Tehlikeli Özgürlük - Kitap kapağı

Tehlikeli Özgürlük

Bryn Winchester

O Dedi, Bu Dedi

RILEY

Zihnime milyonlarca düşünce üşüştü.

Neil’ın beni öpmesini istemiştim ama bu şekilde değil.

Elinden kurtulmaya çabaladım. Boynumu sıktıkça yüzüne acımasız bir gülümseme yayıldı.

“Lütfen dur,” dedim, boğuluyordum.

Nefes alayım diye boynumu bıraktı ama gitmeme izin vermedi.

Bunun yerine boynumu ısırdı ve beni zorla nemli çimlerin üstüne yatırdı.

“Tüm akşam bana göz süzdün,” diye mırıldadı. “Naz yapmayı bırak.”

İri bir adamdı, üstümdeydi, beni tutuyor, bacaklarımı ayırıyordu.

Pantolonunun fermuarını açtığını duydum.

Lanet olsun.

Buraya kadarmış. Bana tecavüz edecek.

Elimden geldiğince yüksek sesle bağırdım.

Neil’ın eli ağzımın üstündeydi ama gürültü atları korkutmuş olmalı. Safkan at, yüksek sesle kişnemeye başladı.

Neil başını çevirip sesin geldiği yere baktı ve “savaş ya da kaç” tepkisi olarak dizimi kasıklarıyla temas edecek kadar bükmeyi başardım.

Geçici süreliğine afalladı, böylece altından kurtulmak için yeterli zamanım oldu.

Ve kaçmak.

Hem de ne kaçış… Ondan olabildiğince uzaklaşmaya çalıştım, gözyaşlarına boğuldum.

Panik içindeydim, tek istediğim güvende olmaktı.

Partinin prestijli konuklarının güvenliğini sağlayan, evin önüne park etmiş polis arabasını gördüm.

Rimelim akarken arabaya doğru koştum ve cama vurdum.

“İmdat!” İçerideki şaşırmış görünen memurlara bağırdım. "Saldırıya uğradım!"

***

Bir saat sonra karakolda Memur Hardy ve Dedektif Michaels'ın karşısında oturuyordum.

İyi anlaştığımız söylenemezdi.

“Senatör Bowry’le dışarıda ne yaptığınızı tekrar söyleyebilir misiniz?”diye sordu Michaels.

“Onunla dışarıda konuşuyordum. Beni öptü.”

“Sen de onu öptün mü?”

“Başta, evet.”

“Ve alkol almıştın,” diye devam etti Michaels.

“Evet,” dedim.

Ardından Hardy, beni alt etmişçesine, “Öyleyse sana saldırdığından nasıl emin olabiliyorsun?” diye sordu.

“Çünkü ondan durmasını istedim ama durmadı ve beni zorla yere yatırıp pantolonunun fermuarını açtı,” dedim.

Yerimizde sayıyorduk, sözüme kanmayacakları belliydi.

Memur Hardy, “Bizimle bu üslupla konuşacaksanız size yardım edemeyiz,” dedi.

Bu ÜSLUP mu?!

Aptal suratını tokatlamak istiyorum.

Yardım istediğime pişman olmaya başlamıştım.

Eve taksiyle dönmeliydim.

Partinin dışındaki memurlar beni karakola götürmüştü ama polisler işe yarar kanıtlar toplamak yerine bana inanmamaya kararlı görünüyorlardı.

“Az önce saldırıya uğradım ve sen bana lanet bir suçluymuşum gibi davranıyorsun!” diye çıkıştım.

Dedektif Michaels kendini beğenmiş bir tavırla, “Küfretmeye devam edersen geceyi hücrede geçirirsin,” dedi.

“Öyle bir şey yok,” dedim. Çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordum.

Sonra aptalca bir şey söyledim. “Bana böyle davranmak istiyorsanız, buyurun. Babam Eric Davenport’a bana yardım etmeyi reddeden memurlar hakkında her şeyi anlatacağım,” dedim.

Memurlar bakıştı.

Bana böyle davranmaya son vereceklerini ve kahrolası işlerini yapmaya başlayacaklarını ummuştum.

Ama onun yerine blöfüme meydan okudular.

“Olur.” Dedektif Michaels el konulan telefonumu bana doğru itti. “Ara onu.”

CASEY

Ertesi gün uyandığımda hayat dolu ve pozitif hissediyordum.

Bağış kampanyası büyük başarıyla sonuçlanmıştı. Neil’ın seçim kampanyası kasası dolmakla kalmamış, oylar da olumlu etkilenmişti.

Bu biz Davenportlar için iyi haberdi.

Sabahki pilates rutinimden sonra kendime egzersiz sonrası smoothie yapmak için mutfağa gittim.

Derken günüm beklenmedik bir hal aldı.

Babam mutfağa geldi, yüz ifadesi öfke doluydu.

“Kız kardeşin karakolda,” dedi sert bir sesle. “Gidip onu almalıyız.”

“Ne yapmış?” diye sordum düşünmeden. Babamın gözlerindeki öfkeden bunun kötü bir şey olduğunu anlamıştım.

“Görünüşe göre sarhoşmuş,” diye homurdandı. Başımı sallayıp askıdan paltomu aldım.

Riley’nin yapacağı türden bir şeye benziyordu.

“Onu bu yüzden mi karakola götürmüşler?” diye sordum, zihinsel olarak kendimi halkla ilişkiler fırtınasına hazırlıyorum.

“Onu götürmemişler. Bir adamın kendisine saldırdığını iddia ederek bir polis arabasının camına vurmuş,” dedi babam.

“Bir dakika… Saldırıya mı uğramış?” diye sordum, paniğe kapıldığım için sesim yükselmişti. “Ona kim saldırmış?”

“Hadi ama. Böyle bir şey olmadı. Her zamanki gibi sarhoş ve ilgi çekmek için yanıp tutuşuyor. Şu anda ihtiyacımız olan son şey Riley’nin ilgi çekmesi.”

Riley hakkında bu şekilde konuştuğunu duymak canımı acıttı.

Onun bir baş belası olduğunu biliyordum ama babam çok duygusuz biri olabiliyordu.

Yine de onu kullanmayı tercih ettiği arabasına, renkli camlı bir Mercedes SUV'ye kadar takip ettim ve karakola doğru yol aldık.

RILEY

Sürpriz, sürpriz, babamın kim olduğunu kanıtladığımda iki polis memuru bana karşı daha duyarlı davranmadı.

Babamın telefonu açar açmaz, “Bu sefer ne oldu?” diye sorması da yardımcı olmadı.

O anda benim hakkımda babama ne söylerlerse söylesinler, bunlara inanmaktan mutluluk duyacağını anladılar.

Babam, Casey’le karakolun arka kapısından geldiğinde bana tek kelime bile etmedi.

Duygularımı belli etmemeye çalışsam da incinmiştim.

Ben bekleme odasında ablamla otururken babam, memurlarla alçak sesle konuştu.

Ablam bu sabah süslü yoga pantolonu ve Max Mara paltosuyla sinir bozucu derecede canlı görünüyordu.

Ben ise buradaydım, makyajım gözlerimin etrafına bulaşmıştı ve Neil’ın beni tutup bastırdığı kolumun üst kısmı morarmıştı.

Morluğa baktıkça içimden ağlamak geliyordu.

Ama polisin bana yaptığı muamele, dakikalarca korkunç bir saldırıya uğramaktan daha çok canımı acıtıyordu.

Daha da kötüsü, çok daha kötüsü, babamın beni karakoldan çıkarırken bana attığı soğuk bakıştı.

***

Tek istediğim bir yere kıvrılıp uyumak ve yaşadığım travmatik akşamı unutmaktı.

Ama babam izin vermiyordu.

Öğle yemeği için onlara katılmamı istedi. Annem beni her şey normal ve harikaymış gibi karşıladı. “Umarım lahanalı Sezar salatası yemek istiyorsunuzdur,” dedi.

Casey her zamanki gibi hiçbir şey söylemedi. Babamın en sevdiği uşağı.

Oturduk. Herkes sessizce yedi. Aç değildim.

Annem, “Yemek yemeyecek misin?” diye sordu. Dün geceden haberi olmayabileceği geldi aklıma.

“Hayır, midem bulanıyor.”

“Bu senin suçun,” diye çıkıştı babam.

“Hayır, değil,” diye bağırdım. Babamın gözleri benimkilerle buluştu, çok sinirliydi.

“Sana bir şey söylemem gerek,” dedim, sesim öfke doluydu. “Dün gece bahçede Neil bana saldırdı.” Annem ve Casey’nin tepkisini görmek için etrafıma bakındım.

Olaydan haberdar olmadıklarını umuyordum. Babama iddialarımı ciddiye almasını söyleyecek kadar umursadıklarını.

Ama yüzlerinde ne bir şok ifadesi ne de halimden anladıklarını gösteren bir bakış vardı.

“Bugün Neil’la konuştum. Senin sarhoş olduğunu söyledi. Dışarıda kusmana yardım etmeye çalışıyormuş ve sen onu öpmeye çalışmışsın. Seni reddettiğinde de kaçmışsın,” diye bağırdı babam, sesi öfkeden titriyordu.

Bir süre hiçbir şey demedim. Şok içinde ona baktım.

“Buna gerçekten inanıyor olamazsın,” diye cevap verdim.

“Sen olsan kime inanırdın? Oyların yüzde altmış dördünü elinde tutan adama mı yoksa içki sorunu olan, yirmi iki yaşındaki, okulu bırakan birine mi?”

“Doğruyu söyleyerek en az kazancı elde edecek olan kişiye inanırım,” dedim.

Babam, “Delirmişsin sen,” diye bağırdı.

“Sen de bir canavarsın,” diye bağırdım. “Kendi kızın yerine ona mı inanacaksın cidden?”

“Güvenimi kazandığında sana inanacağım. Son davranışlarını, geleceğinden vazgeçtiğini göz önünde bulundurursak, bu biraz zaman alacak.”

Sırf üniversiteyi bıraktığım için uğradığım saldırıdan beni sorumlu tuttuğuna inanamıyordum. Çok acımasızlardı.

“Ne yaparsam yapayım, ne kadar hata yaparsam yapayım, dün gece başıma gelenleri hak etmediğimi biliyorsun. Yaptıklarım bu saldırıya engel olmazdı, biliyorsun değil mi?”

Annem ve ablam tabaklarına bakıyor, bakışlarımdan kaçıyorlardı.

“Gerçekten hiçbir şey söylemeyecek misiniz?” diye bağırdım.

“Tatlım, konuyu değiştirelim, olur mu?” diye sordu annem.

“Casey?” dedim yalvararak.

“Bazen biraz abartabiliyorsun Riley. Belki de bir yanlış anlaşılmaydı.”

Gerçekten onun tarafını mı tutuyor?

Birbirimizden uzaklaştığımızı biliyordum ama şu anda bu eziğin ablam olduğuna inanamıyordum.

“Keşke öyle olsaydı,” dedim. “Keşke her şeyi silebilseydim ama aklıma kazındı.”

Babam, “Böyle bir şey yaşanmadı,” dedi ve masaya agresif bir şekilde vurdu.

Bu beni daha da kızdırdı.

“Senin için işleri kolaylaştırıyorsa sen kendine bunu söyle, baba.”

“Bunun kolay olduğunu mu sanıyorsun? Seni yetiştirmek zorunda kaldığım, daha doğrusu dişimi tırnağıma takarak sana çekidüzen vermeye çalıştığım yirmi iki yılın kolay geçtiğini mi sanıyorsun?” diye çıkıştı babam.

“Anlıyorum, keşke burada olmasaydım. Tek mükemmel kızın olmasını isterdin. Bil bakalım ne oldu? Keşke bana utanç kaynağı gibi davranıp saldırganıma milyonlar bağışlamak yerine saldırıya uğradığımda bana arka çıkan bir babam olsaydı.”

Bu kelimelerin ağzımdan çıkması acı vericiydi, boğazım tıkandı.

“Neye inanmak istiyorsan ona inan. İnsanlara sarhoş olduğumu söyle, umurumda değil. O adam bir canavar ve suç duyurusunda bulunmak istiyorum.”

Ben böyle deyince babam yumruğunu yine masaya indirdi ve bu sefer bir su bardağının mermer zemine düşüp parçalamasına neden oldu.

“Böyle bir şey yapmayacaksın.”

“Ben yetişkin bir bireyim. Bu konuda hiçbir şey yapamazsınız. Beni evlatlıktan reddetsen de umurumda değil.”

“Evlatlıktan reddetmek mi? Olay hakkında tek kelime edersen seni akıl hastanesine gönderirim. Sonsuza kadar orada kalırsın. Yıllar önce yapmam gerektiği gibi.”

***

Çok fazla düşünmedim. Hiçbir şey göremiyor gibiydim.

Elbette ben bir yetişkindim ama babam Amerika’nın en zengin, en güçlü adamlarından biriydi.

Mali durumumum kontrolü onda olduğu sürece ben de onun kontrolü altındaydım.

Ayrıca tehdidini yerine getireceğinden bir an bile şüphe duymadım.

Korkunç öğle yemeği gösterimizden sonra odama kaçtım ve günün geri kalanını orada geçirdim.

Durumum hakkında kafa yordukça ailemle aramdaki bağların gerçekten kopmuş olduğunu fark ettim.

Nereye gitmek istediğimi bilmiyordum ama buradan ayrılmam gerekiyordu.

Artık burada yaşayamazdım.

Bana zarar veren birinin tarafını tuttukları için onları affedemezdim.

Ben onlardan biri değildim. Başka bir yere aittim.

Neresi olduğundan henüz emin değildim.

Ama gidip öğrenmem gerekiyordu.

Eşyalarımı yavaşça gözden geçirdim, toplanmaya çalıştım.

Eşyalarım arasından yalnızca ihtiyacım olan şeyleri ayıklamak terapi gibi geldi. Uyku tulumu, el feneri, diş fırçası, birkaç günlük yedek külot ve çorap…

Yeni hayatım kısa süre sonra bir sırt ve bir spor çantasının içinde yerini aldı.

Küçük sırt çantasını takıp spor çantasını omzuma geçirmeden önce çabucak duygudan yoksun bir not yazdım.

Yolculuk için yatağımdan bir yastık aldım ve pencere pervazından geçip ağaçtan aşağı indim ve anayola çıktım.

Daha önce birçok kez kullandığım bir çıkıştı, gerçi daha önce hiç elimde bagajla kaçmamıştım.

Ve bu son olacak.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok