. Yanı başındaki makineler bip sesi çıkarıyor, oksijen maskesi yüzünü kaplıyordu.

Gözyaşlarım yanaklarımdan süzüldü, onları belki de bininci kez siliyordum.

Babamın hayatımda çok önemli bir yeri vardı. Ailemizi bir arada tutuyordu.

Güçlü kudretli bir adamdı.

Abim Lucas kapıda duruyordu. Yanına gidip ona sarıldım.

“Doktor ne dedi?” diye sordum.

Lucas omzumun üstünden babamıza baktı. “Koridora çıkalım,” dedi.

Başımla onaylayıp babamın alnını öpüp Lucas’ın arkasından odadan çıktım.

Hastanenin floresanlarla aydınlatılmış koridorunda durup abime baktım. Saçları karman çormandı, sakalı kesilmemişti ve göz altları mordu. Zor bir gün geçirdiği belli oluyordu.

Lucas, “Angie, dinle…” diye konuşmaya başladı. Çocukken karanlıktan korktuğum zamanlar yaptığı gibi elimi tuttu. “Sakin kalmalısın, tamam mı? Güçlü ol. Haberler… kötü.”

Kafamı sallayıp kendimi toparlamak için derin bir nefes aldım.

“Babamız…” dedi Lucas. Ardından durup tavana baktı. Boğazını temizledi ve devam etti: “Felç geçirmiş.”

Gözlerim tekrar doldu.

Lucas, “Onu ne denli etkilediğini bilmiyoruz ama doktorlar ALS hastalığıyla alakalı olduğunu düşünüyor,” diye devam etti.

“Ne yapabiliriz?” diye sordum, çaresizlik sesimi sarmıştı.

Arkamdan gelen bir ses, “Biraz dinlenelim,” dedi. Diğer abim Danny yanıma geldi ve bana sarıldı. “Doktorlar hâlâ test yapıyorlar.”

Abilerim bakıştı, bana söylemedikleri bir şey vardı.

“Ne?” dedim. “Söylesenize.”

Lucas başını iki yana salladı.

“Yakında bir iş görüşmen var, değil mi?” diye sordu. “Eve git ve biraz uyu. Durum hakkında bir şeyler öğrenir öğrenmez seni arayacağız, tamam mı?”

İç çektim. Oradan ayrılmak istemiyordum ama abilerim haklıydı. Bu işe girmem önemliydi.

Birbirimize veda ettikten sonra dışarı çıkıp soğuk havada yürümeye koyuldum. Uzaktan New York’un ışıklarını izledim, mideme ağrılar girdi.

Kendimi çaresiz hissediyordum.

Yapabileceğim hiçbir şey yok muydu?

XAVIER

Direksiyonu çevirip arabayı keskin bir dönüş yapmasına neden olunca yanımdaki kız ciyakladı. Kahkaha attı, hızdan ve içtiği şişeler dolusu şampanyadan kafası iyi olmuştu.

“Xavier!” diye haykırıp dudağını ısırdı ve ellerini bacaklarımda gezdirdi. Bir kızı azdırmak için iki şeye ihtiyaç vardı.

Hızlı bir arabanın çıkardığı ses ve hayvan gibi para.

Ara gazı verince Lamborghini’m Monako’nun güzel manzaralı yollarında akıp gitti. Yanımdaki sarışın bomba zevkle titredi, bir yandan sertleşen penisimi okşuyordu. Monako’ya defile için gelmiş olan bir modeldi.

Birkaç kez sevişmiştik.

Adını bile bilmiyordum.

Kız, fermuarımı açarken sırıttım ve aletimi ağzına alırken iç çektim.

Hayat bu işte.

Lambo’nun direksiyonunu sallamak, Monako’nun güzelim yollarında hız yapmak ve aletimin bir süper modelin ağzında olması…

Milyar dolarlık şirkete karşı herhangi bir sorumluluğum yok.

Bana ne yapmam gerektiğini söyleyen, sinir bozucu bir babam yok.

Beni sırtımdan bıçaklayan, sahtekâr, aptal sürtükler ~yok.~

Kırmızı ışığı sallamadan gaza basıp geçtim, polis sirenleri gece göğünde yankılandı. Kenara çektim, dikiz aynamdan polis arabasının yanıp sönen ışıklarını izledim.

“Sokayım be,” diye mırıldandım.

Sarışın yukarı bakmaya çalıştı ama kafasını tutup geri bastırdım.

“Sana durabileceğini söyledim mi?”

Beni memnun etmeye can atan model, kaldığı yerden devam etti.

Polis, arabasından inip bana doğru yürüdü.

Kucağımda başını bir aşağı bir yukarı hareket ettiren kadına bakıp, Manyak bir hikâye olacak bu, ~diye düşündüm.~

BRAD

Asistanımı ofisime çağırdım, burnumdan soluyordum. Daha bir ay olmadan Xavier’in ismi manşetlerde üç kez yer almıştı. Bebeklerin kafasını öptüğünden ya da hastanelerde gönüllülük yaptığından kaynaklanmıyordu bu.

Alakası bile yoktu.

Oğlum, Monako’da dikkatsiz araç sürmekten ve toplum içinde uygunsuz davranışlar sergilemekten ~tutuklanmıştı.~

Elimi burnuma götürdüm.

Kapı çalındı.

“İçeri gir,” diye seslendim başımı kaldırmadan. Yirmi altı yaşındaki asistanım Ron içeri girdi. “Haberleri gördün mü?”

Ron birkaç kez ağzını açıp kapadı. Bir şey söylemesine gerek yoktu. New York’ta bu haberi görmeyen yoktu. Manşet her yerdeydi.

“Avukatları ara ve Halkla İlişkilerden Frankie’yi buraya gönder. Lütfen.”

Ron başını sallayıp ofisimden çıktı.

Kuzeyi bakan duvarı kaplayan pencereye yürüdüm ve aşağıya, New York sokaklarına baktım.

Oğlumun eylemlerinin şirket ya da kendi üzerinde kalıcı bir hasar bırakmaması için bir an önce harekete geçmem gerekiyordu. Hep iki çocuğum olduğunu söylerdim: Xavier ve Knight Şirketleri.

Ailemin petrol girişimlerini sürdürmemiş, kendi şirketimi, dünyanın önde gelen otellerinden birini ve hizmet sektörü şirketler grubunu sıfırdan inşa etmiştim. Hayattaki en büyük neşe kaynaklarım oğlum ve şirketimdi.

Şimdi her ikisi de tehlike altındaydı.

Yine.

İç çektim ve güzel karımın yüzü gözlerimin önüne geldi.

Ah, Amelia. Keşke burada olsan. Sen Xavier’e nasıl yardım edileceğini bilirdin.

Bakışlarım Central Park’a kaydı, eskiden aşkımla bu parkta yürüyüş yapar, ağaçların yanındaki banklarda oturur, yemek yerdik.

“Ron!” diye bağırdım. Kapımın açıldığını duydum. “Toplantılarımı iptal et. Yürüyüşe çıkıyorum.”

ANGELA

Zihnimi boşaltmaya çalışarak Central Park'ın alacalı yollarında yürüdüm. Em’in çiçekçi dükkânını kapandıktan sonra eve dönüş yoluna geçmiştim.

Uzun söğütler, yazın bitişini müjdeleyen esintiyle boynunu büküyor, yakınlardaki ayna gibi parlayan gölette kuğular süzülüyordu. Çocukların cıvıltısı parka yayılıyor ve âşıklar çimenlerde birbirlerine sarılıyordu.

Ellerimde tuttuğum bir buket zambağın kokusunu içime çekince rahatladım. Babamın hastanede olduğunu düşününce içim sızlıyordu ama kendimi toparlamalıydım.

Yaşlıca bir beyefendinin bankta tek başına oturduğunu fark ettim, dua ediyormuş gibi görünüyordu, gözleri kapalıydı. Ona niçin çekildiğimi anlamasam da farkına varmadan yanına gittim. Çok üzgün görünüyordu.

Kederden altüst olmuş gibiydi.

“Pardon,” dedim.

Gözlerini açıp şaşkın gözlerle bana baktı.

“Sizin yardımcı olabilir miyim?” diye sordu.

“İyi olup olmadığınızı sormak istemiştim,” dedim. “Biraz… üzgün görünüyordunuz.”

Öne doğru eğilip bankın arkasındaki yazıya işaret etti. “Benim için değerli olan birini düşünüyorum,” dedi, sesi duygu yüklüydü.

Yazıyı okudum.

Amelia için. Sevgili eş ve sevgi dolu anne.16/10/1962 - 04/04/2011

Yüreğim sızladı.

Ona gülümseyerek elimdeki zambak buketini uzattım.

“Amelia için,” dedim.

“Teşekkür ederim,” dedi. Çiçeklere uzanırken elleri titriyordu. “Adınızı öğrenebilir miyim?”

“Angela Carson,” diye cevapladım.

BRAD

Angela giderken onu izledim, endişelerden sıyrılmıştım, yüreğim huzurla dolmuştu. Bankı okşayıp gökyüzüne gülümsedim.

Teşekkür ederim aşkım. Bana cevabı verdin.

Elimi ceketimin cebine atıp telefonumu çıkardım.

“Ron, bana Angela Carson’la ilgili ne öğrenebiliyorsan getir.” Bana verdiği buketi inceledim, kâğıt ambalajın üzerinde dükkânın adının bulunduğunu fark ettim.

EM’İN ÇİÇEKLERİ.

Başımı salladım, aklıma bir fikir gelmişti.

“Ve oğlumu New York’a getir.”

DANNYAngie. Çabuk gel
DANNYBabamız
ANGELAne oldu?!
DANNYKalp krizi geçirdi.

Doktor ciddi bir sesle, “Babanızı hayata döndürmeyi başardık,” dedi. “Felç geçirenlerin, felçten sonraki yirmi dört saat içinde kalp krizi geçirme riski vardır. Onu yakından takip edip neler yapabileceğimizi görebilmek adına testler yapmaya devam edeceğiz.” Doktorun bunları söyleme şekli, ellerinden pek fazla şey geleceğini düşünmediğini belli ediyordu.

“Teşekkürler doktor,” dedi Lucas.

Doktor, başını sallayıp bizi yalnız bıraktı.

“Babamız burada daha ne kadar kalacak?” diye sordum usulca. “Eve dönebilecekmiş gibi durmuyor.”

“Başka seçeneğimiz olmayabilir,” dedi Danny.

“Bu da ne demek?” diye sordum.

Abilerim birbirlerine baktı, kalbim deli gibi atıyordu. Gelmekte olan haberlerin kötü olduğunu hissedebiliyordum. Sonunda Lucas bana döndü.

“Burada kalmasını karşılayamayız, Angie.”

Şaşkınlık içinde ona baktım. “Ne?”

Danny ellerini saçlarında gezdirdi, bitkin görünüyordu. “Hiç paramız yok.”

“Nasıl yani? Restoran…” Biz büyürken restoran babamın hayatıydı, annem de hastalanmadan önce orda çalışmıştı. Üniversiteyi bitirir bitirmez abilerim restoranı devralmıştı.

“Birkaç yıldır kötü durumda, piyasadaki durgunluk etkisini gösterdi. Babam bize destek olmak için eve ikinci bir ipotek koydurdu.” Lucas iç çekti. Bozguna uğramış gibi görünüyordu.

“Niçin bana söylemediniz?” diye sordum. “Yakında iş görüşmem var, belki…”

Danny başını iki yana salladı.

“Hastane faturaları çok yakında gelecek…”

Burada, hastanenin koridorunda daha fazla duramazdım. Her şey üstüme üstüme geliyordu, nefes alamıyordum. Abilerimden uzaklaştım. Titreyen bacaklarım beni koridorun sonuna, oradan merdivenlere taşıdı ve kendimi hastanenin girişinde buldum.

Gecenin bir yarısıydı, kaldırımda dizlerimin üstüne çöktüğümü kimse görüyor olamazdı. En azından ben öyle düşünmüştüm…

Derin bir ses arkamdan, “Affedersiniz,” dedi.

Burnumu çekip bana yaklaşan adama baktım. Gözlerim, silerken, “Size yardımcı olabilir miyim?” diye mırıldandım.

Adam yanıma çömeldi, kim olduğunu anlayınca çok şaşırdım.

Central Park’ta karşılaştığım, zambakları verdiğim adamdı.

“Böldüğüm için kusura bakmayın. Adım Brad Knight.”

Nefesim kesildi. Brad Knight mı?

O bildiğimiz Brad Knight?

Knight Şirketlerinin sahibi olan milyarder.

“Iıı,” diye kekeledim.

“Angela, durumunu biliyorum ve sana yardım edebilirim. Babanın hastane masraflarını karşılayabilirim.

Başım dönüyor, beynimde ziller çalıyordu.

Tüm bunları nasıl öğrendi? Benden ne istiyor?

“Her şeyi ödeyeceğim. Babanın emin ellerde olmasını sağlayacağım. Benim için tek bir şey yapman yeterli.” Bunları söylerken çok içtendi ama sesinde bir tür çaresizlik vardı. Kendini toplayıp gözlerimin içine baktı.

“Oğlumla evlenmeni istiyorum.”

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok