Dönüm Noktası - Kitap kapağı

Dönüm Noktası

Mackenzie Madden

İkinci Bölüm

ANNA

Anna ertesi sabah geç saatlerde huzurlu bir sessizlikle uyandı. Bir dakikalığına yorganına iyice gömülüp sessizliğin tadını çıkardı.

Anna gözlerini yavaşça açıp karanlık odanın etrafına bakındı.

İn dağın altına inşa edildiği için burada doğal ışık yoktu. Ama Anna sessizliği düşündüğünde, pencerelerin olmamasını pek de büyük bir fedakârlık olarak görmüyordu.

Anna yatak başlığına yaslanarak az eşyalı odaya gülümsedi. Fazla bir şeyi yoktu, küçük bir mutfakla banyosu olan bir odadan ibaretti.

Söylenene göre bu oda çiftleşmemiş sürü üyelerine verilen standart bir odaydı ve Anna’nın bu konuda hiçbir şikâyeti yoktu.

İlk defa tamamen kendine ait ve kapısında kilidi olan bir odası vardı.

Anna’nın transfer olurken yanında getirebileceği hiçbir şeyi olmadığı için odada yalnızca yatak ve eski bir komodin bulunuyordu.

Yanında sadece bir spor çantası dolu kıyafet getirmişti, yine de temiz kıyafetlerinin bitmesini önlemek için her gün çamaşır yıkaması gerekiyordu.

Anna sonunda yataktan kalkmayı başarıp kendine bir bardak kahve yaptı.

Odayı onun için kim hazırladıysa, mutfağa kahve, süt, mısır gevreği ve hatta bazı mutfak eşyalarıyla tabaklar bırakmıştı.

Anna’nın yemek salonundaki sürü üyeleriyle tanışmaya hazır olmadığı ilk sabahında bu hoş bir sürpriz olmuştu.

Bugün yemek salonuna gidince, daha fazla yiyecek stoklayabilmek için birilerinin ne zaman şehre ineceğini sormayı aklının bir köşesine not etti.

Mutfak tezgâhına yaslanıp dün akşam yemek salonunda olanları düşündü.

Anna’nın Piper’la yaptığı konuşmadan sonra Gümüş Nehir Sürüsü’nün ikinci komutanı masalarına yaklaşmıştı.

Alfa’nın yokluğunda Anna’yı karşılayan kişi Alex olmuştu.

Oldukça ciddi bir adam olduğu için Anna onu ilk başta çok ürkütücü bulmuştu.

Koyu saçları neredeyse siyahtı ve sinekkaydı tıraşı vardı. Uzun boylu ve geniş omuzlu bu adam cüsseli sayılabilirdi.

Anna geldiği ilk gün, yavru bir kurt onun paçalarını çekiştirdiğinde bile Alex’in yüz ifadesinin donuk kaldığını fark etmişti.

Anna önceki Alfası tam olarak böyle yaptığı için Alex’in yavruyu tekmeleyerek uzaklaştıracağını düşünmüştü ama bunun yerine Alex yavruyu azarlayıp çok daha büyük bir rakibe karşı kazanmak istiyorsa sürpriz bir saldırı denemesi gerektiğini söylemişti.

Dün akşam Alex o günkü gibi ciddi yüz ifadesiyle masaya yaklaşsa da gözleri yalnızca Anna’ya odaklanmıştı.

Herkesi selamladıktan sonra, Alfa Zach’in ertesi gün döneceğini ve törenin de ertesi akşam yapılacağını resmen duyurmuştu.

Haberi alır almaz midesi gerginlikten bulanmaya başlayan Anna, Alex gittikten kısa bir süre sonra masadaki herkese iyi geceler dileyerek odasına çekilmişti.

Anna’nın aklında iki düşünce vardı. Daha güvende hissedebilmek için sürüye resmi olarak kabul edilmeyi çok istiyordu.

Öte yandan, Alfa’yla tanışmaktan, tüm sürünün önünde durmaktan ve yetersiz bulunmaktan çekiniyordu.

Alfa onun Gümüş Nehir’e uygun olmadığına karar verirse ne olacaktı? Anna sürüye katabileceği hiçbir şeyi olmadığının farkındaydı.

Ne herhangi bir becerisi ne parası ne de yeterli hakimiyet seviyesi vardı.

Hakimiyet seviyesi yeterince yüksek olsaydı, bir asker ya da benzer bir seviyede bir şey olarak atanmış olsaydı, tüm hayatı daha farklı olabilirdi.

Anna bu düşünceleri zihninden uzaklaştırıp kahvesini bitirerek kupasını durulamaya başladı.

Tüm günü, akşamki törende olacaklar konusunda endişelenerek geçirmeyi reddetti.

Zaten Gri Kanat’tan uzaklaşıp buraya gelmiş olması bile onun için en büyük kazanç sayılırdı.

Anna dolabına gidip dolabında asılı iki parça kıyafete umutsuzca baktı.

Bu akşam için nasıl bir kıyafet giymesi gerektiğini bilmese de elinde pek seçeneği olduğu söylenemezdi.

Üzerine oturan kot pantolonuyla kombinleyebileceği krem rengi ipek bir bluzla, diz hizasında biten mavi çiçek desenli bir elbisesi vardı.

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra elbiseyi dolaptan çıkardı.

Elbiseyi hızla giyip odasının kapısının arkasına asılmış boy aynasının karşısına geçti.

Omuzlarına kadar uzanan dalgalı kumral saçlarıyla elbisesine eleştirel bir gözle bakmaya başladı.

A kesim etekli, kolsuz ve yüksek yakaya sahip bir elbiseydi.

Anna’nın belinden yükselerek inen koyu lacivert üzerine pembe, turuncu ve mavi tonlarındaki çiçeklerle kaplı tül etek dizlerine değiyordu.

Hızlıca göz kalemiyle pembe dudak parlatıcısı sürerken, midesinde hissettiği gerginlik kramplarını bastırabilmeyi diledi.

Sonunda aynadan uzaklaşıp banyo lavabosunun kenarında duran tarağını alarak saçlarını gelişigüzel taradıktan sonra dağınık bir topuz yaparak kalın saç tellerini serbest bırakıp yüzünü çerçeveledi.

Banyodan çıkmadan önce son bir kez kendine baktı.

Saate baktığında saatin henüz üç olduğunu gördü. Törenin başlamasına iki saat daha vardı.

Yemek salonuna gitmeyi düşünse de ayaküstü sohbet etmek için hiç havasında olmadığından midesi yemek yeme fikrini reddediyordu.

Bunun yerine biraz temiz hava almak için dışarıda hızlı bir yürüyüş yapmaya karar verdi.

Anna aldığı karardan memnuniyet duyarak siyah sandaletlerini giyip odasından çıktı.

Koridorda çıkışa doğru ilerleyen Anna, yanından geçtiği birkaç sürü üyesine gülümseyince ona aynı gülümsemelerle karşılık verseler de onu konuşmak için durdurmadılar.

Anna birinin ona seslendiğini duyduğunda çıkışa giden yokuşun başına kadar gelmişti.

Anna bir anlığına kaçmayı düşünse de tepeye kadar düşmeden koşma şansının yok denecek kadar az olduğunu fark etti.

İç geçirip omuzlarını dikleştirerek arkasını döndüğünde Mitch’in onun yanına doğru yürüdüğünü görünce hoş bir şaşkınlık yaşadı.

Mitch yanına geldiğinde Anna ona sıcak bir tonda, “Selam,” dedi.

“Selam Anna. Yürüyüşe mi çıkıyorsun? Sana katılmamın bir sakıncası var mı?”

Mitch neşeli sesiyle ona gülümseyerek karşılık verince, Anna başını onaylarcasına sallayıp yokuşu çıkmak üzere arkasını dönerken Mitch de ona katıldı.

İnden çıkarken tek kelime etmeseler de bu huzurlu bir sessizlikti. Dışarısı çok güzel, mavi gökyüzü berrak ve hava ılıktı.

Anna havanın yakında değişeceğinin ve soğuk havaların tüm ülkeyi etkisi altına alacağının farkında olduğundan tenindeki ılık esintinin tadını çıkarıyordu.

Buradaki havanın şehirdekinden daha soğuk olup olmayacağını merak ediyor, hatta kar bile yağabileceğini umuyordu.

Mitch’e göz ucuyla bir bakış atınca, onun dağınık kahverengi saçları ve keskin çene hattı dikkatini çekti.

Oldukça çekici görünen bu erkeğin sıcak kişiliği bunu daha da pekiştiriyordu.

Anna onu Gri Kanat’ta tanıştığı kibirli ve kaba askerlerle hızlıca karşılaştırdı.

Eski sürüsündeki askerler onu küçük görüyor, koridorda karşılaştıklarında başlarıyla selam vermektense onu itip kakmayı tercih ediyordu.

Mitch hiç de onlara benzemiyordu. Anna’nın hakimiyet ya da rol eksikliğine aldırış etmiyormuş gibiydi. Anna’yı sadece Anna olarak görüyordu.

“Bu akşamla ilgili nasıl hissediyorsun?” Mitch sessizliği bozunca Anna parmaklarıyla oynayarak ona döndü.

“Çok gerginim,” diye itiraf etti. “Kafamda her şeyin kötüye gideceğine dair senaryolar kurup duruyorum.”

“Ne gibi senaryolar?”

“Her zamanki senaryolar… İçeri girdiğimde kendimi çıplak buluyorum. Alfa beni öldüren bir deli çıkıyor. Törende beni bekleyenlerin Gri Kanat Sürüsü olduğunu anlıyorum.”

Mitch bir kahkaha patlatınca Anna da gülümsedi.

“Demek böyle bir hayal gücüne sahipsin.” Kayanın yanından geçerken Anna kolunu uzatarak parmak uçlarını soğuk taşın üzerinde gezdirdi.

Yakındaki ağaçlarda öten kuşları dinlerken ve esintinin solmaya yüz tutmuş yaprakları hışırdatışını duyarken zihni daha da berraklaşmıştı.

“Sadece… Burası gerçek olamayacak kadar iyi görünüyor. Hayatımda hiçbir şey bana öylece sunulmadı ve sürüye gerçekten katabileceğim hiçbir şeyim yok. En başta transferimi neden kabul ettiklerini anlamıyorum, bu yüzden aklımın bir ucunda bunun hata olduğunu düşünüyorum.”

Anna konuşmasını bitirdiğinde Mitch duraksadı.

İkili ağaç sınırının ucuna varınca Anna da onun yanında durup Gümüş Nehir Sürüsü’nün evi olan dağa baktı.

“Bence kendi değerini boş yere azımsıyorsun Anna, yine de bana şu ana kadar anlattıklarından Gümüş Nehir’in eski süründen tamamen farklı olduğunu anlayabiliyorum.”

Mitch Anna’nın omzuna usulca dokunarak güven verici bir ses tonuyla cevap verdi.

“Zach hem iyi bir Alfa hem de stratejisttir. Her şeyin saf güçten ibaret olduğunu düşünmüyor. Belki sana transferinin neden kabul edildiğini söyleyemem ama bunun bir hata olmadığını söyleyebilirim.”

Mitch’e inanmak isteyen Anna ona usulca gülümsese de geçmişinin onu hayal kırıklığına uğrattığını aklından çıkaramıyordu.

“Gel hadi.” Mitch’in sesiyle derin düşüncelerinden uzaklaştı. “Konferans salonuna gitme vaktimiz geldi. Zach geç kalınmasından nefret eder.”

Mitch kolunu nazikçe tutarak onu sürü evinin inine doğru çevirdi.

Anna içeri girdiklerinde şakayla karışık bir tavırla, “Töreni özel olarak yapma şansım var mı?” diye sordu.

“Hadi ama Anna. Geçip gidecek!” Mitch dostça bir tavırla kolunu Anna’nın omuzlarına attı.

Anna bir arkadaşa sahip olmanın verdiği sıcaklığın vücuduna yayıldığını hissetti.

Mitch Anna’yı daha önce hiç gitmediği bir yöne doğru götürürken çok geçmeden sesler duymaya başladılar.

Attıkları her adımda ses daha da yükseldiği için Anna’nın kalbi daha hızlı atmaya başlarken, aklına olabilecek tüm kötü senaryolar üşüşüyordu.

Nihayet Mitch onu iki büyük çift kapının önünde durdurup, her ne kadar gerek olmasa da, “Geldik!” diye anons etti.

Dönüp Anna’ya baktığında, onun rengi atmış yüzüne ve alnını kaplamaya başlayan tere odaklanırken, Mitch’in gözlerinin fal taşı gibi açıldığını gördü.

“Tanrı aşkına, o kadar da kötü değil. Bu faslı ne kadar çabuk atlatırsan, parti sonrası eğlencesi o kadar çabuk başlar.”

Anna derin ve sakin bir nefes alarak koluyla alnını sildi.

“Tamam,” diye mırıldandı. “Halledeceğim.” Sesiyle elleri titremeye başlasa da oralı olmamaya karar verdi.

“Elbette halledeceksin.”

Mitch muzipçe sırıtırken Anna ne olduğunu sormaya fırsat bulamadan Mitch kapıları açarak onu aniden içeri itti.

Anna tökezleyip omzunun üzerinden ona baktıktan sonra önüne döndü.

Kavisli tavanı ve sahneye doğru eğimli bir zemini olan oditoryum onu karşıladı.

Anna, sahnenin karşısına yerleştirilmiş kırmızı kumaşla kaplı koltuklara yaklaşık iki yüz kişinin oturabileceğini kestirebiliyordu.

Sürü üyeleri salonun etrafında dolanıyor, yavaşça oturacak bir yer bulmaya çalışırken birbirleriyle sohbet ediyordu.

O ana kadar Gümüş Nehir Sürüsü’nün ne kadar geniş olduğunu tam olarak fark etmemiş Anna şaşkındı. Gri Kanat Sürüsü salonun yarısını bile dolduramazdı.

Mitch’e dönerek, “Bu sürüde toplam kaç kişi var?” diye sordu. “Tüm sürü üyeleri burada mı olacak?”

“Hayır, birkaçı burada olmayacak. Alfa Zach’in geliş gidişlerini haber yapan medya sebebiyle askerler bu akşam nöbetleşe dışarıda olacak, ayrıca birkaç sürü üyesi şehirdeki bir sürü evinde yaşıyor.”

Mitch düşünceli gözlerle salona baktı.

“Açıkçası inimizin nerede olduğunu bilen çok fazla insan yok ama herkes burayı bir şekilde bulmaya çalışıyor. Yine de bunu başaramayacaklar. İstediğimiz zaman oldukça sinsi hareket edebiliyoruz.”

Mitch sırıtarak başparmaklarını mavi kot pantolonunun kemer halkalarına geçirdi.

Oditoryumdaki gürültü sessiz bir vızıltıya dönüşmeye başlayınca Anna herkesin yerlerine geçtiğini fark etti.

Mitch, “Haydi,” dedi. “Ön tarafta sana ayrılmış bir yer olmalı.”

Anna, Mitch’i koltuk sıralarını ayıran koridorlardan birinde yürürken takip ettiği esnada birkaç meraklı bakışla karşılaştı.

İlgiden utanan Anna gerginlikle elbisesinin eteğiyle oynasa da aynı zamanda kalabalıkta benzer birkaç kıyafet gördüğü için elbisesinin duruma uygun olduğunu anlayınca rahatladı.

Nihayet “rezerve” işaretli koltukların bulunduğu ön sıraya ulaştılar.

Mitch, Anna’yı koridorun hemen başındaki koltuğa oturtup geriye döndü.

“Bol şans…”

Anna ayağa fırlayarak, “Bekle!” diye bağırdı. “Nereye gidiyorsun?” Sesindeki paniği fark edince daha da utandı.

“Üzgünüm Anna, diğer koltuklar sürüye yeni katılanlar için. Sonra konuşuruz, tamam mı?”

Ona güven verici bir tavırla gülümsedikten sonra dönüp koridorda ilerledi. Anna Mitch’in gidişini izlerken bir grup insanın onu yanına çağırdığını gördü.

Çok daha yoğun bir utanç hissederek yerine oturdu. Ebeveyninin yanında elinin tutulmasını isteyen bir çocuk gibi davranıyordu.

Derin bir nefes alarak omurgasını dikleştirdi. Hayatı boyunca elinden tutan olmamıştı, bu yüzden şimdi de buna ihtiyaç duymamalıydı.

Birisi mırıldanarak selam verip yanına oturdu. Anna garip bir gülümsemeyle yanına oturan kişiye karşılık verse de henüz ona cevap vermeye fırsat bulamadan sahneye bir adam çıktı.

Anna, sahnenin önünde, tam ortada dimdik duran adamı yavaşça tepeden tırnağa süzerek her ayrıntısını inceledi.

Koyu mavi kot pantolonunu siyah botlarının içine sokmuştu.

Dizlerindeki solmuş yamalar ve iri, kaslı baldırlarını saran kumaşa bakılırsa pantolonu açıkça yıpranmıştı.

Anna’nın tüm vücudu muhtemelen o kotun tek bacağına sığabilirdi.

Bel bandının üzerinden sarkan siyah gömleğine gözleri takıldı.

Gömleğinin kolları bronzlaşmış kollarını ortaya çıkaracak şekilde kıvrılmıştı ve gömleğinin kumaşı göğsüyle geniş omuzlarını sıkıca sarıyordu.

Saçları, parmaklarını aralarında gezdirmeye alışkınmış gibi dağınıktı ve gömleğinin düzgünce ütülenmiş yakasının etrafına dolanacak kadar uzundu ama onunla ilgili en dikkat çekici şey bu değildi.

Tamamen gri saçları, tepeden vuran sert ışıkta neredeyse beyaz görünüyordu.

Saçının rengi bronzlaşmış teni ve genç yüzüyle tezat oluştursa da Anna, kare çenesinin belirgin hattının çoğu insanı ona meydan okumaktan caydıracağına karar verdi.

Adamın kalabalığa bakarken yüz ifadesi misafirperver olsa da onda son derece korkutucu bir hava vardı.

Anna iri cüssesi ve yaydığı tehditkâr havanın birleşiminin buna sebep olduğunu düşündü.

Adamı süzmeyi bitirdiğinde onun elinde mikrofon olmadığını fark edince meraklandı.

Bu farkındalığın hemen ardından tüm salonun ölüm sessizliğine gömüldüğünü gördü.

Anna etrafına bakınınca, salondaki neredeyse herkesin gözlerinin adamın üzerinde olduğunu fark etmesiyle onun kim olduğu hakkında basit bir tahminde bulundu.

O Gümüş Nehir Sürüsü Alfası Zach Thomas olmalıydı.

Anna bacak bacak üstüne atmış ayağını gerginlikle sallıyordu ama adam sonunda konuşmaya başladığında her şey donuverdi.

“Gümüş Nehir Sürüsü, hoş geldiniz.” Derin ve boğuk sesi salonun her köşesini âdeta bir tür güçle dolduruyordu.

Ensesindeki tüylerin diken diken olduğunu hisseden Anna, kollarına da bakarsa aynı manzarayla karşılaşacağını biliyordu.

Kalbi hızla atmaya başlayınca, ona yaklaşmak, dokunmak, onu koklamak ya da ikisini birden yapmak için delice bir istek duyduğunu fark etti.

Eski Alfasının yanında bile böyle bir şey hissetmemiş Anna nefes alışverişini düzene sokmaya çalışıyordu.

Adamın tek yaptığı doğrudan ona yönelik bile olmayan bir hitapken bedeninin neden böylesi bir tepki verdiğini telaşla anlamaya çalışıyordu.

Anna ona odaklanmaya çalışırken Alfa, “Bu her zaman en sevdiğim etkinlik olmuştur,” diye devam etti. “En yeni sürü üyelerimize hoş geldin deriz. Hep birlikte onların sürümüze ve ailemize katılmasına tanıklık ederiz. Her bir üyeyle ve getirdikleriyle daha da güçleniriz. Her kim olursa olsun, bize zarar vermek isteyenlere karşı daha güçlü oluruz.”

Odada alkışlarla tezahüratlar çınlarken Alfa duraksadı. Anna, Mitch’in sesinden olduğunu tahmin ettiği bir uğultu duyunca gülümsedi.

Alfa’nın sesinin üzerinde yarattığı etkiden kısa bir süreliğine de olsa uzaklaşmıştı.

Sahnenin kenarına yaklaşan Zach, ön sırada oturanları sırayla inceledi.

Gözleri bir sonraki kişiye geçmeden önce ona belli belirsiz bakarken

Rahatlayarak tuttuğu nefesini bıraksa da Alfa’nın bakışları geri dönüp onun üzerinde durduğunda kalakaldı.

Adamın bakışları sıcak bir hava dalgası misali Anna’yı tepeden tırnağa sarmıştı.

Anna onun açık mavi gözleriyle karşılaştığında salondaki her şey donmuş gibiydi.

Nefes alma ihtiyacıyla göğsü sıkışıp yanakları sıcaktan kızarsa da gözlerini onun bakışlarından bir türlü ayıramıyordu.

Anna’ya saatlerce sürmüş gibi gelen saniyelerden sonra Alfa sıradaki insanlara bakmaya devam etti.

Zach ön sıradaki yeni üyeleri incelerken salondakiler konuşmaya başlayınca, tekrar konuşmadan önce sessizlik olmasını bekleyip bu sefer daha yumuşak bir tonda lafa girdi.

“Bu akşam aramızda katılacaklar sahneye lütfen.”

Anna sıradaki herkesin kalkmasını bekledikten sonra yanında oturan orta yaşlı bir kadını takip etti.

Gümüş Nehir’in gençlerini resmi olarak sürüye kabul ettiği yaş on üç olduğu için, sahnede aralarında on üç yaşlarında görünen altı gencin de olduğu toplam on kişi vardı.

Sahneye bir sıra hâlinde dizilip yüzlerini salonun kalanına döndüler.

Anna, sıra ona gelmeden önce herkesin kabul törenini izleyebileceğini anladığında, sıranın sonunda olduğu için güvende ve mutlu hissetti.

Zach, Alfa’ya güvenle sırıttığına göre ona aşina olduğu belli olan sıranın en başındaki küçük kıza doğru adım attı.

Kızın önünde diz çökmesine rağmen hâlâ uzun görünse de gülümseyerek konuşmaya başladı.

“Sen, Madeline, Gümüş Nehir’e katılıp sürüyü ve tüm üyelerini korumaya yemin ediyor musun? Sürüyü her şeyin üzerinde tutacağına şerefin ve onurun üzerine ant içiyor musun? Ve Alfa’n olarak bana, Zach Thomas’a bağlılık yemini veriyor musun?”

Ciddi sorularını duyan Anna, bir kez daha onun sesiyle büyülendiğini hissetti.

Anna onu daha iyi görebilmek için öne doğru eğilerek bakışlarını onunla Madeline arasında çevirdi.

“Evet, veriyorum.” Anna, Madeline’in sesinin temiz ve kendinden emin bir tonda tınladığını duyunca ona imrendi.

Zach ellerini Madeline’in omuzlarına koyup gözlerini kapattı.

Anna ondan yayılan güçlü çekimi neredeyse hissedebiliyordu. Madeline’in keskin bir nefes aldığını duyunca, kızın zihninin tamamen sürü bağına dâhil olduğunu anladı.

Madeline biraz sersemlemiş bir hâlde gözlerini açarken, Zach ayağa kalkıp ona gururla gülümsedi.

Bunu sahnedeki herkes için tekrarladıktan sonra nihayet Anna’ya yaklaştı.

Anna yere bakarken Zach’in siyah botlarının tam önünde durduğunu görünce zar zor yutkundu.

Başı Alfa’nın göğüs hizasında duran Anna, onun yüzünü görebilmek için başını yavaşça kaldırdığında Zach’in ondan uzun olduğunu anladı.

Bu mesafeden, güçlü çene hattını kaplayan gri kirli sakalını ve ince bir çizgi hâlinde bastırılmış dudaklarını görebiliyordu.

Kemersiz bir burna ve derin gözlerinin üzerinde duran gri gür kaşlara sahipti.

Sol kaşı, şakağına kadar uzanan büyük bir yara iziyle çizilmişti. Bu yaralanma nereden baksa ölümcül görünüyordu.

Alnının üzerinden dökülen bir tutam saç, yüzündeki ciddi ifade olmasa ona neredeyse çocuksu bir görünüm katacaktı.

Parlayan mavi gözleriyle Anna’nın gözlerinin içine bakıyordu.

Anna, sanki Zach’in kurdu insan benliğinin hemen altındaymış gibi, gözbebeklerinin etrafında dönüp duran gücü neredeyse görebiliyordu.

Zach uzun bir es verdi. Vücudu hareketsiz olsa da Anna onun havayı kokladığına emindi.

Onun Gümüş Nehir’e katılmaya layık olmadığını ilan edeceği anın bu olup olmadığını sorgularken kaşlarını çattı.

Beklerken titrek bir nefes aldıktan sonra anın durgunluğu son bulunca Alfa konuşmaya başladı.

“Sen, Anna, Gümüş Nehir’e katılıp sürüyü ve tüm üyelerini korumaya yemin ediyor musun? Sürüyü her şeyin üzerinde tutacağına şerefin ve onurun üzerine ant içiyor musun? Ve Alfa’n olarak bana, Zach Thomas’a bağlılık yemini veriyor musun?”

Kelimeleri Anna’nın üzerine yağarken, Anna ürpererek gözlerini kapattı.

Tam karşısında durup doğrudan onunla konuşması üzerinde çok daha yoğun bir etki yaratıyordu.

“Evet, veriyorum.”

Ses tonu kısık olsa da Anna kendi içinden kendine beşlik çaktı çünkü sesi net, sakin ve zihninin içindeki kaosun tam tersiydi.

Zach diğer herkese yaptığı gibi ellerini Anna’nın omuzlarına koyup gözlerini kapatınca, Anna’nın odağı tamamen onun teninde bıraktığı sıcaklığa yöneldi.

Vücudu hafifçe titremeye başlarken, avuçları Zach’in kollarına dokunmak için kaşınıyordu. Ama birden nabzının zihninde atışını duyabildiğini fark etti.

Anna vücudunun bir santim bile hareket etmediğinden emin olmasına rağmen, bir şelalenin üzerinde sürükleniyormuş gibi bir çekim hissederek gözlerini kapattı.

Zach uzaklaştığında Anna gözlerini kısarak bakınca, Alfa’nın ona gülümsedikten sonra salona döndüğünü gördü.

Anna bulanık görüşüyle onun hareketlerini izlerken dizlerinin titremeye başladığını hissetti.

Onun konuştuğunu duyabilse de ne dediğini anlamıyordu. Sesi çok uzaklarda bir yerden geliyormuş gibi hissediyordu.

Alfa kollarını salona doğru uzattığında Anna kalabalığın tezahüratlarını duydu.

Beyninin içi uğuldamaya başlayınca, ses onu sağır edecek noktaya kadar şiddetlendi.

Başına giren ağrının şakaklarından kafasının her noktasına yayıldığını hissetti.

Gözlerini kapatıp ağrıyı durdurmak için ellerini başına bastırdı.

Parmaklarının titrediğini hissederken ona yardım edecek birini bulmak için gözlerini açmaya çalışsa da görüşü neredeyse bir iğne ucu kadar daralmıştı.

Yardım istemek için ağzını açtı ama dudaklarından yalnızca boğuk bir ses duyuldu.

Sahnedeki herkesin dönüp ona baktığını göremese de hissedebiliyordu. Yerde sanki biri ona doğru bir adım atmış gibi titreşim fark etti.

Anna karanlığın kollarını açarak onu beklediğini hissedince, acıyla gürültünün son bulmasını istediğinden mücadele etmeyi bıraktı.

Vücudunun gevşemesiyle yavaşça öne doğru yığıldı.

Anna bayılıp yere düşmeden hemen önce sert ellerin onu yakaladığını hissetti.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok