İyilik Meleği A.Ş.:Derinler Prensi - Kitap kapağı

İyilik Meleği A.Ş.:Derinler Prensi

F.R. Black

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Camila kan ve ihanete yabancı değildir. Babasının Brezilya'nın en büyük uyuşturucu baronu olmasından dolayı paranın satın alabileceği en iyi şeylere sahipti. En azından babası öldürülene kadar... Doğrusu artık babasına ihtiyacı yoktu; ona bilmesi gereken her şeyi öğretmişti. Aşık olmak dışında... Şimdi kendi kanıyla dolu bir havuzda kan kaybından ölmek üzeredir ve İyilik Meleği A.Ş. ile bir sözleşme imzalarsa hayatını kurtaracağını vaat eden tuhaf bir adamla tanışır.

Fazla göster

30 Chapters

Chapter 1

Bölüm 1

Chapter 2

Bölüm 2

Chapter 3

Bölüm 3

Chapter 4

Bölüm 4
Fazla göster

Bölüm 1

Dördüncü Kitap: Derinler Prensi

Ay yalan söylüyordu.

Kızgın olmak istiyordum, ama buna mecalim yoktu.

Ay, bir aldatma perdesi oluşturarak kurbanlarında olağanüstü miktarda heyecan yaratma konusunda mucizevi bir yeteneğe sahipti.

Bu heyecan ise, kötü muhakeme algısına, tüm uyarı niteliğindeki kırmızı bayrakların gözden kaçırılmasına, heyecanın getirdiği sarhoşluğa ve anın rehavetine kapılmaya yol açıyordu.

Ay ışığının altında kanın elmas misali parladığını biliyor muydunuz?

Siyahın koyu tonları ve kırmızının çarpıcılığı beni adeta transa sokmuştu. Zaten, yalnızca bir dolunay böylesine bir ihtişam yaratabilirdi.

Zahmetli bir nefes alırken bunu düşündüm.

Bu rengin adı, kolayca ihanet olarak adlandırılabilirdi.

Sanırım çoğu insan, bu rengin çağrıştırdığı bu lanet kelime konusunda benimle aynı kanıda olabilirdi.

Başımı kaldırıp, gecenin karanlığında gökyüzündeki parlak küreye baktım ve dolunayın bir davetten çok korkunç bir uyarı olduğunu anladım.

Sanırım, dolunayda kötü şeyler olduğunu duymuştum. Evden çıkmamalı ve kapıları kilitlemeliydiniz.

Sonuçta, dolunayın sıradan bir insanı on metrelik bir kurda dönüştürme gücü varsa, o zaman bu sözün mutlaka doğruluk payı olmalıydı. Belki bunu daha öncesinde hatırlasaydım, ona göre gardımı almış olurdum.

Öksürünce dilime gelen metalik kanın tadını alınca içimden gülümsedim.

Şaşaalı hayatımın altüst olmuş hayalleri, Paris biletlerim cebimde sırılsıklam olmuştu.

Bu hayatımızın işi olacaktı, son üç yıldır üzerinde çalışıyorduk. Çok dikkatli olmak ve becerilerimizi kusursuza yakın geliştirmek için çabalıyorduk.

Lucas bunun, hayallerimizin ötesinde yüklü bir ödemeyle birlikte son işimiz olacağına dair bana söz vermişti. Elmaslar. Hem de binlercesi olacaktı.

Hoş, tamamen haksız da sayılmazdı, bu benim son işimdi ama onun değildi.

Vetrov Yankovich, benim bu geceki Rus avımdı. Biseksüel milyarder, aşırılığa olan düşkünlüğüyle mükemmel bir hedefti. Hareme benzer zevkleri ve düzenlediği büyük seks partileri onu kolay ve açık bir hedef haline getirmişti.

Vetrov ile zenginlik ve hayatın güzellikleri hakkında aynı duyguları paylaşıyorduk. Bu yüzden hızlıca arkadaş olduk ve kolayca adapte olduğum aynı sosyal çevrelerde bulunmaya başladık.

Ne denebilirdi ki, ben zaten her zaman yükseklerden uçan biri olmuştum.

Küçüklüğümden beri, babam beni hep şatafatlı hediyelerle şımartmıştı. Kötü şöhretli bir uyuşturucu baronu olan babam, oldukça varlıklıydı.

Ama o öldüğünde, çok alıştığım ve sevdiğim bu yaşamdan öylece uzaklaşamazdım. Bu yaşamı istiyor, onun için deliriyordum. Aşırılık istiyordum.

Ve bunu sağlamak için elimden gelen her şeyi yapıyordum.

Milyarderlerden pahalı şeyler çalıyordum. Ama bu gece tam anlamıyla büyük bir ahmaklık yapmıştım.

Lucas, şu anda, muhtemelen hissetmesi gereken gerilimi ve suçluluğu bastırmak için omuz masajı yaptırırken şampanyasını yudumladığı tek yönlü uçuşundaydı.

En nihayetinde, bir canavar olmak kolay iş değildi.

Zavallı şey.

Işıltılı gece elbisem hafif bir esintiyle uçuşurken, kırmızı dudaklarımdaki aptal gülümsemeyle parlayan aya baktığımı hâlâ anımsayabiliyordum.

Hissettiğim bu enerjiden güçlenen heyecan ve adrenalin hâlâ damarlarımda dolaşıyordu.

Başardık, ~diye düşünmüştüm.~

Çantamda üç yüz milyon dolar değerinin üzerinde elmas vardı. Lucas ile deneyimli hırsızlar gibi güvenlikten geçerken kusursuzduk.

Bu soygun, ustalaşması yıllar alan incelikli ve olağanüstü bir yeteneğin ürünüydü. Vetrov, en azından bir süreliğine, büyük kasasındaki sahte elmasları fark etmeyecekti.

Ama benim esas odaklandığım, asıl tehdit değildi.

Odakladığım, bana beni sevdiğini ve mümkün olsaydı benim için ayı bile satın alacağını söyleyen aldatıcı tehditti.

Duruma ne kadar uygundu… Ay. Çok gizemli bir şeydi.

Acaba bu gece, telefonda konuştuğunda ona baktığımda çabucak telefonunu kapattığı andaki gibi kaç uyarı niteliğindeki kırmızı bayrağı gözden kaçırmıştım.

Ya da bana gereksiz dikkat çekmememiz adına ayrı uçuşlarla seyahat etmemiz gerektiğini söylediğinde.

Geçmişe dönüp bakınca, son zamanlarda mesafeli davranmıştı. Ama bunun sebebinin, işi kusursuz yapmak istememizin getirdiği gerginlik ve baskı olduğunu düşünmüştüm.

O kadar gözüm körmüş gibi davranmıştım ki Lucas’a kızamıyordum bile. Bu saçmalığın kokusunu çok daha öncesinde almalıydım. Çünkü varlık içindeki hayatım, artık benim için uzak bir hatıradan başka bir şey değildi.

Ah, zavallı Camila.

Zavallı Camila

“Camila,” dedi Lucas, geniş bir gülümsemeyle yanıma gelerek, her zamanki gibi rahat tavrıyla, “Çanta sende mi?” diye sordu.

Meraklı gözlerden uzak olduğumuz ara sokakta ona sırıttım. “Değişir,” diye cevap verdim.

Siyah takım elbisesi karanlığa uyum sağlıyordu. “Neye göre?” Sırıtmaya devam ediyordu. “Bensiz mi kaçacaksın?” diye sordu.

“Asla,” dedim, hiç düşünmeden. “Ama en büyük elmas yüzüğü takmak istiyorum,” diye mırıldandım, kollarımı boynuna dolayarak.

“O halde onu alacaksın, mi reina.”

Kraliçem.

Bana her zaman onun kraliçesi olduğumu söylerdi, ki bunu şimdiye kadar hep sevimli bulmuştum.

Görüşüm bir anlığına bulanıklaşıp sonrasında kendi kendine düzeldi.

Lucas yüzümü tutup beni tutkuyla öptü, “Çantayı ben alacağım, cariña,” dedi.

Kaşlarımı çattığımı hatırladım. “Benim alacağıma dair anlaştığımızı sanıyordum?”

“Seni riske atmak istemiyorum. Bırak bunu ben halledeyim.”

Bu adamın beni bu şekilde koruması için beni gerçekten sevmesi gerektiğini düşünerek ona gülümsedim ve ölüm fermanım olan çantayı ona verdim.

Sonrasında bıçak karnıma o kadar hızla saplandı ki beni tekrar öptüğünde ve beni sırtımdan vurduğu için ne kadar üzgün olduğunu söylediğinde hâlâ şoktaydım.

Beni yavaşça yere indirdi ve son kez başımı öptü.

Bunun onu beni incittiğinden daha çok incittiğini söyleyip arkasına bakmadan gitti…

Kalbimin zorlandığını hissederken gözyaşlarım hızla artıyordu. Başımı geriye atıp karanlığın beni öylece tüketmesini bekledim.

Belki babamı tekrar görürdüm ve aptalca hayat seçimlerimize birlikte gülebilirdik…

Ayak sesleri.

Yankılandıklarını duyabiliyordum.

Umut.

Ağırlaşmış göz kapaklarımı, içimdeki adrenalinin verdiği son güçle açtım.

“Ya…. Yardım,” diyerek hırıltılı bir şekilde nefes almaya çalışıyordum. Ne kadar kan kaybettiğimden emin değildim ama birkaç dakikam kaldığını biliyordum.

Önümde uzun, iri yarı bir adamın durduğunu görünce görüşümü odaklamaya çalıştım.

Beni bu halde görmesine rağmen neden hâlâ yardım çağırmadığını merak ediyordum.

“Bayım,” diye sızlandım. “Yardım. 9-911!”

Tam önümde diz çökünce yüz hatları belirginleşti. Çok yakışıklıydı ama siması tanıdık değildi.

Adam parlak bir gülümsemeyle başını bana doğru eğdi. “Camila, sen misin? Neredeyse seni peruğunla tanıyamayacaktım.”

Ona kaşlarımı çattım.

Beni tanıyor muydu?

Ve neden benimle sanki ölmek üzere değilmişim gibi konuşuyordu?

Adam başını salladı ve elini kaldırdı. “Buna cevap vermek zorunda değilsin. Görüyorum ki başın biraz belada.”

Bela mı?

Bu adam deli miydi? Ölmek üzereydim!

“Yardım et,” diye mırıldandım. “Bı-bıçaklandım.”

Neden mutluydu? Neden gülümsüyordu?

Adam aniden kaşlarını çattı ve biriken kanım ayakkabılarını kirletmesin diye geri çekildi.

“Üzgünüm, bunlar en sevdiğim ayakkabılar,” dedi özür dilercesine, ağzım açık kalmıştı.

Elleri takım elbisesinin pantolonunun ceplerinde beni incelerken, aynı partide olabileceğimizi düşündüm. Belki de ne yaptığımızı biliyordu, belki de bir dedektifti.

“Kafanın karıştığını biliyorum ama belli ki bu gece, senin gecen değildi. Değil mi?”

Hiçbir şey diyemedim.

Önce etrafa sonra bana baktı. “Peki, Camila, şansın dönmek üzere. Sana bir teklifim var ama ölmek üzere olman görevimizi değiştirebilir ki bunu istemeyiz.”

“Kader bize bir kız seçtiğinde, bunu çok ciddiye alırız.” Bana keskin bir bakış attı. “Evren sana bağlı… Belki de. Aslında beşte bir şansın var. Ama, yine de…”

Ne?

Halüsinasyon görüyor olmalıydım.

Arkasında ateş patlarken ve korkunç bir şeye dönüşürken, “VE CEHENNEME HOŞ GELDİN!” demesini bekliyordum.

“Ölüyorum, 911'i ara!” Görüşüm gittikçe kararırken ona yalvarıyordum.

Gerçekten ölmek istemiyordum. İntikam almak istiyordum.

Ve bu adam bir deliydi!

Hayır anlamında başını salladı. “Bir anlamı yok. Korkarım bunun için çok fazla kan kaybettin. Hastaneye vardığında bedenin soğuk bir cesede dönüşmüş olur.” Başını eğdi.

“Bu yüzden beni dikkatle dinlemelisin. Senin için bir işim var ve bu sözleşmeyi imzalarsan,” dedi, şimdi elinde parıldayan bir kâğıt parçası tutuyordu ve bu bana çoktan ölmüş olabileceğimi düşündürüyordu, “Hayatını kurtaracağım,” diye devam etti.

“Öldüm mü?” diye fısıldadım.

“Henüz değil,” diye devam etti. “Hâlâ fark etmediysen tam olarak bunu engellemeye çalışıyorum.”

Ona bakarken ellerim ve ayaklarım uyuşmuştu. “Beni kurtarabilir misin?” diye sordum.

Gülümsedi ve beni inceledi. “Elbette kurtarabilirim. Sadece imzana ihtiyacım var, tatlım. İyilik Meleği A.Ş. seni işe almak istiyor. Bizler, gerçek aşkın öpücüğüyle evreni ayakta tutan dengenin bekçileriyiz.”

Gözlerimi dikip ona baktım.

O sahiden ciddiydi.

İyilik Meleği A.Ş. mi demişti?

En azından bu geceye kadar, insanları okumada hep çok iyi olmuştum. Belki o bir doktordu? Ya da yakındaki gökdelenlerden birinde helikopteri olan bir milyarderdi? Ve beni kurtarmak için onu kullanabilirdi?

“İ-imzalayacağım.”

Saçma olduğunu biliyordum ama elimdekine razı olmak zorundaydım.

Tek umudum buydu.

Parlayan mektubu bana uzattı, mektup gerçek görünüyordu. Kesinlikle sahici ~bir mektuptu. Ölmekte olduğumu biliyordum ama içimden bir ses bana bunun gerçek olduğunu fısıldıyordu.~

İlk satırda yazan ismime gözüm ilişti.

Kimse gerçek adımı bilmiyordu.

Hiç kimse.

Nefesim kesilirken ve ciğerlerim sızlarken, başımı kaldırıp adama baktım.

“Sen kimsin?” diye fısıldadım hayretler içinde.

Mükemmel takımının içinden bir kalem çıkarıp bana uzattı. “Bugün senin şanslı günün, Camila.”

Kalemi almak için uzanmaya yeltendim ama kolum kıpırdamıyordu.

Adam daha da yakına eğildi ve gevşek kolumu tutup kaldırdı. Garip ama parfümünün baharatlı kokusunu alabiliyordum.

“İmzalamana yardımcı olayım mı?” diye sordu.

“Evet,” diye mırıldandım.

Kalemi gevşek parmaklarıma yerleştirip beni yönlendirerek parlayan yazıyla imza atmama yardımcı oldu. Dağınık bir imzaydı, büyülü sözleşmeden kan akıyordu ama iş tamamdı.

Yardım çağırmasını beklerken ona baktım.

Herhangi bir şey yapması için bekledim.

Hızla ayağa kalktı ve sanki bir yere bağlanmış gibi kulağına dokunarak beni şaşırttı.

“Randy, hemen bir çıkarma istiyorum. Bu bir üçlü X Kodu, tıbbi personel hazır olsun.” Bana baktı. “Camila. Sana artık resmi olarak İyilik Meleği A.Ş.’ye hoş geldin demek istiyorum.”

Kaşlarım çattım.

Belki de o bir kaçıktı.

“Hoş geldin Camila.”

Vücuduma garip bir şeyler olduğunda ona ağzıma gelen küfürleri sıralamak üzereydim. Tüm vücudum karıncalanmıştı ve tüylerim ürpermişti ama ben henüz panikleyemeden…

Her şey tamamen KARANLIĞA gömüldü. Gördüğüm son görüntü, bana göz kırpan o garip adamdı.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok