Darius'un İnadı - Kitap kapağı

Darius'un İnadı

Nicole Riddley

Tüyden Kuşlar

PENNY

Birkaç hafta sonra okul bitmişti ve ben hâlâ onu aklımdan çıkaramıyordum.

Bunu kafamda tekrar tekrar düşünüp duruyordum. İnatçılığımla bilinirdim, bu yüzden kolay kolay pes eden biri sayılmazdım.

Her zaman istediklerimin peşinden giderdim ve tam o anda, Darius Ivanovic Rykov'un istediğim kişi olduğuna karar verdim.

Genesis bu konuda beni tamamen destekliyordu. Mezuniyetten hemen sonra Genesis ile lycanlar bir süreliğine Rusya’ya dönmeyi planlıyordu.

Beni de davet edip sarışın muhteşem bir lycanın da orada olacağını ima ettiler. Bu beni ikna etmek için yeterli oldu. Aslında beni götürmeye ikna etmeleri için bunu söylemelerine bile gerek yoktu.

Liseden sonrası için şimdilik eğitim planım yoktu. Normalde bu zamana kadar eşimle çoktan tanışmış olacağımı ve bebek yapmakla falan meşgul olacağımızı umuyordum.

Gelmiş geçmiş en iyi plan değildi ama Penny Ruiz'in hayat planı buydu.

Kendimi Rusya'daki Banehallow Sarayı'ndaki yatak odamın ortasında işte böyle buluverdim.

Sue Wong tasarımı straplez mor bir elbise giymiştim. Elbisenin gövdesi zarif boncuk işlemelerle kaplıydı ve etekleri tamamen kuş tüyünden yapılmıştı.

Ayaklarıma da dokuz santimlik, tüylü beyaz Jimmy Choo tasarımı stiletto giymiştim.

Saçımla makyajımı yapan kadınlar daha yeni çıkmıştı ve ben burada tek başıma durmuş aynadaki yansımama bakıyordum.

Olga siyah kısa saçlarımı kurutup taradıktan sonra, saçlarıma çeneme kadar düz ve parlak şekilde jilet gibi fön çekti.

Sonra alnıma parlak boncukları olan koyu mor saç bandı ekleyip, yanlarına da beyaz ve mor tüyler ekledi.

Constantine, Genesis ve Caspian, Lazarus ile Serena’nın dönüşü için bir parti düzenliyordu. Bana Darius’un da partide olacağı söylenmişti.

Darius’u ilk karşılaşmamızdan sonra ilk kez görecektim.

Kapım kısaca çalındıktan sonra, Genesis ben onu içeri buyur etmeden önce içeri daldı. Onun harika, tanıdık kokusu, pahalı parfümünün hafif çiçekli kokusuyla havada süzülüyordu.

Tavus kuşu yeşili ve altın rengi elbisesi içinde nefes kesici derecede kusursuz görünüyordu. Güzel tavus kuşu tüyleri uzun elbisesine boydan boya işlenmişti.

Kızıl saçlarında da tavus kuşu tüyü vardı ve bu tüyler, kusursuz yüzünü çerçeveleyen birkaç tutamla birlikte özenle toplanmıştı.

Onun ardından odaya Serena girdi.

Serena uzun, dökümlü, straplez, kırmızı ipek elbisesi ve baldırına kadar uzanan, her adım atışında mükemmel bronzlaşmış bacaklarını sergileyen yırtmacıyla büyüleyici görünüyordu.

Elbisesinin gövdesi hafif kırmızı tüylerle bezeliydi. Parlak kırmızı dudakları elbisesiyle uyumluydu.

Altın sarısı saçları yana doğru taranmış ve bir omzunu açıkta bırakmıştı. İncelikle örülmüş saçlarındaki kırmızı tüylerden üçü, göze çarpan bir açıyla yerleştirilmişti.

Genesis elimi tutup beni etrafımda döndürürken, “Nefes kesici görünüyorsun!” diye haykırdı.

"Bunu söylene de bak sen.” Güldüm. “İkiniz de muhteşem görünüyorsunuz! Mor bir kuş gibi hissediyorum.”

Serena, "Çok güzel mor bir kuş," dedi.

Balo salonunun hemen dışındaki büyük koridorda bizi bekleyen Constantine ve Lazarus'la buluşmak üzere odadan çıktık.

Sarayın sol kanadı yalnızca Veliaht Prens Caspian, Prens Constantine ile eşi Genesis, Lazarus ile Serena’ya tahsis edildiği için bizim salona girişimiz diğerlerinden farklıydı.

Ve malum sebepten benim girişim de onların girişiyle aynıydı.

Lazarus'un gözü yalnızca Serena’nın üzerinde idi ama eşine iltifat edip yanağından şefkatle öptükten sonra beni de gözden kaçırmadı.

"Kesinlikle çok güzel görünüyorsun, Penny." Gülümseyip Serena diğer kolundayken, bana diğer kolunu uzattı.

Constantine bana kısa bir selam verip, “Evet, müthiş görünüyorsun,” diyerek onayladı.

"Teşekkür ederim." Gülümsedim. “Siz de çok şıksınız. Daha iyi olabilirdi ama pek de fena değil.”

Lazarus donuk bir ifadeyle, “Ah, dur! Beni utandırıyorsun,” dedi. Constantine sırıtarak başını iki yana sallarken, üç kız olarak aynı anda kahkahalara boğulduk.

Lazarus ile Constantine aslında "fena değil” tanımından çok daha fazlasıydı. Kelimenin tam anlamıyla muhteşem görünüyorlardı. Resmen görülmeye değer bir manzaraydı.

Lazarus'un üzerinde koyu kırmızı, yakaları yüksek, on sekizinci yüzyıldan kalma bir beyefendi takım elbisesi vardı; o kadar koyu renkliydi ki koridorun loş ışığında siyah görünüyordu. Bir tarafı altın düğmelerle süslenmişti.

Ceketinin önünün açık olması, kırmızı ipek yeleğiyle işlemeli beyaz ipek kravatını ortaya çıkarıyordu. Kafasında, üzerine açılı yerleştirilmiş uzun kırmızı tüyü olan bir şapka vardı.

Constantine, Genesis'in elbisesinin rengine benzer yeşil ipek damasko desenli ve antik tarzda altın rengi düğmelerle süslenmiş siyah kadifeden klasik bir frak giymişti.

Kolları da yeşil damasko deseniyle ve altın düğmelerle tasarlanmıştı. Gömleğinin önü, beyaz işlemeli dantelden yapılmış kravat fularla kaplıydı.

Siyah şapkası da Genesis'in elbisesiyle uyumlu olması için bir tavus kuşu tüyüyle süslenmişti.

Bu adamlar abartılı kıyafetler giyinseler de dudak uçuklatacak kadar muhteşem görünebiliyordu. Hoş, onlara iltifat edecek değildim. Benden en fazla fena değil yorumu alabilirlerdi.

Çoğu zaman bu erkeklerin bana sinir bozucu ama son derece eğlenceli küçük bir kız kardeş gibi davrandıklarını hissediyordum.

Erkeklerden bahsetmişken... "Caspian nerede?"

Genesis, Constantine'in arkasından bana bakmak için eğilip muzipçe sırıttı.

"Leydi Celeste'e baloda eşlik etmesi için Kraliçe Sophia tarafından yakalandı.” Kıkırdadı. “Bence bir yetiye eşlik etmeyi tercih ederdi… Hatta seni bile isteyebilirdi, Beany Penny.”

İçimden homurdandım. Bu lakabı bana Caspian takmıştı. Beany’nin ne anlama geldiği hakkında hâlâ hiçbir fikrim yoktu. Tanrım, bu lakaptan tiksiniyordum!

"Bana Beany Penny dediği için bunu hak etti,” diye cevap verdim. “İyi olmuş… Zaten bu gece parti bitmeden birbirimizi öldürebiliriz.”

Genesis'in gözleri muziplikle parlarken, "Tanrım! Eğer parti çok sıkıcı olursa, üçümüz…” diye konuşmaya başladı.

Constantine sesi sinirlenmişten çok eğlenmiş gibi tınlarken, “İşte bu yüzden balonun ve bu geceye katılan herkesin güvenliği için seni Caspian’dan uzak tutma niyetindeyiz,” diye araya girdi.

Genesis alaycı bir şekilde, iki üniformalı adam balo salonunun devasa ağır kapısını bizim için açmadan hemen önce doğrulurken, “Öf, gıcık,” diye mırıldandı.

Constantine nefesinin altından, "Muzlu dondurman olduğumu sanıyordum," diye mırıldandı.

Kapılar açılır açılmaz güzel canlı müziğin sesi etrafımızda yankılanırken, Genesis'in cevabını duyamadım.

Salona adımımızı atıp merdivenlerden inerken, nefesimin boğazımda düğümlendiğini hissettim.

Hayatımda hiç, bu balo salonuna benzer bir yer görmemiştim. Devasaydı. Yüksek tavandan dört bir yana ışıltılı kristal avizeler sarkıyordu.

Salonun sonunda iki yandan merdivenler vardı. Birinden biz iniyorduk. Her tarafta altın trabzanları olan balkonlar vardı.

Duvar kenarındaki büyük gümüş saksılarda farklı renklerde taze çiçekler ile tüyler vardı. Her biri kendi altın ışıltısıyla aydınlatılmıştı.

Diğer uçtaki merdivenin kıvrımının altında, altın ile krem rengi giysiler içinde, gösterişli tüylerle süslenmiş bir orkestranın sahne aldığı küçük bir sahne vardı.

Merdivenimizin yakınında, salonun kalanından ayrılmış daha geniş ve daha büyük bir platform vardı.

Tam ortasında iki kraliyet tahtının bulunduğu platformda, incelikle oyulmuş birkaç sandalye daha vardı.

Salona girdiğimizde şık giyimli konuklar durup bize baktı. Herkes bir çeşit tüy takmıştı. Bazıları diğerlerinden daha çirkindi.

Dikkatlerinin daha çok Genesis ile Constantine üzerinde olması iyi bir şeydi.

Çok geçmeden, Kral Alexandros ile Kraliçe Sophia anons yapıldıktan sonra içeri girdi. Onlarla daha önce tanışmıştım ama onları resmi kıyafetleri içinde hayranlıkla izleme şerefine ilk kez nail olmuştum.

Erkekler eğilip kadınlar reverans yaptı ama Kral Alexandros oturur oturmaz elini umursamaz bir şekilde sallayınca eğlence kaldığı yerden devam etti.

Kraliçe Sophia sarı ve altın rengi ipek elbisesi içinde çok güzel görünüyordu. Sarı saçları, yeşil gözleri ve Caspian gülümsemesine aşırı benzeyen büyüleyici gülümsemesiyle çok güzel bir kadındı.

Siyah saçları ve siyah gözleri olan Kral Alexandros, seçkin ve yakışıklı bir beyefendiydi. Constantine, Kral Alexandros’a Caspian’dan daha çok benziyordu.

Kendimi yetişkin partisinde giydirme oynayan küçük bir kız gibi hissediyordum. Herkes çok sofistike ve kusursuz güzellikteydi. Elbette buradakilerin çoğu lycandı. Olağanüstü varlıklardı.

En iyi arkadaşım Genesis bile artık bir lycandı ve tıpkı onlardan biri gibi görünüyordu. Buraya sahiden aitmiş gibiydi.

Constantine’in dikkati Kral Alexandros’tayken, Genesis de sessizce Kraliçe Sophia ile konuşuyordu.

Kraliyet mensupları, ileri gelenler ve üst rütbeli askerler için ayrılmış bir bölgede olduğumuzun farkındaydım. Ben bunlardan hiçbiri olmasam da kimsenin bunu umursadığını sanmıyordum.

Yine de huzursuz hissediyordum. Sessizce uzaklaşmaya çalışmama rağmen Serena elimi tuttu.

Sonra ellerinde içki ve ordövr tepsileriyle etrafa dolanan tüylü kostümlü hizmetlilerden birinden bir içki kaptı. Bana da içki teklif eden hizmetliyi elimi sallayarak reddettim.

Serena, "Siyaset, ordular ve finans hakkında konuşmaya başladıkları anda esnemeye başlıyorum," dedi.

Lazarus'un dikkatinin birkaç yaşlı adamda olduğunu görebiliyordum.

Malum lycanı arayan gözlerimi etrafta gezdirirken yalnızca başımı salladım. O etraftayken onu hissedebildiğimden, henüz burada olmadığını biliyordum. Bu çok tuhaftı.

Serena’ya sessizce, "Burada kendimi bir yabancı gibi hissediyorum," diye itiraf ettim.

Şakacı bir tavırla, "Yabancı gibi görünmüyorsun, tatlım. Bana güven. Bunun aksini söylemeye yeltenen olursa karşısında beni bulur,” dese de sanırım ciddiydi.

"Ama burası kraliyet ailesi ve onların ayarındakiler için,” diye itiraz ettim.

"Burası kraliyet ailesi ve onların en yakın arkadaşlarıyla sırdaşları için. Sen de Genesis için busun, hatta daha fazlasısın. Ayrıca bizim de arkadaşımızsın.”

"Merak etme, bu gerçekten resmi bir olay değil. Bu tarz baloları sürekli düzenlerler. Yapmak için çok ufak bahaneler yeterli, bu seferki bahane de biziz.” Hafifçe kıkırdadı.

Serena keyifle, “Amanın… Şuna bir baksana,” diye fısıldadı. Neye baktığını anlamak için arkamı döndüm. Caspian az önce balo partneri ile içeri girmişti.

Bu Leydi Celeste olmalıydı. Boyu Caspian'ın omzuna kadar geliyordu. Açık kahverengi saçları kristaller ve tüylerle özenle örülmüştü.

Koyu mor elbisesi de parlak kristaller ve tüylerle kaplıydı. Üzerinde çok fazla tüy vardı. Belli ki etkileyici olmak ve dikkatleri üzerine çekmek için giyinmişti.

Onu kim suçlayabilirdi? Veliaht prensin koluna girmiş yürüyordu.

Caspian koyu mor kadife bir ceket giymiş ve ustalıkla işlenmiş koyu mor ipek bir kravat takmıştı. Şapkasının ortasında da tüyler vardı.

Bu odadaki çoğu erkekten biraz daha abartılı giyinmişti, ama üzerindekileri öyle güvenle ve asil bir duruşla taşıyordu ki onda bir kusur bulamıyordum.

Kesinlikle birlikte iyi görünüyorlardı ama Caspian’ın yüzündeki soğuk ve kibirli ifadeye bakılırsa, bu ayarlamadan pek de hoşlandığını sanmıyordum.

Serena’ya, "Zavallı Caspian," diye mırıldanınca, içkisini yudumlarken boğulduğunu duydum. Sesim düpedüz alaycıydı.

Ama beni yanlış yorumlamayın. Caspian’dan nefret etmiyordum. Hem de hiç. Aslında onu şimdiden çok sevmiştim.

Hoş, bunu ona itiraf edecek değildim.

Caspian gerçekten bir muammaydı. Son derece muhteşem görünümüyle ve ukala, sevimsiz, olgunlaşmamış, görgüsüz, şerefsiz tavırlarıyla karmaşık bir kişiliğe sahipti.

Çok iyi bir karakter yargıcıydı. Kolay kolay kimseye güvenmezdi. Lycanların geri kalanı farkında olsunlar ya da olmasınlar onun yargılarına güveniyordu. Caspian birini kabul ettiğinde, onlar da aynısını yapıyordu. Keza ben de aynı şekilde.

Onlar pahalı deri ayakkabısının altına yapışmış sakızlarmış gibi tanımadığı insanlara bakarken, prenslere yaraşır kibirli ifadesiyle kasıla kasıla yürürdü.

Sadece birkaç kişinin girmesine müsaade ettiği küçük ve dar arkadaş çemberine layık olduğunuza ve kabul edildiğinizde bunu direkt anlardınız.

Beni tam olarak ne zaman kabul ettiğini biliyordum. Bana ilk hakaretini ettiği zamandı. Ben de ona hakaretle karşılık vermiştim çünkü… Ben böyleydim.

Kaşlarını kaldırarak bana baktı. Ben de ona kaşımı kaldırarak karşılık verdim. İkimiz de iletişim kurmuşuz gibi aynı anda çenelerimizi yukarı kaldırdık.

Yüzünde küçük bir gülümsemenin belirdiğini görünce, karşılık verircesine ben de gülümsedim.

Kesinlikle doğal bir iletişimimiz vardı. Caspian ile benim aramda. Birbirimize olan sevgi ve saygımızı, hakaretler savurup birbirimizin hayatını olabildiğince çekilmez hale getirerek gösteriyorduk.

İçimden bir ses, Leydi Celeste'in yakın zamanda onun güveniyle sevgisini kazanamayacağını söylüyordu.

Birden onun varlığını hissettim. Serena'nın elimi sıktığını fark ettim. Gözlerim Darius Ivanovic Rykov’a kayarken yalnız olmadığını gördüğümde, nedenini fazla merak etmeme gerek kalmadı.

Kolunda uzun boylu bir sarışın vardı. Kusursuz bir güzelliğe sahipti. Onun gibi bir lycan idi. Darius ceketinin siyah olması dışında neredeyse Lazarus’a benzer giyinmişti. Kraliyet mavisi yeleği, kadının elbisesiyle aynı renkteydi.

Bunu inkâr edemezdim. Çok seksi görünüyordu. Silindir şapkasını alnına doğru aşağı çekmesi, mükemmel keskin çene hattını daha belirgin ve kırmızı dudaklarını daha şehvetli gösteriyordu.

Uzun boylu görkemli vücudunun hatları, bu güzel takım elbise tarafından resmen sergileniyordu. Çok seksiydi. Tam bir erkekti.

Açık mavi gözleri şapkanın gölgesi altından hafifçe gizlenmişti ama odanın öbür ucundan bile bana bakışının sıcaklığını hissedebiliyordum. Onu gördüğümde kalbim hızlanmaya başladı.

Birbirlerine ait görünüyorlardı. Kalbim kıskançlıktan sıkışıyordu. Yine de kıskanmaya hiç hakkım yoktu. Sonuçta o benim değildi.

Yine de ihanete uğramış hissediyordum. Gidip onu sımsıkı tutan kollarını koparmak istiyorum.

"Karla, Leydi Celeste'in yakın arkadaşlarından biri," diye mırıldandı Serena. Kolumu nazikçe ve güven verici bir şekilde sıkıyordu.

Gözlerimi kaçırmaya çalışsam da bakışlarımı yaklaşan çiftten bir türlü ayıramıyordum. Gözlerini hemen gözlerimi kilitledi.

Buz mavisi gözleriyle beni tepeden tırnağa süzdüğü gözümden kaçmadı. Gözlerindeki arzu ve açlık ifadesiyle, aramızdaki enerjinin yoğunlaştığını anında fark ettim.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok