Güney Ormanı Alfaları - Kitap kapağı

Güney Ormanı Alfaları

Laila Callaway

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Leilani Kokoa, şans eseri yakışıklı Alfa ikizlerin evlerini ziyaret edeceği hafta, patlamaya maruz kalarak bir haftalık geçici körlük geçirir. Ama ruh eşinizi göremezseniz, onu nasıl bulabilirsiniz? O elbette sizi bulur.

Yaş Sınırı: 18+

Fazla göster

Birinci Bölüm

LEILANI

Hastanedeki cihazların durmaksızın tekrar eden monoton bip sesi kulaklarıma doluyordu. Bu hiç hastaneye düşmemiş birinin bile tanıyabileceği türden bir sesti.

Her yer karanlık olmasına rağmen gözlerim açıkmış gibi hissediyordum. Parmaklarımı hareket ettirmeye çalışınca kıpırdadıklarını hissettiğimde rahatladım.

Sonra ayak parmaklarımı hareket ettirmeye çalıştığımda onların da battaniyenin altında kımıldadığını fark ettim.

Kendime gelirken hafızam da canlanıyordu.

Her şey bir patlamayla başladı.

Ben sabırsızlıkla ayağımı yere vururken babam, “Ne yapacağını biliyorsun, Lani. Alana girip yaralıları kontrol ettikten sonra çık,” diyerek beni tembihledi.

“Evet baba, biliyorum. On dakikaya dönerim.” Gözlerimi devirip sağlık çantamı omzuma attıktan sonra arkamı dönerek yaralı sürü üyelerine doğru koşmaya başladım.

Gördüğüm ilk kişinin yanına diz çöküp nabzını kontrol ettiğimde hiçbir şey hissedemeyince içimden küfrettim.

Bunu avcılar yapmıştı.

Sürü üyelerimizi öldürdükleri için ailemin bunu onlara ödeteceğini adım gibi biliyordum.

Kanıma karışan adrenali hissedebiliyordum. Ben yalnızca yarı eğitimli bir ilk yardım görevlisiydim. Buradakileri tedavi edemez, sadece yaralarını kontrol edip onları kliniğe sevk edebilirdim.

Sınırlı tıbbi bilgimle bu işe gönüllü olmak için ailemi ikna etmeye çok çaba sarf etsem de sağlık görevlilerimizden ikisi yaralanınca geriye bir tek ben kalmıştım.

En yakınımdaki kişinin, arkadaşımın amcası Yoseph’in yanına koştum. Çantamı yere koyup içinden birkaç bandaj çıkardım.

“İyileşeceksin, Yoseph. Yaranı sarıp seni buradan çıkaracağım, tamam mı?” dedim.

Ben karnındaki geniş kesiği sarmaya başlarken, acıdan dişlerini sıkarak yavaşça başını salladı.

Bandajlarını sarınca çıkardığım işten memnun kalarak işimi hızla bitirdim.

“Yoseph’in hemen sevk edilmesi gerekiyor!” diye bağırdığımda iki muhafız onu kliniğe götürmek için bir sedyeyle yanıma geldi.

Başka bir yaralının yanına koştum. Normal şartlar altında yaşanan korkunç olayların ağır çekimde vuku bulduğu söylenirdi. Benim durumumda işler hiç de öyle seyretmiyordu.

Öncesinde patlamamış bir bomba tam da o anda patlamaya karar vermişti.

Sol tarafımda yaşanan dayanılmayacak şiddetteki bir saniyelik patlama üzerine artık hiçbir şey duyamıyordum.

Havaya savrulup bir ağaca çarptıktan sonra yere yığıldım. Kulaklarım çınlarken ve can havliyle nefes almaya çalışırken yan tarafıma döndüm. Vücudumun her milimi sızlıyordu.

Biri kolumu tutup beni sarstığında sesinin boğuk tonlarını duyabilsem de ne dediğini anlayamıyordum.

O anda söylediklerini duyamadığım gibi onu göremediğimi de fark ettim. Gözlerim açık olmasına rağmen etraf zifiri karanlıktı.

Paniğin beni ele geçirmeye başladığını hissederken, “Göremiyorum, hiçbir şey göremiyorum!” diye bağırmamın üzerine bayıldım.

***

Üzerimden tır geçmiş gibi.

“Leilani?” Erkek kardeşimin sesini duyunca başımı ona doğru çevirdim. Gözlerim açık olsa da hâlâ hiçbir şey göremiyordum.

“Akamai, hiçbir şey göremiyorum,” dedim. Boğuk ve çatallı sesim kendime yabancı geliyordu.

Kardeşimin elimi sıktığını hissettim.

“Biliyorum, doktor başına çok sert darbe aldığını söyledi ama tekrar görebileceksin,” dediğinde rahatlayarak iç çektim.

Tanrıçaya şükürler olsun.

“Ne zaman?” diye sormamın üzerine sessiz kalınca cevap vermekte tereddüt ettiğini anladım.

“Bir hafta süreceğini söyledi ama görme yetin kesinlikle geri dönecek,” diye cevap verince homurdanarak başımı yastığa bıraktım.

Ellerimi gözlerime götürdüğümde başımın etrafına bandaj sarıldığını fark ettim.

“Harika, üstüne üstlük Kuş Kafesi filmindeymişim gibi görünüyorum,” diye hayıflandığımda Akamai güldü.

“Bir şey yok, Lani. Hepimiz yanında olup sana yardım edeceğiz.”

Günün kalanında doktorlar ve hemşirelerle konuşup bir dizi kontrolden geçtim. Akşama doğru yarına kadar tamamen iyileşecek iki kırık kaburgayla taburcu oldum.

Annem merdivenleri çıkmama yardım ederken, “Neden aptal gözlerim kemiklerim kadar hızlı iyileşemiyor?” diye homurdandım. Kaburgalarım acıdığı için attığım her adımda yüzümü buruşturuyordum.

Annem, “Beyninle ilişkili hasarlar çok daha ciddi olduğu için iyileşmeleri daha uzun sürer. Hafıza kaybı yaşamadığına dua et,” diye cevap verdi.

“Pardon, çıkaramadım?” diye sorduğumda güldü.

Annem, “Hiç komik değil, Lani,” diye çıkışınca gülmeye çalışsam da kaburgalarım sızladığı için anında durdum.

Annem yatağa girmeme yardım ettikten sonra muhtemelen o daha odadan çıkmadan uykuya daldım.

***

İnsanın uyanmasına rağmen gözlerini açamaması garip bir deneyimdi. Odamda, yatağımda olduğumun hissini alsam da hiçbir şey göremiyordum. Kafamdaki bandaja uzanıp onu çıkarmaya yeltendim.

Annem, “Sakın, hemşire ilk birkaç gün gözlerini kapalı tutmamız gerektiğini söyledi,” diye seslendi.

“Ama Mısırlı mumyalar gibiyim. Güneş gözlüğü taksam olmaz mı?” diye sorduğumda bir anlık sessizlik oldu.

“Hemşireyle konuşacağım,” diye cevap verince doğrulduğumda bacaklarımın üzerinde bir şey olduğunu hissettim. “Sana kahvaltı hazırladım. Tepside tostla bir bardak portakal suyu var.”

Bardağı ağzıma uzattığında portakal suyunu iştahla içtim. “Krep yapacaktım ama durumunu göz önünde bulundurunca tostu daha kolay yersin diye düşündüm…”

Duraksayınca onun dile getiremediğini söyledim. “Kör olduğum göz önünde bulundurulunca anne. Kör oldum, tamam mı?” Bunun üzerine tostumu öfkeyle ağzıma teptim.

Annem beni, “Geçici olarak körsün,” diye düzeltti. “O saldırıdan sonra babanla takviye güç çağırdık,” dediğinde lokmamı çiğnemeyi bıraktım.

“Eski bir arkadaşımın iki oğlu Güney Ormanı sürüsünün Alfaları, başımıza bela bu avcılara karşı ne yapabileceğimizi görmek için bir süreliğine gelip bize katılacaklar.”

“Kaç kişi gelecek? Nerede kalacaklar?” diye sorduktan sonra tostumu yemeye devam ettim.

“Elbette bizimle kalacaklar. Şimdilik beş kişiler. Bölgeleri yakın ama şu anda bu sorunu hızlıca çözmek için müttefiklere ihtiyacımız var,” diye açıkladı.

Evimizde yabancıların kalacağı düşüncesi hiç de hoşuma gitmemişti.

Hem de göremeyeceğim yabancılar.

“Ne zaman gelecekler?” diye sorduğumda es verdi.

“Bu öğleden sonra,” diye cevap verdiğinde tostumun son lokmasıyla neredeyse boğulacaktım.

“Şaka yapıyor olmalısın! Odamda kalabilirim değil mi? Beni böyle görmelerini istemiyorum,” dedim.

Ya ateşli çocuklar gelirse? Belki de eşim…

“Leilani on dokuz yaşına geldin, öylece odanda saklanamazsın.”

Söylediğimin daha etkili olması için kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturarak kararlılıkla, “Evet, saklanabilirim. Bir yetişkin olarak odamda kalma kararını ben vereceğim,” dedim.

“Peki.” Derin bir iç çekişle ayağa kalkınca tepsiyi kucağımdan aldığını hissettim. “Ama bir süre burada kalacaklar, önünde sonunda onlarla tanışmak zorunda kalacaksın.”

Cevap vermeyip kapımın kapanmasını bekledikten sonra yataktan kalktım. Doktorun gözlerimle ilgili tavsiyesi üzerine, duş almak için gözlerimdeki bandajı çıkarınca banyonun ışığını açmadım.

Gözlerimin daha düzgün iyileşebilmesi için onlara ilk gün ışık gelmemesine özen göstermem gerekiyordu.

Şampuan ve saç kremi şişelerim farklı şekillerde olduğu için neyse ki saçlarımı gözüm kapalı kolayca yıkayabildim.

Üzerimdeki kan lekelerinden ve kirlerden arındığım için tazelenmiş hissederek duştan çıkıp kapalı gözlerimle havluma uzandım. İyileşmesine çok az kalmış kaburgalarımı hissederek bedenimi dikkatlice kuruladım.

Diş fırçama göz kararı diş macunu sıkıp dişlerimi fırçaladım. Görmeden yaşamanın pek de zor olmadığını düşündüm.

Ta ki ne giyeceğime karar verene kadar...

Dolabımın kapağını açıp kıyafetlerimi tanımaya çalışarak ellemeye başladım. Sonunda siyah olduğunu tahmin ettiğim bir kot pantolonla bir kazak seçtim.

Annem, “Lani?” diye seslendi. “İşte buradasın. Ben de yardım edeyim mi diyecektim ama kendi başının çaresine bakmışsın gibi görünüyor,” dediğinde kıyafet dolabımdan çıktım.

“Kotum hangi renk?” diye sordum.

“Siyah,” diye yanıtladığında havaya doğru kısa bir zafer yumruğu attım.

“Biliyordum!” diyerek sırıttım. “Peki ya kazağım?”

“Çiçekli mavi kazağın,” dediğinde yüzümü buruşturdum.

“Iy, bunu hiç sevmiyorum. Beyazı giydiğimi sanmıştım. Bana uzatır mısın lütfen?” diye sorup üzerimdeki kazağı çıkardım.

“Al bakalım.” Annem beyaz kazağımı uzatınca alıp giydim.

“Kliniğe uğradığım için biraz geç geldim. Doktor güneş gözlüğünü bu küçük bandajlarla takabileceğini söyledi. Otur şöyle.”

Elimi arkaya uzatarak makyaj masama uzanınca masama çarpmamla tüm şişelerin takırdadığını duydum.

Sonunda tabureyi bulup otururken, “Kahretsin,” diye mırıldandım. Fazla sessiz. “Anne?” diye seslenince burnunu çektiğini duydum.

“İyiyim ben,” diye mırıldandığında gözlerimi zaten deviremeyeceğimden tepkisiz kaldım.

“Ağlamayı kes, gayet iyiyim.”

“Biliyorum ama seni çaresiz görmek çok üzücü.”

“Çok sağ ol,” diye homurdanırken önümde diz çöküp bandajımı çıkardığını hissettim. Gözlerimi sıkıca kapattım.

“Ay Tanrıçasına şükürler olsun ki bu durum kalıcı değil,” diyerek gözlerime iki küçük bandaj yapıştırıp bana güneş gözlüğü takarken kıpırdamadan oturdum.

Gözlüğe dokununca annemin bana kocaman diva gözlüğümü taktığını fark ettim. Harika. Gözlük yüzümün neredeyse yarısını kapatıyor olmalıydı.

Gururla, “Çok daha iyi oldu,” dedi.

“Misafirlerle tanışmamamın kabalık olduğunu biliyorum ama şu anda hissettiğim çaresizlikle baş edemediğimi lütfen anla.”

“Yakışıklı erkeklerle tanışıp onların karşısında rezil olmak istemiyorum.”

“Anlıyorum bebeğim. Elbette odanda kalıp ne zaman hazır hissedersen onlarla tanışabilirsin,” diye onayladı.

Kapının çalınmasıyla yerimden sıçrayıp geleni içeriye buyur ettim.

Damon’ın, “Selam Luna, acaba Lani’yi bir süreliğine ödünç alabilir miyim?” diye sorduğunu duydum.

Damon benim en iyi arkadaşımdı. Aslında erkek kardeşimin en yakın arkadaşıydı ama çok sık takıldığımız için artık kardeşimi değil beni ziyaret etmeye başlamıştı. Akamai bu duruma hâlâ oldukça bozuktu.

Annem, “Elbette Damon,” dedi.

Ayağa kalkıp Damon’ın eline uzandım. Sıcak eliyle elimi tutup beni odadan dışarı çıkardı.

“Televizyonda bir şeyler izleriz diye düşündüm. Daha doğrusu dinleriz,” dediğinde alaycı bir tavırla güldüm.

Evden çıkmak zorunda olmadığım için içten içe minnet duyarak, “Sahiden mi?” diye sordum. Kimsenin Alfa’nın kızını bu denli savunmasız görmesini istemiyordum.

“Evet, önceden izlediğin bir şeyi seçeriz, böylece sahneleri anlayabilirsin,” dedi.

Beni kanepeye doğru yönlendirirken, “Aslında hiç fena fikir değil,” dedim.

“Elbette değil, sonuçta ben buldum,” diye karşılık verince başımı iki yana salladım. “Şimdi ne izleyeceğimizi seçelim,” dedikten sonra yanıma otururken kanepenin yana doğru çöktüğünü hissettim.

İki saat sonra, bacaklarımı kanepenin kolundan sarkıtarak başımı Damon’ın kucağına koyarak uzanıyordum. Damon televizyonun sesini kısınca başımı sorgularcasına ona doğru çevirdim.

“Güney Ormanı sürüsü geldi,” dediğinde içimden küfrettim.

“Lütfen beni odama götürebilir misin? Beni bu hâlde kimsenin görmesini istemiyorum.”

Kanepeden kalkıp kapıya yöneldim. En azından kapıya yöneldiğimi düşündüm.

“Hangi hâlde? Üç kör fareden biri gibi mi?” diyerek beni kışkırttığında ona doğru hamle yapmaya çalışsam da ıskaladım.

“Hıyarlık edeceğine bana yardım et,” dedim.

Elimi tutarak beni yukarı çıkardı. Yatağıma oturduğumda, “Gidip onlarla tanışacağım ve daha sonra ayrıntılar ve dedikodularla geri döneceğim,” dedi.

“Süper, teşekkürler!” diye cevap vermemin üzerine kapının kapandığını duyunca rahatladığımı hissettim.

Televizyonumu açmayı düşünsem de bunun yerine pencereye doğru ilerleyip arkamı döndüm. Böylelikle biri yukarı bakarsa yalnızca sırtımı görebilecekti.

El yordamıyla pencerenin kolunu bularak aşağıdakileri net duyabilmek için pencereyi araladım. Motorların kapatılma ve araba kapılarının çarpma seslerini duydum.

Annem onları, “Hoş geldiniz, sizi ağırlamak mutluluk,” diyerek karşıladı.

Alfa samimi ve kendinden emin bir tonda, “Tanıştığımıza memnun oldum Luna Kokoa. Ben Alfa Jarren,” dediğinde tüylerimin ürperdiğini hissettim. Ses tonu oldukça çekiciydi.

“Ben de Alfa Dane.”

Başka bir kadife sesi işittiğimde tüylerimin tekrar ürperdiğini fark ettim.

Vay canına. İkisi de Alfa mı? ~Bu yalnızca onların ikiz olduğu anlamına gelebilir.~

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok