Darius'un İnadı - Kitap kapağı

Darius'un İnadı

Nicole Riddley

Selamsız Sabahsız

PENNY

ÜÇ YIL ÖNCE

On sekizinci doğum günüm yalnızca birkaç gün önceydi. On sekiz yaşımıza girdiğimizde eşimizi hissedebildiğimiz için bu benim için büyük bir meseleydi. Bu yüzden büyük bir parti planlamıştım. Partim destansı olacaktı!

Hoşlandığım bütün yakışıklı çocukları partiye davet etmiştim. Daha doğrusu, okulumuzdaki çiftleşmemiş neredeyse tüm kurt adam oğlanları çağırmıştım.

Biliyordum, farkındaydım… Genesis bana erkek düşkünü demişti, ama kim bilir belki de o çocuklardan biri benim eşim olabilirdi, değil mi? Ben sadece titiz davranmaya çalışıyordum. Ben kendini bu işe adamış dişi bir kurttum.

Her neyse, sonuç olarak öyle bir parti verilmedi. Yani doğum günü partim. Çünkü en yakın arkadaşım Genesis, adını anmayı bile istemediğim şu deli dişi lycan tarafından kaçırıldı. *Öhm* Milan *öhm.*

Arkadaşım, destansı doğum günü partim için her şeyi hazırlamama yardım ederken kaçırıldı.

En yakın arkadaşım Genesis bir lycan prensi olan Constantine ile çiftleşmişti. O deli lycan sürtüğü ise Constantine’i kendi istediği için neredeyse arkadaşımı öldürecekti.

Kaçırıldığını anladığımız an hayatımın kesinlikle en kötü anıydı. Hayatımda hiç o denli kaybolmuş ve çaresiz hissetmemiştim.

Diğer yakın dostum Reese ile Genesis’in annesi Lavinia’ya destek olmak için onun ailesinin evine gittik. Lavinia iki gözü iki çeşme ağlıyordu.

Sözde ona destek olup onu yatıştırmak için oradaydık, ama onun ağladığını görür görmez Reese ile ona eşlik ederek hüngür hüngür ağlamaya başladık.

Çok geçmeden annem ile Reese'in annesi de geldi. Annelerimiz de Genesis'i neredeyse kendi kızları gibi sevdikleri için çok geçmeden onlar da hüngür hüngür ağlamaya başladı. Evin için büyük bir gözyaşı festivaline dönüştü.

O gece eve hiçbir erkek girmedi. Muhtemelen içeride ağladığımızı duyduklarında, bu kapıya asacağımız Girmeyin ~uyarısından daha etkili oldu.

Bu yılki doğum günü dileğim bir eş bulmak değil, benim için kız kardeşten farksız olan en iyi arkadaşım Genesis'in sağ salim aramıza dönmesiydi.

Tüm içtenliğimle bunu diledim. İçimdeki her şeyle bunu diledim. Hayatta olduğunun haberini aldığımızda içimize su serpildi. Öylesi rahatlamış ve mutlu olmuştuk ki bir kez daha gözyaşı festivaline baştan başladık.

En iyi arkadaşımı öldürmeye kalkışan o lycan sürtüğü yakalayıp öldürmek için onlara yardım edebilmeyi isterdim, ama büyük ihtimalle onlara destekten çok köstek olurdum.

Ben sadece sıradan bir kurt adamdım, onlar ise lycandı. Lycanların olduğu yerde diğer lycanlarla savaşmak bana düşmezdi.

Lycanlar biz sıradan kurt adamlardan farklıydı. Dönüştüklerinde dört değil iki ayak üzerinde yürürlerdi, ayrıca herhangi bir kurt adamdan daha büyük, daha hızlı, daha vahşi, daha zeki, daha güçlü ve kuvvetlilerdi.

Kışkırtıldıklarında ölüm makinesine dönüşürlerdi. Aklıselim hiçbir kurt adam onlara bulaşmak istemezdi.

Bir lycanı öldürmenin tek yolu onun omurgasını vücudundan ayırmaktı ki bunu alelade bir kurt adamın yapması neredeyse imkansızdı.

Onların ay tanrıçasının soyundan geldiği bilindiğinden, kurt adam dünyasında asil muamelesi görürlerdi. Kralımız Alexandros da bir lycan idi.

En iyi arkadaşımı hâlâ görememiştik. Lycan sürtüğün izini sürüp onunla bir grup isyancıyı Rusya’da öldürmeyi başardılar.

Genesis ile eşi Constantine ve diğer lycan arkadaşları Serena, Lazarus ve Caspian’ın bu gece Rusya’ya dönmesi gerekiyordu. Serena ile Lazarus çiftleşmişti.

Caspian’ın tam adı Prens Caspian idi. Veliaht prens, aynı zamanda Constantine’in kuzeniydi. Prens Caspian hâlâ çiftleşmemişti. Ayrıca birini bayıltabilecek kadar yakışıklıydı.

Bu denli aptal olmasaydı, onu âşık olabilirdim. Aslında ağzını açana kadar ona âşık oldum denebilirdi.

Ama ağzını açtığında onun beş yaşındaki bir çocuğun zihniyetine sahip, ukala, şımarık bir lycan prensi olduğunu fark ettim. Bunu anlamam için ilk kelimesinin üzerinden çok kısa bir süre geçmesi yeterli oldu.

Ona olan aşkım birden yok oluverdi. Tanrıçaya şükürler olsun! Artık o yanımdayken tek yapmak istediğim onun hayalarını tekmelemekti. Hem de her seferinde. Kahrolası her seferinde.

Genesis'in ailesi, Reese ile eşi River ve hatta benim ailem bile onları karşılamak için lycanların evinde bekliyordu. Saat oldukça geç olmuş, nihayet geldiklerinde saat gece yarısına yaklaşmıştı.

Arabaları yanaşır yanaşmaz, kurdum Juno tuhaflaşmaya başladı. Genelde kurdumun içgüdülerine kulak verirdim ama onu görmezden gelmeye karar verdim.

"Genesis!" Onu görür görmez en yakın arkadaşıma kocaman sarıldım. Onu bir daha asla göremeyeceğimi sanmıştım.

"Doğum günü partimde başına bela olduğum için özür dilerim. Seni kaçırmaları benim hatamdı,” diye özür diledim. Gözlerim dolmaya başladı.

Bana biraz daha sıkı sarılırken, kulağıma, "Ah, Penny… Bunun senin hatan olmadığını biliyorsun. Mutlu yıllar hayatım,” diye fısıldadı.

"Seni bir daha göremeyeceğimi sandım. Bu bir daha bize yapma,” diye çıkıştım.

Reese onu çekip almadan önce, “Benim kontrolümde olursa yapmam,” dedi.

Genesis'i serbest bıraktıktan sonra, doğrulup bir çift buz mavisi göz ile karşılaştım. Kalbim bir anlığına durduktan sonra tekrar deli gibi atmaya başladı.

Aramızdaki enerjinin yoğunluğunu hissedebiliyordum.

O gözlerin sahibi bana bakıyordu. Beni gözlerini üzerimden çekmeden izliyordu.

Onu daha önce hiç görmemiştim. Belli ki o bir lycandı. Çok güzel… Ve tehlikeliydi. Büyüleyici gözleri buz mavisiydi.

Gür sarı saçlarından biraz daha koyu olan kalın sarı kaşları vardı. Saçlarının rengi o kadar açıktı ki neredeyse beyazdı. Geriye doğru taranmış saçları ona çok yakışıyordu.

Keskin yüz hatları mermer misali işlenmiş gibi görünüyordu.

Kırmızı dudakları açık renkli pürüzsüz teniyle tezat oluşturuyordu. Mükemmel üst dudağı sıkı, alt dudağı ise buz gibi sert dış görünüşüne ters düşecek şekilde dolgun ve seksiydi.

Onda, içimdeki duyguları tetikleyen ve heyecanla uğuldayan tekinsiz, tehlikeli bir hava vardı.

Ben normal değildim… Ya da belki de sadece aptaldım. Diğer sıradan dişi kurtlar tehlikeden kaçardı. Bense tehlikeye balıklama atlıyordum. Tehlike beni heyecanlandırıyordu.

Adının Darius Ivanovic Rykov olduğunu öğrendim. Kraliyet Gizli Servisi’nin bir komutanıydı ve Constantine, Lazarus ve Caspian’ın iyi bir arkadaşıydı.

Genesis'in kaçırılmasını araştırmak için diğer iki askerle birlikte buradaydı. Özellikle pervasız ve bilinen bir isyancı grupla bağlantılı olduğu için bu çok büyük bir meseleydi.

"Beany Penny! Bana da sarılmayacak mısın?" Caspian bana sarılmak için beni kendine çekerken, yüzünde kocaman yaramaz bir sırıtış vardı.

Ha? Beany Penny?

Caspian'ın omzunun üzerinden, buz mavisi delici gözleri olan lycana hızla dönüp baktım. Caspian ile bana bakarken yakışıklı yüzünde kocaman bir kaş çatma ifadesi vardı.

Etrafımdaki başka hiçbir şeye konsantre olamıyordum. Etraftakiler konuşsa da ben yalnızca onun hareketleriyle ve bana bakışıyla ilgileniyordum.

O buz mavisi gözler bana her değdiğinde, ki bu çok sıklıkla oluyordu, yoğun bir enerji hissediyordum. Sonra konuşurken onun derin ve seksi sesiyle Rus aksanını fark ettim. Resmen eriyordum.

Kalbim kapana kısılmış küçük bir kuş gibi çırpınırken, göz göze geldiğimiz her anda midem neredeyse acı verici şekilde sıkışıyordu.

Gece boyunca gözlerim sürekli ona kaydı. Bir mıknatıs misali sürekli ona çekiliyordum. Bir iple beni kendine çekiyor gibiydi.

Ona her baktığımda o da bana baktığına göre o da gözlerini benden alamıyordu. Gözlerimiz odanın öbür ucunda buluşup birbirine kilitlendi. Büyüyü bozan ilk o oldu.

Gayri ihtiyari ve kaçınılmaz şekilde tekrar bana dönmeden önce gözlerini kaçırdı. Kendine engel olamıyormuş gibiydi.

Annem bu gece üçüncü kez sorusuna cevap vermediğimde, "Persephone Aspen Ruiz, söylediğim tek kelimeyi dinledin mi?” diye sordu.

Elbette dinlemedim, anne.

Yanaklarımın kızardığını hissederken, "Elbette anne," diye cevap verdim. Tanrım, çok sağ ol anne! İşte yüzüm kızarmıştı. Ben normalde ~kızarmazdım~!

İstemsizce Darius’a baktım. Dudaklarında hafif bir gülümseme olduğunu fark ettim. Gözlerinde biraz keyif ile bir nebze memnuniyet vardı.

Ah, ne kadar utanç vericiydi! Varlığının beni ne kadar etkilediğini biliyor olmalıydı.

Reese kulağıma, “Çok seksi, değil mi?" diye fısıldadı.

"Kim?" Salağa yatıyordum.

"Başka kim olacak?" Yaramazca sırıttı. "Bence Draco Malfoy'a benziyor... Sadece daha kaslı, daha ateşli, daha iri, daha seksi.”

Darius’un gözlerinin tekrar bana kaydığını fark ettiğimde, “Kapa çeneni,” diyerek onu susturdum.

Onu uzaktan çaktırmadan izliyordum.

Taş çatlasın yirmili yaşlarının başındaydı, en fazla yirmi iki gösteriyordu. Çok sert ama çok sofistikeydi. Çetin ama çok yakışıklıydı. Çok görkemli ve donanımlıydı.

Yirmi iki yaşından büyük olduğuna göre, tüm bu nitelikleri taşıdığını az çok tahmin edebiliyordum. Genesis’in eşi Constantine on sekiz gibi görünmesine rağmen üç yüz yaşından fazlaydı.

O da Constantine’den biraz yaşlı olmalıydı.

İnsanlara kıyasla kurt adamlar olarak daha yavaş yaşlanırdık ama lycanlar kurt adamlardan çok daha yavaş yaşlanırdı. Bu da bizden çok daha uzun yaşadıkları anlamına geliyordu.

Neyse ki, bir lycan eşi ister insan ister kurt adam olsun, çiftleştikten sonra bir lycana dönüşürdü.

Bir kurt adamın bir lycan ile nasıl çiftleşebileceğini merak ediyorsanız, belki de size lycanlar ile ilgili bildiklerimi anlatarak başlamalıydım.

Lycanlar, biz kurt adamlar gibi ay tanrıçası tarafından seçilmiş eşlere sahip değillerdi. Kendi eşlerini kendileri seçerlerdi, bu eş başka bir lycan, sıradan bir kurt adam ya da bir insan bile olabilirdi.

Onlar eşlerle kutsanmamış olsalar da her lycanın onlar için de “o” kişisi vardı. Başka hiç kimseye karşı hissetmedikleri o çekimi hissettikleri kişi.

Söz konusu kişi başka bir lycan, bir kurt adam hatta bir insan olabilirdi. Bu eşsiz varlığa erasthai denirdi.

Bu çekim, lycanların temel hayatta kalma içgüdüsü tarafından yönetilirdi. Erasthainin her açıdan lycana en uygun kişi olduğuna inanılırdı.

Aralarındaki çekim ne kadar güçlüyse, eş olduklarında aralarındaki bağ da o kadar güçlü olurdu. Lycanlar, erasthaileri çoktan bir başkasıyla çiftleşmiş ya da evlenmiş olsa bile erasthailerinden vazgeçmezlerdi.

Ne kadar çılgıncaydı değil mi?

Bununla birlikte, işaretlenmiş ve erasthaisi olmayan başka lycanlarla çiftleşmiş lycanlar da vardı. Bu eş bağı bu tarz çiftlerin arasında o kadar da güçlü değildi.

Erasthaileriyle çiftleşen lycanlar arasındaki bağ, kurt adam eşlerinkinden daha güçlü olabilirdi.

En iyi arkadaşım Genesis ile onun lycan eşi Constantine'i görünce buna şahit oluyordum. Genesis kesinlikle Constantine’in erasthaisi idi. Aralarındaki sevgiyle anlayış hiçbir şeyle kıyaslanamazdı.

Onların seçtikleri eş ister kurt adam ister insan olsun bağ kurulduktan sonra bir lycana dönüşürdü.

Eşin, insan olarak fiziksel görünümü de diğer yarısı olan lycana mükemmel bir şekilde uyum sağlamak için değişirdi.

Lycanlar insan formundayken, çoğu insandan daha yakışıklı olduğu düşünülen biz normal kurt adamlardan daha iyi, hatta katbekat fazla çekici ve güzel görünürdü.

Sonuç olarak lycanlar inanılmaz derecede ateşliydi.

Başlangıçta çok güzel olan arkadaşım Genesis, artık diğer tüm lycanlar gibi göz kamaştırıyordu.

Genesis beni köşeye sıkıştırıp önceki gün başıma gelenleri ona anlatmamı istedi. En iyi arkadaşım Constantine ile ilk tanıştığında benim gibi hissettiği için, benim Darius Rykov’un erasthaisi olduğumu düşünüyordu.

Halihazırda eşimi beklediğim için kafam çok karışmıştı. Herhangi bir lycanın erasthaisi olmayı beklemiyordum.

Hem de hiç. Eşimle tanışırsam ya da tanıştığımda şimdi ne olacaktı? Bilmiyordum, ama artık tek bildiğim, aramızda bağ çok güçlü olduğundan onu düşünmeden edemediğimdi.

Ama ne yazık ki, soruşturmanın hemen ardından selamsız sabahsız çekip gitmişti.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok