Kara Yürek Alfaları - Kitap kapağı

Kara Yürek Alfaları

Island Kari

Bölüm 2

Oturma odasında babası Jacob ile en sevdiği Disney dizisinin jenerik şarkısını söyleyen Jasmine, prenses elbisesinin içinde dönüp duruyordu.

Bir kral pelerini giyip, Jasmine’in birkaç hafta önce yaptığı tacı takan Jacob kızının önünde nazik bir şekilde eğilip elini tutarak, Sofia the First ~dizisininyeni bölümünü izlemeleri için tahta benzeyen koltuğa götürdü.

Ona bir kahvaltı hazırlayıp okula götürmeye karar verdiğinde kızı Jasmine dizinin yarısına gelmişti.

Onu iyi tanıdığı için okula prenses elbisesiyle gitmek isteyeceğini biliyordu. Neyse ki bir gün önce onun için alışverişe çıktığında giyebileceği başka elbiseler de almıştı.

Mor çocuk masasına pastırma, taç şeklinde krepler ve portakal suyu koyduğunda, Jasmine “Teşekkürler baba,” diye mırıldandı.

“Rica ederim, prensesim,” dedi Jacob, Baileywick karakterini taklit ederek. “Arabanız birazdan hazır olacak. Gidip eşyalarınızı getireyim.”

Jasmine kıkırdayıp kahvaltısına yumuldu.

Jacob hızla yukarı çıkıp iş kıyafetlerini giydi. Üstüne taçtan sim dökülüp dökülmediğini iki kez kontrol ettikten sonra Jasmine’in eşyalarını almak için Disney prensesi temalı büyük odaya gitti.

Aşağı indiğinde, televizyonda dizinin bitiş jeneriği akarken Jasmine de masasını topluyordu. Küçük kız babasını görünce hemen yanına koştu.

Bir gece önce onu bekleyen bir sürpriz olduğunu öğrendiğinden beri çok heyecanlıydı.

Jacob kızınınkine benzeyen bir gülümsemeyle “Hazır mısın?” diye sordu.

Jasmine heyecanla başını salladı. Açık mavi gözlerinin içi parlarken uzun, siyah, kıvırcık saçları aşağı yukarı sallandı.

Jacob kızının burnuna dokunup, “Gözlerini kapat,” dedi.

Jasmine gözlerini kapatıp zıplamaya devam ederken Jacob hediyelerini kucağına bırakıp gözlerini açmasını istedi.

Küçük kız Princess at Heart ~baskılıSofia the First tişörtü ile ona uygun pembe mor tütüyü görünce sevinçten çığlık attı.

Bunların yanı sıra ince, beyaz bir taytla yeni bir çift mor ışıklı ayakkabı da vardı. Tahmin edeceğiniz gibi onların üstünde de Sofia the First yazıyordu. Jasmine babasından ufak bir yardım alarak çabucak üstünü değiştirdi.

Jacob kızının altı yaşındaki bir çocuğa göre çok bağımsız ve cesur olmasıyla gurur duyuyordu.

Onu insanların duygularını incitmeden içinden geçeni söyleyip kendi tarzına sahip olması konusunda cesaretlendiriyor, eğitim konusunda da asla kısıtlamıyordu.

Jasmine tütüsünü düzeltip o kalp eriten gülümsemesiyle defalarca teşekkür etti.

Jacob, altı yıl önce ilk defa kucağına aldığında kalbini fetheden kızının minik ellerini tutup, gözlerine bakarak, “Küçük kızım için her şeyi yaparım,” dedi.

Jacob’ın kalbinin ilk sahibi kızının gençlik yıllarında tanıştığı annesi olsa da asıl sahibi Jasmine’in ta kendisiydi.

Açık kahverengi tenini beyaz babası ile İspanyol Amerikalı annesinin genlerinin karışımından almış olan Jasmine’in kalbi de görünüşü kadar güzeldi. Jacob başkalarının da böyle düşündüğünü biliyordu.

Ağzını, saçlarını, narin burnunu annesinden almış olsa da mavi gözlerini babasından almıştı. Jacob aşktan doğan bu güzel karışıma her gün hayranlıkla bakıyordu.

Küçük Jasmine sandalyeyi çekip babasının önüne oturarak, “Saçımı örebilir misin, baba?” diye sordu.

Jacob hemen fırçayla tarağı kapıp Jasmine’in saçlarını bildiği beş modelden biriyle örmeye başladı.

Küçük bir kızın bekâr babası olarak işleri kendi başına hızlı bir şekilde yapmayı öğrenmek zorunda kalmıştı.

Söz konusu kızı olduğunda kendinden başka kimseye güvenmezdi. Bunu altı yıl önce bizzat tecrübe ederek öğrenmiş, kızının ihtiyaçları ne olursa olsun kendisi karşılayacağına söz vermişti.

Jasmine’i “Tamam, hazırsın,” deyip ayağa kaldırıp vaftiz babasının onun için özel olarak yaptırdığı Sofia baskılı, kapüşonlu svetşörtü uzattı.

Tam takım elbisesinin ceketini giymek için ayağa kalktığı sırada, Jasmine saçındaki örgülere dokunarak. “Hoş görünüyor muyum?” diye sordu.

Jacob umursamaz bir tavırla, “Hayır,” diyerek arabasının anahtarları ile çantasına uzandı.

O sırada sırt çantası ile beslenme çantasını alan Jasmine duraklayıp, kaşlarını çattı.

Jacob gülümseyerek, “Güzel. 'Güzel görünüyor muyum?' diye sormalıydın,” deyip başına bir öpücük kondurdu.

Jasmine’in kocaman gülümsemesi geri döndü.

Onu sınıfına götürmek Jacob için sinir bozucuydu. Jasmine’in birinci sınıftaki ilk günüydü. Gözünün önünde çok hızlı büyüyordu. Babasının elini sıkıca kavraması onun da gergin olduğunu gösteriyordu.

Koridorda durup kapısında Bayan Johnson'ın Sınıfı ~yazan odaya bakarlarken, “Sorun yok,” dedi Jacob, hem kızını hem kendisini avutmak ister gibi.

Yanlarından geçen anneler Jacob’ı gözleriyle onaylamadan önce şöyle bir süzerken Jasmine’e de gülümsediler.

Jacob tepki vermemeyi tercih etti. Kendi çaplarında hoş kadınlar olsalar da ilgisini çekmiyorlardı.

Çelik grisi bir takım elbise ile koyu renk bir trençkot giymiş olan Jacob sarı saçları, çarpıcı mavi gözleri, düzgünce kesilmiş sakalıyla başarılı, seksi bir baba profili çiziyordu.

Formda kalıp bakımlı olmayı kendisi için yapıyordu; kadınları tavlamak için değil. Bunu henüz kızına yapamazdı.

Baba kız birinci sınıf denen kaos ortamına yürüdüler. Anneler bir köşede sohbet ederken çocuklar odanın içinde koşturuyorlardı.

Jacob’ın Jasmine’in öğretmeni olduğunu tahmin ettiği kişi çoktan sıralarına geçip akıllarına gelen sanatsal şeyleri çizmeye başlamış olan çocukları kontrol ediyordu.

Ayağa kalkarken Jacob ile göz göze gelen orta yaşlı kadın öğretmen sıcak bir gülümseme ve ışıl ışıl bakışlarla onlara doğru yürüdü.

Hiç kıpırdamadan babasına sokulmaya devam eden Jasmine öğretmenine bakıp başı dik bir şekilde “Günaydın,” dedi.

“Sana da günaydın, tatlım. Adın nedir?” diye sordu Bayan Johnson.

Küçük kız gururla, “Jasmine Anahi Kaiser,” dedi.

Öğretmen hafifçe eğilip, “Tanrım, ne güzel bir isim. Anahi ne demek?” diye sordu.

“Babam güzel anlamına geldiğini söylüyor, tıpkı ben ve annem gibi.”

Bayan Johnson gözlerini küçük, cesur kızına dikmiş olan Jacob'a bakarak, “Sanırım baban haklı,” dedi.

Jasmine, “Babam her zaman haklıdır,” diye karşılık verdi.

Jacob kıkırdayıp şakayla kızının örgülerini çekiştirdi.

Bayan Johnson doğrulup, “Eminim öyledir. Birinci sınıfa hoş geldin. Yeni arkadaşlar edinmeye hazır mısın?” diye sordu.

Mavi gözlü, küçük Jasmine sınıfa bakıp, derin bir nefes alarak babasının elini bıraktı. Kızı bir adım, sonra bir adım daha uzaklaşan Jacob’ın kalbi küt küt atmaya başladı.

Jasmine tek başına Jake and the Never Land Pirates ~oyuncaklarıyla oynayan küçük bir çocuğa odaklandı. Tam çocuğun yanına gitmek üzereyken bir anda dönüp babasına koştu.

Babasıyla göz hizasına geldiğinde, “Hoşça kal, baba,” diye fısıldadı, hafifçe çatlayan bir sesle.

Jacob kızının yanağını okşayarak buruk bir şekilde gülümsedi. Yanağına Jasmine’in de karşılık verdiği bir öpücük kondurmadan önce, “Hoşça kal Prenses Jasmine,” dedi, yumuşak bir sesle.

Ardından başka bir öğrenciyle tanışmaya giden öğretmenin peşine takıldı.

“Jasmine'in yer fıstığına alerjisi ve hafif astımı var. Çantasında bu tür acil durumlar için bir adrenalin kalemi ile astım spreyi içeren bir ilaç kutusu var.”

“Bunlar benim ve vaftiz babası ile vaftiz annesinin iletişim numaraları. Doktorunun bilgileri de burada,” deyip titrek bir elle dört adet lamine edilmiş kartvizit uzattı.

Bayan Johnson onu rahatlatmak için, “Bay Kaiser. Lütfen nefes alıp nefes verin. Merak etmeyin o iyi olacak,” dedi.

Jacob öğretmenin dediğini yapıp prensesine baktı.

Jasmine utangaç bir şekilde oyuncağını gösteren küçük çocuğa Sofia ve Clover oyuncaklarını gösteriyordu.

Jacob ensesindeki bakışları hissedince köşedeki kadınlara döndü. Attıkları bakışlar ondan ne kadar etkilendiklerini gösteriyordu. Jason başını hafifçe sallayıp dikkatini tekrar Bayan Johnson'a verdi.

“Onlara aldırmayın. Sadece güzel bir manzarayı takdir eden klasik ev hanımları.”

Öğretmenin sözleri Jacob’ın hafifçe mahcup olup gergin bir kahkaha atmasına neden oldu.

“Şey… Jasmine’i ya vaftiz annesi ya da ben alırım. Ben şehirde çalışıyorum. Okul için bir şeye ihtiyacı olursa lütfen bana haber verin,” deyip öğretmenin elini sıktı.

Öğretmen, “Tabii, Bay Kaiser,” deyip öğrencilerle ilgilenmek üzere ayrılırken Jacob son bir kez kızına baktı.

Tam o sırada başını kaldıran Jasmine babasıyla göz göze geldi.

İşaret dilini kullanarak, “Seni seviyorum, baba…” dedi.

“Ben de seni seviyorum, prenses…”

Jacob’ın çokları tarafından bilinmeyen engeli normal bir hayat yaşamasına mâni olmuyordu. Sağır olması onun için önemsiz bir şeydi.

Ne en iyi arkadaşının ne de Jasmine'in annesinin bununla bir sorunu olmamıştı.

Jacob büyük bir çocuk olmanın ilk gününe başlayan minik kızına el sallayıp işe gitmek üzere ayrıldı.

Binaya girerken işitme cihazını ayarladı. Muhasebenin harika dünyasına girmeden önce güvenlik görevlisi ile lobideki resepsiyon görevlisini selamladı.

Jacob’ın çalıştığı şirket, insanların paralarını idare etmelerine, aynı zamanda da tasarruf edip büyük fırsatlara yatırım yapmalarına yardımcı olma konusunda uzmandı.

Şirketin küçük hissedarlarından olan Jacob otuz dokuzuncu katta büyük bir köşe ofisi olduğu için memnundu. Tıpkı yakınları gibi, iş arkadaşları ile patronu da sağır olmasını sorun etmiyorlardı.

İş arkadaşlarından bir kısmı zaman ayırıp Amerikan İşaret Dili’ni öğrenirken bir kısmı da Jacob’ın dudaklarını okuyabileceği şekilde konuşmayı öğrenmişlerdi.

Jacob sekreterini, “Günaydın, Therese,” diye selamladı.

Anaç bir kadın olan Therese bilgisayarından başını kaldırıp, kocaman gülümseyerek, “Ee, nasıldı?” diye sordu.

“Onu şimdiden özledim,” dedi Jacob, somurtarak.

Therese tüm dünyası kızı olan Jacob’a gülerek kafa salladı. “Bayan Jasmine iyi olacak. O da babası kadar cesur,” deyip birkaç dosya uzattı.

Jacob dosyaları alıp, kendisi için bir anne gibi olan Therese’nin yanağına bir öpücük kondurup ofisine çekildi.

İşitme cihazını kapatıp, sessizlik içinde yüksek öncelikli müşterilerinin hesapları üzerinde çalıştıktan birkaç saat sonra iPad'inin titrediğini hissetti.

Titreşimin kaynağı Therese’nin o gün için planlanmış birkaç toplantıyı haber vermek için attığı bir mesajdı.

Listeyi okumaya başlayan Jacob, gözünün önünde aniden bir şey sallanınca irkildi. Mucizevi bir şekilde düşürmemeyi başardığı iPad'ini bir klasörün üzerine bırakıp kafasını kaldırdığında en iyi arkadaşının gülümseyen yüzüyle karşılaştı.

William işaret diliyle, “Yine mi işe kaptırdın?” diye sordu.

Jacob ilk arkadaşı olan William ile dört yaşından beri arkadaştı. Jacob'ın sağır olmasını hiç sorun etmemiş olan William onu kendisiyle dalga geçen çocuklara karşı koruyup kollamıştı.

Jacob işitme cihazını tekrar açıp, “Para büyümeye devam ediyor. Sen ne yapıyorsun?” diye sordu.

William bir sandalyeye geçip, ofise bakarak vaftiz kızı ile çekildiği bir fotoğrafa baktı.

“İki şey için geldim. Birincisi, Jaz'ın ilk günü nasıldı? Ağladı mı? Ya da sen ağladın mı?” diye sordu, aptal bir sırıtışla.

“Hayır, ağlamadık. O benim kızım ve biz ağlamayız. Sanırım yeni bir arkadaş bile edindi,” diye cevap verdi Jacob, gururla.

“Güzel… Cesur bir kız olduğunu bildiğim için ona yeni bir hediye getirdim. Çoktan arabana koydum bile,” diye karşılık verdi William.

Jacob tek kaşını kaldırarak, “Yeni bir prenses oyuncağı mı?” diye sordu.

William, “Ne? Hayır, hayır. Teknik olarak oyuncak sayılmaz...” dedi, bocalayarak.

William Jasmine’in prenses takıntısına katkıda bulunup duruyordu. Jacob ona giysiler alırken William da oyuncaklar ve Disney prensesi temalı ıvır zıvırlar getiriyordu.

“Doğru. Peki, ikinci şey?

“Senin, dostum, bu gece bir randevun var.”

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok